2. Kadının İtaatsizliği (Nüşuz)
Kavvamiyet ayetinin devamında seçkin ve saliha kadınların alçak gönüllülüğü ve sırdaşlığından söz edilmiş ve ardından erkeklere, başkaldıran ve itaatsizlik eden eşlerine karşı öğüt verme, yatakta yalnız bırakma ve dövmeden oluşan üçlü çözüm yoluna başvurmaları için müsaade edilmiştir.[1]
Bu hüküm de bazı açılardan aileyi yönetme meselesi ile ilgilidir ki bunu irdelerken iki soruyu gündeme getirerek bu sorulara cevap vermeye çalışacağız.
İlk soru: Bu ayette kadının kocasına itaat etme veya başkaldırması için hangi sınırlar belirlenmiştir?
Bu ayet kadının kocasına itaat etmesi konusunda birkaç işaret içeriyor. “Kanitat” sözcüğü, Arapçada itaat veya alçak gönüllülükle birlikte itaat etmenin devamı anlamına gelen “kunut” sözcüğünün türevidir ki, birçok tefsirde kadınların kocalarına itaat etmeleri şeklinde tefsir edilmiştir.[2] Yine aynı tefsirlerin bazılarında ve diğer bazı tefsirlerde, Allah’a itaat etme açıklaması da eklenmiştir. Ayetin ilk manaya delalet ettiğini kabul edecek olursak, ayetin bu bölümü kadının kocasına itaat etmesinin elzem olduğuna gerekçe gösterilmez; çünkü bunun farz olduğuna yönelik bir belirti söz konusu değildir.
Kadının itaatsizliği ve başkaldırması anlamına gelen “nüşuz” sözcüğü, kadının kocasına itaat etme meselesine işaret eden ayetteki ikinci işarettir. Bu sözcük için beyan edilen çeşitli anlamlara karşın itaatsizlik ve başkaldırma kavramına delalet ettiği görecede inkâr edilemez ve bu konu, ayetteki üçüncü işaretin karinesi olarak, yani itaat etmeyen kadınların hükmünden sonra açıkça “Eğer size itaat ederlerse ...” şeklinde buyurduğu yerde açıklık kazanır. Zira bu şartlı cümlenin anlamı, önceki hükmün konusunun itaat etmeyi terk eden kadınlar olduğunu gösteriyor. Ancak önemli olan şu ki, fıkhî açıdan kadının kocasına mutlak surette itaat etmesinin gerekli olduğu söylenemez. Dolayısıyla ya birçok fakih ve müfessir gibi bu ayette itaat etme veya itaatsizlik çemberini (özel olarak cinsel tatmin ve evden çıkış izni gibi)[3] özel durumlarla sınırlandırmalıyız (ki, bu özel durumlarda kadının kocasına itaat etmesinin farz olduğu başka delillere göre ispat edilmiştir) ya da bu ayette itaat etme veya itaatsizlik kapsamının, farz olan görevlerin ötesinde olduğunu ve müstehap amelleri de kapsadığını kabul etmeliyiz.[4]
Her hâlükârda kadının kocasına itaat etmesinin farz olduğunun sınırları konusunda bu ayete ek olarak başka delillere de başvurmak gerekmektedir.
İkinci soru: İtaatsizlik eden kadının kocası tarafından dövülmesi ne anlama gelir ve nasıl izah edilir?[5]
Bu sorunun cevabında fakihler ve müfessirler arasında meşhur olan şu görüş şu şekilde açıklanır: Kadını dövmek, fizikî ceza olarak dayak atma babından ve münkerden men etme amacı ile uygulanır ve hiç kuşkusuz eziyet verici ve çirkin bir şekilde uygulanmaması gerekir. Yani kadını meşakkate düşürecek kadar sert olmamalı, yaralanmasına ve zarar görmesine sebebiyet vermemeli ve yine sırf kadını ıslah etme amaçlı olup, intikam almak gibi amaçlar ile bu amel gerçekleştirilmemelidir.[6] Buna göre başta etkili olma suretiyle, nehy-i münkerin şartlarına uyulmalıdır ve sonuç gereği eğer koca, eşini dövmenin davranışında hiçbir etkisi olmayacağını biliyorsa, onu dövmesi şer’en caiz değildir ve yasal yollara, yani ya karı ve kocanın yakınlarından iki hâkim belirleme yoluna veya kadıya başvurmalıdır.[7]
Bu konuda belirtilenlerin dışında dövme hususunda başka bir görüşten daha söz edilmiştir o da şu şekilde açıklanır: Dövmekten maksat, kadının duygularını etkilemek üzere bir nevi psikolojik ceza, nefret ve yüz çevirmenin simgesi olarak kabul edilir ve bu manayı doğrulamak üzere dövmeyi, misvak ağacı ile dövmeye yorumlayan bir rivayete dikkat çekilir.[8] Zira bu rivayetten çıkarılan delil şudur: Vurmak, bedensel olarak rahatsız edici şekilde olmamalıdır ve bu yüzden böyle bir dövmeyi bedensel ceza şeklinde telakki edemeyiz.[9]
İkinci görüşte göze çarpan eleştiri ise, ayetin bu görüşe dayanak oluşturmasında sözü edilen rivayetin dayandığı belgenin zayıf olması ayetin bu manadaki geçerliliğini olumsuz etkilemektedir. Bütün bunların dışında rivayetin anlamının nakledilmesi bilgisi elimize ulaştığından ve metnin orjinalinin elimizde olmamasıdolayısıyla rivayetin içindeki cümleler aynen bilinmemektedir. Bu yüzden, rivayetin dövmek için özel bir yöntem belirlemeye nazır olmaması ve misvak ağacı ile dövmeyi sadece ahlakî bir tavsiye olarak gündeme getirmiş olması ihtimali çok daha yüksektir.
Bunun karşısında ikinci görüşü doğrulayan da bir nokta vardır: Ayette üçlü yöntemleri kullanmak, itaatsizliğin kendisine değil, itaatsizliğin endişesine endekslenmiştir ve bu da dövmenin cezalandırma yönü olmaması gerektiğini gösterir. Zira itaatsizlik fiili vuku bulmadan ve sırf itaatsizlik edeceği endişesi yüzünden kadın, cezalandırılmayı hak etmez. Bu yüzden ilk görüşü savunanlar zorunlu olarak ayetin görece anlamının aksine hareket etmiş ve örneğin itaatsizlik endişesini itaatsizliğin vuku bulacağının bilinci şeklinde yorumlamıştır.
Eğer ikinci görüşü özetlemek istersek şu şekilde diyebiliriz: İslam dini kocaya, eşine karşı zora başvurmasına izin verdiği eleştirisine çözüm getirmek için gerçekte soruyu silmiş ve dövme sözcüğünden, zora başvurmaktan farklı bir mana çıkarmıştır diyebiliriz. Ancak biraz önce de ifade edildiği üzere, bu tefsir güvenilir değildir. Fakat kocanın suçlu eşine karşı zora başvurma hakkını tanıyan ilk görüşe göre, yöneltilen eleştirinin cevabı şöyle olabilir: Kadın itaatsizlik ve evliliğin farz görevlerini terk etmekle aslında yüce Allah’ın emirlerini çiğnemiş ve böylece kendisini yasal cezaya ve başkaları tarafından münkerden men edilmeye maruz bırakmıştır. Aynı zamanda ailenin özel alanının korunmasına ve ailevi sırların ifşa edilmemesine vurgu yapan İslam dini mümkün mertebe ailevi anlaşmazlıkların mahkemeye taşınmasına ve herkesin bilmesine mani olmaya çalışmıştır. Bu yüzden ve sırf nehy-i münker babında veya yasal cezayı uygulayan kişi olarak kocanın eşini dövmesine izin vermiştir. Üstelik kadının dövülmesi, etki ihtimali ve bedensel olarak zarar görmemesi gibi birkaç şarta bağlanmış, yine ailevi özel yaşamın korunmasına vurgu yaparken, işi yasaların müdahalesine kapatacak kadar ilerletmemiş ve kocanın eşine yönelik caiz olmayan her türlü şiddet uygulamasına yasal müdahale imkânına müsaade etmiştir.
Buradan anlaşıldığı gibi, kocanın eşini dövmesi, tüm şartlar yeterli olduğu takdirde, ortaya çıkan anlaşmazlığı en aza indirerek en az zararla bertaraf etmektir. Bunun dışında kadın için nikâh sırasında şart belirleme yöntemine başvurma yolu da açıktır. Örneğin, kadın nikâh sırasında kocasının onu dövemeyeceği şartını koyabilir ve bunun için belli bir ceza da belirleyebilir.[10]
Ancak neden İslam’ın kadınla erkeğin itaatsizliği ve uyuşmazlığı için ayrı ayrı hükümler belirlediği ve kadına, kocasını dövme hakkı tanımadığı meselesine gelecek olursak: Görünen o ki bu durum, ilerleyen konularda da değineceğimiz kocanın boşanma hakkı ile ilgilidir. Bu yüzden kocanın eşine farz olan yakınlaşmayı (özel olarak cinsel yakınlaşma durumu) terk etmesi veya nafakayı ödememesi gibi bazı durumlarda, koca iki seçenekle karşı karşıya bırakılır ki, bunlardan biri boşanmadır ve böylece kocanın görevini ifa etmesi için zorunluluk zemini ortadan kalkar. Ama kocanın eşi ile geçimsizlik göstermesi ve boşanmadan kaçınması gibi durumlarda şer’i kurallara istinat ederek ve nehy-i münker şartlarına uymak sureti ile kocayı dövmenin caiz olduğunu ispat etmek mümkündür. Ancak kadın ve erkek arasındaki fiziksel ve ruhsal farklılıklar nedeniyle bu hükmü uygulama işi kadına bırakılmamıştır.[11]
Bu izahattan hareketle, itaatsizlikle ilgili hükümleri baba erkilcilik ve kocanın evde liderliği gibi terimlerin çağrıştırdığı manalar doğrultusunda yorumlayamayız.
[1] “Salih kadınlar, itaatkârdırlar ve Allah’ın (onların haklarını) korumasına karşılık gizlide (kocaları bulunmadığı zaman onların hak ve sırlarını) korurlar. Serkeşliğinden endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, (eğer tesir etmezse) yatakta onları yalnız bırakın, (eğer bununla da düzelmezlerse) onları vurun (dövün). Size itaat ederlerse, onlara karşı bir yol (bahane) aramayın.” Nisâ, 34
[2] Tusî, et-Tibyan, c.3, s.189; Tabatabaî, el-Mizan Fi Tefsiri’l-Kur’ân, c.4, s.344; Taberî, Camiu’l-Beyan, c.5, s.85 ve Kurtubî, Tefsiru’l-Kurtubî, c.5, s.170
[3] Necafî, Cevahiru’l-Kelam, c.31, s.200
[4] Hekimbaşı, “Aye-i Nüşuz ve Zerb-i Zen Ez Nigah-i Diger”, Pejuheşhaî Kur’ânî, say.27-28, s.121
[5] Kadının kocası tarafından dövülmesi konusunda genel olarak bk. Sekizinci ek
[6] Necefî, Cevahiru’l-Kelam, c.31, s.206-207
[7] Caferî, Tercume ve Tefsir-i Nehcü’l-Belaga, c.11, s.280
[8] Tabersî, Mecmau’l-Beyan, c.3, s.80
[9] Sadr, “Tenbih-i Bedeni-i Zen”, Peşujeşha-i Kur’ânî, say.27-28, s.93 ve Hekimbaşı, “Aye-i Nuşuz ve Zerb-i Zen Ez Nigah-i Diger”, Pejuheşhaî Kur’ânî, s.124
[10] Yukarıdaki dipnotlardan birinde vücub-i tehyiri veya üç çözümden yararlanmanın caizliği ile ilgili geçen açıklama ile bu eleştiri, münkerden sakındırma ilkesine göre şeriate aykırı bir şart olması sebebiyle giderilmektedir. Çünkü Şari vurmayı farz kılmamıştır; bu nedenle onu terk etme şartı şeriate aykırı değildir
[11] Mutahharî, “Yaddaşthaî Şehid Mutahharî, c.5, s.144 ve Butî, “el-Mer’etu Beyne Tağiyani’n-Nizam el-Ğarbî ve Letaif-i eş-Şerayi el-Rabbanî”, s.115-116
Dostları ilə paylaş: |