İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə9/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   50

Enes b. Malik, İbn-i Abbas, Aişe, Ümmü Seleme, Meymune, ümmü Selim, Abdullah b. Ömer hepsi ayrı-ayrı şöyle rivayet etmişlerdir.

“Peygamber humreye (hurma çöpünden örülmüş küçük hasıra165[165]) secde ediyordu.”

Aişe şöyle rivayet eder; Peygamber (s.a.a) bana şöyle buyurdular; “Bana camiden humremi (hasırdan seccade) getir, ben hayız olduğumu söyledim. Buyurdular ki, hayızlı olmak senin elinde değildir.”166[166]

Ehl-i Sünnetin bazı sahih kitaplarında elbiseye veya emmamenin bir köşesine secde yapıldığını görmekteyiz. Bu secde normal şartlarda yapılan bir secde değildir. Aksine o gün havanın aşırı sıcak olmasından dolayı sahabe zorluk ve meşakkatlerini Peygamber Efendimize bildirdiklerinde o Hazret kolaylık olsun diye zor ve meşakkatli durumlarda elbise veya emmamenin bir köşesine secde izni vermiştir. Bu konuya açıklık getiren bir rivayette Enes bin Malik’den şöyle naklolunmuştur. Peygamber ile birlikte namaz kılarken biz elbisemizin bir tarafını aşırı sıcaktan dolayı secde mekanını bir tarafını koyuyorduk.”167[167]

Başka bir rivayette Buhari şöyle nakleder; Biz Peygamberle namaz kılarken aşırı sıcaklardan dolayı elbisemizin bir tarafını secde mekanına bırakıyorduk. Bizden birisi alnını toprağa (yere) bırakmadığı zaman elbisesini açıp ona secde ediyordu.168[168]

Bu rivayetler, normal hallerde toprağa yere secde etmenin gerekliliğini ispat etmektedir.

Emmame veya Elbisenin köşesine yapılan secdeleri belirten rivayetler mazeret ve zarurete hamlolunmuştur. Çünkü normal şartlarda elbiseye, emmameye secde etme konusu toprağa secde etmenin gerekliliğini bildiren hadislerle çakışmaktadır.

Konunun özeti: Konu etrafında naklolunan secde hakkında ki hadisi şerifleri iyi bir şekilde tahlil edenler secde konusunda üç aşama ve merhalenin olduğunu görürler. O aşamalar şunlardan ibarettir;

Birinci aşamada secdenin toprağa yapılması farz idi ve topraktan başka bir şeye de secde yapılabileceğine dair Müslümanlar için ruhsat verilmemişti.

İkinci aşamada secdenin topraktan biten yenilmeyen ve giyilmeyen şeylere yapılmasına dair Peygamber tarafından ruhsat verilmiştir.

Üçüncü aşamada ise aşırı sıcak olduğu zamanlarda zorluk ve meşakkatin kaldırılması için mazeret ve zaruretten dolayı emmame ve elbisenin bir köşesine de secde caiz kılındı. Bunlardan da anlaşılan şudur ki; Caferiler eğer bugün toprağa secde ediyorlarsa, o gün Peygamberin ve sahabesinin namazda secdeye giderlerken toprağa secde etmelerinden ve o gün toprağa secdenin teşri olunmasından kaynaklanmaktadır. Açıkça şunu belirtiyoruz ki; Peygamberin ameli namazda toprağa secde etmek ve kendisinin de sünnetinde emrettiği gibi toprağa secde olunmasıdır. Bu sebeplerden dolayı, Caferiler istisna durumların dışında topraktan başka bir şeye, secde etmezler. İstisnai hallerde de yerden biten yenilmeyen ve giyilmeyen şeylere secde ederler.

Bu açıklamalardan sonra, secdenin yere, toprağa, taşa, hasıra, topraktan bitip de yenilmeyen ve giyilmeyen şeylere yapılmasını sünneti Nebevi olduğu açıklığa kavuşmuştur. Ama ne yazık ki; secdenin halılara kilimlere vs. şeylere yapılması İslam’da ortaya çıkarılan bidatlardan sadece bir tanesidir. Çünkü Peygamberinde toprağa secde sünneti ile geldiği hadisler ışığında görülmektedir. Ama şaşırılacak şey ki; Peygamber Efendimizden sonraki tarihlerde bazı alanlarda sünnet bidatın ve bidatta sünnetin yerini alıverdi. Birçok alimin görüşüne göre halılara, kilimlere yapılan secde bidattır. Aynı meselenin bidat oluşunu, Abdurrezzak’da kendi “Müsennef”inde belirtmiş ve halılara, kilimlere secdenin sonradan ortaya çıktığını açıklamıştır.

Bugün bir Müslüman, Peygamberin sünneti üzere camilerde namaz kılarken, hedef toprak olmak kaydıyla topraktan yapılan mühürlere secde ettiğinde onun ameli bidatla vasıflandırılmakta ve kendisi de bidat ehli olarak gösterilmektedir. Oysa Müslüman olduklarını gören bu vasıflandırılmaların sahipleri kendilerinin de iman getirdiği İslam Peygamberinin sözlerini kulak ardı etmezseler, mesele etrafında ihtilaf çıkarmayacaklardır. Ama ne yazık ki; kalıplaşmış kör taassuba kapılmış zihniyetler, tarihler boyunca Caferi mezhebinin güneş gibi açık ve net olan delilleri karşısında muhalefet etmiş ve tarih boyunca Müslümanlar içerisinde bozgunculuk yapmışlardır.

Biz bu konuda hakikate ulaşmak isteyen insanları tefekküre davet eder ve gözleri taassup dumanlarıyla kapanan insanlarında taassuplarını bir kenara bırakıp ilahi değerlerle hareket etmelerini ve konuşmalarını ve hakkın dışına çıkmamalarını yüce Allah’tan temenni ederiz.


TOPRAĞA SECDE ETMEK ŞİRK MİDİR?
Taklit mercilerinden birisi şöyle anlatıyor: Bir gün Mescid-i Nebi’de sabah namazını kılmış ravza-i mukaddese’nin yanındaki minberin yakınında oturmuş, Kuran tilavet ediyordum. O esnada Şialardan birisi gelip, benim sol tarafıma geçerek namaz kılmaya başladı. Benim sağ tarafımda ise, zahiren Mısır’lı olan iki şahıs sütuna sırtlarını vermiş oturuyorlardı. Namazla meşgul olan o Şia, namaz esnasında elini cebine götürüp cebinden secde etmek için mührünü (küçük toprak parçası) çıkardı. Sütunun kenarında oturan, iki kişiden birisi diğerine şöyle dedi; şu aceme baksana! Taşa secde etmek istemektedir. Şia olan şahıs, rükuya indikten sonra secdeye gitti. Ve alnını küçük bir taş veya toprak parçasına bıraktı. Bu esnada o iki kişiden birisi, süratle yerinden kalkarak Şia’nın secde ettiği mührü, alnın altından almak için ona doğru ilerlediğinde ben yerimden kalkarak onun elinden tutup sinirli bir halde ona şöyle dedim.

-Neden bu mukaddes mekanda namaz kılan ve namazla meşgul olan bir Müslüman’ın namazını bozmak istersin?

-O taşa, toprağa secde etmek istemektedir.

-Neden? Onun taşa secde etmesinin bir sakıncası mı var! Bak bende taşa secde ediyorum. Neden? Ve niçin taşa secde ediyorsun?

-O Şia ve Caferi mezhebindendir. Ben de Caferi mezhebine mensup, olanlardan biriyim. Acaba sen İmam Cafer Sadık (as.)’ı tanıyor musun?

-Evet


-O Resulullah’ın Ehl-i Beytinden midir?

-Evet


-O bizim Mezhebimizin İmamı ve lideridir. Ve şöyle buyuruyor. Kilimlere, halılara secde etmek caiz değildir. Secde yer zeminin eczasına yapılmalıdır.

O Sünni olan şahıs, bir müddet düşündükten sonra şöyle dedi:

-Dinde birdir, namazda birdir.

-Eğer dinde bir ise ve namazda bir ise, öyleyse siz Ehl-i Tesennün neden namazda kıyam halinde farklı-farklı şekillerde namaz kılıyorsunuz?

Örneğin Maliki mezhebine mensup olanlar, namazda elleri açık bir halde durup elleri bağlamazlar. Sizlerden bazıları ellerini sinelerinin üzerine bırakıyorlar. Oysa din birdir ve Peygamberinde kıldığı namaz bir şekildedir. Sizler bu soruların karşısında diyorsunuz ki; Ebu Hanife, Şafii, Maliki ve Ahmed b. Hanbel bu konularda şöyle veya böyle demişlerdir.

-Evet onlar böyle demişlerdir

-Senin de Ehl-i Beytten olduğunu kabullendiğin ve bizim mezhebimizin imamı olan Caferi Sadık’da bu konuda bizim yaptığımız gibi buyurmuştur. Zira “Ehl-ul Beyt Edra bi-ma fi’l beyt” Ev ehli evde olup bitenleri daha iyi bilir.

Peygamberin yakınları ve Ehl-i Beyti o hazretin emirlerine ve sünnetine diğerlerinden daha iyi haberdardırlar. İmam Sadık (as.)’ın sünnete olan ilmi, Ebu Hanife’den az değildir. O Hazret buyuruyor ki; Namazda zeminin cüz’üne, yer parçasına secde olunmalıdır. Ama yüne, pamuğa... secde caiz değildir.

Biz ve siz arasında olan ihtilaf sizin kendi aranızda olan namazda elleri açma ve bağlama ihtilafı gibidir. Bu tür ihtilaflarda Usul-u dinde değil de, Fürü-u dinde olan ihtilaflardır ve fürü-u dinde olan ihtilaflarında şirk ile hiçbir bağlantı ve ilişkisi yoktur.

Söz buraya gelince, bizi orada dinleyen ve Ehl-i Sünnet mezhebine mensup olanlar, bana hak verip beni tasdik ettiler. Bu esnada ben namaz kılan Şia’nın mührünü almak isteyen şahısa sinirli bir şekilde şöyle dedim; Allah ve Resûlünden haya etmiyor musun? Peygamberin mübarek kabri kenarında, namaz kılan bir Müslüman’ın namazı batıl etmek için onun üzerine yürümekten utanmadı mı ki, oysa o Müslüman, kendi mezhebine yani burada yatan Ehl-i Beytinin mezhebine göre namaz kılmaktadır. Orada bulunanların hepsi onu azarladılar. Ve neden kendi mektep ve mezhebinin inançlarına göre namaz kılan bu Müslüman’a hakaret ettin diye ve benden özür dilediler.169[169]


İMAM HÜSEYİN’İN TÜRBETİNE secde etme hakkında bir münazara
Mısır El- Ezher üniversitesinden mezun olan Şeyh Muhammed Mür-i Antaki Suriyeli Ehl-i Sünnet alimlerinden birisi idi. Derin ve geniş alışmalar neticesinde Şia mezhebini seçmiş ve Şia mektebine geçişini anlatan sağlam delil ve senetlere dayalı “Neden Şia oldum?” isminde bir kitap yazmıştır. Bu kitabında İmam Hüseyin’in türbetine secde etme hakkında Ehl-i Sünnet alimleri ile yapmış olduğu bir münazarayı nakletmiştir. Bizde o münazarayı burada zikretmeği uygun gördük.

Şeyh Muhammed Mur’i bir gün evinde iken, içlerinde öğrencilik yıllarından arkadaşlarının da bulunduğu bir grup Ehl-i Sünnet alimi onun evine gelirler. Aralarında şöyle bir münazara geçer.

-Alimler: Şialar, İmam Hüseyin türbetine secde etmektedirler işte bu sebepten dolayı onlar müşriktirler.

-Ş. Muhammed: Türbete secde etmek şirk değildir. Zira Şia’lar türbete Allah için secde ediyorlar türbet için değil. Eğer sizin düşüncenize göre Şia’lar secde toprak ve türbet için secde etmiş olsalar, o zaman sizler haklısınız. Ama onlar tam aksine sadece ve sadece tek mabutları olan yüce Allah için secde ediyor ve secde esnasında alınlarını Allah için toprağa bırakıyorlar.

Başka bir tabire göre, secdenin hakikati, toprak huzurunda değil de Allah huzurunda sonsuz bir şekilde eğilmektedir. Orda bulunanlardan Hamid isminde birisi şöyle dedi; Allah senden razı olsun çok güzel bir şekilde meseleyi açıklığa kavuşturup tahlil ettiniz, ama şunu merak ediyoruz, neden Şialar İmam Hüseyin’in türbetine secde etmede bu denli ısrar etmedeler. Neden başka bir şey değil de, sadece İmam Hüseyin’in türbeti?

- Ş. Muhammed: Bizim toprağa secde etmemizin sebebi bütün Müslümanların da kabullendiği Peygamber efendimizin hadisi şerifleridir ki, o Hazret şöyle buyuruyor; “yer benim için secde mekanı ve temiz karar kılındı.” İşte bu sebepten dolayı, bütün Müslümanların ittifakına göre halis toprağa secde etmek caizdir. Bunun için biz toprağa secde ediyoruz.

- Hamid Müslümanlar bu konuda nasıl görüş birliğine varmışlardır.

- Ş. Muhammed: Peygamber (s.a.a) Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde, ilk iş olarak orada bir Cami yaptırdı. Acaba bu Camide halı veya kilim var mıydı?

- Hamid: Hayır, halı veya kilim yoktu.

- Ş. Muhammed: Öyleyse, Peygamber ve Müslümanlar neye secde ediyorlardı.

- Hamid: Toprağa secde ediyorlardı.

- Ş Muhammed: Peygamber efendimizin vefatından sonra, Ebubekir, Ömer, Osman’ın hilafet dönemlerinde müslümanların namaz kıldıkları Camilerde halı veya kilim var mıydı? Ve o dönemin Müslümanları neye secde ediyorlardı?

- Hamid: Hayır onların da döneminde camilerde halı veya kilim yok idi, o dönemin de müslümanları zemine yani toprağa secde ediyorlardı.

- Ş. Muhammed: Öyleyse sizin itirafınıza göre peygamber bütün namazlarında toprağa secde ediyorlardı, aynı şekilde onun zamanındaki ve ondan sonraki Müslümanlarda toprağa secde ediyorlardı. İşte bu esasa göre toprağa secde etmek sahih ve caizdir.

- Hamid: Benim kafama takılan şudur; Şialar sadece ve sadece toprağa secde ediyorlar, hem de topraktan yaptıkları mühürleri ceplerinde taşıyor ve ona secde ediyorlar.

- Ş. Muhammed: Öncelikle şunu belirteyim ki, Şialar ister taş olsun isterse de toprak, yere secde etmeyi caiz görüyorlar.

İkinci olarak da , secde mekanının temiz ve pak olması gerekir. İşte bunun için necis yere veya necasetle karışmış toprağa secde etmek caiz değildir. İşte bu sebepten dolayı onlar kesinlikle temiz olduğuna kanaat getirdikleri topraktan mühür yapıyor ve onları yanlarında taşıyor ve namazda onlara secde ediyorlar.

- Hamid: Eğer Şia’nın maksadı toprağa secde etmek ise, öyleyse neden mühür yerine bir miktar toprağı yanlarında taşımıyorlar?

-Ş. Muhammed: Toprak taşımak elbisenin toz toprak olmasına sebep olur, işte bunun için Şialar o toprağı su ile karıştırıp onu çamur yapıp sonra da onu güzel bir şekilde mühür haline getirip kurutuyorlar ve neticede yine toprağa secde etmiş oluyorlar ve elbiselerinin toz toprak olmasını da bu vesileyle engellemiş oluyorlar.

- Hamid: Neden siz Şialar topraktan başka bir şeye secde etmiyorsunuz?

-Ş. Muhammed: Secdeden maksadın, Allah huzurunda sonsuz eğilme ve alçalma olduğunu belirtmiştik. Toprağa yapılan secde ister mühür halinde olsun, ister olmasın Allah huzurunda daha fazla hüzuya delalet eder. Zira toprak en değersiz şeydir ve biz en yüce azamız olan alnımızı secdeye giderken en değersiz şeyin üzerine bırakıyoruz. Bunda ki gaye ise, huşu ile Allah’a ibadet etmektir. İşte bundan dolayı, huşuya delalet olarak secde mekanının el ve ayaklardan aşağıda olmasının müstehap olduğu belirtilmiştir. Aynı şekilde secde de burnunun da toprağa temas etmesi müstehaptır. Bu da hüzu için müstehap edilmiştir. İşte bundan dolayı toprak parçasından yapılan mühre secde etmek diğer şeylere secde yapılmasından reva ve daha uygundur. Çünkü insan secde ederken, eğer alnını pahalı bir seccadeye, halıya, altına, gümüşe veya değerli olan herhangi bir eşyaya bırakırsa bu fiil onun hüzu ve huşusunu azaltır. Ve bu tür bir fiil kulun Allah huzurunda ki, küçüklüğüne delalet etmez.

-Hamid: Öyleyse Şia’ların secde ettiği mühürlerin üzerine yazılan kelimeler nelerdir?

-Ş. Muhammed: Birincisi, onların secde ettikleri mühürlerin tamamı yazılı değildir. İkinci olarak da onların bazılarına secde zikri yazılmış bazılarına “bu türbet Kerbela toprağından alınmıştır” diye yazılmıştır. İnsaflı olunuz! Bu tür yazılar, şirke sebep olur mu? Acaba bu yazılar, secde yapılması caiz olan mührü topraklıktan çıkarır mı?

-Hamid: Hayır, kesinlikle şirke sebep olmaz. Ve onu secdenin yapılması sahih olan o caizlikten de çıkarmaz. Ama yine de, kafamda bir soru var. O da şudur; Şia’ların bir çoğu, Kerbela türbetine secde etmekteler. Acaba, Kerbela toprağının ayrı bir özelliği mi var?

-Ş. Muhammed: Onun sırrı şundadır. Bizim rivayetlerimizde Ehl-i Beyt imamlarından şöyle naklolunmuştur; İmam Hüseyin’in türbetine yapılan secde diğer türbetlere yapılan secdeden daha faziletlidir. İmam Cafer Sadık (as.) şöyle buyuruyor; İmam Hüseyin’in türbetine yapılan secde yedi kat olan hicapları parçalar.170[170] Yani, namazın makbul olmasına arş alemine yücelmesine sebep olur. Bunlardan anlaşılan şudur ki; diğer türbetlerde olmayan özellikler, İmam Hüseyin’in türbetinde mevcuttur.

-Hamid: Kılınan namaz, batıl dahi olsa İmam Hüseyin’in türbetine secde olunduğu için, o namaz makbul mu olur?

-Ş. Muhammed: Şia mezhebi şöyle diyor; Namazın sıhhat şartlarından olan bir şey, eğer yapılmaz ise, o namaz batıl olur. Ama bütün sıhhat şartlarına haiz olan bir namazı insan kılarsa bu namaz kabuldür ve İmam Hüseyin’in de türbetine namazda secde ederse, bu namazın sevabını çoğaltır.

-Hamid: Acaba Kerbela toprağı, Mekke ve Medine toprağından da üstün müdür ki, sizler diyorsunuz, O toprağa secde yapılarak, kılınan namaz diğer bütün topraklara secde yapılarak kılınan namazdan sevabı daha da fazladır?

-Ş. Muhammed: Allah’u Teala’nın böyle bir özelliği, Kerbela toprağına vermesinin ne sakıncası olabilir?

-Hamid: Mekke toprağı, Hz. Adem’den günümüze kadar Kabe mekanıdır. Medine toprağına da Peygamberimizin mübarek bedeni defin olunmuştur. Bunlara rağmen, değerleri Kerbela toprağından az mıdır? Bu şaşılacak şeydir! Acaba Hüseyin, ceddi Resulullah’tan daha mı üstündür?

-Ş. Muhammed: Hayır, kesinlikle. Eğer İmam Hüseyin’in azamet ve değeri varsa, bu Peygamberin makamının azamet ve değerinden doğmaktadır. Ama o toprağın üstünlük kazanmasının sırrı şudur; İmam Hüseyin, o topraklarda ceddinin dini uğruna şehit edildi. İmam Hüseyin’in makamı, risalet makamının bir cüzüdür. Zira İmam Hüseyin, yakınları, akrabaları, Ehl-i beyti ve yaranı ile birlikte oyuncak haline getirilen İslam dinini kurtarmak için kıyam edip ve bu uğurda kendisi ve yaranlarını feda ettiği için Allah’u Teala; O hazrete üç tane özellik bahşetmiştir.

1- Onun kabri kenarında yapılan dua, müstecap olur.

2- Ehl-i Beyt imamları onun soyundandır.

3- Onun türbetinde şifa vardır.

Acaba bu tür özelliklerin İmam Hüseyin’in türbetine verilmesinin bir sakıncası mı var? Acaba, Kerbela’nın türbetinin Medine türbetinden üstündür derken, akla İmam Hüseyin’in, Peygamberden üstün olduğu mu anlaşılmaktadır? Siz neden meseleyi anlamadan bize itiraz ediyorsunuz? Aslında mesele tam tersinedir. Onun için, İmam Hüseyin’in türbetine yapılan ihtiram, O hazretin kendine yapılan ihtiramdır ve O Hazrete yapılan ihtiram ve verilen değer Resulullah’a ve Allah’a yapılmış demektir.

Söz buraya gelince, orada bulunanlardan birisi ikna olmuş bir halle ayağa kalkarak, beni ve sözlerimi tasdik etti ve bana methiyelerde bulundu ve benden Şia kaynaklarını istedi ve şöyle dedi; Senin sözlerinin hepsi, yerinde olan sözlerdir. Ben Şia’ların Hüseyin’i, Peygamberden üstün gördüklerini zannediyordum. Ama gerçekleri şimdi öğrendim. Sizin güzel beyanat ve açıklamalarınıza teşekkür ederim. Şu andan itibaren, bende küçük bir Kerbela mührünü cebimde taşıyacak ve secde ederek namazımı kılacağım.171[171]

NAMAZDA EL BAĞLAMA

Namazda Ehl-i Sünnet mezhebinden olan bazılarının yaptığı gibi elleri bağlamak, yani kıyam halinde sağ eli sol eli üzerine bırakmak Müslümanlar arasındaki ihtilaflı meselelerden birisidir.

Bütün Müslümanlar namazda el bağlamanın vacip olmadığına dair ittifak ve icma etmişlerdir. Ama bu amelin hükmünde bütün İslam mezhepleri, umumen ihtilaf etmişlerdir hatta Ehl-i Sünnet mezhepleri bile bu ameli farz bilmemelerine rağmen bu konuda ittifak etmişlerdir. Ehl-i Sünnet hem bu amelin hükmünde ve hem de keyfiyetinde ihtilaf etmişlerdir. Ehl-i Sünnet mezhep alimlerinin bu konudaki görüşleri aşağıdakilerden ibarettir;

Hanefilere göre, bu amel sünnettir ve farz değildir.172[172]

Şafiilere göre de, namazda elleri bağlamak sünnettir ve farz değildir.173[173]

Hanbelilere göre de, bu amel sünnet amellerindendir.174[174]

Malikilere göre, namazda ki elin vakarlı bir biçimde salı verilmesi memdubdur. (müstehaptır.) Nafile namazlarda ellerin göğüs üzerinde bağlanması ve tutulması caizdir. Çünkü bu namazlarda zaruretsiz olarak bir yere dayanmak caizdir. Fakat farz namazlarda elleri bağlamak mekruhtur. Çünkü bu durum bir yere dayanmak gibidir.175[175]

Caferiler arasındaki meşhur görüş bu amelin haram ve namazı batıl eden bir fiil olmasıdır. Bazıları da, bu amel haramdır ama namazı batıl etmez diye demişlerdir. Bazılarına göre ise bu amel mekruhtur.

Bu ihtilaflar açıkça şunu göstermektedir ki; bu amelin kitap ve sünnette sağlam bir delili yoktur. Aksine böyle açık bir ihtilaf onlar arasında vuku bulmazdı. Bu ihtilaflara rağmen ve Ehl-i Sünnet mezhep alimleri de bu ameli de farz bilmemelerine rağmen, bu mesele Müslümanlar arasında uçurumlara ve gediklerin açılmasına sebep olmuştur.

Caferiler, Ehl-i Beyt imamlarının namazda elleri bağlama hususunda, açık nehiylerin olduğundan dolayı namazda ellerini salıvermekte ve eli açık bir şekilde namaz kılmaktalar. Ehl-i Sünnetten bunu gören bir çok avam tabakası bu amele ve failine, farklı bir gözle bakmaktalar. Bazıları da, namazda eli açık bir vaziyette eli açık duran insanları bidat ehli olarak nitelemek ve suçlamaktalar. Oysa Ehl-i Sünnette göre, elleri bağlamak sünnet bir ameldir ve sünneti de terk etmek bidat olarak görülmez. Oysa Ehl-i Sünnet mezhep imamlarından olan İmam Malik dahil, namazda el bağlamayı mekruh olarak kabullenmiş ve özellikle de Peygamberin soyundan olan pak Ehl-i Beyt imamları bu ameli tamamen nehy etmişlerdir.

Bu mesele Caferiler arasında hiçbir zorluk, ihtilaf ve sıkıntı icat etmemiştir. Zira fetvalarda bir takım farklılıklar olsa bile, uygulamada dünyanın neresinde olursa olsun bütün Caferiler eli açık olarak namaz kılmaktalar. Ama Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin arasında bir takım sıkıntılara sebep olmuştur. Kimleri bu imam ellerini göbeği üzerinde, diğer camimin imamı altında, bir başkası da yukarısında bağladı sözleri onlar arasında ne yazık ki, ayrılma ve bozuşmalara sebep olmuştur. Hatta bu mesele İslam’ın rükunlarından, farzlarından, vacibatlarından biri olmamasına rağmen ve sünnet olmasına rağmen bazı taife ve kabileler bir takım ufak-tefek ihtilaflı uygulamalar neticesinde birbirlerini tekfir etmişler ve birbirlerine lanetler yağdırmışlardır.176[176]

Oysa sünnetin terki, bunları asla meşrulaştırmaz. Aslında bu ihtilaflardan dolayı bu tür bölünme ve zararların faturasını, huzursuzluk ve keşmekeşlik çıkaran insanlara kesilmemesi aksine ilk aşamada alimlere, hatiplere ve yazarlara kesilmesi ve onların suçlanması gerekir. Zira, bazı alim, hatip ve yazarlar vardır ki, neticede sünnet olan bu amele vacipmiş gibi emretmişlerdir.

Buna binaen avam tabakası da bir çok sünneti farz olarak talakki etmişlerdir. Sünneti farz olarak gören bu avam tabakasından birisi de sünneti terkeden bir müslümanı gördüğünde farzı terketti kaygısıyla ona saldırmaya başlamış ve müteakibinde bir çok zarar ve ihtilaflara sebep olmuştur.

Namazda el bağlamanın sünnet olduğunu savunanların dayanak ve delilleri üç tane rivayetten ibarettir:

1- Buharinin naklettiği Sehl b. Sa’d’ın hadisi.

2- Müslimin rivayet ettiği ve Beyhakinin de üç senedle naklettiği Va’il b. Hucr’un hadisi.

3- Beyhakinin kendi sünenin de naklettiği Abdullah b. Mesud’un hadisi. Şimdi bu üç rivayeti tekrar tekrar inceleyeceğiz.

1- SAHL B. SA’D’IN HADİSİ: Ebu Hazim Sehl b. Sad’dan şöyle rivayet etmiştir; “İnsanlara namazda sağ ellerini sol ellerinin üzerine bırakması emrolunuyordu.”

Ebu Hazim şöyle demiştir; Bu amelin Peygambere nisbet verilmesinden başka bir şey bilmiyorum. İsmail de demiştir ki; Bu amel Peygambere nisbet verilmiştir.177[177]

Bu rivayet sadece el bağlamanın şeklini ve keyfiyetini belirtmiştir. Ama iki delile göre bu sözün Peygamber tarafından buyrulmadığına delalet etmektedir.

Birinci delil: Eğer Peygamberin kendisi el bağlamaya emretmiş olsaydı, rivayetin, insanlar şu şekilde emrolundu şeklinde değil de Peygamber şöyle emrettişeklinde olması gerekirdi. Rivayetteki, “İnsanlar emrolundular sözü şunu açıkça göstermiyor mu ki,bu hüküm Peygamberin vefatından sonra verilmiştir.zira halifeler ve amirler insanları daima namazda el bağlamaya emrediyorlardı. Zira onlar kendi akıl ve mantıklarına göre bu amelin hüşu ve hüzuna daha yakın olduğunu zannediyorlardı. İşte bu sebepten dolayı Buhari bu babdan sonra kitabında hüşu babını bırakmıştır.

İkinci delil: hadisin senedi Hadisin senedi şunu gösteriyor ki, bu amel emredenlerin (Amirlerin) amelidir. Peygamberin ameli değildir. Zira İsmail diyorki; Bu hadisin Peygambere nisbet verilmesinden başka birşey bilmiyorum. Bu sözün anlamı şudur; bu amelin namazda sünnet oluşu belli değildir. Bu amel sadece Peygambere nisbet verilmiş ve Sehl b. Sad’da bu rivayeti merfu178[178] olarak rivayet etmiştir. Bu açıklamalar hadisdeki fiil mechul olduğu yakdırdedir. Ama fiil malum okunduğu takdırde şu cevabı vermek mümkündür. Bu fiili Sehl Peygambere nisbet vermiştir. Faraza bu kıraat saıh olmuş olsa bile ve bu kıraat ile hadıs merfulukdan çıkmış olsa bile, bu hadısdeki “ bundan başka bir şey bilmiyorum” sözü onu bir şahisdan duyup o şahsın adının geçmemesi hadisin gevşeklik ve zayıflığını gösterir.

2- VAİL B. HUCR’UN HADİSİ: Vail’in hadisi farklı şekillerde rivayet olunmuştur.

1- Müslim Vail b. Hucr’dan şöyle rivayet ediyor; O, Peygamberi namaza girerken ellerini kaldırıp tekbir getirdiğini ve elbisesine sarıldığını ve daha sonra sağ elini sol elinin üzerine bırakırken, gördüğünü söylemiştir. Peygamber efendimiz rükuya gitmek istediğinde ellerini elbisesinin içerisinden çıkarıyor sonra her ikisini de kaldırarak tekbir getirip rükuya gidiyordu.179[179]


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin