İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə11/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   50

Bu hadislerin cem’u Beyn-es Selateyn babında izin ve ruhsat unvanında naklolunması her iki fırkanın ulemasının akidesidir ve bunun yanı sıra kendi sıhhahlarında bu hadislerin sıhhatini de kabullenmişlerdir.

Nitekim Allame Nevevi Sahih-i Müslimin şerhinde, Askalani, Kastalani ve Zekeriya Ensari Sahih-i Buhari’ye yazmış oldukları şerhlerinde, Zerkani Malik’in Muvattası’nın şerhinde ve diğer büyük alimleriniz bu konuda hadisleri nakletmiş, özellikle de İbni Abbas’ın hadisinin sahihliğine itiraf ettikten sonra bu hadislerin namazların hezerde ve sefer dışında ümmet zorluk ve meşakkatte olmasın diye bu hadislerin cem meselesine ruhsat ve izin delili olduğunu söylemişlerdir.

NEVVAB-Nasıl mümkün olabilir ki; Resûlü Ekrem zamanından cem meselesine amel etmeye dair hadislerin bize ulaşıp da özellikle alimlerin hüküm ve amellerinde ihtilafın olması düşündürücüdür.

DAİ-Sadece bu konu etrafında değil de, diğer birçok konu etrafından ihtilaflar vardır. Özellikle Ehl-i Sünnet alimleri dahi bu konuda ya düşünce kusurluğundan veya benim almadığım ayrı bir sebepten dolayı muteber hadisleri yanlış yorumlar neticesinde hadislerin zahirini kaybettirmişlerdir. Örneğin diyorlar ki; Bu hadisler korku, yağmur gibi mazeretli zamanları kastetmiş olsa gerek. Sizin geçmiş alimlerinizden İmam Malik, Şafii ve bir grup Medine alimleri gibi alimlerde bu tevil ve yoruma göre fetva vermişlerdir. Oysa bu görüşü İbni Abbas’ın naklettiği hadis reddetmektedir. Zira hadis de buyuruyor ki; ‘Korku ve yağmur olmadığı zaman’ namazları birleştirerek kılıyorlardı. Bazıları da kendi zanlarınca fikir üretmiş ve demişlerdir ki, Şayet Havanın bulutlu olduğu bir zamanda vakti tam olarak bilemeyip öğlen namazına başlamış ve öğlen namazından sonra bulut kaybolunca hava aydınlanmış ve aydınlanınca ikini namazının vaktinin girdiğini görüce öğle namazın da hemen sonra ikindiyi kılmışlardır. Böylelikle öğlen ile ikindi namazı birleştirilmiş demektir. Bu yorum safsatadan başka bir şey değildir. Zira yorum sahipleri galiba namaz kılanın Peygamber olduğunu unutmuşlar. Çünkü Peygamber için bulutun olması veya olmamasının bir eseri yoktur, çünkü o hazretin ilmi, sebepler bağlı deyildi aksıne o hazrettin ilmi bütün sebep ve eserleri kuşatmaktaydı. Diğer bir konu ise; taakkul ve tefekkür ölçüsü noksan olan bu tür yorum sahiplerinin elinde anlattıkları gibi bir delil mevcut değildir. Bu yorumun batıllığına, cem esnasında bulutun olduğuna delilin olmayışıdır. Zira böyle bir yorumu kabullenmek hadislerin zahirinin hilafınadır... Bütün yorumlar araştırmacılar ve muhakkiklerce merdudtur. Sizin kendi büyük alimlerinizde hadislerin zahirinin hilafına olduğunu söylemişlerdir. Sizin büyük alimlerinizden olan Şeyh-ül İslam Ensari ‘Tuhfet’ul Bari fi Şerhi Sahih-i Buhari’nin ikinci cildinin Selat-uz Zuhr mee-l esr vel mağrib mee-l işa ‘(Öğle namazı ile ikindi namazı ve akşam namazı ile de yatsı namazı) babının sayfa 292’de ve Allame Kastalani İrşad-us Sari fi Şerhi Sahih-i Buhari’nin 2. Cildinin 293. Sayfasında ve Buhariye şerh yazan diğerleri ve diğer bir çok muhakkileriniz de bu tür yorumların hadislerin zahirinin hilafına olduğunu söylemişlerdir.

NEVVAB-Öyleyse kardeş olan iki Müslüman kitleyi birbirlerine düşüren ve birbirlerine adavet ve düşmanlık gözüyle bakmalarına sebep olan ve birbirlerinin ameline itiraz etmelerine sebep olan bu ihtilaf nereden çıktı?

DAİ-Müslümanlardan kardeş olan iki kitlenin birbirlerine düşmanlık gözüyle baktıklarını söylediniz. Öncelikle ben Ehl-i Beyt Şia’ları adına burada onlar adına söylenen yanlış şeylerde onları savunmak zorundayım. Şunu iyi biliniz ki; biz Şia’lar Ehl-i Sünnetten olan avam ve ulema tabakasından hiç kimseye düşmanlık ve hakaret gözüyle bakmamakta aksine onları kendimize Müslüman kardeş olarak görüyoruz.

Ama ne yazık ki; yabancılar, hariciler, nasibiler, Emeviler, ins ve cin şeytanlarının Şia’lar aleyhine yaptıkları tebligatlar ve tahrikler bir çok Ehl-i Sünnet kardeşimizin kalbine tesir etmiş ve böylelikle onlarda kıblede, kitap da, Nübüvvette, Ahkâma, vacip ve müstehaplara amel etmede ve günahları terk etmede onlarla müşterek olan Şia’lara ve Ehl-i Beyt taraftarlarına farklı bir gözle bakmış ve onları ‘rafizi’, müşrik ve kafirlikle nitelemişler ve onlara düşmanlık gözüyle bakmışlardır. Bu tür ihtilafların nereden çıktığını sordunuz, inşallah ileri ki sohbetlerimizde de bu konuya açıklık getireceğim.

Diğer bir mesele ise, Ehl-i Sünnet alimleri namazın cem meselesinde ki, ümmete kolaylık, rahatlık olsun ve bu meseleye mutlak olarak cevaz anlamını ifade eden hadisleri ruhsat ve kolaylık ve rahatlık unvanında naklettikleri hadisleri ne hikmetse farklı bir şekilde yorumunu yapmışlar ve mazeret ve özür dışında cem’i caiz görmemişlerdir. Ebu Hanife ve ona tabi olanlarda mutlak olarak ister mazeret halinde veya mazeret dışında, seferde veya hezerde cem’i men etmişlerdir. Ama usul ve fur’u ilminin tamamında birbirleriyle ihtilafı olan Şafii’ler, Maliki’ler ve Hanbeli’ler, Hac, Umre, Savaş ... gibi mubah yolculuklarda cem meselesine cevaz gözüyle bakmışlardır. Ama Ehl-i Beyt Şia’ları, Peygamber Efendimizin, buyruğuna göre ‘Ehl-i Beyt hakkı batıldan ayıranlardır ölçüsüne dayanarak onlara itaat ederek mutlak olarak namazı birleştirmeyi caiz görmüşlerdir...

HAFIZ-Bizleri bu konuda aydınlattığınız için size minnettarım...
ABDESTTE AYAĞA MESHETME
Halifeler mektebine tabi olan Ehli Sünnet camiası ile Ehlibeytin kanalıyla Peygamber efendimizin sünnetine tabi olmayı prensip edinen Caferiler arasında abdest meselesinde iki ana ihtilaf vardır. Bu ihtilaflarda, abdestte ayağın meshedilmesi veya yıkanması ile ellerin yukarıdan aşağıya mı yoksa aşağıdan yukarıya doğru yıkanması hususunda dır.? Biz her ihtilaflı meselede olduğu gibi, bu konuda da tek kaynak Kur’an ve sonrasında da Ehli Sünnetin Sıhah ve kaynaklarının naklettikleri hadisler olmak kaydıyla açıklık getirmeğe çalışacağız.

Abdestte ayaklar konusunda Müslümanlar arasında toplum dört tane görüş vardır.

Birinci görüş; Abdest alırken ayakların meshedilmesinin farzı tayinidir. Bu görüş Ehl-i Beyt mektebinin görüşüdür.

İkinci görüş; Abdeste ayakların yıkanması farzı tayinidir. Bu görüş Ehl-i Sünnet mezhebinin dört fakihi olan Ebu Hanife, Şafii, Malik, Ahmed b. Hanbel ve Onların tabiilerinin bir grubunun görüşüdür.

Üçüncü görüş; Her ikisinin de cem etmeyi yani hem yıkama ve hem de meshetmeyi kabullenmişlerdir.

Bu görüş de Zeydiye İmamlarından olan Davud b. Ali, Nasiruril Hak ve Zeydiye alimlerinin çoğunluğunun görüşleridir.210[210]

Dördüncü görüş; onlardan birinin yapılmasını (yıkamak veya meshetmek) gerekli görenlerin görüşüdür. Bu görüş de Ehl-i Sünnet mektebinden olan Hasan-ı Basri Muhammed b. Ceriri Taberi ve Ali Cubbai gibi alimlerin görüşüdür. Şeyh Muhyiddin Arabi de Fütuhat-ı Mekki adlı eserinde bu görüşü zikretmiş ve şöyle demiştir:

‘Bizim mezhebimiz (görüşümüz) ihtiyarıdır. Meshetme Kuran’ın zahirine göre, yıkamak ise sünnete göredir.”211[211]

Yukarıdaki dört görüşü savunanların kendilerine göre şahit ve deliller vardır. Ama biz bu görüşler içerisinde Müslümanlar arasında en fazla taraftarı olan birinci ve ikinci görüşü Kuran ve Sünnet ışığında inceleyeceğiz ve hangisinin Kuran ve Sünnete mutabık olduğunu açıklamaya çalışacağız. Her iki görüşü savunanların deliline geçmeden önce şunu belirtelim ki; Peygamber Efendimizin defalarca ister hezerde, ister sefer, savaş, gece ve gündüz abdest alması bir çok sahabe tarafından görülmesine rağmen Müslümanların bu tür açık bir meselede ihtilafa düşmüşleri şaşılacak şey doğrusu. Anlaşılıyor ki; şahsi içtihat zihniyeti bu konuya da el uzatmış ve ihtilafın doğmasına sebep olmuştur. Bu tür açık meselelerde içtihadın bir oyun olduğu bu ihtilaftan gayet iyi anlaşılmaktadır.

Kuran’ı Kerim her konuda olduğu gibi bu konuda da hüküm direktifini koymuştur. Eğer Asr-ı Saadet döneminde herhangi bir konu Müslümanlarca müphem olsaydı, o konuyu Peygambere sual eder ve beyanını isterlerdi, çünkü Peygamberlerin vazifesi tebliğ ve tebyindir. Asr-ı Saadet dönemindeki Müslümanlar Abdest ayetinden ya yıkamayı veyahut meshetmeyi algılamışlardır. Denilebilir mi ki; onlarda bu konuda ihtilafa düşmüşlerdi? Cevap menfidir. Zira eğer Peygamber Efendimizin kendi zamanında böylesine ameli ve açık bir konuda müphemlik veya ihtilaf olursa Peygamber Efendimizin vefatından sonra ki Müslümanların hali nasıl düşünülebilir!

Kuran’ı Kerim konu hakkında Maide süresinin 6. Ayetinde şöyle buyuruyor; ‘Ey inananlar, namaza durmak istediğiniz zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizi ellerinizden yıkayınız, başınızın bir kısmını ve üzerindeki çıkıntıya kadar ayaklarınızın bir kısmını meshediniz.’

Ehl-i Sünnet alimleri genelde yukarıdaki ayete ve bazı çelişkili rivayetlere istinaden abdeste ayakların yıkanmasının gerekliliğini söylemişlerdir. Çünkü kıraatçi Asımın ravileri olan Nafi, İbni Amir, Kesai ve Hafs bu ayetteki Ercul kelimesinin vucuh kelimesine atfederek üstün ile “Erculekum” şeklinde okumuş veyahut takdirde (gizli) iğsilu fiilini tutmuş onun için erculekum okumuşlardır. Dolayısıyla her iki takdirde meshedin başınıza yıkayın ayaklarınız şeklinde olur.

Bazıları da Cerri Cevar kaidesine göre Erculikum olarak ayeti okumuşlardır. Yani Ercul kelimesinin esreyle okunması ruusi kum’a atfolduğundan değildir. Hakikatte o vucuhe kum’a atf olduğu için üstündür (mensubtur) ama ruusikum’la hem cevar olduğu için esreli okunmuştur. Bu açıklama neticesinde ayaklar yıkanmalıdır.

Ehl-i Sünnet ulemasının ayetteki istinbat şekli yukarıdakilerden ibarettir.

Ama hadisler konusundan, Ehl-i Sünnet tariklerince onların kaynaklarında naklolunan bazı rivayetlerde Peygamberin abdest alırken ayaklarını yıkadığı naklolunmuştur.212[212]

İbni Abbas Peygamberin aldığı abdesti beyan ederken onu ayakları yıkamakla tamamlamıştır diye açıklamıştır.213[213]

Buhari Abdullah b. Ömer’den şöyle rivayet eder; Peygamber bir yolculuğunda bizden ayrıldı, bizim yanımıza vardığı zaman biz ikindi namazını kılmamış geciktirmiştik, namazı kılmak için abdest almaya başladık ve abdest alırken ayaklarımıza meshettik, Peygamber bunu görünce yüksek sesle şöyle buyurdu; vay olsun cehennem ateşinden dolayı ayaklarınızın altına. Hazret bu cümleyi iki veya üç kez tekrarladı.214[214] Hazretin bu sözü yıkamaya bir uyarıydı.

Ebu Muhammed Huseyn b. Mesud b. Muhammed Şafii Beğevi Mesabih adlı eserinde ve diğerleri Hz. Ali’nin ashaplarından olan Ebu Heyye’den şöyle naklederler.

‘Hz. Ali’nin şu şekilde abdest aldığını gördüm, önce ellerini yıkayıp temizledi ve ağzına su alıp, üç defa mazmaza etti ve arkasından burnuna su aldı daha sonra üç defa yüzünü ve üç defa da kollarını yıkadı ve sonrasında bir defa başına meshetti ve daha sonra da ayağının çıkıntısına kadar olan bölümü yıkadılar, daha sonra ayağa kalkıp abdestten arta kalan bir miktar suyu içtiler ve oradakilere dönerek şöyle hitap ettiler; sizlere Peygamberin nasıl abdest aldığın göstermek için böyle yaptım.215[215]

Bu tür rivayetler mezkur konuda fazlasıyla naklolunmuştur.

Bunlardan anlaşılan netice şudur ki; Kuran ve hadis yıkamaya delalet etmektedir. Buna göre ayaklarını meshedenlerin delilleri batı ve kendileri yanlış yolda olup bu konuda Kuran’ı Manevi tahrife maruz bırakmışlardır.

Sayın okuyucu yukarıdaki zikrolunanlar, ayak yıkanmalıdır görüşünde olanların delilleridir.

Konu hakkındaki ayetin yorucularına deriz ki; gerçekten sizler insaflıca ayeti tahkik etseydiniz görürsünüz ki o ayet bizim sizlere olan delil ve hüccetimizdir. Zira görülüyor ki; sizler ayetteki ercul kelimesinin üstünlü yani “ercullekum” şeklinde okunmasına iki sebep gösteriyorsunuz. Biz ve sizler ikinci sebepte müşteriğiz. Zira gizlilik elin haddi geniştir. Sizler ‘iğsilu’ yıkayınız fiilini takdirde ve gizlide tutup erculekum olarak okuyorsunuz ve bunu delil olarak gösteriyorsunuz, o zaman biz de deriz ki; hayır iğsilu fiili değilde ‘imsehu’ meshedin fiili taktir ve gizlidedir. Dolayısıyla imsehu’da sizlerin taktirde tuttuğunuz iğsulu’ya karşı bizim delilimiz olacaktır. Çünkü ‘Erculukum’ a yakın olan ‘imsehu’ karinesi ona uzak olan ‘iğsilu’ karinesinden uzak bir ihtimali yoktur. Ama ‘erculekum’un üstünlü şekilde okunmasının birinci sebebine gelince, Birinci sebebe göre sizler ‘ercul’u ‘vucuhekum’a atfettiğiniz için üstünlü olduğunu söylüyorsunuz. Oysa bu tür bir atf Arap lisanı gramerine göre bozuk olup kelamı düzen dışına iter. Örneğin, eğer birisi Velid’in vurulmasını kastederek şöyle söylerse ‘Zerebtu Zeyden ve Emren ve Ekremtu Haliden ve Veliden’ (Vurdum Zeydi ve Emri ve ikram ettim Halide ve Velid’e) ve söylediği bu cümlede de Velid’i Halid’e değil de Zeyd’e atfetmeyi irade ederse cümle şu şekilde olur, ‘Vurdum Zeydi ve Emri ve İkram ettim Halide ve vurdum Velid’i’. Bu tür cümleler Arap lisanında Fesahat ve Belagatı olmayan cümlelerdir. Kuran’ı Kerim ise her zaman Arap Lisanının belagat ve fesahatinin üstünde olup ister Müslim ister gayri Müslim Arap edipleri kalbinde bu yönüyle taht kurmuştur.

Diğer bir konu ise, Arapça lisanı edebiyatına göre ‘erculekum’un ‘vucuhekum’a atıf olunması yanlıştır. Zira Arap lisanı edebiyatına göre ‘el-Egrebu yemne-ul eb’ad’ Yani yakın uzağı men eder. Bu kaideye göre Halid’in kendisine yakın olan ‘ikram’ fiiline mef’ul olması ona uzak olan ‘vurmak’ fiiline mef’ul olmasından daha iyi ve edebiyat kurallarına da uygundur. Dolayısıyla, ‘Ercul’ (ayaklar) kelimesinin kendisine yakın olan ‘imsehu’ (meshedin) fiiline mef’ul olması onun kendisine uzak olan ‘iğsilu’ (yıkayın) fiiline mef’ul olmasından daha iyi, uygun, fasih, beliğ ve edebiyat kurallarına mutabıktır.

Sayın okuyucu! Dikkat edilecek olunursa abdest ayetinde iki fiil vardır, yıkayın ve meshedin fiileri. Böylelikle ayette iki cümle vardır. Biz o iki cümleyi ayetteki kelimeleri ileri geri oynatmadan olduğu gibi kaydediyoruz.

Birinci cümle: ‘Yıkayın yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklerinizden’

İkinci cümle: ‘Ve meshedin başlarınıza ve ayaklarınıza çıkık kemiklerinize kadar’

Bu iki cümleye bu şekilde bakan ve bu haliyle okuyan birisi ister Arap olsun, isterse de gayri Arap hiç şüphesiz tereddüt etmeden şöyle söyler; Bu ayete göre abdestte bizim yüz ve ellerimizi yıkamamız ve baş ve ayaklarımıza meshetmemiz gerekir. Bunu aksini de söylerse ya lel aceb demek zorunda kalırız.

Ehl-i Sünnet alimlerinden olan bazılarının cerri cevar kaidesine göre ayetteki kelimeyi ‘erculikum’ okumalarına gelince;

Nahivcilerin, edebiyatçıların çoğunluğu bu kaideyi inkar etmiş ve onun caiz olmadığını söylemişlerdir. Caiz bilenleri de iki şarta göre caiz görmüşlerdir. Birincisi kelamdaki maksadın yanlışlıkla algılanmaması, ikincisi de hemcevar olan kelimelerin arasında atıf harfinin olmamasıdır.

Abdest ayeti hakkında ve hem cevar kaidesinin yanlışlığına dair Ehl-i Sünnet kitlesinin büyük tefsircilerinden Fahri Razi tefsirinde şöyle diyor; Meshi farz bilenlerin delilleri ‘ercul’ kelimesin de naklolunan iki meşhur kıraate bağlıdır. Kıraat imamlarından, İbni Kesir, Hamza, Ebu Amr ve Ebubekrin rivayetine göre Asım bu kelimeyi esreyle ‘ercilukum’ şeklinde okumuştur. Nafi, İbn Amr ve Hafsın rivayetine göre de Asım üstünle ‘erculekum’ olarak okumuşlardır. Ercul kelimesi esreyle ‘ercilukum’ şeklinde okunursa o zaman ‘rüus’ kelimesine atfedilir. Yani başın meshedilmesinin farz olduğu gibi ayaklarında meshedilmesi farz olur. Eğer bir kimse şöyle derse, Evet ‘ercul’ kelimesi meksurdur fakat, ‘rüus’ kelimesine atfolduğundan değil, ‘cerri civar’ dan dolayıdır. Örneğin ‘cuhru zubbin haribin’ (Kertenkelenin yuvası haraptır) cümlesindeki harib kelimesi zubbin kelimesine yakın olduğundan dolayı meksur olmuştur. Veya ‘Kebir-u unasın fi bicadin müzzemmelin’ (Bir kabilenin büyüğü nakışlı elbiseyle bürünmüştür) cümlesindeki ‘müzzemmil’ kelimesi ‘bicadin’ kelimesine yakın olduğu için meksur olmuştur.

Cevabında deriz ki, bu birkaç delile göre doğru değildir;

1-Şüphesiz cerri civar kuralı gereği meksur olan kelime çok azdır. Ancak şiirlerde zaruret dolayısıyla olabilir. Kuran’ı Kerim’de böyle bir zaruret yoktur.

2-Cerri Civar kuralı gereği esre ‘cuhru zabbin harib’ gibi şüphe ve tereddüt doğurmadığı bir yerde gelir. Şu kesindir ki; ‘harib’ ‘zabbin’ kelimesine sıfat olamaz, sadece ‘cuhrun’ kelimesinin haberi olabilir. Ama abdest ayetinde de şüpheye düşmekten bir güvence yoktur.

3-Cerri civar kaidesi gereği esre atıf harfi olmadığı yerde olur. (Abdest ayetinde ise atıf harfi mevcuttur). Harfi atıfla birlikte cerri civar kaidesinin de gelmesini hiç kimse söylememiştir.

Daha sonra Fahri Razi sözlerine şöyle devam ediyor; Bazı alimlerde ‘ercul’ kelimesinin üstünle okunmasının meshetmeyi gerektirdiğini söylemişlerdir. Çünkü ‘erculekum’ ‘bi-rûusikum’ kelimesinin yerine matuftur. Bu kelime mef’ul- bih olduğundan dolayı mahallen mensuptur, fakat lafzen ba-i carreyle mecrurdur. ‘Erculekum’un ‘rûus’ kelimesinin mahalline atf olunup üstünle okunması caiz olduğu gibi ‘ercul’ kelimesini ‘rûus’ kelimesinin zahirine atfederek mecrur okunmakta caizdir.

Buna göre ‘ercul’ kelimesini üstün eden amilin ‘vemsehu’ veya ‘feğsilu’ olduğunu diyebiliriz.216[216] Ama eğer iki amil bir mamul’da toplanırsa en yakın amilin amel etmesi daha uygundur. Öyleyse bu açıklamalarımızın doğrultusunda Allah’u Teala’nın buyruğundaki ‘erculekum’ kelimesine nasb (üstün) veren ‘vemsehu’ (meshedin) dur. Buna göre ‘erculekum’ kelimesindeki ‘lam’ harfini (nasb) üstün ile okumakta ayakların meshedilmesini gerektirmektedir.217[217]

Ehl-i Sünnetin fıkıh ve Arap edebiyatı hakkında görüş sahibi olup da mahukkik olan bir grup, örneğin, Şeyh İbrahim Halebi, Gunyet’ul Mutemelli fi Şerhfi muniyet-il Musalli Elal Mehahib-il Hanefi adlı kitabından abdest ayetinde mezkur konudan bahsederken şöyle demiştir; Abdest ayetinde ‘Erculekum’ kelimesi yedi kıraatçi arasında hem esre hem de üstünle okunmuştur. Nasble okunması ‘vücuhekum’ yerine aftedilmesinden cerle okunması da cerri civarından dolayıdır. Ama doğru olan ‘ercul’ kelimesi her iki kıraatta da ‘rûüs’ yerine matuftur. Nasble okunduğu takdirde mahalline cerle de okunduğu taktirde lafzına matuftur. Daha sonra şöyle ekliyor; ‘erculekum’u ‘vucuhekum’ atfetmek caiz değildir. Çünkü matufla matufu aleyh arasında mu’terize (yabancı) bir cümle (yani, vemsehu bir rûusikum) geçmiş olur, bu da onların arasında ayrılık meydana getirir. Kurala göre onların arasında bir kelime dahi fasılaya sebep olmalı, nerede kaldı ki bir cümle fasıla olabilsin! Fesahatli hiçbir kimsenin sözünde ‘zerebtu zeyden ve merentu bi Halidin ve Amren’ diyerek, Amrı Zeydin yerine atfetmesini duymamışım. Cerri civara gelince bu kural sıfatta çok nadir kullanılmaktadır... Atıf harflerinde cerri civar kuralını uygulamak kesinlikle caiz değildir. Çünkü atıf cerri civarı men eder.218[218]

Sindi ismiyle tanına Ebul Hasan Muhammed b. Abdulhadi Sünen-i İbni Maceye yazdığı haşiyede, Kuran’ın zahirinden meshin anlaşıldığına yakin ettikden sonra şöyle diyor. Kuran’ın zahiri meshi göstermektedir. Çünkü ‘erculikum’ esreyle okunduğunda ‘rûusikum’ yerine atfedilir ‘erculekum’ üstünle okunduğunda ‘rûusikum’ mahalline atfedilir. (Her iki takdirde meshi gösterir) ‘Ercul’ kelimesinin üstünle okunup mahalline atfedilmesi cerri civar denilip, ‘vücuh’ kelimesine atfedilmesinden daha uygundur. Nitekim Nahv ilminin bilginleri de bunun böyle olduğunu vurgulamışlardır. Zamehşari’de cerri civarın yerine, mahalle atfetmeyi uygun görüp, Kuran’ın zahirinin meshetmeye delalet ettiğini söylemiştir.219[219]

İbni Hemmam, Sahabi ve tabiun silsilesine dayanarak verdiği tanıma göre iki organın (eller-kollar ve yüz) yıkanmasıyla iki organın (baş ve ayaklar) meshedilmesinden ibarettir şeklinde açıklamıştır.220[220]

Sayın Okuyucu;

Ehl-i Sünnet değerlerinden ve büyük alimlerinden olan Fahri Razi, Halebi, Sindi, İbni Hammam ve İbni Hazm Endulüsinin sözlerini teyit ve tasdik eden bilginler oldukça çoktur ama bu beş şahsiyet bizler ve maksadımız için yeterlidir.

Carullah Zemahşari Keşşaf adlı tefsirinde abdest ayetine nadirin bile yapmadığı bir tefsir getirmiştir. O şöyle diyor;

Yıkanan üç arza arasında yer alan ‘Ercul’ün (ayaklar) yıkanması suyun onun üzerine dökülmesiyle gerçekleşir. Yıkanmasının nehyedilmesi israfa yol açacağı zannından dolayı abdeste meshedilen üçüncü azaya (rûusa) atfedilmektedir. Bu atıf onun meshedilmesi için değil sadece suyun onun üzerine dökülmesinde iktisatlı davranmanın gerekliliği içindir. Allah’u Teala ile-l kabeyn tabiriyle de, ayağın meshedilmesini zannedenin zannını gidermek için onun nihayetini belirtmiştir. Çünkü meshetmenin İslam dininde nihayeti belirlenmemiştir.

Evet bu tür bir açıklama safsata ve edebiyat ayaklarına girmeden başka bir şey değildir. Görüldüğü gibi bu sözlerin şer’i hükümleri Kuran’dan istinbat etmek ve Kuran tefsiriyle hiçbir ilgisi yoktur. Onun kendi sözünü ispat edecek hiçbir delilde mevcut değildir. Zemahşari dini meseleleri asıl kaynağından istinbat edip İslam ümmetine sunma yerine ayeti kendi meşrebine ve mantığına göre tefsir etmiştir. Bu safsatasında öyle garip bir söylemiştir ki; ayakların yıkanmasının farzlığın kendi inancına yerleştiren birinden başkası onun bu safsatasına aldanmaz ve onu dinlemez. Oysa ki ayağı yıkamak ihtilaflı bir meseledir. O bu ihtilafa teveccüh bile etmemiştir. Oysa ki onların din bilginleri Kuran’ın zahirinden meshin anlaşıldığını söylemişlerdir.

Bu konuda ‘ercul’ kelimesinin ‘rûus’ kelimesine atfedilmesiyle ilgili edebiyat nahiv kurallarının gerektirdiği şey bizim için yeterlidir. İslam alimleri bundan ittifak etmişlerdir. Bazı Ehl-i Sünnet alimleri diyorlar ki; yıkamak meshi de kapsar. Ama mesh yıkamağı kapsamaz. Yani, ayaklarımızı yıkadığımızda onlara meshetmişde oluruz, ama meshettiğimizde yıkamış sayılmayız.

Bu tür görüş sahiplerine cevap olarak diyoruz ki; ‘yıkamak ve mesh’ iki ayrı söz ve iki ayrı hakikattir. Bunları birbirinin yerine bırakmak doğru değildir. Çünkü yıkamak, yıkanan azanın üstüne su dökmekle mesh ise mesh olunmasın istenen azanın üstüne el çekmekle-sürmekle gerçekleşir. Bu halde yıkadığımız takdirde mesh etmiş sayılmayız.

Bazıları, efendim ayakları mehsetmenin ne faydası olabilir! Oysa yıkamak maslahata daya uygun ve temizliğe de mutabıktır. Ayakları terli, kirli birisinin meshetmesi yoksa yıkaması mı daha makuldur?

Cevaben deriz ki; öncelikle dini ve şer’i meselelerde neyin daha uygun maslahat ve makul olduğunu beşer değil de Allah bilir. Eğer insan dini meselelerini bazılarının yaptığı gibi kendi mantığından yola çıkararak algılarsa, bu tür bir insan dini İlahilikten çıkarmış, beşerleştirmiştir demektir. Oysa yeryüzünde İslam’dan önce ki dinlerin tahrif olmasının ana sebep ve virüsü de işte bu tür hastalıklar olmuştur. Eğer Allah’ın Kitabı meshi emretmişse o yapılır, yıkamayı da emretmişse yıkanılır.

Evet yıkamanın temizliğe uygun olduğu bir gerçektir. Ama şahıs Rabb’inin emrini yapmak istiyorsa kirli, terli olan ayaklarını önce yıkasın ve kurulasın sonrasında abdestini alsın ve alırken de Kuran’ın emri gereği ayağına meshetsin. Böylelikle hem temizlik ilkesine hem de Kuran’ın emrine uymuş olur. Nitekim bu esnadan dolayı Caferilerin ziraat vb. işlerde yalın ayak çalışan işçi ve çiftçileri veya ayağı kirli veya terli olanlar abdest almak isterlerken önce ayaklarını yıkayıp temizlerler. Daha sonra yüz ve kollarını yıkayarak abdest almaya başlarlar, sonrasında kuru ve temiz ayaklarının üzerine elleri ıslaklığıyla meshederler.

Neticede, bu konu hususunda ‘ercul’ kelimesinin ‘rûus’ kelimesine aftedilmesiyle ilgili edebiyat nahiv kurallarının gerektirdiği şey konunun açıklığı için yeterlidir. İslam alimleri de bunda ittifak etmişlerdir.
HADİSLERE BAKIŞ
Ayağı yıkamakla ilgili hadislere gelince, bu hadisler iki kısımdır. Onlardan bazıları, Abdullah b. As’ın hadisi gibi kesinlikle yıkamaya delalet eden hadistir. Müslim ve Buhari’nin Abdullah’tan naklettiği hadisi bir daha zikrediyoruz;

‘Peygamberle birlikte yolculuktaydık... Abdest alırken ayaklarımızı meshediyorduk. Peygamber ateşten dolayı vay topukların haline’ diye seslendiler.

Bu hadisten yıkama neticesini alanlara sormak lazım, Peygamber onları görüp vay topuklara dedikten sonra sebebinde meshi göstermiş ve sonrasında yıkamayı emretmiş midir? Hayır, hadisi şerifte böyle bir kayıt yoktur. Oysa bu hadis sahih olduğu takdirde ayaklara meshetmeyi gerektirir. Çünkü Peygamber onları bu amelden nehyetmemiş aksine onların bu amelini onaylamıştır. Ama burada bir şeye karşı çıkmıştır. Buda topukların kir veya necaseti olsa gerek. Zira o günün koşullarında Hicaz bölgesinde yolculuk yapan insanların hali nasıl düşünülebilir. Özellikle onların içerisinde bir grup yalın ayaklı cahil bedevi Arab’ı varsa, bunları temizliğine dikkat etmeyen, yolculukta idrar ederlerken üzerlerine, ayaklarına sıçramasın diye titiz olmayan insanlar olmaları mümkündür. Bundan dolayı necis veya kirli ayaklarıyla namaz kılmamaları için Peygamber onları ateşle tehdit etmiştir. Onlarda bu sözü duyunca maksadı anlamamış ve Peygamberin bu sözü meshi gördüğü için buyurduğunu ve abdeste ayakların yıkanmasının gerekliliğini zannetmişlerdir.


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin