İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə18/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   50

80-Hicretin onuncu yılında zilhecce ayının on sekizinde, ‘Ey Peygamber Rabb’inden sana indirileni tebliğ et’359[359] ayeti nazil oldu. Bu ayete göre Allah Peygamber Efendimizi böyle bir günde camianın gelecekteki imamı ve liderini tayin etmesi ile memur kıldı. Peygamberde on binlerce hacının huzurunda uzun bir hutbeden sonra Hz. Ali’yi, kendisine halife unvanında kendi ümmetine tanıttı.

81-Gadir-i Hum hadisi, İslam’daki mütevatir hadislerdendir. O münasebeti ve o münasebette ki Peygamber Efendimizin ‘Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır’ hadisini 110 tane sahabe ve 89 tane de tabiun nakletmiş ve Ehl-i Sünnetinde 356 tane alimleri kendi kitaplarında bu meseleye yer vermişlerdir.

82-İslam Peygamberi kendisinden sonraki halifeyi tayin etmekle İslam düşmanlarının, Peygamberden sonra İslam nurunu söndürme planlarını boşa çıkarmış oldu. Onlar böylelikle bu planlarının icrasında ümitsiz oldular.

83-Peygamberin vefatından sonra halifenin tayin meselesi sahabenin zihninde meşru bir usul ve zaruri görülmekteydi. İşte bunun için ikinci halife birinci halifenin ve üçüncü halifenin de ikinci halifenin oluşturduğu şura vesilesi ile seçildi. Ama Şiada bu inanç farklıdır. Şiaya göre halife, içinde ve kararında hata ihtimali olabilecek bir önceki halifenin veya şuranın vesilesi ile seçimle değil de ilahi nasla gerçekleşmelidir.

84-Peygamberden sonra ki, imam veya halifenin vazifeleri şunlardan ibarettir. Kuran’ı Kerimin mefhum ve manalarını beyan etme, şer’i hükümleri açıklama, camianın her türlü hurafeden ve inhiraftan arındırılması, dini ve akidevi sorulara cevap vermesi, İslam düşmanları karşısında İslam-i hudutları koruma, camiada adaleti icra edip kökleştirme vb.. işte bunun için böyle bir şahıs Allah’ın has inayetinin gölgesi altında olmalı ve Allah’ın gaybi eğitimi ve terbiyesi ile Allah tarafından böyle bir makama nail olmalıdır.

85-Yukarıdaki hassas, önemli ve tehlikeli vazifelere göre, imamında Peygamber gibi her türlü hata ve günahtan masum olması gerekir. Nitekim, Tathir ayeti ve sakaleyn hadisi de Ehl-i Beyt imamlarının masumluğuna en büyük delildir.

86-Peygamberin vasileri on iki kişidir. Buna dair Ehl-i Sünnet kaynaklarında ‘isna aşer’ (on iki) halife tabiri zikrolunmuştur. Bunun yanı sıra Peygamber gibi, her imam kendisinden sonraki imamı tayin etmiştir. Onların birincisi Emir-ul Müminin Ali b. Ebu Talib ve sonuncusu da zamanın imamı Hz. Mehdi Hüccet b. Hasan Askeri’dir.

87-Risaletin hanedanı olan Ehl-i Beytin muhabbet ve meveddeti Kuran’ın bir aslı ve İslam’ın farzıdır. Bu hanedanın ilmi ve ameli kemallerine tabi olmak insanın tekamülüne ve terakkisine sebep olur.

88-Peygamberin hanedanından olan İmam Mehdi’nin ahir-uz zamanda yeryüzüne adaleti yaymak için zuhur edeceği İslam’ın kesin bilinen inançlarından birisidir. Ehl-i Sünnet ve Şia kaynaklarında ki konu etrafındaki hadisler buna delalet eder.

89-Bu cihani ıslahçının tüm özellikleri rivayetler de naklolunmuştur. Bazı fırkaların ihtilafı onun varlık ve vücudunda değil de, dünyaya gelip gelmediğindedir.

Bazı fırkalar onun dünyaya gelmediğini ve ahiruz zaman da geleceğini söylemişlerdir. Ama Şiaya göre, O hazret hicretin 255. yılında on beş şabanda İmam Hasan Askeri’nin evinde Nercis hatundan dünyaya gelmiş ve bu güne kadar da hayatta olup zuhur ve kıyam için ilahi emri beklemektedir.

90-İlahi evliya ve veliler iki kısımdır. Zahirde olup da gözle gözükenler ve gaipte olup da gözle gözükmeyenler. Kuran’ı Kerim Kehf süresinde Hz. Musa ve Hz. Hızır’ın görüşme meselelerinde her ikisinden de söz etmiştir. Hz. İmam Mehdi (as.) gaybet döneminde Allah’ın gaip evliyalarındandır.

91-İmam Mehdi (as.)’ın bir takım vazifeleri gaybet döneminde şartlara haiz olan fakihlere bırakılmıştır. İnsanların o Hazretin zuhurunun bereketinden mahrum olmaları, O Hazretin gaybetini kaçınılmaz ve mecburi kılan sebeplerdir. Onlardan sadece bir tanesi insanların yeterli derecede zeminesi ve salahiyetinin olmayışıdır.

92-İslam’dan önce, geçmişteki bazı Peygamberlerin gaybetinden dolayı İmam Mehdi’nin gaybeti de şaşkınlık yaratmamalıdır. İmam Mehdinin gaybetinin sırlarından bir tanesi şudur; O tüm dünya insanlığının adaleti kabul ve icra etme ve buna hazırlıklı oldukları bir dönemde zuhur edecektir. Zira insanlığın zeminesi olmadan zuhur ve kıyam ederse vermesi gereken semereleri vermemiş olur.

93-İmamın varlığı yüce Allah’ın büyük lütuflarından birisidir. Eğer insanlar onu olduğu gibi kabullenseler, ondan mutlak bir kemalde faydalanacaklardır. Buna göre insanların ondan mahrum kalmalarının unsuru insanların kendisinden kaynaklanmaktadır. Elbette şunu unutmamak gerekir ki; O Hazret gaybet döneminde de bulutun arkasındaki güneş misali bereket ve semerelere haizdir.

94-İmam Mehdi (as.) hicretin 255. Yılında dünyaya gelmiştir. Dolayısıyla O Hazretin on bir asırdan fazladır ömrü geçmektedir. Böyle bir ilahi hüccetin ömründen bu kadar geçmesine rağmen hayatta olması Allah’ın sonsuz ve nihayetsiz kudretinden kaynaklanmaktadır.

95-O Hazretin zuhur zamanı kıyamet gibi hiç kimse tarafından bilinmemektedir. Ama, O Hazretin zuhur alametlerinin bir çoğu rivayetlerde naklolunmuştur.

96-Ölümden sonraki hayata inanmak bütün semavi dinlerin ortak inancıdır. Zira hesap gününe inanç olmayan bir dinin mefhumu olmaz. Bu akide ve inancın öneminden dolayı, Kuran’ı Kerim’deki ayetlerin büyük bir bölümü bu konu hakkındadır.

97-Allah’u Teala mutlak hak olduğu için O’nun fiili de her türlü abeslikten uzak olup kendisi gibi mutlak hak olmalıdır. Bu kaideye ve insan yaratılışının ebedi hayat olmaksızın boş ve abes olacağına göre, meadın zaruriyeti ve gererliliği ortaya çıkmaktadır. Zira İlahi adalet iyi ve kötü insanlar için gelecekte böyle bir günü gerektirmektedir.

98-Kuran mead etrafındaki mevcut şüphelere bazen Allah’ın mutlak ve sonsuz kudreti ile bazen insaların ilk yaratılışını mead yeniden hayat buluşun nişanesi olarak ve bazen de insanların dirilişini baharda zeminin dirilişine benzeterek... cevaplar vermiştir.

99-İnsanların kıyametteki meadı hem cismi ve hem de ruhidir. Şöyle ki; ahiret aleminde insan, bir takım ceza veya mükafatlara şayan olacaktır ki; bu ceza ve mükafatlar beden olmadan mümkünleşmez. Aynı zamanda bir takım ceza ve mükafatlarda ruhi olacaktır. Yani, onların sadece insanın ruhi boyutu kabul edilebilir.

100-Ölüm insanın hayat ve yaşamının sonu değildir. Aksine insan ölüm ile sadece bu dünyadan başka bir aleme göç eder. Bunun yanı sıra dünya ve ahiret alemleri arasında ‘berzah’ denilen bir durak (alem) vardır. Bu aleminde kendisine özgü hayat tarzı nimeti ve azabı vardır.

101-Berzah hayatı ruhun bedenden ayrılmasıyla başlar. İnsan defnolunduktan sonra ilahi melekler vasıtası ile ondan sorgu sual sorulmaya başlanır. Berzah alemi müminler için ilahi rahmetin mazharı, münafıklar ve kafirler içinde azabın sunuluşudur.

102-Bir grup, bütün dinlerde olan mezkur mead inancı yerine tenasuha (reankarnasyon) inanmışlardır. Reankarnasyon İslam inancı ve mantığına göre batıl ve gayri mümkün bir şeydir. Böyle bir safsataya inanmak insanı mead inancından uzaklaştırır.

103-Geçmişteki bir takım ümmetlerin insanlık tabiatının değişmesi tenasuh şeklinde değildi. Aksine insanlar zahiri yüzlerinde domuza, maymuna... dönüşüyorlardı ama onların insanı şahsiyeti baki kalıyordu. İşte bunun için değişimin bir çok farkları vardır.

104-Kıyamet gününden önce süra iki defa üflenecek. İlkinde insanların tamamı ölecekler ve ikincisinde insanlar dirileceklerdir.

105-Kıyamette hesap gününe has bir üslupla bütün insanlar hesaba tabi tutulacaklardır. İnsanların ellerine verilen amel defterlerinin yanı sıra, onların dünyada yapmış oldukları iyilik veya kötülüklere çeşitli şekillerde şahadet edeceklerdir.

106-Kıyamette günahkarlar için olacak, şefaatçilerin şefaati İslam’ın asıl bilinen inançlarındandır. Buna delalet eden bir çok ayet ve İslam-i hadisler mevcuttur.

107-Allah’ın şefaat için izin verdiği şefaatçilerin şefaat talebinde bulunmalarının hiçbir sakıncası yoktur. Zira şefaat talebinde bulunmak insan hakkında dua etmeye benzer. Müminden birisi hakkında dua istemek ve etmekte Kuran’ın ve hadisin caiz bildiği ve buna davet ettiği bir ameldir.

108-Tövbe kapıları ölüm anının dışında her zaman Allah’ın kullarına açıktır. Tövbeye olan inanç şefaate olan inanç gibidir. Eğer tövbenin felsefesine, adabına ve şartlarına riayet olunursa, bu insanları günaha teşvik edip, rağbetlendirmez. Aksine tövbe kapısının açık olması insanı Allah’ın rahmetine nazaran ümitlendirir ve onun dönüm unsuru olabilir.

109-İnsan diğer alemde iyi veya kötü amellerin karşılığını görecektir. İnsanın yapmış olduğu kötü amelleri onun iyi amellerini yok etmez. Sadece birkaç halde, örneğin, murted olmak (dinden çıkma, dönme) vb. gibi hallerde insanın iyi amelleri yok olur.

Kuran bu konuda açıklık getirmiş ve bu meseleyi amellerin yok olması ismiyle nitelemiştir.

110-Cehennemde ebedi olarak kalmak sadece kafirlere mahsustur. Ama mümin olup da nefislerden dolayı bir takım günahlara mürtekip olanlar, günahları miktarınca cezalarını cehennemde çektikten sonra bağışlanıp cehennemden kurtulacaklardır.

111-Kuran ve hadislerden anlaşılan cennet ve cehennemin şu an yaratılmış olmasıdır. Ama onun yeri ve mekanı insan tarafından bilinmemektedir.

112-İmanın asıl mekanı kalptir. Bir insana Müslüman söyleyebilmek için onun Allah’ın vahdaniyetine, kıyamet gününe, Peygamberin risaletine şahadet getirmesi ve Peygamberin getirdiklerine iman etmesi yeterlidir. Bunların tam karşısında ise kafirlik yatar.

113-Kalbi iman zuhur ettiği zaman veya onun aksine kendini göstermediği müddetçe eserini gösterir. Bunun yanı sıra insanın kurtuluşuna sadece kalbi inanç yetmez. Eğer iman amel ile birlikte olursa insanın kurtuluşuna sebep olur.

114-Üç temel inanç ve yasaya inanan her Müslüman’ı diğer bir takım meselelerde muhalif olsa bile tekfir etmek haramdır.

115-Bidat lügat’ ta önceliği olmayan yeni bir şey anlamına gelir. Istılahta ise, dinde olmayan bir şeyi dine nispet vermek ve dine mal etmek anlamındadır. Bir takım şeylerin dine nispet verilmesi, o şeyin meşruluğuna dair dini metinlerde genel veya hususi deliller olmadığın da ona bidat ismi verilir.

116-İnsan gerçek sahih inancını izhar edip açıklamak istediğinde, eğer onun malına, canına, namusuna ve haysiyetine bir zarar gelme ihtimali doğarsa, akıl yoluna ve Kuran’ın hükmüne göre asil ve sahih inancını gizleyip inancının tam tersini söyleyebilir veya yapabilir. Bu konu Şiada takiyye olarak bilinmektedir. Takiyye nifak ve iki yüzlülüğün tam karşısında ve onun zıddınadır. Zira takiyye imanı ve doğruyu gizleyip, küfrü ve yanlışı göstermektir ama nifak tam aksine imanı gösterip küfrü gizlemektir.

117-Bazı şartlarda takiyye etmek, vaciptir. Ama dinin aslının zarara ve tehlikeye gireceği yerlerde takiyye etmek haramdır.

118-İnsan hayatı ve yaşamı sebepler zincirine bağlıdır. Bu meselede tabii sebeplerle gaybi sebepler arasında hiçbir fark yoktur. Tevhit ehli olan bir insan sebeplere sadece vesile gözüyle bakmalı ve onların etki ve eserde bağımsız olduklarına inanmalıdır.

119-Allah’ın isimlerine ve salihlerin dualarına olan tevessül gaybi ve madde üstü sebeplerden birisidir. Kuran’ı Kerim bunu açıklıkla beyan buyurmuştur.

120-Allah’ın kesin mukadderatı değişmez. Ama şartlı ve muallak olan mukadderat değişebilir. Bu Şianın inandığı beda inancıdır. Bunun anlam ve manası Allah’ın tüm varlıkta sonsuz ve mutlak kudretine olan inanç ve insanın iyi veya kötü amellerinin Allah’ın takdiriyle onun hayatında tesir etmesinden başka bir şey değildir.

121-Geçmiş ümmetlerden bir grubunun ilahi iradeyle dünyaya dönmesi gibi, ahir-uz zamanda da bir grup bu dünyaya geri dönecektir. Bu Şia inancında olan ‘ricat’ (dönüş) akidesidir.

122-Peygamber Efendimizin, Bedir, Uhud, Ahzab ve Huneyn savaşlarında şehit olan sahabeleri ve Peygamberden sonra yaşayıp da O Harzerin hedefleri doğrultusunda yaşayan sahabeler Şia tarafından büyük bir ihtirama ve yüce bir değer sahiptirler.

Bunun yanı sıra sırf Peygamberi görmek ve onunla bir an beraber olmak sahabeyi adil kılmaz ve onu her türlü günah ve hatadan uzak tutmaz. Bu meselede tabiunda sahabeyle eşittir. Sadece Peygamberle beraber olmak yetmez aksine O Hazret ile beraber olup da O Hazretin yüce değer ve hedefleri doğrultusunda hareket etmek kişiye değer kazandırır.

123-Peygamberi ve O’nun Ehl-i Beytini sevmek Kuran ve Sünnete göre İslam’ın asıl inançlarından birisidir. Yıl boyunca Peygamber ve Ehl-i Beytini anmak bu muhabbetin gereksimidir. Bunun Kuran’da kökü olduğu için bidat olarak nitelemek doğru değildir.

124-Şehitlerin arkasından yapılan ağıtlar ve yas merasimlerinin felsefelerinden bir tanesi Hz. Yakub’a ve Uhud savaşında İslam Peygamberine uymaktır. Bunun yanı sıra özel gün ve münasebetlerde o şehitleri anmak onların mektebinin korunmasına ve bekasına vesile olur.

125-Dünyanın akıl sahipleri kendi değerlerini ve büyüklerini kültürel bir miras olarak korurlar.

Peygamberlerin evlerini değerli ve yüce tutmak Kuran’ın tekit ettiği konulardandır. Ashab-ı Kehf’in kabirlerinin kenarına bina ve mescit yapılması, şehitler ve salihlerin kabirleri kenarına mescit yapılmasının ve Onların yüceltilmesinin caizliğini gösterir. Nitekim Kuran’ı Kerimde Ashab-ı Kehf meselesinde bunu açıklamıştır.

126-Müminlerin, Peygamberlerin, salihlerin ve ilahi evliyaların kabirlerini ziyaret etmek Peygamberin emir verdiği İslam-i değer ve usullerdendir ve bunun yapıcı eserleri vardır.

127-Güvenilir ve adil ravilerin İslam Peygamberinden naklettikleri hadisler Şia alimleri tarafından kabul görmüşlerdir. Şianın fıkıh ve içtihadının temelini Allah’ın kitabı, Peygamberin sünneti, akıl ve icma oluşturur.

128-Ehl-i Beyt İmamlarından bizlere ulaşan rivayet ve hadislerin tamamı dolaylı veya doğrudan vahiy ilkesine dayanır. Zira Ehl-i Beyt İmamları bu rivayetleri (direk ve vesilelerle) Peygamberden duymuşlar veyahutta Hz. Ali’nin kitabından nakletmişler veya ‘muhaddes’ olma unvanı ile onları nakletmişlerdir.

129-Peygamber Efendimiz ve Ehl-i Beyt imamlarından naklolunan hadisler Şia alimleri tarafından maruf ve meşhur kitaplarda bir araya toplanmıştır. Onlar, Usul-u Kafi, Tahzib-ul Ahkam, Men la Yehzeruh-ul Fakih, İstibsar diye dört kitap olar bilinmektedir. Bu dört kitap Şianın en mühim içtihat kökeni olarak bilinmektedir.

130-Şia fıkhına göre içtihat kapısı ilk gününden bu güne kadar fakihlere açık olup asla kapanmayacaktır. Bunun yanı sıra onların içtihatları mutlak içtihattır, meşreb ve mezhep dairesindeki içtihat değildir.

131-Sahabenin sözü Peygamberin sünnetini naklettiği müddetçe değer ve itibar taşır. Ama Kuran ve sünnetten kendi anladığını naklederse bu diğer bir müçtehit için hüccet olmaz ve onu bağlamaz.

132-Her Müslüman’ın usulü dini delillerle ele getirmesi ve bunda yakin etmesi zaruridir. Ama Müslümanlar füru-u dinde bir müçtehidin fetvalarına uyabilirler.

133-Şia abdest alırken ellerini dirseklerden başlama kaydıyla yukarıdan aşağıya doğru yıkar, aşağıdan yukarıya doğru değil. Yine abdest alırken ayaklarını mesheder, yıkamaz. Şianın bu konulardaki delili Kuran’ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir.

134-Şia inancına göre secde tabii toprağa veya topraktan bitip de yenilmeyen ve giyilmeyen şeylerin üzerine yapılmalıdır. Tarihin şahadetine göre Peygamber Efendimizin döneminde bu şekilde yapılmaktaydı. Ama daha sonraki zamanlarda bu ortadan kaldırıldı ve bunun yerini halılara, kilimlere... secde etmek aldı.

135-Öğlen ile ikindi ve akşam ile de yatsı namazlarını ayrı-ayrı kılmak müstehaptır. Ama buna rağmen onları birleştirerek de kılmak caizdir. Nitekim bütün Müslümanlar hacda Arafat ve Müzdelife’de namazları birleştirerek kılarlar.

İslam Peygamberi de ümmetine rahatlık olsun diye defalarca hiçbir mazaret, sorun ve gerçek olmamasına rağmen namazları birleştirerek kılmışlardır.

136-Muta nikahı meşru bir evliliktir. Kuran muta nikahını meşrulaştırmış ve neshetmemiştir. Bu sünnet tarafından da böyle bilinmektedir. Sahabeden bazıları bizzat mutaya amel etmişlerdir.

137-Namazda elleri bağlamak doğru değildir. Namazları eli bağlı kılmak bidattır.

Ebu Hamid Said’inin Peygamberin namazının şekil ve keyfiyetine dair naklettiği rivayette elleri bağlamak görülmektedir. Bu rivayet, Peygamber döneminde ve O Hazretin sünnetinde böyle bir amelin olmadığını ve sonradan çıkarıldığını gösterir.

138-Ramazan ayı akşamlarındaki nafile namazları kılmak müstehaptır. Ama bu namazları cemaatle kılmak bidattır. Birilerinin yaptığı şahsi içtihat bu amelin cemaatle kılınmasını meşrulaştırmaz.

139-Her Müslüman’ın, Enfal süresinin 41. Ayetine göre kazancının humsunu vermesi lazımdır.

140-Müslüman fırkalar arasındaki, füru-u dinde olan bir takım ufak ihtilaflar onların İslam düşmanlarına karşı birlik ve vahdet içerisine girmelerine engel olmamalıdır. İlmi konferanslar, seminerler ve tahkiki müzakerelerle bu ihtilafları zamanla ortadan kaldırmak mümkündür.


ŞİA VE SAHABE
İslam’ın on dördüncü asrı tamam olmaktadır. İslam’ın ilk zamanından günümüze kadar olan bu uzun müddet sahih ve doğru İslam’ı ve hükümlerini öğrenmeyi güçleştirmiştir. İslam’ın sahih ve ideal değerlerini, Kuran ve Peygamberin süneti ve siresi dışında öğrenmek mümkün değildir.

Kuran’ı Kerim şöyle buyuruyor; ‘Sana kitabı indiren O’dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki; bunlar kitabın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir ve ilimde kökleşenler (yüksek payeye erişenler) bilir...’360[360]

Yukarıdaki ayetten anlaşılan şudur ki; Kuran’ı Kerimde fitnecilerin yararlanmak istedikleri, müteşabih ayetler mevcuttur ve bunların tevilini sadece Allah’u Teala bilmektedir.

Diğer bir taraftan da Allah’u Teala, Kuran’ı Kerimin tevil yolunu şu ayetle açıklamıştır; ‘İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kuran’ı indirdik.’361[361]

Allah’u Teala bu ayette Resulüne buyuruyor ki; biz bu Kuran’ı sen beyan edesin diye sana gönderdik. İşte bundan dolayı ki, içeriğinde müteşabih ayetlerde olan Kuran’ın tefsirini insanlar ancak Peygamberden öğrenebilirler. Kuran’ın tefsirinde salim bir şekilde öğrenmenin yolu Peygamberin siresini ve hadislerini iyi bir şekilde bilmekten geçer. Zira Allah Resulü bazen kendi ameli ile Kuran’ı tefsir ediyordu. Nitekim Kuran’ın emrettiği vakitli ve yevmiye namazları Allah Resulü ameli ile tefsir ve bayan etmiştir. Buna göre O Hazretin günlük kıldığı namazlar, Kuran’daki namaz hakkında ki ayetlerin tefsiridir. Buradan anlaşılan şudur ki; İslam’ı olduğu gibi doğru bir şekilde öğrenmenin, Peygamberin hadis ve siresinden başka bir yolu yoktur. Peygamber Efendimizin siresi ve hadisi de beraberce O Hazretin sünnetini oluşturmaktadır.

Peygamberin sünnetini de öğrenmek, Ehl-i Beyt ve sahabe de sınırlıdır. Bu ikisini dışında Peygamberin sahih sünnetini öğrenmek mümkün değildir.

Kuran’ı Kerim şu şekilde buyuruyor; ‘Çevrenizdeki bedevi Araplardan ve Medine haklından bir takım münafıklar vardır ki; münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onlar bilmezsin, biz biliriz onları...’362[362]

Allah’tan başka kimsenin bilmediği bu münafıklar, Peygamberin zamanında Medine’de olup, tamamı sahabeden hesap olunmaktaydılar.

Şia inancına göre sahabeler konuma çok büyük bir önem taşımaktadır. Nitekim onlar Kuran’ın tefsirinde İslam-i hükümler ve ilimlerde Peygamberin hadislerini ve siresini nakleden, açıklayan şahsiyetlerdir.

İşte bu sebeplerden dolayı, her Müslüman’ın İslam’ı sahih ve doğur bir şekilde öğrenmede köprü konumunda olan sahabeleri iyi tanıması ve bilmesi gerekir.

Peygamber Efendimizin sahabeleri, onların adaletlerinin mizan ve ölçüleri Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki ihtilafların en büyük ve önemlilerinden bir tanesidir. Zira Ehl-i Sünnet sahabenin tamamını adil bilmekte ve onlara karşı yapılan herhangi bir eleştiriyi kabul etmemektedirler.

Ehl-i Sünnete göre sahabe, Nevevi’nin de Müslim’in şerhinin mukaddimesin de zikrettiği gibi şöyledir; ‘Peygamberi bir an bile gören her Müslüman sahabedir. Ve bu kendi konumunda sahihtir. Buhari Ahmed b. Hanbel ve bütün hadisçiler bu g örüşe sahiptirler.’363[363]

Şia inancına göre, sahabelerin tamamı bir makam ve derecede olmayıp, hepsi adil değillerdir. Onlara itiraz etmek ve onları eleştirmek caizdir. Şianın bu inancına Kuran ve sünnetten deliller vardır.

Ama, bazı şahıslar bilerek veya bilmeyerek bir takım hedef ve gayeler doğrultusunda Şiaya saldırarak, onların sahabeye hakaret ettiklerini, sahabeyi tekfir ettiklerini ve sahabeye lanet ettiklerini söylemiş ve Şiaya iftirada bulunmuşlardır.

Bu yalan ve iftiradan başka bir şey değildir. Zira herhangi bir sahabeyi eleştirmek onu tekfir etmek anlamına gelmez. Eğer eleştiri sağlam ve inandırıcı delillere dayalı ise, peki öyleyse bu öfke ve iftira nedir?

Sahabenin içerisinde mümin olanlar vardır ki Allah’u Teala, Kuran’ı Kerimde onları övmüş ve şöyle buyurmuştur; ‘Andolsun ki; o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur.’364[364]

Allame Lütfullah Safi bu ayet hakkında şöyle diyor; Allah’u Teala övgüsü o ağacın altında Peygambere biat eden müminlere mahsustur. Ama (bu övgü) orada hazır bulunan Abdullah b. Übeyy, Avs .b Huli gibi münafıklara asla şamil olmamıştır.

Bu ayet biat etmeyenlerin tamamına şamil olmadığı gibi aynı şekilde, biat edenleri de akıbetlerinin hayırlı olacağına asla delalet etmez. Zira ayet sadece biat edenlerin biatine razılığa delalet etmektedir. Yani Allah bu biatı onlardan kabul etti ve onların da bu biatine mükafat verecektir anlamındadır. Ama onların bu biatı, Allah’ın onlardan ebedi olarak razı olması anlamına gelmez. Bu sözün delili Allah’ın Kuran’ı Kerimdeki şu buyruğudur. ‘Muhakkak ki; sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine şahitlik bozmuş olur. Kimde Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükafat verecektir.’365[365]

Eğer Allah’ın biat edenlerden razılığı ebedi ve daimi olmuş olsaydı, hakka biat edenlerden hiç kimse biatini bozmazdı. Aksi takdirde ayette geçen ‘Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur’ cümlesinin bir anlamı kalmazdı.

Sahabeler içerisinde öyleleri vardı ki; Peygamber onların kendi vefatından sonra murted olacaklarından ve kıyamette helak olacaklarından haber vermiştir.

Buhari kendi sahihinde Sehl b. Saad’dan şöyle nakleder; Peygamberin şöyle buyurduğunu duydum. ‘Ben sizden önce havuzun (Kevser) kenarında olacağım. Gelen herkes ondan içecek ve ondan içenler asla susmayacaklar. Doğrusu bana gelen bölükler olacaktır ki; ben onları tanıyorum onlarda beni tanıyorlar. Daha sonra ben ve onlar arasında ayrılık düşecektir. Ben onların benden olduğunu söyleyeceğim. Bana denilecek ki; Sen bunların vefatından sonra dinde ne gibi değişiklikler yaptığını bilmiyorsun. Bunun üzerine ben diyeceğim ki; benden sonra dinde değişiklik yapıp da murted olanlar Allah’ın rahmetinden uzak olsun.366[366]

Peygamberin birgün sahabesine şöyle dediği naklolunmuştur; Ben sizden önce havuza gideceğim. Bazılarını benim yanıma getirecekler. Onların yanına yaklaşmak istediğimde onlar benden uzaklaştırılacaklardır. Ben diyeceğim ki; Ya Rabb’i ashabım! Bana buyuracak ki; sen bilmiyorsun (bunlar) senden sonra ne işler yaptılar!’367[367]

Peygamber Efendimiz kendisinden sonra murted olanları, dini hükümleri değiştirenleri ve Allah’ın kelamını tahrif eden Yahudi ve Nasranilere benzetmiştir.

Ebu Said Hurdi Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu nakletmiştir; Doğrusu sizler (adım-adım) karış-karış geçmiş ümmetlerin sünnetlerine uyacaksınız. Onlar kertenkelenin oyuğundan (yuvasından) girseler bile, sizlerde onlara tabi olacaksınız. Dedik ki; ey Allah’ın Resûlü Yahudi ve Nasranileri mi diyorsun? Evet, kimler olacak diye buyurdular.368[368]

Sahabelerin içerisinde öyleleri vardır ki; Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur. ‘Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar.’369[369] Bu ayet Peygamber Efendimiz Cuma hutbesini okurken, Şam’dan gelen kervanı duyup da Peygamberi hutbe esnasında terk eden sahabeler hakkında nazil olmuştur.


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin