UYUMLULUK
Ahlâkî problemlerden, çatışma ve saldırılardan uzak bir yaşama kavuşmak için çalışmak; ruhî emniyet ve ailesel selametin gereğidir.
Bütün insanlar, ahlâkî hasletlerde ve davranış şekillerinde aynı değillerdir. Bu farklılık bazı meselelerde ortaya çıkmakta ve anlaşmazlığın mayası olmaktadır. Ahlâk ve davranışta dostça geçinmek, idare etmek ve yapıcılık yoluyla aradaki ihtilafı bertaraf etmek mümkündür.
Evde, işyerinde, mahallede ve iskan edilen yerlerde, kimi insanların başkalarıyla geçinemedikleri görülmektedir.
Başkalarıyla olan geçimsizlik; insanlara karşı bir çeşit gururun, kendini beğenmenin, kendini üstün görmenin nişanesidir. Bunun neticesi de yalnız kalmak ve inzivaya çekilmektir.
Diğer taraftan, başkalarından gelebilecek kaba ve çirkin davranış ve durumlara karşı zayıf davranmak da, kapasite darlığını gösterdiği gibi, söz konusu geçimsizliklerin ve uyumsuzlukların dozunu artırmaktadır.
Eğer dini düsturlarımızda güzel ahlâka tekit edilmişse, güzel ahlâkın bariz örneklerinden biri de yapıcı olmaktır.
İki alemin asayişi, şu iki kelimenin tefsiridir:
Dostlara karşı mertlik, düşmanlara karşı da müdârâ.
Müdara (hoş geçinme), İslam’da ahlâkî bir vazifedir. Allah Resulü’nden şöyle rivayet edilmiştir:
“Rabbim bana, farzları eda etmemi emrettiği gibi, insanlarla iyi geçinmemi de emretmiştir.”[1]
Başka bir hadiste şöyle gelmiştir:
“Cebrail, Allah Resulü’nün yanına gelerek, Allah’tan şöyle bir emir getirdi: “Ey Muhammed! Allah sana selam iletmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Kullarımla iyi geçin.”[2]
Başka bir hadiste de Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Halkla iyi geçinmek, imanın yarısıdır; onlara yumuşak davranmak da yaşamın yarısıdır.”[3]
Hatta, din ve ayin kapsamı dışında bile, ideal ve beğenilen bir yaşama kavuşmak isteyenler; barışçıl bir yaşama birlikteliği, başkalarıyla dostane ve yumuşak davranış ve tavırlar sayesinde bu isteklerine daha rahat kavuşabilirler; sertlikler, münasebetsiz davranışlar, bahane aramalar, kusur araştırmalar ve bencillikler sayesinde değil!
Başkalarına tahammül edebilmek için, geniş bir göğüs ve kapasiteye sahip olmak; mutlu bir yaşama kavuşmanın gereğidir.
Bir meselede zevk ve bakış ihtilafından veya gidişatta, davranışta ve metottaki farklılıktan doğabilecek problemler, yine geniş düşünmek ve idare etmekle önlenebilir.
Müdârâ Yoksa Tevelli ve Teberri
Ahlâkî konular ve kültürel meselelerde dakik sınırlar ve ölçüler tayin etmek önemlidir. Biz; idare etmek, güzel ahlâka sahip olmak, yumuşak davranmak ve liyakatli ilişkiler içerisinde olmakla görevliyiz. Aynı zamanda, dostluklarda ve düşmanlıklarda tevelli ve teberri ((dostlarla dost olmak ve düşmanlardan uzak durmak) ilkesine uymak, mektebî ölçülere dikkat etmek, düşmana karşı saf bağlamak, mevzilerde direniş göstermek, kötülük ve kötülere karşı ayrılığa düşmemekle yükümlüyüz. Bu iki mesele birbirinden ayrıdır ve her birinin kendine has bir yeri vardır.
Akidevî meselelerde taviz vermemek ve değerleri düşmana satmamak gerekir. Fikirsel, hedefsel ve siyasal düşmanlarla uzlaşmamalıyız. Ama insanlarla ilişkiler konusu başkadır. Hatta düşmanla irtibatlarda bile, iyi geçinmek konusu tekit edilmiştir. Çünkü bu davranış şekli, kimi zaman onların cezp olmalarına sebep olmaktadır. Ancak ilkelerimiz ve prensiplerimizden taviz vermemek koşuluyla.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlarla, öyle iç içe ve diyalog halinde olunuz ki, öldüğünüzde, sahip olduğunuz ahlâktan dolayı ağlasınlar size; yaşadığınızda ise, şefkat göstersinler size ve sizi özlesinler.”[4]
Bu kavram, Urfi adlı şairin şiirinde de gelmiştir:
Urfi! İyiler ve kötülerle öyle geçin ki, ölümünden sonra,
Müslüman kardeşin zemzemle yıkasın, Hintli de yaksın.
Bu; hak ile batılı, ıslah ile fesadı bir görmek ya da mektebî değerleri ayaklar altına almak, usul ve kaideleri görmezlikten gelmek anlamında değildir. Aksine, yabancıları dahi cebeden güzel bir tavır, güzel bir ahlâk, iyi bir huy ve takdir gören bir davranış şeklidir. İmam Sadık (a.s)’dan, “İnsanlara güzel söz söyleyin” ayetinin tefsiri hakkında şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Yani bütün insanlara; ister mümin olsun, ister muhalif, güzel söz söyleyin. Ama müminlere karşı olan davranış, açık ve güler bir yüzle birlikte olmalıdır; muhaliflere karşı olan davranış ise, onları imana (ve kendi akidenize) çekebilmeniz için, iyi ve yumuşak sözlü olmaktır. Çünkü, bunlardan daha az bir şekilde de onların şerrini kendinizden ve din kardeşlerinizden uzaklaştırabilirsiniz.”[5]
Düşmanla İyi Geçinmek
Müdârâ (iyi geçinmek), muhalif ve düşmanlarla dolu olan bir toplumda peygamberlerin silahıydı ve bu vesileyle, hem muhaliflerini cezp ederlerdi, hem de bu yolla takipçilerini, inatçı ve kinli düşmanların düşmanlıkları karşısında korurlardı.
İmam Seccad (a.s) Hz. Peygamber (s.a.a)’den şöyle rivayet etmiştir:
“Allah-u Teâla’nın, peygamberleri diğer insanlardan üstün ve faziletli kılmasının sebebi, Allah’ın dininin düşmanlarıyla çok müdara ettikleri ve Allah’ın rızası ve kendi takipçilerinin canını korumak için de en iyi takiyye ettiklerinden dolayı idi.”[6]
Açıktır ki, bu tavır, peygamberlerin (hatta Peygamberimizin) güç, sayı ve şartlar bakımından darda ve sıkıntıda oldukları ve taraftarlarının az oldukları özel dönemlere ait bir metottur.
Allah yolunun fedakar erleri çoğalınca, kafir ve münafık düşmanlara sert tavırlarla cevap verdiler. Cihat ve kesin tavırlar koyma emirleriyle amel ettiler. Özel şartlar ve durumlar dışında asla gevşek davranmadılar ve uzlaşma yolunu arayan tavırlar göstermediler.
İç ve dış düşmanlara karşı ortaya konulması gereken tavırların kapsamı dışında, insanlarla olan toplumsal diyaloglarda; iyi davranmak, uyumlu ve geniş bir ruha sahip olmak, insanın faaliyetlerini daha çok ileriye götürür, kalpleri daha çok celp ve cezbeder. Özellikle, yara içerisindeki kemik ya da bedendeki yara gibi olan insanlarla karşılaşırken çaresiz onlara tahammül etmek gerekir. İmam Ali (a.s), çaresiz olarak gösterilmesi gereken bu tahammüle işaret etmiş ve onu bir çeşit hikmet sayarak şöyle buyurmuştur:
“Kendisiyle iyi geçinmekten başka bir çaresi olmayan kimseyle idare etmeyen şahıs, hekim (bilge ve akıllı) değildir.”[7]
Gerçekten, bir cerahat ve yara iyileşene kadar, ona karşı sabır, tahammül ve geçinmekten başka ne yapılabilir?
Kimi zaman bazı insanlar aynen bir yara gibidirler. Onlarla iyi geçinmekten ve sabretmekten başka bir yol yoktur.
İmam Ali (a.s), diğer bir sözünde, halkla iyi geçinmenin hikmet oluşu gerçeğine değinerek şöyle buyurmuştur:
“Hikmetin başı, insanlarla iyi geçinmektir.”[8]
Yine Hz. Ali (a.s)’dan dinleyelim:
“İnsanlarla iyi geçin ki, onların kardeşliklerinden yararlanasın ve onları güzel bir yüzle karşıla ki, kinleri ölsün.”[9]
Uyumsuzluklara Tahammül
Toplu bir yaşamda, acaba güzel bir gidişat ve iyi geçinmekten başka bir çare var mıdır?
Affetmek ve karşılık vermemek, insanlarla iyi geçinebilmenin başka bir şeklidir. Eğer insan, karşılaştığı her meselede hassasiyet gösterir, diklenir, her söze alınır ve hiçbir şeyden vazgeçmezse, toplumsal yaşamda rahatsızlık ve kabalıkların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Başkalarının kabalık ve uyumsuzluklarına tahammül etmek, uyumluluk ve iyi geçinmeyi meydana getirir. Eğer kötülüğe kötülükle, kabalığa kabalıkla cevap verirsek, problemler daha çok artar. Bazen göz yumulmalı, başkalarının rahatsızlık ve eziyet veren davranışlarını görmezlikten gelmeli, ya da idare etmeli ve affetmeli ki, ilişkilerde buhranın kökleri kurusun.
“Kötülüğü iyilikle defediniz” ayetinin tefsirinde, hilm vesilesiyle cahilin cehalet ve akılsızlığını defediniz ve insanlarla iyi geçinmek suretiyle onların eziyetlerini kendinizden uzaklaştırınız şeklinde açıklamalar yapılmıştır.[10]
Bu göz yummaktan daha önemlisi, başkalarının kötü davranışlarına güzel davranışlarla karşılık vermemizdir, aynı davranışla mukabele yapmak değil…
Bu tavır, Peygamber (s.a.a) ümmetinden tecelli etmesi beklenen üstün bir ahlâk, yüksek bir kişilik ve peygamberce bir tavırdır.
Aile ahlâkında, bu çeşit güzel ahlâk örneği görünebilmesi için, eşlerden her biri, karşı tarafta bir zaaf, kötü ahlak ve huysuzluklar gördüklerinde, hemen karşılık verilmemeli ve boynuz boynuza gelinmemeli. Aynı zamanda, yanlışlara karşı sabretmek ve tahammül göstererek geçinmek ve Allah rızası için bunlara katlanmak gerekir ki, iki güzel sonuca ulaşılsın: Aile içi huzura, ilahî ecir ve mükafata.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Üç haslet, dünya ve ahiret yüceliklerindendir: Sana zulmedeni affetmen; senden ilişkisini kesenle ilişki kurman; sana cahillik edildiğinde ağırbaşlı davranman.”[11]
Cehalete karşı ağırbaşlı olmak, eziyetlere karşısında affetmek, ilişkilerini kesen akrabalarla ilişki kurmak, edepsizlik yapmış olanlara karşı edep, metanet ve saygı göstermek, başkalarının kötülükleri ve çirkin davranışları karşısında iyilik ve ihsanda bulunmak; hepsi ve hepsi iyi geçinmenin, idare etmenin, nefsin kerameti ve ruhun yücelik nişanelerindendir.
Terbiyetî meselelerde de, yaramaz çocuklara karşı tahammül, onların saygısızlıklarına karşı sabırlı olmak ve geçinmeye çalışmak, hem çok zordur, hem de örnek ve müsait insanların yetişmeleri yolunda önemli bir adımdır. Bu yüzden öğretmen ve mürebbiler (terbiye edenler), aynı şekilde anne ve babalar, çocukların iyi eğitimi için, uyumluluğa, idare etmeye ve öğrenci ve çocukların yerinde olmayan kaba ve saygısız davranışlarına karşı tahammül göstermeye son derece muhtaçtırlar.
[1] Vesail’uş-Şia, c. 8, s. 540
[2] a. g. e
[3] Mizan’ul-Hikme, c. 3, s. 239
[4] Nehc’ul-Belağa, S. Salih, hikmet: 10
[5] Bihar, c. 72, s. 401
[6] a. g. e
[7] Mizan’ul-Hikme, c. 3, s. 239
[8] Gurer’ul-hikem, c. 4, s. 52; Danişgah baskısı
[9] a. g. e, 16
[10] Bihar, c. 72, s. 423
[11] a. g. e, c. 71, s. 400
Dostları ilə paylaş: |