Genellikle terbiye ve eğitim metotları hakkında konu açıldığında, büyükler tarafından alt kuşak bireyler ve yaşı itibariyle daha küçük olanlar üzerinde doğrudan uygulanan kişisel eğitim şekilleri nazarda tutulmaktadır. Bu tarz yaklaşımlar, onların şahsiyetlerinin şekillenmesinde bir hayli etkilidir. Ancak günümüz dünyasında doğrudan uygulanan eğitim metotları ve kalıplaşmış yöntemler üzerinde artık dikkatlice durmak gerekmektedir. Zaten modern dünyada bu yöntem ve metotların ne denli yetersiz kaldığı ve sorunlara cevap veremediği oldukça açık bir şekilde görülmektedir.
Bu tür sınırlandırılmış, dar ve sathî (yüzeysel) eğitim sistemleri, insan terbiyesi için müsbet yönde etkili olabilecek diğer metotların uygulanmasının da önünü kapatmakta ve yaşam içerisinde oldukça fazla olan yapıcı rollerin çok azının hayata aksetmesine sebep olmaktadır. Özetlemek gerekirse, yapay bir eğitim ve terbiye sistemi kullanılmaktadır.
Bu sorunun halli için gerekli olan şey, öncelikle eğitim ve terbiye metodlarına olan bakış açımızı değiştirmemiz ve eğitimin hayatın ta kendisi olduğunu kabul etmemiz olmalıdır.[1] Hâl böyle olunca da gündelik yaşamın tüm parçaları, terbiye ve ahlâktan nasibini almış ve yavaş yavaş onun rengine bürünmüş olacaktır. Bu da ancak geniş çaplı program ve faaliyetlerin, dolaylı yollardan yapılan eğitim ile mümkün olabilir. Yani, artık yapmacık ve yapay bir eğitim sistemi olarak bilinen doğrudan metodlara çok az ihtiyaç kalacak ve dolaylı metodlarla kıyaslandığında ise oldukça sathî (yüzeysel) olduğu görülecektir.[2]
Ergen ve gençler için dolaylı metodların doğrudan metodlara öncelik gereksinimine yukarıda yeterince değindik ama yine de bu konuya eklenmesi gereken bir başka önemli mesele de, bu dönemde insanın ruhî ve psikolojik olarak ne kadar hassas olduğunun bilinmesidir. Gençlerde var olan gurur ve bağımsızlık arzusu, bu dönemde o denli kendini dışa vurmaktadır ki, doğrudan olan eğitim metodlarına oldukça rahat cephe alabilmektedir. Elde edilen tecrübeler sayesinde şunu rahatlıkla dile getirebiliriz; buluğ çağındaki bir genç, kendisini kontrol altına alabilecek veya onu yönlendirebilecek her türlü doğrudan eğitim metodundan kaçar. Öyleyse uygulanması gereken en iyi yol, onların daha rahat düşünüp, kendilerini dinleyerek motive olabilecekleri ortamlar hazırlamak ve bu sayede daha sağlıklı neticelere ulaşmak olacaktır.
İslâmî öğretilerin en önemli özelliği, insan hayatının en ince ayrıntısına kadar söz sahibi olmasıdır. Çok nadirdir, İslâm öğretilerine aşina olduğu hâlde, bu öğretilerin hayatın her anına cevap verdiğini bilmeyen kimse; uyku ve ayıklıkta, oturup kalkmada, eylem ve günlük işlerde, istirahat ve boş vakitlerde, yeme ve içmede, bakmak ve gözleri sakındırmakta; kısaca hayatın tüm anlarında İslâm’ın bir sözü, bir rolü vardır. Tüm bunlar için birer eğitim metodu bulunmaktadır. Bu kanun ve kaideler doğrultusunda hareket edildiği takdirde İlâhî renge bürünür insan ve hatta ahiretleri için de sevap ve mükâfat vardır onlara.
İslâmî eğitimi konu alan rivayetler incelendiğinde, özellikle de ergen ve gençleri muhatap alıp, onlar hakkında kaynaklarda var olan rivayetler değerlendirildiğinde, karşımıza bu iki dönem fertlerinin yaşam içerisinde eğitilmesi öngörülüyor ve nitekim Din Önderleri (Masumlar) de bunun böyle olmasını isterken, kendilerinin de bu şekilde eğitim aldığı görülüyor. İmam Ali (a.s.) kendisinin henüz çocuk yaşta Allah’ın Resulü (s.a.a.) tarafından nasıl eğitildiğini şöyle açıklıyor:
“Sizler (Peygamber’in ashabı) Resulullah’a (s.a.a.) ne kadar yakın olduğumu, onun katında nasıl bir mertebeye ulaştığımı bilirsiniz. Çocuktum, o benim eğitimimi üstlendi. Beni yanına alır, bağrına basardı; vücudunun kokusunu duyardım; lokmayı çiğner, ağzıma koyardı... Deve yavrusu nasıl annesinin peşi sıra giderse, ben de onun ardınca giderdim. O, her gün bir huyunu bana öğretir, ona uymamı emrederdi.”[3]
Rivayetlerde aktarıldığı üzere, Kıyamet günü insanoğluna ömrünü, özellikle de gençliğini nerede harcadığının sorulmasının sebebi; bu öğretilerin ne denli önem arz ettiğinin birer göstergesidir. Bir gün Ashap, günlük geçimini sağlamak için çalışmakta olan bir gence bu yaptığının ibadet olmadığını söylediklerinde Allah’ın Resulü (s.a.a.) onları uyararak ibadetin yalnızca bir takım özel amelleri yerine getirmekten ibaret olmadığını, günlük yaşamını sürdürebilmek için yapılan işlerin ve hatta anne ve baba olmanın dahi ibadet olduğunu buyurmuştur.[4] Gerçekte yapılması gereken şey de, İslâm öğretilerini yaşamın tüm evrelerine yaymak olmalıdır. Bu temele ait diğer misal ve örnekleri ileride değineceğimiz “Olumsuz davranış, duygu ve bakış açısının düzeltilmesine dair usuller” bölümünde göreceğiz.
Dolaylı yollar ile uygulanan eğitime öncelik vermek, yani bir başka deyişle öğretileri yaşamın tüm evrelerine yaymak, doğrudan olan eğitim metodlarını bir kenara atmak mânasına gelmemektedir. Eğitim, özellikle de talim ve terbiye rengine bürünmüş olan doğrudan eğitim, istidadı yüksek, zeki ve seçkinler için büyük başarılara gebedir. Elbette değinilmesi gereken bir diğer nokta da, dolaylı yollar ile uygulanan eğitimin, hayatın tüm dönemlerine yansıtılmasının bir zaruret olmadığı gerçeğidir. Bu ikisi, iki ayrı mefhum ve tabirdir, ama yine de öğretileri, yaşamın tüm evrelerine yaymak istediğimizde en çok kullanılan metodun, dolaylı yollar ile uygulanan eğitim sistemi olduğu görülecektir.
[1] Bu konu hakkında daha detaylı bilgi için bakınız; T. B. Shepard, Yaşayan Eğitim ve Terbiye, (Tercüme Ahmed Ârâm), s. 20.
[2] Bu konu hakkında daha detaylı bilgi için bakınız; Kerimî, Abdulazim; Zararlı Eğitim.
[3] Nehcu’l-Belaga, Hutbe 192, s. 222.
[4] Beyhakî, Ahmed b. Huseyn; Es-Sunen-i Kubra, C. 7, s. 479.
3. İyi Niyet
Gençlerin eğitilmesindeki en önemli üçüncü husus ise iyi niyettir. Öğretmen ve eğitmenler başta olmak üzere gençleri yönlendirip eğitebilecek herkesin, gençlerin iyiliğini istemek dışında hiçbir gayesi olmamalıdır. Gençlerin eğitilmesindeki iyi niyetten amaç, gençlerin doğru yeteneklerinin açığa çıkmasına ve yüksek derecelere ulaşmasına yardımcı olmaktır. Bu amaç dışında çocuk ve gençler, kişisel, siyasal amaçlar ve grup çıkarları için kesinlikle kullanılmamalıdırlar. Çocuk ve genç, eğitmenin iyi niyet konumunda olduğunu hissederse olumsuzluklara karşı daha sabırlı olacaktır. Bunun yanında eğer ki genç içinde bulunduğu ortamda ona karşı saygı duyulmadığını hissederse istenilen veya istenilmeyen, kabul görmek veya görmemek, övgüler ve söylemlerin, onun başkalarını memnun etme düzeyine bağlı olduğunu hisseder ve dolayısıyla içinde bulunduğu eğitim ortamını yapay bir ortam olarak algılayacak, göstereceği tepkileri buna göre verecektir. Eğer eğitim, iyi niyet ve hayrı isteme üzerine kurulu olursa; genç, eğitmenin isteklerine o düzeyde olumlu yanıt verecektir. Buradaki en önemli nokta, genç her zaman bu iyi niyetin farkında olmayabilir, ama eğitmen en azından asgari düzeyde de olsa bunu gence hissettirmeye çalışmalıdır. Eğitmenin davranışları, konuşma şekli, beden dili, hayat tarzı, düşünceleri öyle olmalıdır ki, onun iyi niyetinden kimse şüphe duymamalıdır. Eğitimcinin iyi niyetli olması onun gençlere karşı kinci tavırlar içinde olmasını engelleyecek ve bu durumda eğittiği kişileri küçümsemeyip, zor duruma düşmelerini istemeyecektir ve onların eğitimi için en iyi yöntemlerin ve programların uygulanması için çabalayacaktır. İyi niyetli bir eğitimci, eğitim verdiği kişilere karşı her zaman adaletli olmalı ve onların davranışlarına karşı âdil bir tavır içerisinde olmalıdır. İslâmî metinlerde de defalarca gençler ile olan çalışmaların temelinde iyi niyet olması hususundan bahsedilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.a.) çok değerli bir hadisinde şöyle buyurur:
“Sizi, gençlere karşı iyi niyetli olmaya çağırıyorum.”[1]
Din Önderleri’nin (Masum İmamlar) gençlere karşı iyi niyetli olduklarını, onların davranış ve söylemlerinden anlamak mümkündür. Örneğin; Peygamber Efendimiz (s.a.a.), Yahudi olan bir gencin ölüm döşeğinde iken yanında bulunarak onu İslâm’a davet etmiştir. Ondan iman ederek hayata veda etmesini istemiş ve öyle de olmuştur.[2] Bir başka gencin de, ölümünden hemen önce annesinin rızasını almasını sağlaması, o gencin rahat bir şekilde can vermesine sebep olmuştur.[3] İmam Zeynu’l-Âbidîn’in de (a.s.) gençler için ettiği hayır dolu duaları hiçbir şekilde unutmamak gerekir. Daha önce Hz. Muhammed’in (s.a.a.) “İslâm’a ilk inananlar, gençlerden ibretti, yaşlılar değil” sözüne de değinmiştik. Bu gerçeğin açıklanmasında Hz. Muhammed’in (s.a.a.) iyi niyetinden ve bu iyi niyetin gençler tarafından daha kolay algılanmasından bahsedilebilir.
Gençlik döneminde henüz kirlenmemiş kalpler ve temiz yürekleri, bu iyi niyeti daha kolay algılayabilmelerini sağlamaktadır. Fakat yaş ilerleyip, istek ve arzular, içinde bulundukları ortamdan kaynaklanan yanlış algılama ve yorumlamalar, bu temiz fıtrî bilinci engellemektedir. Bu konuya delil olarak İmam Cafer-i Sâdık (a.s.) ile Ebu Cafer Ehvel’in konuşmaları gösterilebilir. İmam, Ebu Cafer’e sorar:
- Basra’ya gittin mi?
- Evet.
- Peki, insanların imamete olan bakışı ve onların bunu kabulünü nasıl buldun?
- Allah’a ant olsun ki, Şii’ler azınlıkta ve bu yolda çabaları olmasına rağmen o da kâfi değildir.
- Öyleyse gençlere iyi davran ve onlara karşı anlayışlı ol, çünkü onlar iyiliği almakta istekli ve hızlılar.[4]
Eğitimin gençlikte iyi niyet üzerine kurulu olması, ileri yaşta eğitim gerekmediği anlamına gelmiyor. Şöyle ki, eğitimin kendisi bir tür iyi niyet ve hayırdır. Yalnızca verilen öğüt ve nasihatlerin gençlik döneminde daha fazla önem arz ettiğidir.
[1] Tenekabuni, Ferid Murtaza; El-Hadis, C. 1, s. 349.
[2] İbn-i Hanbel, Ahmed; Musned-i İbn-i Hanbel, C. 3, s. 227.
[3] Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, C. 74, s. 75.
[4] Kef’amî, İbrahim b. Ali; Misbah-i Kef’amî, s. 280.
Dostları ilə paylaş: |