İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə12/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   50

Abdullah bin. Ömer ve onunla birlikte abdest alan bir grup sahabe ki abdestlerinde ayaklarına meshediyorlardı, Peygamberin seçkin sahabelerindendi. Dini vazifelerini ve ilahi kuralları direktif olarak Peygamber Efendimizden öğreniyorlardı. Hiç şüphesiz bu tür sahabeler dini meseleleri ve abdest alma şeklini bizlerden ve sizlerin dört mezhep imamınızdan daha iyi biliyorlardı. Zira onlar bir ameli Peygamber Efendimizden görmeyene veya duymayana kadar ona amel etmiyorlardı. Çünkü onlar insanı kimi zaman zanna sürükleyen içtihattansa yakine amel etmeyi tercih ediyorlardı. Zira o zaman ve mekan yakini hasıl etmek onlar için mümkündü. Binaenaleyh, Peygamberle birlikte yolculuk yapan sahabelerin meshin farz olduğunu bilmeyerek ayaklarını meshetmeleri şaşılacak şey olur doğrusu ve bu aklende gayri mümkündür. Bu hadis ayakların meshedilmesinin farz olduğuna delil olarak yeterlidir. Eğer ayakları yıkamak farz idiyse neden sahabe yıkama yerine meshi yapıyorlardı. Bu açıklamalardan sonra anlaşılan şudur ki; Abdest ayetinin, mesh ashabının yıkamak ashabına delil olması gibi yukarıdaki hadiste yıkamak ashabının değil de mesh ashabının diğerlerine olan delildir.

İbni Abbas’dan nakledip ona nisbet verdiğiniz şey ise, meşhur ve sahih kaynak ve nakillere muhaliftir. Zira kendi sahih kitaplarınız ve sizlerin Fahri Razi gibi büyük alimleriniz ve diğerleri İbni Abbas’ın görüşünün mesh olduğunu söylemişlerdir.

Ayağın yıkanmasına delalet eden hadislerden biri de Hz. İmam Ali (as.)’dan nakledilen hadistir. Hz. Ali’nin adına naklolunan hadisin benzerleri de Ehl-i Sünnetin kaynaklarında Osman’ın kölesi Hamran’dan, Abdullah b. Zeyd b. Asım-el Ensari’den ve diğerlerinden bu anlamda hadisler naklolunmuştur. Bu hadisler birkaç yönden doğru değildir:

1-Hz. İmam Ali’den ayağın yıkanmasına dair naklolunan hadisin hilafına Ehl-i Beyt kaynaklarından hem o hazretin kendisinden ve hem de pak ve temiz olan evlatlarından rivayetler naklolunmuştur. Sizin kaynaklarınız dahi İmam Muhammed Bagır ve İmam Cafer-i Sadık (as.)’dan bu hususta hadis nakletmişlerdir. Hiç şüphesiz bu yüce zatlar kendi babalarının yolunun sizden ve sizin dört mezhep imamınızdan daha iyi biliyorlardı.

2-Bu tür hadisler hem Kitapla ve hem de Ehl-i Beyt imamlarının uygulaması ile muhaliftir. Zira Ehl-i Beyt imamlarının tamamı istinasız olarak ayağa meshediyorlardı. Kuran ve Ehl-i Beytte, sakaleyn hadisine binaen birbirlerinden ayrılmaz iki sağlam emanettirler. İslam Ümmeti bunlara sarıldığı müddetçe kesinlikle sapmaz ve dalalete düşmezler. Dolayısıyla bu ikisine muhalif ve ters olan her şey ve her hadis terk olunandır. Çünkü bunlar sünneti öğrenme ve dini Rabbin istediği gibi yaşamada en sağlam ve en iyi ölçülerdir.

3-Eğer ayakları yıkamakla hususundaki hadisler doğru olsaydı tevatürle nakledilmiş olurdu. Zira abdest gibi zahirde gözüken ve namaza basamak olan bir ameli kadın, erkek, köle, büyük, küçük herkesin bilmesi veya en azından büyük bir kitlenin Peygamberden görmesi gerekir. Eğer yıkamak Müslümanlar arasında kesin olsaydı, tüm Müslümanlar hem asr-ı Saadette ve hem de sonra ki zamanlarda onu iyice öğrenip her dönemde onu tevatürle nakletmiş olurlardı. Böylelikle bu tür tartışma ve ihtilaflarda çıkmaz ve kimsede onu reddetmeye kalkışmazdı. Durun böyle olmadığından dolayı bu çeşit hadislerin zayıf oluşu ve konu hususundaki yetersizlikleri meselenin nasıl olduğu gayet açığa vurmaktadır.

4-Yıkamak hususunda nakledilen hadisler birbirleriyle çelişmektedir. Bazıları Hz. Ali, Hamran ve İbni Asim’in hadisleri gibi yıkamayı emretmektedir. Buhari, Müslim ve diğer hadis kaynaklarının İbni Abbas’dan ve diğerlerinden naklettikleri hadislerde meshi göstermektedir. Sahih-i Buhari’nin naklettiği hadisi Ahmed, İbn Ebi Şeybe, İbni Ebi Ömer, Beğavi Tabarani ve Maverdi de nakletmişlerdir. Bunların her birisi güvenilir bildikleri kişiler kanalıyla Ebu Esved’ten o da Ubdad b. Temim’den o da babasından şöyle nakletmişlerdir; ‘Resulullah (s.a.a)’i abdest alırken ayaklarını meshettiğini gördüm.’

Buhari’nin Sahihinde naklettiği gibi A’yen’in iki oğlu Zürare ve Bukeyr’de İmam Muhammed Bagır (as.)’ın Peygamberin nasıl abdest aldığın amelen gösterirken, abdeste ellerinin ıslaklığıyla yeniden elini suya dokundurmaksızın başına ve ayaklarının üzerine meshettiğini nakletmekteler.221[221]

Ehl-i Beyt kaynaklarında Ehl-i Beyt imamlarından bu şekilde naklolunan rivayetlerin sayısı oldukça fazladır. Ama her ne hikmetse, bir çok konuda sünneti devre dışı bırakmaya çalışıp ‘Hesbuna Kitabullah’ Allah’ın kitabı bize yeterlidir görüşünü savunan zihniyet, abdest konusunda sünnet vesilesi ile Kuran’ı Kerim’in hükmünü devre dışı bırakmaya çalışmıştır. Abdest meselesinde meshi hem Kuran ve hem de Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında naklolunan hadisler göstermektedir. Yıkamayı ise sadece Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçen birkaç hadis göstermiştir ki o hadislerinde araştırma neticesinde hallerinin ne olduğu gayet açıkça ortaya serilmiştir. Bu konuda hadisler çelişkili olduğundan dolayı baş vurulması gereken tek kaynak Kuran’ı Kerim ve Peygamber Efendimizden naklolunan sahih sünnet olmalı ve bu ikisinden asla yüz çevrilmemelidir. Aksine ümmet bu konuda dalalete düşmüş olur.

Sayın Okuyucu; Kuran’ı Kerim’in açıkça ayağınıza meshedin buyurmasına rağmen Ehl-i Sünnet alimleri yıkama konusunda direnmiş ve bu doğrultuda fetvalar vermişlerdir. Ama ne yazık ki; her ne hikmettense Kuran’ın mevzu bahis bile etmediği meste ve çoraba meshetme hususunda fetvalar vermişlerdir. Bazıları mutlak olarak meste ve çoraba meshin caiz olduğunu ve bazıları da sadece yolculukta caiz olabileceğine dair fetvalar vermişlerdir. Bu konuda Ehl-i Sünnetin fıkıh hadıs, tefsir kitaplarına bakabilirsiniz. Neden Kuran mesh dediği halde sizler illa da yıkama diyor ve Kuran mest ve çorap meshinden bahsetmediği halde sizler bu doğrultuda fetvalar veriyorsunuz?

Acaba Kuran’ı Kerim’in Maide süresi veya o sürede geçen abdest ayeti mensuh mu oldu? Hayır, kesinlikle böyle değildir. Bu ayet kesinlikle nesh olmamıştır.

Peki, sizler bu konuda sünnet ve hadise göre fetva verdiğinizi mi savunacaksınız? Bu savunmayı da yapan sizler bu hadisi de duymadınız mı acaba ki, Peygamber şöyle buyurmuştur; Benden size bir hadis nakledildiğinde onu Allah’ın kitabına sunun, onunla uyum içerisinde olursa onu kabul edin. Aksi takdirde onu reddedin.222[222]

Acaba bu doğrultuda sahih olmayan düzmece rivayetler Kuran’da meste ve çoraba mesh isminin bile geçmediği Allah’ın kitabı ile uyum içerisinde midir? Sünnete de baktığımızda, bu tür konularda hadisler arasında çelişkili hadisler vardır. Şimdi biz Müslümanların hükmü açık olduğu halde Kuran’ı bir kenara bırakıp bu çelişkili hadislerden hüküm çıkarma uğraşımız ne derece doğru olabilir acaba?

Hadis uydurma makinesi haline gelen düzmece raviler, bir çok düzmece hadisler uydurmuşlardır. Bu düzmecelerden birisi de ‘ben mestine mesh etmeyenin kafir olacağından korkuyorum’223[223] sözüdür.

Acaba bu düzmece sözlere ve uydurma rivayetlere mi inanalım, konu hakkında Ehl-i Sünnet kaynaklarında naklolunan ve Kuran’la uyum içerisinde olan diğer rivayetlere mi inanalım?

Peygamberin zevcesi Aişe ve amcasının oğlu, ümmetin bilgini, kitap ve sünnetin müfessiri İbni Abbas meste meshetmeyi şiddetle reddetmişlerdir. Aişe ve İbni Abbas ayağa meshetmeyi inkar edene kızgın bir halde karşı koymuş ve meste meshetmeyi de sert bir şekilde reddetmişlerdir.

Aişe bu hususta diyor ki; Mestlerime meshetmektense ayaklarımın kesilmesi bence daha iyidir. İbni Abbas mezkur konu hususunda da şöyle diyor. Eşeğin derisine meshetmek benim için mestlere meshetmekten daha iyidir.224[224]

Hakikat şudur ki; meste meshetmek ne usulü dindendir, ne de furu-u dindendir. Ne de ümmetin icmasıyla kitap ve sünnetin farz kıldığı şeylerdendir. Öyleyse abdest ayetinin emrettiği üslupça ayağa meshetmek mi doğrudur yoksa yukarıda geçen bir takım düzmecelere uymak mı doğru olur? Neden bazı bağnazlar abdest ayetinin farzı gereğince mestlerine meshetmeyip de ayaklarına mesh eden müminlere kem gözle bakmaktalar. Bu tür zihniyetlerin hidayetini yüce Allah’tan dileriz.

Sayın Okuyucu konunun bu bölümünde abdeste ayakların meshedilmesine ilişkin Ehl-i Sünnet Sıhhah ve tefsirlerinde naklolunan birçok hadisten sadece bir kaçının nakledip konuyu hakikaten hidayet olmak isteyen insanların insafına bırakacak ve abdesteki diğer ihtilafı konuyu ele alacağız.

1-Ümmetin alimi kitap ve sünnetin müfessiri olan Abdullah bin Abbas şöyle diyor; Allah’u Teala abdeste iki yıkamayı ikide meshi farz etti; görmez misin teyemmümü zikrederken iki yıkama yerine iki meshi zikretmiş öbür iki meshi (baş ve ayakları meshetmeyi) ise terk etmiştir.225[225]

2-İbni Abbas başka bir rivayette buyuruyor ki; ‘Abdest iki yıkayış iki meshediştir.’226[226]

3-Kenz-ul Ummal Şobi’den şöyle nakleder; ‘Doğrusu Cebrail ayaklara meshetme ile nazil oldu.’227[227]

4-Abdullah b. Abbas’a, Ensar’dan Muavvız b. Afranın kızı Rabia Peygamberin onun yanında ayaklarını yıkadığını sanmaktadır, dediklerinde: İbni Abbas Rabia’nın yanına gelerek durumu ondan sordu ve onun sözünü kabul etmeyip abdest alırken ayaklarını yıkayanlara şaşırdığını dile getirmiş ve şöyle buyurmuşlardır; Ben Allah’ın kitabında meshden başka bir şey görmüyorum.’228[228]

5-..Ebi Sehre diyor ki; Hümran’ın camide Ebu Berde’ye şöyle dediğini işittim; Osman bin Affan Peygamberin şöyle buyurduğunu diyordu; Kim abdestini Allah’ın emrettiği gibi tamamlarsa farz namazlar onun keffaresi olur229[229].

6-Rifahe b. Rafi Peygamberin yanında oturuyorken o hazretin şöyle buyurduğunu söylemiştir; ‘Kim abdestini Allah’ın emrettiği gibi almazsa onun namazı tamam değildir; yüzünü ve ellerini dirseklerinden yıkamalı başına ve ayaklarına mafsala kadar meshetmelidir.230[230] Celaleddin Siyuti yukarıda verilen adreste mesh hakkında çeşitli rivayetleri de nakletmiştir.

Sayın Okuyucu! Önceki konularda da gördüğünüz gibi Allah’ın Kuran’da emrettiği abdeste ayakların mesh olunması genişçe ve sağlam delillerle ortaya koyulmuştu. Yukarıdaki son iki hadisle Ehl-i Sünnetin uygulanmasını düşünmek lazım...

Netice olarak diyoruz ki; Bu ihtilaflı meselede de dört görüşün olduğunu konunun başında belirtmiştik. Bu ihtilaflı görüşler içerisinde Caferilerin yaptıklarının Kuran ve sünnete mutabık ve Ehl-i Sünnetin mezheplerinin bazı büyük ve değerli şahsiyetlerinin görüşleriyle de muvafık olduğu açıkça görülmektedir.

Sayın Okuyucu Abdest konusunda önemli olan ikinci ihtilaflı konuyu (ellerin yukarıdan aşağıya mı, aşağıdan yukarıya doğru mu yıkanmasını) sadece maddeler halinde vurgulayacağız;

1-Bu konudaki ihtilafların sebebi abdest ayetinde geçen ‘ila’ harfinin tefsiri ve açıklamasıdır. Şia’lar ayetin ‘ile’l merafik’ bölümündeki ‘ila’ harfinin ‘mee’ (ile) anlamında olduğunu söylemişler ve buna Kuran’ı Kerim’den de delil getirmişlerdir. Örneğin; ‘La te’kulu emvalehum ila emvalikum’ (Mallarınızı onların malları ile yemeyin)231[231] veya ‘men ensari ile-llah’ ayetlerinde ‘ila’ harfi ‘mee’ harfi yani Türkçe’de ki ile anlamında geçmiştir.

2-Ehl-i Sünnet alimleri arasında ‘ila’ nın ‘mee’ anlamında olduğunu söyleyenler olmuştur. Örneğin Ehl-i Sünnet alimlerinden olan Şafii Sağir Muğnil Muhtac aldı kitabında ‘ila’ nın ‘mee’ anlamına geldiğini söylemiştir.

3-Ehl-i Sünnet mezheplerinin bazıları abdest alırken elleri aşağıdan yukarıya doğru yıkamayı müstehap bilmişlerdir vacib değil. Bazıları da yukarıdan aşağıya doğru yıkamayı müstehap bilmiştir. O mezheplerden bazıları da ellerin tamamen yukarıdan aşağıya doğru yıkanmasını abdestin adaplarından saymışlardır.232[232]

4-Ehl-i Sünnetin naklettiği hadislerin çoğunluğunda Peygamber Efendimizin aldığı abdest şeklinde yukarıdan aşağıya veya aşağıdan yukarıya usulü mevcut değildir.

5-Ehl-i Sünnetin dört mezhep alimlerinin açıklamalarının ve fetvalarının çoğunluğundan anlaşılan şeyin bu konuda ihtiyar oluşudur. Şöyle ki; şahıs abdest alırken ellerini yukarıdan aşağıya veya aşağıdan yukarıya doğru yıkamada ihtiyar sahibidir. Dilediği gibi yıkayabilir. Ve yukarıdan aşağıya doğru yıkamak onların vermiş olduğu fetvaya göre batılda değildir.

6-Ehl-i Beyt imamlarının, hem Ehl-i Sünnetin yanında ve hem de Şia’nın kaynaklarında sahih ve mütevatir olan Sakaleyn hadisine binaen itaatleri gerekli vaciptir. Sakaleyn hadisine göre biz Müslümanlar onlarında emrine uymalıyız. Zira onlara itaat Resûle ve dolayısıyla Allah’a yapılan itaattir. Onlarda bu konuda buyurmuşlardır ki; Abdest alırken ellerinizi dirseklerinizden başlayarak yukarıdan aşağıya doğru yıkayınız. Nitekim Şia’larda bu şekilde abdest almaktalar.

7-Abdest ayetinde geçen ‘ila-l Merafik’ de ki ‘ila’ hanfini intiha (son) anlamında değil de yıkanan azanın haddi ve sınırı anlamında görmek daha doğrudur. Yani ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayınız. Bu mana ellerin aşağıdan-parmak uçlarından yukarı-dirseklere doğru yıkanması anlamına gelmez. Dolayısıyla ‘ila’ harfi mağsulun (yıkanan aza) haddini ve sınırı bildirmektedir, yıkamanın haddini ve şeklini değil. Zira yıkamanın şekli ve keyfiyeti insanların örfüne göredir. İnsanlarda temizlik yaparlarken yukarıdan başlayarak aşağıya doğru temizlik yaparlar. Örneğin; eğer doktor hastanın ayağını dizine kadar yıkayın derse, onun ayağını yukarıdan aşağıya doğru yıkarlar, aşağıdan yukarıya doğru değil. İşte bu mezkur sebeplerden dolayı Caferiler abdest alırlarken yüzlerini ve ellerini yukarıdan aşağıya doğru yıkarlar ve bunun aksini de sahih olarak kabul etmezler.

Bu araştırmanın okuyuculara ışık tutması ümidiyle...
EBUTALİB’İN İMANI
Ehl-i Sünnet alileri arasında bazıları Ebu Talib’in imanın da şüpheye düşmüş, bazıları onun kafir olarak bu dünyadan gittiğine inanmış bazıları ise onun mümin olduğunu kabullenmiştir. Ehl-i Beyt camiası olan Şialar ise Ebu Talib’in imanında zerre kadar bile tereddüt etmemişlerdir.

Muhibbid-din Taberi tarihinde Abdulmuttalib’in çocuklarının ismini kaybettikten sonra şöyle diyor, Abdulmuttalib’in evlatlarından Hamza ve Abbas’dan başkası İslam getirmedi.233[233]

Şeblenci de Abdulmuttalib’in evlatlarından bahsederken, şöyle yazıyor; Abdulmuttalib’in evlatlarından, Hamza ve Abbas’dan başkası İslam getirmedi.234[234] Bu tür sahih olmayan rivayetlerin yanı sıra Hz Ebu Talib’in ölüm esnasında düzmece olan bir rivayeti o hazretin kafirliğine delil olarak getiriyorlar.

İnkar edilmez bir gerçek şudur ki; Hz. İmam Ali (as.)’ın şahadetinden sonra halifelik Emevilere ve sonrasında da Abbasi’lerin eline geçti. Bunlar da, Haşimoğullarını ve özellikle de Hz. Ali’nin evlatlarını hilafette tek rakipleri görüyorlardı. İşte bunun için kendi makamlarını ve konumlarını sağlamlaştırmak ve rakiplerini de saf dışı bırakmak için ellerinden geleni esirgemediler. Bu uğurda kendi çıkar ve faydalarına ve rakiplerinin zararına onları lekeleyecek düzmece hadisleri iftiraları uyduruyorlar. Ve bu tür zihniyetlerin tek gayesi hükümet ve riyasetti, diğer geri kalan her şey vesileydi.

İslam tarihinden azda olsu haberdar olan bir kişi için yukarıdaki satırları ispat etmek için delil ve hadise lüzum olmasa gerek.

Zira tarihe baktığımızda açıkça şunu görmekteyiz ki; Onlar Hz. Ali ve O Hazrete yakınlığı ve bağlılığı olan herkesin faziletlerini inkar ettiler ve karşılığında kendilerine yakın ve bağlı olan insanlar hakkında, faziletlerine dair hadisler uydurdular.

İbni Ebil Hadid şöyle diyor; Muaviye Şam ve Irak halkını ve diğerlerini, minberlerde, toplantılarda Ali’ye sebb ve ondan teberri etmeleri için memur kıldı. Bu iş amele döküldü ve Emeviler zamanında sünnet halini aldı. (En sonunda) Ömer b. Abdulaziz bunu yasakladı.235[235]

Ebu Osman’dan şöyle rivayet olunur; Emevilerden bir grup Muaviye’ye dediler ki; Sen artık kendi arzularına kavuştun, bu adamın lanetini yasaklasan artık.

Muaviye şöyle dedi; Hayır Allah’a andolsun ki, çocuklar onun laneti ile büyümedikçe, büyüklerde böylelikle yaşlanmadıkça bu olmaz. Daha sonra Hz. Ali’nin aleyhinde destanlar, hadisler uydurupda, Muaviye’den hediyeler alan Ali düşmanlarından bahsediyor ve onların isimlerini zikrediyor. Onların bazıları şunlardan ibarettir; Ebu Hureyre, Muğiye b. Şube, Urve b. Zübeyr, Zuhri, Semure b. Cundeb, Enes b. Malik, Said b. Müseyyib, Velid b. Ukbe ve diğerleri...236[236]

Emeviler, işte bu doğrultuda, Hz. Fatıma, Hasan ve Hüseyin ve Hz. Ali’nin diğer evlatları, EbuTalib, Cafer, Akil ve O hazrete yakın olan nice insanların faziletlerini inkar ettiler ve karşılığında onları küçük düşürmek için bir çok düzmece uydurdular.

Es-Sahih min Siyre adlı kitapta deniliyor ki; Hz. Ebu Talib’in küfr ve şirk gibi ittihamlara maruz kalmasında, Hz. Ali’nin babası olmaktan başka suçu yoktu. Gerçekte bu kötü ve çirkin ittihamlardaki tek hedef, Emevilerin, Zübeyr oğullarının ve tüm İslam düşmanlarının gözüne bir diken gibi saplanan onun (Ebu Talib) cesur oğlu Ali idi.

Zira Ali onların İslam’a vurmak istedikleri darbelere engel oluyordu.

Muaviye’nin babası Ebu Süfyan Osman’ın meclisinde açıkça kalkıp şöyle diyor; ‘Andolsun Ebu Süfyan’ın yemin içtiğine ne cennet vardır, ne de cehennem’ böyle birisini mümin, takvalı olarak görmek, Hz. Ali’nin babası Ebu Talib’i de kafir, müşrik ve ateşte görmek gerçekten şaşılacak şey doğrusu...’237[237]

Asrımızdaki İslam yazarlarından bazıları ve yabancı yazarlardan bir grubu da Hz. Ebu Talib hakkında ki kötü ve çirkin satırları yazmışlardır. Ama gerçek şudur ki; Hz. Ebu Talib bu tür satırlardan uzaktır. O yazarlardan birisi şöyle diyor, ‘Ebu Talib İslam dinine inanmıyor ve Muhammed’i Peygamber bilmiyordu.’238[238]

Bir başkası şöyle yazıyor, ‘Ebu Talib’de diğer putperestler gibi Kabe’ye put bırakmış ve onlara tapıyordu...’239[239]

Bir diğeri ise şöyle yazıyor. ‘Ebu Talib iman getirmemesine rağmen kardeşinin oğlundan himayetini esirgemedi...’240[240]

Bu ve bunlara benzer aslı olmayan, safsata dolu iddialar mümin olarak bu dünyaya veda eden Hz. Ebu Talib hakkında çoktur. Ama konu gayet iyi bir şekilde incelendiğinde bu tür iddiaların asılsız olduğuna sizlerde tanıklık edip, tasdik edeceksiniz.
HZ. EBUTALİB’İN İMANINA DELİLLER
Bir insanın itikad, inanç, tuttuğu yol ve yordamını üç yolla öğrenmek mümkündür. Onlar şunlardan ibarettir.

1-Mezkur kişiden geriye kalan ilmi ve edebi eserlerin incelenmesi.

2-O kişinin toplumsal hayattaki hal ve hareketlerini incelemek.

3-Onun, garazsız dost ve akrabalarının kendisi hakkında görüşlerinin ne olduğunu incelemek.

Hz. Ebu Talib’den geriye kalan şiirler onun ihlas ve imanına tamamen şahitlik etmektedir. Yine o Hazretin, ömrünün son on yılında İslam ve Peygamber adına yapmış olduğu değerli hizmetleri onun imanının göstergesidir.

Onun garazsız ve marazsız dost ve akrabalarının görüşleri de, O Hazretin Müslüman, imanlı ve ihlaslı bir kişi oluşudur. Onun kavmi ve dostları içerisinden hiç kimse o hazret için iman ve ihlasdan başka bir şey söylememiştir. Şimdi konuyu yukarıda ki üç boyuttan ele alıyoruz.


EBU TALİB’İN İLMİ-EDEBİ ESERLERİ
Hz. Ebu Talib’den kalan ilmi-edebi eserler oldukça fazladır. Biz başlık altındaki konu aydınlık kazansın diye onlardan sadece bir kaçını zikredeceğiz;

Ebul Fidan kendi kitabında Hz. Ebu Talib’in Peygamber Efendimize hitap ettiği bir şiirini şu şekilde olduğu gibi naklediyor;

‘Sen beni davet ettin ve ben senin doğru olduğunu bildim.’

‘Sen doğru ve eminsin. İnsanların yöneldiği dinler içerisinde, en iyi dinin, dini Muhammed olduğunu öğrendim.’241[241]

Hz. Ebu Talib ‘Lamiye’ diye meşhur olan şiirinin bir bölümünde şöyle diyor;

‘Bize zarar verenlerden

Bizleri kötülüğe ve batıla nispet verenlerden

Bizim gıybetimizi edenlerin şerrinden

Dinde olmayanı dine mal edenlerin şerrinden

İnsanların Rabbine sığınırım

Muhammed’den uzak olmayı bana nispet veren sizler,

Onun aleyhine kılıç çekmeyi bana nispet veren sizler, Kabe’nin Rabb’ine yalan konuştunuz.

Asla, ona yar olup, onu savunacağız. Canımızı ona feda edene kadar. Eşim ve evlatlarımı unuturcasına

Yüzü ak ki, insanlar o yüzün bereketine yağmur talep ediyorlar

O yetimlerin ve kimsesiz kadınların feryadına koşandır

O Haşim oğullarının biçarelerinin sığınadır

Onları her türlü nimetten bi niyaz (ihtiyaçsız) eder

Ömrüme andolsun, Ahmed’in (Muhammed) varlığıyla öyle bir sevinçliyim ki;

Sevinç ve mesrurluğu zahmete düşürmüşüm

Onu öyle bir şekilde seviyorum ki

Dostunu kucaklayan birisi gibi

Canımı ona feda edeyim ve ondan himayet edeyim ve tüm vücudumla onu savunayım

Kulların Rabb’i ona yardım eylesin ki

O dünya ehlinin ziyneti ve düşmanların nefretidir

Cihanın yaratıcısı onu vadeleriyle teyit etti

Ve batıl olmayan hak dini zahir etti.’242[242]

Hz. Ebu Talib’in imanına delalet eden kasidelerden birisi de ‘Mimiye’ diye bilinen kasidesidir. Şu birkaç beyit o kasidendir.

‘Bizim İslam dininin aleyhine kıyam etmemize ve kılıç çekmemize ümitlidirler

Muhammed’i öldürmemize ve dini nesh etmemize ümitleri var

Kendimizi onun rikabında kana bulamamıza ümitleri var

Yalan konuşuyorsunuz, Kabe’nin Allah’ına yemin olsun ki; biz Muhammed’den el çekmeyiz

Hatim ve zemzem öldürülenlerin cesaretlerinin parçasıyla doldurulsa bile..

İnsanların hidayeti için seçilmiş Peygambere

Ve arşın yaratıcısı tarafından gönderilen kitaba

Zulüm etmek hata ve yanlıştır.243[243]

‘Seçkin insanlar bilsinler ki

Doğrusu Muhammed’de Musa ve İsa gibi bir Peygamberdir.

O ikisinin sahip olduğu semavi nura oda sahiptir

Hepsi (Peygamberler) Allah’ın emriyle hidayet eder ve günahtan korunurlar

Sizler onu ele geçirip öldürmeyi temenni ediyorsunuz

Oysa kafanızdaki arzularınız derin uykuya dalanın boş arzuları gibidir

O Peygamberdir, O’na Allah tarafından vahiy nazil oluyor

Buna hayır diyen, pişmanlık parmağını ağzına alır.’244[244]

‘Acaba sizler, (Kureyş) bizlerin Muhammed’i Musa gibi Peygamber gördüğümüzü bilmiyor musunuz?

Onun adı ve nişaneleri semavi kitaplarda kaydolunmuştur

İnsanların O’na özel bir muhabbeti vardır

Allah’ın muhabbetini kalplere yerleştirdiği birisi hakkında eseflenmek doğru değildir.’245[245]

Hz. Ebu Talib bazı şiirlerinde Peygamber Efendimize hitaben şöyle diyor;

‘Kureyş’in sana eli ulaşmayacak

Ben toprağa defin olana kadar

Senden yardım elimi çekmeyeceğim

Memur olduğun şeyi açıkla

Hiçbir şeyden korkma, müjde ver ve gözleri aydınlat

Beni kendi yoluna davet ettin, Senin bana nasihatçi olduğunu biliyorum

Davetinde emin ve sadıksın

Doğrusu dinler içerisinde en iyi din Muhammed’in dinidir.’246[246]

‘Allah Muhammed Peygamberi kerim kıldı

Öyleyse Allah’ın en kerim kulu insanlar içerisinde Ahmed’tir

O’nun Celaletini bildirmek için, ismini kendi isminden seçti

Öyleyse arşın sahibi Mahmud’dur ve bu Muhammed’dir.’247[247]Hz.Ebu Talib’in imanına delalet

Şiirlerinden biriside gayet açık bir şekilde söylediği şu şiirdir;

‘Ey şahid Allah, şahid ol ki, ben Nebi Ahmed’in dini üzereyim.

Kim onun dışındaysa olsun, ben artık hidayet oldum.’248[248]

Bu şiirlerin tüm satırları ve tamamı söylenenin ihlas ve imanını ispat etmeye yeterlidir. Eğer bu şiirlerin sahibi garaz-marazlarından uzak, siyasi ortamın dışında birisi olmuş olsaydı, tüm İslam bilimcileri O’nun İslam ve iman hakkında görüş birliğine varırlardı. Ama bu sözlerin sahibi Hz. İmam Ali (as.)’ın babası olduğu için, Emeviler ve Abbasiler O Hazrete olan kin ve düşmanlıklarından dolayı, O Hazrete ait olan bütün kemalleri yok etmek ve unutturmak istiyorlardı. İşte bunun için Emevi, Abbasiler daima Hz. Ebu Talib’in hanedanının aleyhinde tebliğler yapıyorlardı.


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin