1070- qqGÜNAH ˜_9ó) : Cezayı gerektiren amel, dine aykırı iş. Allah’ın emirlerine uymayan hareket.
Allah’ın emirlerini terketmek ve yasaklarını işlemek manasında olarak günahlar dinde geniş bir yer alır. Kebair ve segair namlarıyla iki kısma ayrılan bu günahların, kebair denen kısmından da, daha çok zararlara ve büyük felaketlere sebeb olanlarını ayırarak o günahlar üzerinde daha çok durulur.Yani kebairler çok olup, aşağıda kaydettiğimiz ilmihalin gösterdiği miktara inhisar etmez. (Bak: Cihad-ı Ekber, Cünah, Fâsık, Fitne, Gençlik, Gıybet Haram, Kazf-ı Muhsanat, Ma’siyet, Mubikat-ı Seb’a, Musiki, Nazar-ı Haram, Sefahet, Tevbe)
1071- Ömer Nasuhi Bilmen “Büyük İslâm İlmihali” eserinde günah hakkında şu bilgiyi veriyor:
“Günahlar ile kirlenen ruhları, kalbleri tevbe ile, istiğfar ile temizlemeğe çalışmalıdır. Malumdurki, günahlar; kebair ve segair diye iki kısımdır, Kebairin yani büyük günahların başlıcaları şunlardır: Allah Teala’yı inkâr etmek; Allah Teala’ya şerik ittihaz etmek; kat’iyyen sabit olan bir dinî hükme inanmamak ki, bu üçü -el iyazübillah- küfürdür. Allah’ın rahmetinden ümidi kesmek; Allah’ın azabından, mekrinden emin olmak; günah üzerine ısrar etmek yani her hangi bir günahı muttasıl işleyip durmak, namazı, orucu terketmek; Allah yolunda cihaddan kaçınmak; anaya babaya asi olmak; (Bak: 178.p.) yalan yere şehadet ve yemin etmek; bir kimseyi haksız yere öldürmek; bir kimsenin bir uzvunu haksız yere kesmek veya muattal bir hale koymak, ribada ve sirkatte bulunmak; rüşvet almak, yetimlerin malını yemek, zina ve livata denilen fazihaları irtikâb etmek, iffetli kadınlara fuhuş isnad etmek.
İşte bunlar dereceleri mütefavit birer kebiredir.
1072- Günahların bir kısmı yalnız Allah Teala’nın hakkına aittir. Diğer bir kısmı da insanların haklarına mütealliktir.
Birinci kısımda insan kalben pişman olup Allah Teala’dan afüvler, keremler dilemeli, bir daha öylebir günahta bulunmamaya kat’iyyen karar vermelidir. Ve o günah, küfrü mucib olacak bir mahiyette ise hemen tecdid-i iman, tecdid-i nikahta bulunmalıdır. Namaz gibi, oruç gibi kazası lâzım gelen bir ibadetin terkinden ibaret ise, hemen bunu kazaya çalışmalıdır.
Günahların insanlara müteallik kısmında ise, yine kalben bir nedamet duyarak hem Allah Teala’dan afüvler dilemeli, hem de hakkına tecavüz edilen kimseden mümkünse helallik istemelidir. Kendisini razı etmeye ve tecavüz edilen hakkı ödemeye çalışmalıdır. Ruhların seyyiat denilen günah kirlerinden temizlenmesi ancak bu sayede kabil olabilir.” (B.İ.İ.438)
1072/1 “Sani-i Zülcelal’in çok esması var. Herbir ismin ayrı bir cilvesi var. Meselâ; Gaffar ismi, günahların vücudunu ve Settar ismi, kusuratın bulunmasını istediği gibi, Cemil ismi de çirkinliği görmek istemez.” (L.54) şeklindeki ifadeleri, allah’ın günahların işlenmesine rızası var manasında anlamamalıdır. Zira Allah kullarının günah işlemesini istemez. Hatta gayretullah, mü’mini günahtan men etmek ister. (Bak: 1042.p.) Ancak bütün esmasının iktizalarına bakan sonsuz hikmet-i İlahiye, sırrı-ı imtihan gibi hikmetler için günah ve şerleri halkeder. Fakat o şer ve günahların işlenmesini istemez. Yani halk-ı şer şer değil, kesb-i şer şerdir.(Bak:2672.p.)
Ezcümle Kur’anda Allah adl ü ihsanı emr ve günahlardan nehyeder: (16.90). Keza Allah, kulun küfr ve inkârına razı değil (istemez): (39:7). Allah, küfran ve günahta ısrar edip tevbe etmiyen hainleri sevmez: (2.276) (4:107) mealindeki çok âyetlere istinaden ülema-i İslâm; Allah günah ve şerlerin işlenmesini istemediğini ve haram ve şerlerin yaratılması ve insanın fıtraten hayır ve şerre kabil ve mütemayil hilkatı, imtihan sırrı ve diğer pek çok hikmetler için olduğunu ve halk-ı şerrin hayır, kesb-i şerrin şer olduğunu beyan etmişlerdir. Şu halde (Gaffar ismi günahların vücudunu ister) yani yaratılmasını ister, demektir. (Bak: Ebu Davud 2153. hadis. Müslim 2657. hadis ve devamı) İşlenmesini istemek değildir. (Günahtan nedametle affa lâyık olmak ve insanın fıtraten günaha meyilli olması, bak: 509/4, 509/5.p.lar)
1073- Kur’an (21:83) âyetinde geçen Eyyüb (A.S.)’ın kıssası münasebetiyle günahların küfre yol açtığını izah eden bir bahsin bir kısmını mevzuumuzu tenvir ettiği cihetle dercediyoruz. Şöyle ki:
“Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’ın meşhur kıssasının hülasası şudur ki: Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldığı halde, o hastalığın azîm mükafatını düşünererk kemal-i sabırla tahammül edip kalmış. Sonra yaralarından tevellüd eden kurtlar, kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlahiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri için, o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle kendi istirahatı için değil, belki ubudiyet-i İlahiye için demiş: “Ya Rab! Zarar bana dokundu, lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor” diye münacat edip, Cenab-ı Hak o hâlis ve safi, garazsız, lillah için o münacatı gayet hârika bir surette kabul etmiş. Kemal-i afiyetini ihsan edip enva-i merhametine mazhar eylemiş..
1074- Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’ın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim batınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz.
Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim manevi yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor. O münacat-ı Eyyübiyeye, o hazretten bin defa daha ziyade muhtacız. Bahusus nasılki o hazretin yaralarından neş’et eden kurtlar, kalb ve lisanına ilişmişler; öyle de; bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler, (neuzübillah) mahall-iman olan bâtın-ı kalbe ilişip, imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-iruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar. Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra ta nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor.
Meselâ, utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam,başkasının ıttılaından çok hicab ettiği zaman, melaike ve ruhaniyatın vücudu ona ağır geliyor. Küçük bir emare ile onları inkâr etmek arzu ediyor. Hem meselâ: Cehennem azabını intac eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennem’in tehdidatını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper olmazsa, bütün ruhuyla Cehennem’in ademini arzu ettiğinden, küçük bir emare ve bir şüphe, Cennem’in inkârına cesaret veriyor. Hem meselâ: Farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed’in mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tenbellik, büyük bir sıkıntı veriyor ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve manen diyor ki: “Keşki o vazife-i ubudiyet bulunmasa idi:” Ve bu arzudan bir manevi adavet-i İlahiyeyi işman eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şübhe, vücud-u İlahiyeye dair kalbe gelse, kat’i bir delil gibi ona yapışmaya meyleder. Büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki: İnkâr vasıtasıyla gayet cüz’î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlar ile o sıkıntıdan daha müdhiş manevi sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp, yılanın ısırmasını kabul eder. Ve hakeza, bu üç misale kıyas edilsin ki; (83:14) ²v¬Z¬"YV5 |«V«2 «–~«‡ ²u«" sırrı anlaşılsın.” (L.8-9) (Bak: 2255.p.) (Âhirzaman alâmetlerinden olan ve “duhan” denen gaflet-i umumiye, bak:710/1.p.)
1075- Evet “amele ve taata muvaffak olamayan azabdan korkar, ye’se düşer. Böyle me’yusun gözüne dinî meselelere münafi edna ve zaif bir emare, kocaman bir bürhan görünür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin saikasıyla ilan-ı isyan ederek, İslâm dairesinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder. Binaenaleyh, a’male muvaffak olamayanlar, yeise düşmemek için şu âyete müracaat etsin:
¬yÁV7~ ¬}«W²&«‡ ²w¬8 ~YO«X²T«# « ²v¬Z¬KS²9«~ |«V«2 ~Y4«h²,«~ «w<¬gÅ7~ «>¬…_«A¬2_«< ²u5
(39-53) v[¬&Åh7~‡YS«R²7~ «Y; yÅ9¬~ _®Q[¬W«% «Y9 ÇH7~h¬S²R«< «yÁV7~ Å–¬~ (M.N.65)
Dostları ilə paylaş: |