İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə8/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   50

Bu sebepten dolayı önemli olan, Kuran’a bağımlı ve bilinçli insanlar tarafından gerçek Mehdi ve sıfatlarının yalancı iddiacıların, bulanık düşüncelerinden ayırt edilmesi için O Hazretin sıfat ve özelliklerinin beyan olunması yeterlidir. Bu sıfat ve özelliklerinde bir bölümü Kuran’ı Kerim’de ve diğer bir bölümü de sahih hadislerde yer almıştır. Bu sıfat ve özelliklerle, Kuran ve sünnete bağımlı mümin, bilinçli insanlar hem Mehdilik konusunu savunacak ve hem de yalancı iddiacıların foyası su yüzüne çıkmış olacak.


MÜSLÜMANLARIN İCMASI
Mehdilik konusunda ki icma ve ittifaktan maksat, Şia’nın icması değildir. Zira bundan maksat Şia’nın icması olmuş olsaydı, zikretmeye gerek bile duymazdık. Zira bütün Caferi-Şia camiasında İmam Mehdi (as.)’ın bir gün zuhur edeceği inancı kesinlik kazanmış konulardan birisidir. Bizim burada kastettiğimiz icma, tüm Müslümanların icmasıdır. Bu icmanın ispatı hakkında, Ehl-i Sünnet alimlerinden olan İbn-i Ebi’l Hadid Mutezili şöyle diyor; “Dünyanın teklifi O hazretin (İmam Mehdi (as.)’ın) zuhurundan sonra son bulacaktır, Şia ve Sünni Müslümanları bunda ittifak etmişlerdir.”141[141]

Tarihten iyi bir şekilde haberdar olan insanlar daha İslam’ın birinci asrından günümüze kadar bu inancın Müslümanların dillerine olduğunu ve İslam’i akidelerden birisi olduğunu daha iyi bir şekilde anlar. Nitekim dört mezhebin önde gelen büyük alimleri örneğin; İbn-i Hacer Şafii “El-Kevlu’l Muhtasarun” sahibi, Ebu’s Sürur Ahmed b. Ziya Hanefi, Muhammed b. Ahmed Maliki, Yahya b. Muhammed Hanbeli’den bu konuda soru sorulmuş ve Ehl-i Sünnetin bu önde gelen alimleri şöyle fetva vermişlerdir:

“Mehdi’nin Ahiru’z zamanda zuhur etme inancı asıl ve sahih inançlardandır. O zuhur edecek ve alemi hak ve adaletle dolduracaktır ve İsa (as.), O Hazrete iktida edecektir.”142[142] Bunların yanı sıra O Hazretin birkaç tane sıfatını da zikretmiş ve bu konuya kesin gözüyle bakmışlardır.

Neticede İslam’ın birinci derecede gelen alimleri, hangi fırka ve mezhepten olursa olsunlar, bu meseleye sıhhat ve kesin gözüyle bakmışlar ve böylece bu konuyu bir İslam inancı olarak kabullenmişlerdir.


ZAMANIN İMAMI VE SEMAVİ KİTAPLAR
Cihani ıslahçıya olan inanç İslam’ın asıl konularından ve Kuran’ı Kerim’de köklü olan ve rivayetlerde mütevatir olarak anlatılan inançlardan biridir. Diğer kavimlerde kendi kitaplarının iktizasına göre böyle bir inancı kabullenmişlerdir. Dünyanın bütün kavimleri de, alemin ıslahçısının bir gün geleceğine inanıyor ve insani camianın her yönüyle tekamülünü ve zulümler, adaletsizlikler, tatsızlıklar karanlık ve sömürülerin.... yerini bir gün huzur, adalet, hak ve nurun dolduracağını, ruhlara hayat bahşeden bahar yeli gibi bir günde o ıslahçının gelip camiaya insanlığa manevi ve huzur ruhunu bahşedeceğine inanmaktalar.

Islahçı esasına göre, zamanın imamı ve alemin ıslahçısının adalet, hak, eşitlik, beraberlik, ruhi ve maddi temizlik... nidalarıyla gelmesi, yeryüzüne hakim olan zulüm haksızlık ve tağuti düzenlerin tezgahına son vereceği inancı köklü ve yaygın bir inançtır. Dünyanın ıslahçısına olan bu inanç, dünayada Şia alemine olan bir inanç olmayıp, sadece onlar böyle bir ıslahçının ve kıyamının bekleyişi içinde değilde aslında dünyadaki tüm milletler böyle bir inançta ittifak etmişlerdir. Elbette vade verilen ıslahçının tüm özelliklerini öğrenmek sadece semavi kitaplar ve hadisler kanalıyla gerçekleşir. Ama bir ıslahçının varlığı ve onun dünyanın ahir zamanın da zuhur edeceğini akli ve diğer toplumsal incelemelerle ispat etmek mümkündür. Beşer dünyaya adım bastığı günden bu yana, maddi alanlarda her gün bir adım ilerledi. Meskeninde, yolunda, havasında, denizinde, uzayında, tıbbi alanlarda, bilimsel alanlarda maddeye yönelik tüm dallarda müthiş ilerlemelere şayan oldu. Beşer maddi alanlarda, karşı karşıya kaldıkları bir çok sorunları bu tekamül ve teknoloji vasıtasıyla halletti. Ama acaba tek taraflı olan bu maddi tekamül demek doğru mudur? Veya tek boyutlu olan tekamül, camianın son olabilir mi? Camiayı yok edebilir mi? Bir varlığın, bir camianın sahih tekamülü tek boyutlu değilde, tüm boyutlarıyla olursa, gerçekte tekamül olur. Gözlerini dünyaya yeni açan bir bebeğin, salim ve sahih tekamülü her azanın kendisine özgü makul bir şekilde ilerlemesiyle olur. Ama eğer o çocuğun sadece birkaç azası ilerler ve diğerleri yerinde sayarsa istenilen netice alınamayacağı gibi, makul şeyler yerine menkus (ters) neticelere de sebep olacaktır. Bu sebepten dolayı eğer tekamül hem maddi ve hem de ruhi, manevi alanlarda olursa gerçekten tekamül olmuş olur. Zira insanın maddi boyutuna bu kadar teveccüh eden teknoloji veya maddeciler, insanın ruhi boyutunu da düşünmelidir. Çünkü insanın insanlığını teşkil eden asıl etken ruhdur ve madde ruh için bir vesiledir. Aslında maddeden tekamülde ruhun tekamülü kastolunmuştur. Ama ne yazık ki bu gün tam aksi yapılmaktadır. Eğer tekamül tam boyutlarına göre olursa insanlığa ideal bir toplum kazandırır.

İnsanlık tarihinde tam boyutlu bir tekamüle sahne olan bir topluma rastlamamaktayız. Gerçekte o tam boyutlu tekamül alemin ıslahçısının zamanında gerçekleşecektir. İncilde, Tevratta, eski tarih kitaplarında tahrif olunmalarına, noksanlaştırılmalarına rağmen, bu kitaplarda cihanın ıslahçısını açıkça görmek mümkündür. Biz sadece bu kısa araştırmada Hz. Davudun Zeburundan birkaç örnek zikredeceğiz.
ZEBUR DA CİHANİ ISLAHÇI
Kur’anı Kerim şöyle buyuruyor; “Andolsun ki, biz Tevrattan sonra Zeburda da yazdık; şüphe yok ki yeryüzü temiz kullarıma miras kalır.”143[143]

Bu ayeti Kerime salihlerin yeryüzünün varisi ve sahibi olacaklarının haberini açıkça beyan etmektedir. Ayete göre tarihde öyle bir zaman gelecektir ki, o zamanda yeryüzünün tamamı Allah’ın salih kullarının ihtiyari altında olacaktır. Nitekim başka ayetlerde de bu vadeyi şöyle buyurmuştur; “Allah sizden inanıp iyi işlerde bulunanlar yeryüzünün hakimi olmayı vaad etmiştir.” 144[144]

Ve yine şöyle buyuruyor; “ve biz yeryüzünde zayıf bir hale getirilenlere lütfetmeyi ve onları halka rehber kılmayı ve onları yeryüzünün mirasçısı etmeyi irade ettik.” 145[145]

Bu müjdenin yer aldığı Zeburdan maksat Hz. Davuda nazil olan Semavi kitaptır, ve zikredende maksat müfessirlere göre Tevrattır. Neticede bu ayete göre bu vaad hem Tevratta ve hem de Zeburda zikrolunmuştur.

Tevrat genel olarak yeni ve eski ahd olmak üzere birçok tahrife maruz kalmıştır. Aynı tahrif İncil’de de görülmektedir. Buna rağmen Yahudi ve Nesranilerin elinde olan fiili Tevrat ve İncil İslam Peygamberi ve Ehlibeytin zühur edeceğinin müjdesini birkaç yerde vermiştir. Örneğin kitap ehlinden olan Fahr-ül İslam yazmış olduğu Enis-ul A’lam adlı kitabında İslamı kabullendikten sonra bu konu etrafında hakkını eda ederek araştırmalar yapmış ve mezkur kitapda bu konulara yer vermiştir. Biz burada sadece Tevrat ve Zeburun beşaretine işaret edeceğiz.

Enis-ul A’lam’da Tevrat’ın 17. Bölümünün, 20. Ayetinde Allah’u Teala’nın Hz. İbrahim’e olan sözünü şöyle naklediyor: Allah’u Teala Hz. İbrahim’e on yedi tane müjde verdikten sonra Hz. İbrahim şükür secdesinde bulunarak şöyle temenna etti. Keşke İsmail yaşıyor olsaydı, zira onun yaşaması için bu on yedi müjdeden daha iyidir.

Allah’u Teala, senin duanı İsmail hakkında kabul eyledim. Ona bereket verip, onun evlatlarını fazlalaştıracağım, büyük Arap kabilesi onun sülbünden gelecektir. Biz onu yücelteceğiz. Zira, Muhammed ve Onun on iki tane vasisi onun sulbündendirler dedi.146[146]

Ama Zebur’da kırk ayet olan Hz. Davud’un mezamirinde şöyle buyuruyor; “...9- şerli insanların sonu kesilecek ama Allah’a tevekkül edenler, yeryüzünün varisi olacaklar. 10- Çok kısa bir zaman sonra şerliler yok olacak, onu mekanında arasanda, bulunmayacak. 11- Mütevazı insanlar, yeryüzünün varisi olacaklar... 16- Doğruların azlığı, şerlilerin fazlalığından iyidir. 17- Şerlilerin gücü yok olur ve Allah sadıkları himayet eder. 18- Allah Salihlerin günlerini bilmektedir, onların mirası ebedi olacaktır. 23- Allah, adaleti sever ve kendisine sadık olanları kaldırmaz. Onlar ebedi olarak korunacak ama şerlilerin soyu kesilecektir. 29- Sıddıklar yeryüzüne varis olup, ebedi olarak onda sakin olacaklar. 31- Allah’ın şeriatı, sıddıkın kalbinde, ayakları titremez.

Dikkat olunursa, yukarıdaki Tevrat’ın ibareleriyle, Kuran’ın ayeti olan “Biz Tevrat’tan sonra, Zebur’da da yazdık....” ayeti bağdaşmaktadır. Tevrat’ın 31 beşaretine zikrolunan Sıddık Kuran’ı Kerim’in bahsettiği İmam Mehdi (as.)’dır.

Şüphesiz, tarih boyunca bir çok salih hükümetler gelip, geçmiştir. Ama şimdiye kadar salih bir hükümetin gelip de, bütün cihana hükmetmesi ve alemde barışı, iffeti, takvayı ve doğruluğu... sabitleştirdiği görülmemiştir. Bu sebepten dolayı, Zebur’a ve Kuran’ı Kerim’e inanan insanların, dünyanın ıslahçısını beklemeleri ve bu inançla yaşamaları gerekir. İslam-i kaynak ve hadislerde, dünyayı zulüm ve haksızlık hakim olduktan sonra, gelip salih cihani bir hükümet kurup ve tüm dünyada ilahi hükümleri hakim kılacak olan bu ıslahçının asrın sahibi İmam Mehdi (af.)olduğu kaydedilmiştir. Bu araştırmanın okuyucular ışık tutması ümüdüyle...


TOPRAĞA SECDE

Secde, lügatte eğilmek, alçalmak yahut meyletmek manalarına gelir. Şeriatta ise, alnın bir kısmını açık olarak yer üzerine yahut namaz kılınan diğer maddeler üzerine koymaktan ibaret bir harekettir. Çünkü haberde şöyle gelmiştir. “Secde ettiğin zaman alnını yere yerleştir. Kargaların gagalaması gibi, secde etme.”147[147]

Diğer bir ifadeyle, secde kulun Rabbine olan en yüce eğilim ve alçalmasıdır. Zira insan secde halinde vücudunda bulunan, en şerefli azasını yani alnını Rabbi için en değersiz şeyin üzerine bırakmaktadır. İşte bu alçalma ve eğilimden yani hüzu ve huşudan dolayı yüce yaratıcı bu tür secde eden insana, feyzini, bereketini, lütuf ve inayetini çoğaltır. Zira, bazı rivayetlerde şöyle naklolunmuştur; “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde halidir.” Bütün bu ibadetler arasında, insanları birbirinden ayıran ve onların gerçek kimliklerini ortaya koyan tek ibadet namazdır. Secde ise, namazın erkanlarından birisidir. Secdeler içerisinde de en fazla hüzu, huşu ve eğilime delalet eden secde de toprağa, taşa, yerden bitip de yenilmeyen ve giyilmeyen değersiz şeylere yapılan secdedir. Değerli eşyalara, elbise köşelerine halıya, kilime, altına, gümüşe yapılan secde, secde sayılsa bile yukarıda zikrolunan secdenin yerini asla dolduramaz. Zira toprağa yapılan secde, insanın Rabbine olan gerçek kulluğunu tecelli eder. Ama toprak veya değersiz şeylerin, dışındakilere yapılan secde de bu mana açık bir şekilde görülmemektedir. İşte bu sebeplerden dolayı, Caferiler nerede olurlarsa olsunlar, ister evlerinde olsunlar isterse de seferde toprağa secde etmeyi gerekli görmektedirler. Toprak ve topraktan biten, yenilmeyen ve giyilmeyen şeylerin dışında başka bir şeye secde etmezler. Şia inancına göre, mezkur şeylerin dışında herhangi bir şeye namazda secde etmek sahih değildir. Buna delil ise, Peygamber efendimizden, Ehl-i Beyt ve sahabesinden naklolunan mütevatir derecesinde olan rivayetlerdir. Zira toprağa veya topraktan bitip yenilmeyen ve giyilmeyen şeylere secde etmek sahabelerin arasında bile gerekli ve şart görülmekteydi. Ama sonraki zamanlarda, toprağa secde etmekten vazgeçilip günümüzde de görüldüğü gibi başka şeylere secde ettiler. Bu esaslara göre, İslam’da teşri olunan secdenin toprağa olduğu görülmektedir. Zira, Peygamber Efendimiz ve Sahabesi de mezkur şeylerin dışında, kilime, bez parçasına, elbise veya emmamesinin köşesine secde etmiyorlardı.

Meseleye başka bir boyuttan bakacak olursak şunu söylememiz gerekecektir; bütün Müslümanlar ve fırkalar namazın her rekatındaki secdenin farz oluşunda ittifak etmişlerdir. Ve secde olunan zat hakkında ise, ihtilafa düşmemişlerdir. Zira bütün Müslümanların ibadetlerinde, secde ettiği Allah’u Teala’dır. Zaten “göklerde ve yerde olanlar, ister istemez Allah’a secde ederler.”148[148] Ve “Güneşe de, aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah’a secde edin.”149[149] Ayeti de tüm Müslümanların Şiarı olmuştur.

Fakihler secde olunan şeyin kendisi ve şartlarında ihtilaf etmiştir. Şia inancına göre, secde olunan şeyin zemin (toprak) veya yerden biten yenilmeyen ve giyilmeyen şeylerden olması gerekir. Ama bu konuda diğer mezhepler, mezkur şeyer hususunda muhalefet etmişlerdir. Şia mezhebi dışında olan, bütün fakihler secdenin ketene, kilime, halıya, yün ve pamuk cinsinden olan şeylere yapılabileceğine dair caiz fetvası vermişlerdir. Hatta bazı Ehl-i Sünnet alimleri demişlerdir ki; “Kalabalıktan veya başka bir özürden dolayı dizler üzerine secde caizdir. Yine kalabalıktan dolayı aynı namazın birbiri arkasına secde etmeleri de caizdir.”

Bir kimse başında ki sarığın, büklümü üzerine veya elbisenin fazla kısmı üzerine secde ettiği takdirde eğer bunlar temiz bir şey üzerine konulmuş olur ve sarığın büklümü de alna bitişik bulunursa secde caiz olur, değilse olmaz. Herhalde yerin sertliğini duymaktan gerekir. Bu sertliğin duyulmasına engel olacak pamuk ve benzeri bir şey üzerine secde edilmez.

Atılmış yün ve pamuk, saman ve kar gibi bir şeyin üzerine secde edildiği takdirde eğer bunların boşlukları kaybolurda sertleşirlerse üzerlerine secde caiz olur. Fakat bunların içinde yüz kaybolup sertlikleri duyulmazsa ve yüz yere inip kararlaşmazsa secde caiz olmaz.150[150]

Şafiiler şöyle demişlerdir, eğer secdeye varan kişi, uzun olan yeninin yahut sarığının bir tarafı üzerine secde ederse, kendisinin hareketi sebebiyle eğer bu elbisenin bir tarafı hareket etmeyecek şekilde ise, caizdir. Çünkü böyle bir durumda, elbisenin yeni yahut sarığın uzayan kısmı, kendisinden ayrılmış bir elbise hükmündedir. Eğer kıyam oturuş yahut başka sebeplerle hareket edecek olan boynuna sarılı mendil ve benzeri şeyler olurlarsa, bunu yapmak caiz değildir. Bilerek kasten böyle yaparsa namazı batıl olur. Eğer kişi bunu unutarak yahut bilmeyerek yaparsa, namazı batıl olmayıp secdeyi iade eder. Bir kimse secdeye vardığı zaman, giymiş olduğu herhangi bir elbisenin bir tarafı üzerine secde ederde bu elbisenin bir tarafı kişinin hareketi sebebiyle hareket etmiyorsa, namazı sahih olur. Şafiiler sarığın kıvrım üzerine secde etmekle, ilgili hadisleri zayıf kabul etmişlerdir. Yahut özür durumunda yapılması caizdir manasına tevil etmişlerdir.151[151]

Hanefi, Maliki ve Hanbelilere göre sarık kıvrımı üzerine yahut elbisenin fazlası üzerine secde etmek caizdir.152[152] Malikilere göre yer ve yerin bitirdikleri dışında kalan şeyler üzerinde namaz kılmak mekruhtur.153[153]

Şialar secdenin toprağa yapılması hususunda, icma etmişlerdir ve bu konuda Peygamber Efendimizden ve Sakaleyn hadisinde Kuran-ı Kerim ile birlikte adı geçen Ehl-i Beyt imamlarından hadisler nakletmişlerdir. Bir rivayette Hişam bin Hikem’den şöyle naklolunmuştur. “İmam Cafer Sadık (as.)’a, nelere secde etmek caiz ve nelere secde etmek caiz değildir? Diye bir sual eyledim. O Hazret şöyle buyurdular; secde topraktan başka yahut topraktan biten yenilmeyen ve giyilmeyen şeylerin dışında bir şeye caiz değildir. Ben dedim ki; sana feda olayım. Bunun böyle olmasının sebebi nedir? İmam şöyle buyurdu, secde Allah huzurunda eğilmedir. Bunun için yenilen ve giyilen şeylere yapılması layık değildir. Çünkü dünya evlatları yedikleri ve giydikleri şeylerin kuludurlar. Secde eden ise, secdesinde Allah’a ibadet etmektedir. İşte bunun için, insanın secdesinde alnını dünya evlatlarının mabudunun üzerine bırakması uygun değildir.”154[154]

Şialar kendi mezhep imamlarına uyup, toprağa veya topraktan bitip yenilmeyen veya giyilmeyen şeylere secde ediyorlarsa eleştirilmemeleri gerekir. Zira Caferilerin yaptığı şey, ileride hadislerde de belirtileceği gibi Peygamber Efendimizin sünnetine uygundur. Çünkü İslam’ın ilk dönemlerinde toprağa secde etmek sünnet idi. Ama daha sonraları secdenin hasıra ve benzeri şeylere yapılmasına ruhsat vermiştir. İmam Cafer Sadık (as.) bu konuda şöyle buyuruyorlar: “Namaz kılanın alnını ve yüzünü toprak üzerine bırakması güzel bir şeydir. Çünkü bu Allah huzurunda hüzuya delalet eder.”155[155]

Bazıları Caferiler toprağa veya mühüre secde ettiklerinden dolayı zannediyorlar ki, Caferiler puta tapmaktalar ve namaz esnasında Caferilerin secde etmek için önlerine bıraktıkları mühürün put olduğunu tasavvur etmekteler. Bu tür zihniyetler, düşünce ve tasavvurlarında katiyen yanılmakta ve Müslüman olan büyük bir kesim hakkında su-i zan etmektedirler. Bu tür insanlar, su-i zannın ceza ve günahını ve hükmünü bilmiyorlarsa, eğer bu ayeti burada zikretmeyi vazifeyi bildik ki, yüce Allah şöyle buyuruyor. “Ey iman edenler zandan çokça kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın, biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini, yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun.”156[156]

Öncelikle şunu belirtelim ki; namazında Allahu Ekber, Elhamdulillah, Subhanallah... zikirlerini diyen bir Caferi Müslüman nasıl puta tapmış olabilir? İkinci olarak da, bütün Müslümanlar namaz kılarlarken herhangi bir şeye secde etmekteler. Kimisi halıya, kilime, hasıra kimisi de toprağa, taşa, mühüre secde ederler. Eğer Caferiler sırf, toprağa veya taşa yahut mühüre secde etmeleri ile puta tapmış oluyorlarsa, bu mantığı savunan insanlara soruyoruz. Öyleyse, halılara, kilimlere secde edenlerde onlara mı tapmış oluyorlar. Bu soru mezkur mantığı savunanlardan cevap istemektedir. Bu mantık bulanık sudan balık tutmaya benzer. Oysa bulanık sudan balık avlama düşüncesini kendisi de bulanıktır. Diğer bir konuda “toprağa secde etmek” ile “toprak için secde etmek” meselesidir. Eğer bir insan namazında secde ederken, sadece toprak için secde etmiş olursa, tamamen İslam dışı bir şey yapmış olur. Ama eğer toprağa Allah için secde ederse yani, alnını taşa, toprağa, mühüre bırakır. Ama Allah için bırakırsa, İslam dışı hareketle hiçbir alakası yoktur. Zira bütün Müslümanlar namazlarında secde ederlerken, alınlarını bıraktıkları şey için secde etmezler. Aksine alınlarını ona bırakarak, Allah için secde etmiş olurlar. Allah’ın beytine Hacca giden bütün Hacılar Mescid-ul Haram’ın taşlarına secde ederler. Onların bu secdesi eleştirilmemektedir. Zira, onların yapmış oldukları bu secdelerin de ki hedef ve gaye, Allah-u Teala’dır. Caferileri bu konularda eleştiren ve onlara itirazlar savuran dar görüşlü, insanların “Mescud-u leh” toprak için secde ile “Mescud-un aleyh” toprağa secde arasında ki farkı, araştırıp dar görüşlerini genişletmelerini tavsiye eder. Ve kör taassuptan kurtulmalarını temenni ederiz.

PEYGAMBER (S.A.A) ZAMANINDA VE SONRASINDA SECDE


Peygamber Efendimiz ve sahabesi asr-ı saadet döneminde toprağa secde ediyorlardı. O dönemlerde taşların, toprakların , kumların şiddetli bir şekilde sıcak olmasına rağmen bu sıcağa tahammül ediyor ve yine de toprağa secde ediyorlardı. O gün onların hiçbirisi dahi elbisenin bir köşesine, halıya, kilime, sarığın kıvrımına secde etmiyorlardı. O gün onların yaptığı en son şey aşırı sıcaklarda eziyet olmamak için bir miktar toprağı ellerine alıp, onu ellerinde soğutuyor ve sonrası da ona secde ediyorlardı. Bazı şiddetli sıcaklardan dolayı Peygambere şikayet ettiklerinde, Peygamber efendimiz cevap vermiyorlardı. Zira Peygamber İlahi emri kendi tarafından değiştiremezdi. Ama daha sonraları hasıra, hurma ağacından yapılan bir çeşit life secde olunması için ruhsat verildi. Böylelikle müslümanlar aşırı sıcaklarda secde konusunda rahatlamış oludular.

Kısacası, bu dönemde iki aşamayı rastlamak mümkündür;

1-Birinci aşamada, secde sadece zemine ve yer cinsinden olan toprağa, taşa, tuma, kurumuş, çamura vb. şeylere yapılması vacipti.

2-İkinci aşamada ise, secde konusunda kolaylık olsun zorluk ve meşakkat aşırı sıcaklıktan dolayı kaldırılsın diye secdenin yerden biten yenilmeyen şeylere yapılması ruhsatı verildi. Birinci aşama hakkında hem Ehl-i Sünnet ve hem de Şia’nın sahih kaynaklarında Peygamber (s.a.a) Efendimizden şöyle bir hadis naklolunmuştur. Toprak benim için temizleyici ve secde mekanı kılındı.157[157]

Yukarıdaki hadisi şeriften anlaşılan şudur, arzın (yerin) lütfün cüzleri secde mekanı, temiz ve temizleyicidir. Dolayısıyla hem secde için hem de teyemmüm için kullanılır.

Rivayetten anlaşılan diğer bir mana ise şudur; Allah’u Tealaya yapılan ibadet ve secdenin özel ve mahsus bir mekanı yoktur. Oysa bazı kitlelere baktığımızda ibadeti bir takım özel mekanlara haslaştırmışlardır. İslam’daki inanç bunun tam aksinedir. Hadisi şerif de yer secde mekanı belirtilmişse, ibadetin yeryüzünün tamamında olabileceğini mescid, mabed ve evlerin dışında da yapılabileceği göstermektedir.

Muhterem okuyucu, Peygamber Efendimiz ve sahabesinin zor şartlarda ve sıcaklarda dahi topraklar veya taşlar üzerine secde ettikleri naklolunmuştur. Cabir b. Abdullah El-Ensari şöyel diyor; Peygamber (s.a.a) ile birlikte öğlen namazını kılarken yerden bir miktar çakıl taşı alıyor ve onu aşırı sıcaktan dolayı elimin içine bırakıp bir elimden diğer elime, soğusun diye bırakıyordum. Sonra onu secde etmek için alnıma bırakıyordum.158[158]

Elbise ve bez parçalarına secde etmek, çakıl taşlarını soğutmaktan daha kolaydır. Eğer, elbiseye, emmameye veya bez parçalarına... secde etmek caiz olmuş olsaydı, neden onlar çakıl taşlarını soğutmak yerine mezkur şeylere secde etmiyorlardı? Küçük bir bez parçası veya mendili insanın yanında taşıması mı zordur yoksa çakıl taşını soğutması mı zordur? Elbette ki çakıl taşını soğutması daha zordur. Peki, eğer secde genel olarak bez parçalarına, elbise ve emmame köşelerine caiz idiyse, neden o gün o mübarek zatlar bu tür zorluklara katlanıyorlardı? Bu konuda Enes b. Malik’den şöyle bir rivayet naklolunmuştur. Hava aşırı sıcak iken, Peygamber Efendimizin yanındaydık, bizden birisi eline çakıl taşı alıp, onu soğutuyor, sonrasında onu (secde mekanına) bırakıp ona secde ediyordu.159[159]

Bu rivayette şunu gösteriyor ki, namazda secde mekanının sadece toprak olması Peygamber zamanında vazgeçilmez bir inançtı. Zira Peygamber Efendimiz müminlere mihriban olmasına rağmen aşırı sıcaklarda müminler eziyet ve zorlukla karşı karşıya kaldıklarında bile onlara elbiselerine veya herhangi bez parçalarına secde etme ruhsatı vermemiştir. Halid Ceheni şöyle rivayet ediyor; Peygamber Sahibin adında bir sahabenin topraktan kaçınırcasına secde ettiğini gördüğünde ona şöyle buyurdu; Ey Sahib yüzünü (alnını) toprağa bırak.160[160]

Ebu Salih şöyle rivayet eder; Ümmü Seleme’nin evindeyken onun kardeşinin oğlu oraya geldi ve onun evinde iki rekat namaz kıldı. Secde edeceği zaman önündeki toprağı üfleyiverdi. Bunun üzerine Ümmü Seleme şöyle buyurdu; Kardeş oğlu toprağı üfleme, doğrusu ben Peygamberden Yesar adında ki kölesine şöyle buyurduğunu duydum; Allah için yüzünü toprağa bırak.161[161]

Bir hadisi şerifte de şöyle naklolunmuştur: “Peygamber Efendimiz secde ettiğinde, alnından seccadesini kaldırıyordu.”162[162]

Hz. Ali şöyle buyurmuştur; “Namaz kıldığınızda alnınızdan emmamenizi kaldırınız. Yani emmamenin köşesine secde etmemek için alnınızdan kaldırınız.”163[163]

Başka bir rivayette ise, İyaz b. Abdullah Kureyşiden şöyle naklolunmuştur; Peygamber Efendimiz emmemesine secde eden birisini gördüğünde ona eliyle, emmameni alnından kaldır diye işaret ettiler.164[164]

Bu rivayetler açıkça göstermektedir ki, o gün Müslümanlar topraktan başka bir şeye secde etmiyorlardı. Çünkü o gün emmame veya elbise köşelerine kilimlere, secde olunmuş olsaydı, Peygamber Efendimiz alınlara düşen emmame parçasını alınlardan kaldırma emrini vermez ve sıcak havalarda çakıl taşlarını soğutmazdı. Bu meselenin bu tür oluşu Sihahlarda, Müsnedlerde ve diğer sahih hadis kitaplarında bu şekliyle ispat olmuştur. Sadece o günün zor, sıcak ve soğuk şartlarından dolayı ikinci aşamada secde konusunda kolaylık ruhsatı verilmiş ve secdenin topraktan biten yenilmeyen ve giyilmeyen şeylere ve hasıra yapılabileceğine dair cevaz verilmiştir.


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin