İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə15/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   50

Peygamber efendimiz Medine’ye hicret ettikten sonra birkaç defa umre yaptı. Ama hicretin onuncu yılında Müslüman olan Medine dışındaki kabileler ve Medine ehline hacca gitmek ve onun amellerini öğrenmek için hazır olmalarını istedi. İmkanı olan Müslümanlar bu daveti icabet ettiler. O yıl Peygamberle birlikte hacca gidenlerin yetmiş binden yüz otuz bine kadar olduğu söylenmiştir. Eğer bu rakamın en azını yani yetmiş binini kabullenecek olursak, o yıl Peygamber Efendimizin etrafında yetmiş bin Müslüman’ın gözü hac amellerini iyi ve detaylı bir şekilde öğrenmek ve onun gibi amel etmek için Peygamberdeydi. Kurbanlıklarını Peygamber gibi kendileriyle birlikte getirenler Medine’nin dışında (Abar Ali) haccı kıran niyeti ve diğerleriyle de haccı ifrad niyeti ettiler.

Medine ile Mekke arasındaki Akik vadisine vardıklarında Peygamber Ömer b. Hattab’a şöyle buyurdu; ‘Allah tarafından bana umrenin hacda olduğu vahiy olundu. Ben kıyamete kadar umreyi hacca dahil ettim.’310[310]

Bu hüküm, yani Mekke ehli olmayanlar için haccın umreyle birlikte olması ve haccı müfredin olmaması ilk defa Allah tarafından nazil oluyordu. Bu hükmün ilk tebliği olunduğu kişi ise Ömer b. Hattab’tır. Asfan’da Sürage Peygambere şöyle diyor; Hac hükmünü biz dünyaya daha yeni gelmişiz gibi bize beyan buyur. Yani hac önceden nasıldı, bizim bunlarla bir işimiz yoktur. Şu an ne yapmalıyız. Peygamber efendimiz şöyle buyurdular; “Allahu Teala bu Haccınıza umreyi de dahil etti. Mekke’ye girip, Kabe’yi tavaf ettikten, Safa ve Merve arasında say ve sonrasında taksir yaptıktan sonra ihramdan çıkacaksınız.311[311]

Aişe şöyle diyor; Sahabelerin arasında bazıları Peygamberin emrine uydular bazıları ise o emri terk ettiler.312[312] Peygamber Mekke yakınlarında bir yerde piyade olduğu zaman bu hükmü tekrar tebliğ edip şöyle buyurdular; “isteyen Mekke’ye geldiği ihramı umre ihramı için karar kılsın”.313[313]

Şunu iyice bilmek gerekir ki, Peygamber halk tarafından zor kabullenilen hükümleri yavaş-yavaş, tedricen beyan ediyordu. Zira Hac ve umrenin birlikte olması Kureyş muhacirleri için zordu. Önce Ömer’e ve sonra da Sürage’ye açıkladılar. Daha sonra da Mekke’nin girişlerinde tüm hacılara şöyle buyurdu; yanlarında kurbanlık getirmeyenler hac niyetini umreye bedel edebilirler. Burada vacip olduğunu buyurmadılar. Ama tavaf ve Safa- Merve arasındaki say’dan sonra Cebrail nazil oldu ve Peygambere hükmü getirdi. Peygamber Mervenin son sa’yında sahabesine şöyle buyurdu; yanında kurbanlığı olmayanlar bu haccın ihram niyetini umrenin ihramı niyetine dönüştürmeli ve taksirden sonra ihramdan çıkmalıdır. Surage tekrar Peygamberden sual etti; Bu işin böyle oluşu ve hac ile umrenin bir yoklukta birleştirilip yapılması sadece bu yıla mı aittir yoksa bu hüküm ebedi midir?

Peygamber Efendimiz iki elinin parmaklarını birleştirip tutarak iki defa şöyle buyurdu; Umre artık hacca dahil oldu.314[314]

Peygamberle gelenlerin tamamı, Peygamberin bu işini gördüler ve bu hükmü Peygamberin ağzından duydular. Ancak Peygamberin kendisi yanında kurban götürdüğü için, O’nun haccı, haccı kırandı, bundan dolayı Peygamber ihramında baki kaldı.

Umreyi hac aylarında haram gören bazı Kureyş muhacirlerinin nazarında bu hüküm ağır geldi ve onları sıkılmaya başladılar. Bu yüzden Peygambere şöyle dediler. Şu an ihramdan çıksak neler bize helal olur? Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular; Bu umre temettüsüdür. Yanında kurbanı olmayanlar, ihramdan çıksınlar ve artık her şey ona helal olur. Doğrusu umre artık kıyamete kadar hacca dahil olmuştur.

Başka bir rivayette Cabir’den Peygamberin şöyle buyurduğu naklolunmuştur; “İhramınızdan çıkınız, tavafı, sefa ve merve arasında sayı ve taksiri yapınız ve Mekke’de muhill (ihram dışı) olarak zilhecce ayının sekizine kadar bekleyiniz. Sonra hac için ihrama giriniz ve önceden yaptığınız bu ameli haccı temettünün umresi karar kılınız”.

Onlardan bazıları şöyle dediler; Bizler mikatta lebbeyk dediğimizde hac için lebbeyk dedik, onu şimdi nasıl umre edebiliriz? Peygamber şöyle buyurdular; “Emrettiğim şeyi yapınız”.315[315]

Başka bir rivayette Peygamberin şöyle dediği naklolunmuştur; ihramdan çıkın ve kadınlarınızla birleşin. Bazıları itiraz ederek şöyle dediler; Bizimle Arefe arasında beş gün var, Peygamber diyor ki ihramınızdan çıkınız. (Bunu duyan Peygamber) ayağa kalkarak buyurdular ki; Bana bir grubun şöyle böyle dedikler haberi gelmiştir. Andolsun Allah’a ben onlardan daha iyi ve daha takvalıyım.316[316] Onlar şöyle dediler; Ey Allah’ın Resûlü, acaba bizden birisinden meni döküldüğü halde Minaya mı gitsin? (eşiyle cinsel temasta bulunarak) Peygmaber (s.a.a) evet diye buyurdular.317[317]

Peygamber tarafından umre-i temettünün tebliğ şeklini özeti yukarıdakilerden ibaretti. Şayet hiçbir hükmün tebliği Peygamberle ümmeti arasında bu hüküm kadar söz alış verişine sebep olmamıştır. Bu açıklıkla bu hüküm öyle bir şekilde konu edildi ki; bu hükmü kimsenin unutması mümkün değildir.


PEYGAMBERDEN SONRA UMRE
Peygamber (s.a.a) Efendimizden sonra Ebu Bekir halife oldu. O haccı temettünün yerine haccı müfredi yaptı. Yani cahilliye dönemindeki Kureyş’liler gibi umre temettüsü olmaksızın hac ibadetini yaptı. Ama diğerlerine karışmıyordu. Ondan sonra Ömer halife oldu. O da haccı müfredi yaptı. Ama Ömer’in etkinlik ve gücü çoğalınca, Müslüman’lara hac aylarında sadece haccı müfredi yapmalarını ve umreyi de hac aylarının dışında yapmalarını emretti. Ömer tarafından Basra’ya vali olarak atanan Ebu Musa Eş’ari Basra ahalisi ile hac için Mekke’ye gelmişti. Onun kendisi meseleyi şöyle anlatıyor; Hacer-ül Esved ve Hz. İbrahim’in makamının yanında halka hac hükümlerini açıklarken, birisi gelip yavaşça şöyle dedi; Fetva verme, çünkü halife Ömer hac amellerinde değişiklik yaptı. (bunun üzerine ben halka şöyle) seslendim; Kime fetva verdiysem el çeksin. Emir-el Müminin size geldiğinde konuyu ondan soracak ve ona itaat edeceksiniz. Ömer geldiğinde ben şöyle dedim; Ey müminlerin emiri; hac amellerinde icat ettiğiniz bu şey nedir? Ömer sinirlenerek dedi ki; Eğer Kuran’a amel etmek istiyorsak, Kuran haccı tamamlamağa emretmiştir. Öyleyse sizler hac ile umreyi birbirinden ayırınız. Haccı hac aylarında ve umreyi de hac aylarının dışında yapınız. Çünkü Kureyş’in baharı yoktur. Onların baharı insanların etrafından yılda iki defa Mekke’ye gelmeleridir ki; bu vesileyle onların yaşamı düzen ve rahat içerisine girmiş olur.

Hz. Emir-ül Müminin Ali (as.) Ömer’e şöyle buyurdu; Peygamber hac ile umreyi birleştirdi. Halife bu sözün mantıklı olduğunu ve kendisinin ise bu söze bir karşılık bir cevabı olmadığını görünce, diğerlerinin de bu sözü söyleyerek itiraz edeceklerinin zannına kapılarak, mecbur kalmış ve zora başvurarak şöyle demiştir. Bu benim emrimdir. Peygamber zamanında helal olan iki mutayı ben yasaklıyorum ve amel edeni de cezalandıracağım. Bunlar, kadınlar mutası ve temettü haccının umresidir.318[318]

Ehl-i Sünnet mektebinin Ömer’in rey ve sözünü tasdik ve doğrulamak için naklettikleri ‘Peygamber haccı mufredi yapın emrini verdi’ türünden rivayetlerin uydurma olduğu Ömer’in bu sözünden açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Bu konuda Hz. Ali kısa ve anlamlı sözüyle şunu açıklamış ve ispatlamış oldu ki; İslam’ın hakiki ve gerçek hükmü başka bir şeydir, halifenin içtihadı ise başka bir şey.

Ama bunlara rağmen, halife sinirli ve öfkeli bir tabiata sahip olduğu için kimse onun karşısında konuşmaya cesaret edemiyor ve onun emrinin tersine amel etmiyordu. İşte bunlardan dolayı İslam Peygamberinin buyurduğu haccı temettü ortadan kalkmış oldu. O zamandan sonra kim hacca gidiyordu ise, haccı mufred yapıyor ve haccı temettünün umresini yapmıyordu.

Ömer’in zamanı tamam oldu ve ondan sonra Osman halife oldu. Onunla Ebu Bekir ve Ömer’in sünnetine binaen biat ettikleri için, o da aynı şeyi uyguladı. Ama ikinci halife gibi bu konu üzerinde öfkeli, hassas ve sıkı değildi. Özellikle halifeliğinin ikinci yarısında ona karşı muhalefetler çoğaldığı için itiraz etme zeminesi bulunmuş oldu.

Hz. Ali (as.) İslam için bu fırsattan yararlanarak haccı temettünün umresinin hükmü hakkında onunla tartıştı.

Abdullah b. Zübeyr şöyle diyor; Hac günlerinde Osman ve Şam ehlinden bir grup Cuhfede idi. Söz umre temettüsünden açıldı. Osman şöyle dedi, Umreyi hac aylarından yapmayınız. Allah’ın evini yılda iki defa ziyaret etmek için umreyi geciktirmeniz daha iyi olur. Bu esna da müminlerin emiri Hz. Ali (as.) sahra da develerini otlatırken halifenin bu sözü O’na ulaştı. Bunun üzerin Hz. Ali (as.) gelerek halifenin karşısında durup şöyle buyurdu; Allah Resûlünün bıraktığı sünneti ve Allah’ın Kuran’da kullarına izin verdiği ibadetimi nehyediyorsun? Daha sonra Hz. Ali (a.s) oracıkta herkesin gözü önünde haccı temettü umresinin ihramına girdi ve Peygamberin emrettiği gibi hac ve umre için ikisine birden Lebbeyk dedi. Osman burada aşağı düşünce halka dönerek şöyle seslendi. Ben nehyetmedim sadece görüş bildirdim. İsteyen amel etsin ve isteyende terk etsin...319[319]

Başka bir rivayette şöyle naklolunur; Ali ve Osman hac ibadetini yapıyorlardı. Yol arasında Osman temettüden nehyetti. Hz. Ali (as.) şöyle buyurdu, Osman binerken sizlerde bininiz. Daha sonra Hz. Ali gelerek onların önünde umre için Lebbeyk dedi. Onun ashabı da böyle yaptılar. Osman onları nehyetmedi, daha sonra Hz. Ali (a.s) Osman’a şöyle dedi, Duyduğuma göre sen Umreden men ediyormuşsun? Osman, evet diye cevap verdi. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu; peygamberin umre için Lebbeyk dediğini duymadın mı? Osman, evet işittim, diye cevap verdi.320[320]

Başka bir rivayette şöyle naklolunmuştur; Hz. Ali ve Osman Asfan’da karşılaştıklarında, Osman Umre temettüsünden men ediyordu. Bunun üzerine Hz. Ali (as.) şöyle buyurdu; Acaba Allah Resulünün yaptığı bir işimi nehyediyorsun? Osman, bizi bırak dedi. Hz. Ali ise seni bırakamam diye cevap verdi ve sonrasında hac ve umre için Lebbeyk dedi.321[321]

Hz. Ali bu yöntem ve bu şekilde unutulmaya ve terk olunmağa yüz tutulan bu İslam hükmünü İslam-i topluma geri getirdi ve tahrif olunan İslam hükmünün gerçeklerini Müslümanlara aşikar etmiş oldu. Bunlardan sonra kendi hilafeti zamanında rahat bir şekilde, karşısında engel olmaksızın bu şekilde amel ediyordu.

Ama o Hazretin şahadetinden sonra, Şam’da kendisi halife zanneden Muvavi’ye Peygamberin sünneti karşısında ilk üç halifenin sünnetini ihya etmek için gayret ve çaba sarfediyordu. Muaviye’nin çirkef çabaları hac konusunda da olmuştur. Zira O, bu meselede de haccı umreden ayırmak istiyordu. Ama Hz. Ali’nin açık ve net beyanatları bazılarının, Muaviye’nin sünneti nebeviyi unutturma ve Ebu Bekir ve Ömer’in sünnetini ihya etme çalışmalarına itiraz etmelerine ve aksine tebliğatlarda bulunmalarına sebep olmuştur.

Örneğin; Sad b. Vakkas umre ile haccı birlikte yapmıştır. Ama Muaviye’nin memuru Zehhak b. Kays, Allah’ın hükmünü bilmeyenden başkası hac ve umreyi birleştirmez demiştir. (Bunun üzerine) Sad ona şöyle demiştir. Kardeş oğlu kötü konuştun. Zehhak, Ömer b. Hattab’ın onu nehyettiğini söyledi. Sad ise şöyle cevap verdi. Peygamber böyle yaptı ve biz onunla birlikte hac ve umreyi beraber yaptık.322[322] Oysa daha o zaman bu Muaviye kafirdi.

Yukarıdaki örnekte önemli olan nokta şudur ki; Muaviye’nin sözü ve emri karşısında bu şekilde cesaretle Allah’ın hükmünü açıklayan Sad Vakkas, Ömer’in döneminde Medine’den Mekke’ye hacca gidip, dönen ve Peygamberden bir hadis dahi nakletmeyen Sad Vakkas’tır. Onun Muaviye karşısında ki bu cesaretinin zeminesi Hz. Ali’nin sünneti Nebevi karşısındaki hizmet ve takındığı üslubundan doğmuştur.

Eğer Hz. Ali, Ömer’in karşısında Peygamber Efendimizin sünnetini söylemeseydi, Ömer’de mecbur kalıp, Peygamber hac ve umreyi beraber yapıyordu ama ben yasaklıyorum demezdi. Ondan sonra, Hz. Ali, Osman’ın karşısına dikilip İslam’ın asıl hükmünü beyan etmeyip, hac ve umre için Lebbeyk demeseydi halifeler karşısında Allah ve Resulünün hükmünü kim söylemeye cesaret edebilirdi?

Hz.Ali (a.s) bu hizmet ve gayretleri, Peygamberin sünnetini kendi kafalarınca değiştirmek isteyenlerin hedeflerini gırtlaklarında bırakmıştır. Elbette Ehl-i Sünnet kaynaklarında halifelerinin hedefleri doğrultusunda uydurma rivayetler naklolunmuştur. Örneğin, Hz. Ali (as.) güya oğluna demiştir ki; Evladım haccı mufred yap. Yani bir yolculukta umre ile haccı birlikte yapma.

Bu tür rivayetlerin düzmeceliğine en açık delil, daha önce naklettiğimiz bu konudaki Hz. Ali’nin tavır ve buyruklarıdır. Zira O Hazret bu tür düzmecelerin tam aksini söylüyor ve amel ediyordu.

Umrenin haccı temettü ile birlikte yapılmasını, öngören Ehl-i Sünnet kaynaklarındaki rivayetleri ve bu konuyu inceledikten sonra şunu açıkça anlayabiliyor ve görüyoruz ki; Ehl-i Sünnet arasında bazılarının özellikle de Vahhabilerin umre ile haccı bir arada yapmalarına bu konudaki hadisler ve o hadislerin ve bu amelinde günümüze kadar bu şekliyle bizlerle ulaşmasına, Hz. Ali (as.)’ın hizmet ve sünnet için göstermiş olduğu gayretleri sebep olmuştur.

Bu konu bizlere açıkça şunu gösteriyor ki; Peygamberin sünnetini öğrenmemiz gereken en yakın adres Ehl-i Beyt imamları ve Onların başlarında olan ilim şehrinin kapısı Hz. Ali’dir. Bu adres ve yolun dışında sünnete ulaşmak isteyen, serap gören kişi hükmündedir.
EHLİ SÜNNETTE MATEM VE AŞURA
Hicretin 50. Yılında, İmam Hasanın şahadetinden sonra, Iraktaki Şialar İmam Hüseyin’e mektuplar yazarak Muaviye’yi Müslümanların liderliğinden azletmesini istediler. Ama İmam Hüseyin Muaviye ile aralarında bir anlaşmanın olduğunu ve onu bozamayacağını bildirdi.

Muaviye yirmi yıl hükümeti boyunca, kendisinden sonra rezil, alçak ve tüm İslam-i ve İnsani değerlerden yoksun olan oğlu Yezidi başa getirme tasası ve planı içerisindeydi. Muaviye bu işiyle sadece İmam Hüseyin’le kendi arasında olan anlaşmayı bozmuş olmuyor. Bunun yanı sıra Ehli Sünnetin inanç ve itikadına ters düşen bir fiilide yapmış oluyordu. Zira Ehli Sünnete göre halifelik şura’ya bırakılmalı, maslahat ve takvada halife olmanın şartlarındandır. İslam tarihini geniş bir şekilde incelediğimizde İslamın omurgasına indirilen darbe ve İslam’da yapılan feci cinayetlere ilk imza atanın Muaviye olduğunu görmek mümkündür. Zira Muaviye’den sonraki Emevi, Abbasi ve Osmanlı halifeleri Muaviye’nin icat ettiği ve imza attığı yolu izlemiş ve bu vesileyle bir çok fitnelere, fesatlara ve cinayetlere sebep olmuşlardır.

Hicretin 60. Yılında kral Muaviyenin ölümünden sonra Yezid hükümeti ele aldı. Yezidin sarayı bütün fesatların, fücurların günah ve fehşaların merkezi haline gelmişti. Bütün Müslüman grupların itirafına göre o halkın karşısında açıkça içki içiyor, gece ziyafet ve oturumlarında anlamsız ve İslam inancına ters düşen Cahili ye şiirleri okuyan ve aşırı içkiden kendisini kaybediyordu. Bunlarda hiç de şaşılacak şey yoktur. Zira tarihçilerin de itirafına göre Nasrani birisinin kontrolü altında eğitilen birisinden ne beklenebilir ki!

Naklolunan rivayetlere göre o bir gün Cuma namazını Çarşamba günü ve sabah namazını da dört rekat olarak kılmıştır. Zira o sabah içkili ve sarhoş bir halde seccadenin başına geçmiştir. Yezidin hayatında bu tür rezalet ve siyah lekeleri görmek fazlasıyla mümkündür. Konumuz bu olmadığı için sadece işaret etmeği yeterli gördük.

İşte bu dönemde, daha yıllar önce İslam-ı yıkmak veya mesirinden uzaklaştırmak için atılan temeller Yezid ve hükümeti tarafından hedefine ulaştırılmak istenince, İmam Hüseyin yok olmağa yüz tutmuş ve mesirinden uzaklaştırılmış Muhammed-i İslam-ı asıl mesirine oturtmak için kıyam etmeyi bir zaruret görmüştür.

Bilindiği üzere Aşura günü (muharremin 10’u) Resulü Ekremin kızı Hz. Fatıma ve Hz. Alinin oğlu imam Hüseynin Kerbelada 72 yandaşı ile beraber hünharca şehit edildiği gündür. Böyle bir günde her Müslümanın Peygamber evladının katlediliş ve hunharca-canice öldürülmesi ardından matem tutması ve bu vesileyle o Hazreti, hedeflerini ve vermek istediği mesajlarını yaşamak ve yaşatması olağandır. İşte bu sebeplerden dolayı Caferilerin Peygambere ve Ehlibeyte olan muhabbet ve aşkları, onları Ehlibeytin umumen ve Hüseynin ise hususen şahadet yıl dönümlerinde matem tutmağa sebep göstermiştir. Hatta Hindistan’da yaşayan putperestlerden bazı grupları dahi bu yaslı günü matemli geçirirler. Ama ne yazık ki, Hz. Hüseyin Peygamber efendimizin torunu olmasına rağmen ve Peygamberimizin de aşırı derecede sevgisine mazhar olmasına rağmen hatta ve hatta Ehli Sünnet kaynaklarında matem hadislerinin yer almasına rağmen onlar bu günü matem değil de bir bayram günü bilmektedirler. Matem günü bilmedikleri gibi de Muharrem aylarında Ehlibeytin ve Hüseynin acısı anısına yas ve matem tutan Ehlibeyt aşıklarıyla alay etmiş onların matemlerine asılsızlık nispetleri vermişlerdir.

Onlar asıl matem günleri olan muharremin ilk onu günü sevinçli ve neşelidirler. Kısaca Ehl-i Sünnetin görüşü şunlardan ibarettir; Muharrem ayının 10. Günü aşure pişirmek çok faziletli ibadetlerdendir. O gün eve ufak-tefek yiyecek alınır ise bir yıl boyunca o eve bereketten başka bir şey girmez. O gün fakir fukara sevindirilir. O gün gusledilirse bir yıl boyunca ufak-tefek hastalıklardan korunmuş olurlar. Hatta Mekke ve Medine’de ve bu bölgelerin civarlarında yaşayan bazıları aşura günlerinde birbirlerini bayram unvanında tebrik ederler. Bu günü sevinçli ve bayram günü olarak geçirenler şunu unutmasınlar ki; yüzyıllar önce aşura günü Yezid’in sevinç ve mutluluğuna şerik olmuşlardır.

Emeviler Birinci aşamada önlerinde olan en büyük engel Hüseyin’i, ortadan kaldırmaktan başka bir şey düşünmüyorlardı. Zira Hüseyin varlığı onların korkulu rüyası ve kabusu olmuştu. Yezid ve dolayısıyla Emevi’ler birinci aşamada bu hedeflerini gerçekleştirdikten sonra, gerçek kimliklerinin ortaya çıktığını görünce ve halkın hakikatleri öğrenip de başkaldırmaları endişesinden dolayı ikinci aşama ve taktiğe başvurdular. O da şudur; Yezid, Ubeydullah b. Ziyad ve Ömer Sa’d’a sitem etmeye başladı; Allah onları kahretsin ben Onlara Hüseyin’i öldürün diye emretmedim ki; ben Hüseyin’i yakalayıp bana getirin diye emrettim. Yezid’in bu planı da tutmadı. Bu arada halk Hz. Zeyneb ve Hz. İmam Zeynel Abidin’in ateşli konuşmaları neticesinde gaflet uykusundan uyanmış ve gerçekleri tüm çıplaklığıyla görmüş oldular. Dolayısıyla Emevi’lerin Peygamber zürriyesine yaptıkları insanlık tarihinin de bir leke olarak onların alınlarında kalacaktı.

Emeviler o lekeyi temizlemek ve olanları özellikle ‘aşura’ gününü unutturmak için o günü mukaddes bir bayram günü göstermeye çalışmış ve bu uğurda bir sürü düzmece hadis uydurmuşlardır. O hadisleri doğru bilerek nakledenlerde şunu unutmasınlar ki; Emevilerin düzen ve planlarına hizmet etmektedirler. Bugün Aşuranın mukaddes, sevinç, neşe ve bir bayram günü olduğunu varsayan sözlerin tümü o çirkef planın bir kalıntısıdır.

Ehl-i Sünnetin bu günü bayram olarak kutlaması birbirlerine tebrik arzetmeleri kendilerine göre şu sebeplerdendir.

‘O gün yerin ve göğün yaratılması, Hz. Adem’in tevbesinin kabul edilmesi, Hz. Musa’nın Firavun’un şerrinden kurtulması, Firavun’un helak olması, Hz. İbrahim’in dünyaya gelmesi, Hz. İbrahim’in ateşten kurtulması, Hz. Eyyüb’ün hastalıklardan şifa bulması, Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulması ve Hz. Nuh’un gemisinin karaya oturması vb... Daha önce de belirttiğimiz gibi bu tür rivayetler Ben-i Ümeyye tarafından, Kerbela kıyamının ve O günün matem havasından çıkıp bayram havasına dönmesi hasebi ile uydurulmuş olan düzmece rivayetlerdir.

Faraza bizim uydurma ve düzmece diye nitelendirdiğimiz rivayetler doğru dahi olsa, bu tür rivayetlerin hiçbirisi o günün bayram olması anlamına gelmez. Yine bu rivayetleri doğru varsayalım ve o günde İmam Hüseyin’in mel’un Yezid’in emri ile canice katledildiğini tarih göstermiştir. Öyleyse Hz. Hüeseyin’den sonra matem günü olması doğal değil midir? Acaba o gün Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fatıma hayatta olsalardı ve o gün bu olaylar gerçekleşmiş olsaydı onlar o günü bayram olarak kutlarlar mıydı?

Burada isterseniz konuyu biraz daha açalım. Varsayalım ki insanın bir çocuğu herhangi bir ayın beşinde dünyaya geldi. Anne ve baba doğal olarak her o ayın beşi olduğu zaman tebrikleşir veya o günü daha bir sevinçle geçirirler. Bu her yıl böyle olur. Daha sonra o ayın beşinci günü diğer bir çocukları ölür ise gelecek yılda aynı doğum günü sevincini paylaşırlar mı? Artık o günde öz evlatlarının ölümünü görmüşlerdir. Dolayısı ile sevincin yerini hüznün olması gayet doğaldır. Ama ne yazık ki, insan bunu üzülerek söylemek zorunda kalıyor ki; matem günü olması gereken günü çokları bayram diye kabullenmiş, kabullenmezse bile o günde matem adına kılını bile oynatmamıştır. Örneğin; Ehl-i Sünnet Emevileri taklit edip Ehl-i Beytin imamet ve vilayetlerini kabullenmedikleri veya ayrı bir tarzla söyleyecek olursak Şiaları sevmediklerinden dolayı bu günü matem olarak değil de bayram olarak kabul etmişlerdir.

Bu günü bayram olarak kabullenmeyen sözde bazı Ehl-i Beyt dostları da bu günü diğer günler gibi normal olarak geçirmişlerdir.

Oysa bütün hadis kaynaklarında özellikle de Ehl-i Sünnet kaynaklarında, Hz. İmam Hüseyin’in şehadeti münasebeti ile ilgili matem hadisleri mevcuttur. O hadislerden bazıları şu unvanlar altında genelleme olarak şunlardan ibarettirler; Cebrail’in, Hz. Hüseyin’in şehit olacağı haberini Peygambere vermesi ve Kerbela toprağından bir miktar Peygambere getirmesi hakkında 17 hadis nakletmişlerdir. Hz. İmam Ali (as.)’ın İmam Hüseyin’in şahedetini önceden haber vermesi hakkında 6 hadis, Resulullah’ın emri ile İmam Hüseyin’e yardımın vacip oluşu hakkında bir hadis, Resulullah’ın İmam Hüseyin’in katillerini lanetledikleri hakkında da 8 hadis, Peygamberin Kerbela toprağından Ümmü Seleme’ye vermesi hakkında 5 hadis, Cin taifesinin Hz. Hüseyin’in mateminde ağlaması hakkında 5 hadis, o gün gökyüzünün kararması, gökten kan yağması, şafağın kızarması, Yezid askerlerinin yiyeceklerinin toprak olması, Beyt’ul mukaddes, Şam, Horasan, Kufe’nin dar-ul emmaresinin duvarından kan kaynaması hakkında toplam 26 hadis nakletmişlerdir.

Biz bu tür hadislerden sadece bir kaçını nakledeceğiz;

Ahmed b. Hanbel kendi müsnedinde şöyle nakleder;

‘Hüseyin öldürülmesinde gözleri yaşlanan veya bir damla göz yaşı dökene, Hak Teala cennete yer verir....’323[323]

Tefsir-i Taberi’de ‘Gök ve yer onların ardından ağlamadı’324[324] ayetinin tefsirinde şöyle naklolunmuştur; Hüseyin İbni Ali öldürüldüğünde gökyüzü ağladı ve onun ağlaması onun kızarmasıydı’325[325]

Salebi kendi tefsirinde bu rivayeti Suddi’den şu şekilde nakletmiştir;

‘Hüseyin öldürüldüğü günler (gökten) bize kan yağdı.’326[326]

İbni Hacer Hafız Ebu Naim’den şöyle rivayet eder; ‘Hüseyin öldürüldüğünde gökyüzü kan yağdı. Sabahladığımızda bizim saksı ve testilerimiz kanla doluydu.’327[327]

İbni Esir Şafii ‘Kamil-ut Tevarih’ de şöyle rivayet ediyor;

İmam Hüseyin katlinden sonra iki veya üç ay güneşin doğuşundan yükselişine kadar halkın duvarları kana bulanıyordu.328[328]

İbni Hacer, Sevaik-ul Muhrika da şöyle nakleder; Hüseyin öldürüldüğü gün gündüz vakti yıldızlar gözükürcesine hava kapkaranlık oldu. Hüseyin’in kesik başını İbni Ziyad’ın evine getirdiklerinde o evin duvarlarından kan akmaya başladı. O gün olan esrarengiz şeylerden biriside, o gün hangi taş yerinden kaldırılsaydı altında taze kan görülüyordu.329[329]

İbni Cevzi Hanbeli, İbni Sirin’den şöyle rivayet eder; ‘Hüseyin’in öldürülmesinden sonra dünya üç gün boyunca karanlık oldu.’330[330]

Tefsir-i Salebi’de İbni Sirin’den şöyle rivayet olunur, Hüseyin katloluncaya kadar şafaktaki kızıllık yok idi.331[331]

Celaleddin Suyuti Durrul Mensur adlı tefsir kitabının c.5, s.749’da şöyle nakleder. ‘Hüseyin öldürülünce gökyüzünün derinlikleri dört ay boyunca kızıllaştı.’

İbni Cevzi Hanefi bu tür rivayetleri naklettikten sonra şöyle diyor; Kızıllığın meydana gelmesindeki hikmet şundan ibarettir; Bizim gazap ve öfkemiz yüzümüzün kızarmasında tesir etmektedir. Allahu Teala cismiyyetten münezzeh olduğu için, onların (Hüseyin katillerinin) günah ve kusurlarının büyüklüğünü belirtmek için gazabını ufuktaki kızarıklıkla semaya yansıtmıştır. 332[332]


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin