İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ


- qqİTTİHAD-I MUHAMMEDÎ CEMİYETİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə598/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   594   595   596   597   598   599   600   601   ...   1221
1841- qqİTTİHAD-I MUHAMMEDÎ CEMİYETİ

( |B[Q[W% >fWE8 …_E±#É~ : Süheyl Paşa, Mehmed Sadık, Ferik Rıza Paşa, Derviş Vahdetî ve arkadaşları tarafından İstanbul’da resmen 5 Nisan 1909 tarihinde kurulan cemiyettir. (Geniş bilgi için 2943/1.p.a bakınız.)

“Cemiyetin kuruluşu Ayasofya’da okutturulan bir mevlidle ilan edildi. Bu mevlid dolayısıyla büyük merasimler yapıldı. Ayasofya Meydanı İstanbul’da o güne kadar görülmemiş bir kalabalıkla dalgalanıyordu. Cemiyetin kuruluş töreninde Bediüzzaman da hazır bulunmuştu. Bediüzzaman belinde taşıdığı hançeri ile kür­süye çıktı ve ateşîn bir hitabede bulundu. O gün mevlidde bulunan Hafız Ali Rıza Sağman “Mevlid Nasıl Okunur ve Mevlidhanlar” isimli eserinde “Bediüzzaman’ın kürsüde, ayakta irad eylediği mev’ize şahe­ser idi” demektedir.” (Bilinmeyen Tarafla­rıyla Bediüzzaman S.Nursî sh:116)

1842- “İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’nin nizamnamesine göre:

“Anasır-ı muhtelif-i İslâmiyenin tehzib-i ahlâkına, içtimaî terakkiyatına yegâne âmil olan İslâmiyetin ilâ-yevm-il kıyam devamını temine gayret eyle­mek, bütün müslümanların faaliyet-i siyasiye ve içtimaiyelerini tezyin ve tevhid etmek ve usul-ü meşvereti muhafaza eylemek ve âlem-i İslâmiyeti ta­arruzdan siyanet eylemek” baş­lıca gayedir.” (Türkiye’de Siyasi Partiler, sh.271)

İttihad-ı Muhammedî Cemiyetinin resmen kuruluşundan bir hafta sonra meş­hur ve meş’um “31 Mart Hâdisesi” vukua gelmiştir. (13 Nisan 1909)

Bu hâdise sebebiyle İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti kurucuları ve müntesiblerinden çok kimse de, Hareket Ordusunun Divan-ı Harb-i Örfi’sinde ce­zalandırılmış bir kısmı da idam edilmiştir. Bediüzzaman da bu dehşetli mahkemede muhakeme edilmiş ve kendisinden evvel mahkemece idamına hükmedilen onbeş kişi gözünün önünde asılmış vaziyetteyken yap­tığı cesurane müdafaası neticesinde beraetine hükmedilmiştir. Bediüzzaman, mahkemeden çıkarken mahkeme heyetine teşekkür etmiyerek, “Yaşasın za­limler için Cehennem” diye haykırarak arkasından büyük bir kalabalıkla Sultanahmed’e doğru yürümüştür.

Devrin hâdisatına ve bilhassa 31 Mart hâdisesinin sebeb ve mahiyetine ışık tutan bu müdafaası, kısa bir zaman içerisinde iki defa matbaalarda ba­sılmış ve neş­redilmişti. “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi” veya “Di­van-ı Harb-i Örfî ve Said-i Nursî ismiyle neşredilen bu kitaba Bediüzzaman’ın bizzat yazdığı mukaddime şöyledir:

1843- “Vakta ki hürriyet divanelikle yadolunurdu; zayıf istibdad tımar­haneyi bana mekteb eyledi. Vakta ki i’tidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu; meşrutiyette şiddetli istibdat, hapishaneyi mekteb yaptı.

Ey şu şehadetnamemi temaşa eden zevat! Lütfen ruh ve hayalinizi misafireten, yeni medeniyete karışmış asabi bir bedevi talebenin hal-i ihti­lalde olan cesed ve di­mağına gönderiniz. Ta tahtie ile hataya düşmeyiniz. Otuzbir Mart Hâdisesinde Di­van-ı Harb-i Örfî’de dedim ki:

Ben talebeyim, onun için her şeyi mizan-ı Şeriatle müvazene ediyorum. Ben milliyetimizi, yalnız İslâmiyet biliyorum. Onun için her şeyi de İslâmiyet nokta-i na­zarından muhakeme ediyorum.

Ben hapishane denilen âlem-i berzahın kapısında dururken ve darağacı denilen istasyonda âhirete giden şimendüferi beklerken, cemiyet-i beşeriyenin gaddarane hallerini tenkid ederek; değil yalnız sizlere, belki bu zamandaki nev-i benî beşere irad ettiği bir nutuktur. Onun için (86:9) ­h¬¶<~«hÅK7~|«V²A­# «•²Y«< sırrınca kabr-i kalbden hakaik çıplak çıktı. Namahrem olan kimseler nazar etmesin. Âhirete kemal-i iştiyak ile müheyyayım, bu ası­lan­larla beraber gitmeye hazırım. Nasılki bir bedevi garaibperest, İstanbul’un acaib ve mehasinini işitmiş, fakat görmemiş; nasıl kemal-i hahişle görmeyi arzu eder! Ben de ma’rez-i acaib ve garaib olan âlem-i âhireti, o hâhişle gör­mek istiyorum. Şimdi de öyleyim. Beni oraya nefyetmek, bana ceza değil; si­zin elinizden gelirse, beni vicdanen tazib etdiniz! Ve illâ başka suretle azab, azab değil, benim için bir şandır!



1844- Bu hükümet zaman-ı istibdatta akla husumet ederdi. Şimdi de ha­yata adavet ediyor. Eğer hükümet böyle olursa; yaşasın cünun, yaşasın mevt! Zalimler için de yaşasın Cehennem! Ben zaten bir zemin istiyordum ki, efkâ­rımı onda beyan edeyim. Şimdi bu Divan-ı Harb-i Örfi iyi bir zemin oldu.

Bidayetlerde herkesten sual olunduğu gibi, Divan-ı Harb’de bana da sual etti­ler.”Sen de şeriatı istemişsin?

Dedim: Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeğe hazırım! Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil.

1845- Hem de dediler: İttihad-ı Muhammediye’ye (A.S.M.) dâhil misin?

Dedim: Meal’iftihar! En küçük efradındanım. Fakat benim tarif ettiğim ve­cihle... Ve o ittihaddan olmayan, dinsizlerden başka kimdir? Bana gösterin.

İşte o nutku şimdi neşrediyorum. Ta ki, Meşrutiyeti lekeden ve ehl-i şe­riatı me’yusiyetten ve ehl-i asrı tarih nazarında cehil ve cünundan ve hakikatı evham ve şüpheden kurtarayım. İşte başlıyorum:

Dedim: Ey Paşalar, Zabitler! Hapsimi iktiza eden cinayetlerin icmali:

­‡¬g«B²2«~ «r²[«6 |¬7 ²u­T«4 |¬"Y­9­† ²a«9_«6 _«Z¬" ÇĬ…«~ |¬BÅV7«~ |¬X¬,_«E«8 ~«†¬~ Yani: Me­dar-ı iftiharım olan mehasinim, şimdi günah sayılıyor. Artık nasıl i’tizar ede­yim, mütehayyirim. Mukaddeme olarak söylüyorum: Mert olan cinayete te­nezzül etmez. Şayet isnad olunsa cezadan korkmaz. Hem de haksız yere idam olun­sam, iki şehid sevabını kazanırım.Şayet hapiste kalsam, böyle hür­riyeti lafız­dan ibaret bulunan gaddar bir hükümetin en rahat mevkii hapis­hane olsa gerektir. Mazlumiyetle ölmek, zalimiyetle yaşamaktan daha hayırlı­dır. “(İ.M.Ş. 9-12)

Müdafaanın devamını merak edenleri, mezkûr kitaba havale ederiz.



1846- Yine başka bir kitabında, 31 Mart hâdisesinde iyi niyetli hamiyet­perverle­rin müsbet düşüncelerinin kargaşalığa getirildiğini şöyle beyan eder:

“İslâmiyet’in meşrutiyet-perver ve hamiyetli fedaileri, cevher-i hayat ma­ka­mında bildikleri nimet-i meşrutiyeti şeriata tatbik edip, ehl-i hükümeti adalet nama­zında kıbleye irşad ve tam mukaddes şeriatı meşrutiyet kuvve­tiyle i’la; ve meşruti­yeti şeriat kuvvetiyle ibka; ve bütün seyyiat-ı sabıkayı, muhalefet-i şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbi­katında bulundular. Sonra, sağını so­lundan farkedemiyenler, haşa, şeriatı is­tibdada müsaid zannederek, tuti kuşları tak­lidi gibi “Şeriat isteriz!” demekle, hakiki maksad ortada anlaşılmaz oldu. Zaten planlar serilmişti. İşte o zaman yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese te­cavüz ettiler. İşte cay-ı ibret bir nokta-i siyah.” (Mün.36)



1847- 31 Mart hâdisesi hakkında İsmail Hami Danişmend de şunları söylüyor:

“İttihad Terakki komitesinin İstanbul da tertib etmiş olduğu siyasi cina­yetlerin şehirde bir tedhiş havası hasıl etmesi, hususan İsmail Mahir Paşa’nın yolda öldü­rülmesi, “Serbestî Gazetesi”nin İttihat ve Terakki Cemiyetini şid­detli tenkid eden baş muharriri Hasan Fehmi Bey’in köprü üzerinde vurul­ması ve buna rağmen kati­lin yakalanmaması, alaylı zabitlerin ordudan çıka­rılmasına karar verilmiş olması ve ordudan çıkarılması, devlet dairelerinde yapılan tensikat üzerine bir çok memurun açıkta kalması, garb menbalarında bile tenkid edilmiştir.

Buna göre 31 Mart Hâdisesi, halkın ruhî temayül ve maneviyatına karşı İttihad-Terakki komitesinin lüzumsuz bir laübalilikle hareket etmesi, İttihat-Terakki mües­seseleriyle kumandanlarının halk arasında şayi olan masonluğu, Bosna-Hersek ve Bulgaristan felaketleri ve Girit buhranı sebebiyle halk ara­sında bütün bu vilayetlerin İttihad-Terakki Cemiyeti tarafındansatıldığına dair şayialar çıkması ve Paris’te Jön Türklerle bir müddet çalıştıktan sonra İstanbul’a gelip Şura-yı Devlet azası olan müverrih Murad Bey’in o sırada “Mizan Gazetesi”ni tekrar neşre başlayarak İttihad-Terakki’ye karşı çok şid­detli hücumlarla bulunması ve İngiliz entellijans ser­visinin ve İttihad ve Te­rakki’nin Sultan Abdülhamit’i tahttan indirmek için baha­neler araması gibi çeşitli sebeblerin tesiri altında meydana gelmiştir.” (Osmanlı Ta­rihi Koronojisi ci: 4)

1848- “İttihad-ı Muhammedî Cemiyetinin kapatılması:

İttihad- Teraki’nin hışmına uğrayan kimselerle, alaylı denilerek ordudan ihrac edilen ve edilmek istenenlerin ve bilhassa”Serbetî” Gazetesinin baş ya­zarı Hasan Fehmi’nin katlinden galeyana gelenlerin protestosu mahiyetinde olan ve bazı dış tahriklerin de âmil olduğu, fakat hiçbir şekil ve surette dinî çevrelerin dinî bir reak­siyonu manasında olmayan; fakat Abdülhamid’i hal’ etmek isteyen ittihad- Terakki­cilerin hal’e bir esbab-ı mucibe bulmak için bir irtica hareketi şeklinde göstermek istedikleri ve fakat böyle bir mahiyeti ol­madığı, İttihad-Terakki’nin en salahiyetlileri tarafından kabul edildiği gibi, milletin siyasi haklarını gasbetmek için bahane uy­durmağa çalışan çevrelerin haricindeki bütün ilim adamlarının, irticaî bir mahiyeti olmadığını tesbit et­tikleri 31 Mart olayını müteakib bu cemiyetin feshedilmesi yo­luna gidilmiş­tir.”(Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman S.Nursî, sh: 132)

Yani Hareket Ordusu İstanbul’da örfi idareyi ilan ettikten (25 Nisan 1909) sonra Divan-ı Harb-i Örfi tarafından kapatıldı ve Volkan Gazetesi sa­hibi ve İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti kurucularından Derviş Vahdetî ve bazı arkadaşları idam edildiler.

1849- İttihad-ı Muhammedî Cemiyetine dair evhamlı dokuz suale Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği cevab:

“Redd-ül Evham (31 Mart 1909)

İttihad-ı Muhammedî (Aleyhissalatü Vesselâm) cemaatine isnad ettikleri dokuz evham-ı fasideyi reddedeceğim.

Birinci Vehim. Böyle nazik bir zamanda din meselesini ortaya atmak münasib görülmüyor.

Elcevab: Biz dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz.

¯w<¬… «Ÿ¬" _«[²9 Çf7~ |¬4 «h²[«' «ž

Saniyen: Madem ki Meşrutiyette hakimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milletimiz de yalnız İslâmiyet’tir. Zira Arab, Türk, Kürd, Ar­navut, Çerkez, Lazların en kuvvetli ve hakikatlı revabıt ve milliyetleri, İslâmiyet’ten başka bir şey değildir. Nasılki az ihmal ile tevaif-i mülûk temelleri atılmakta ve onüç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i cahiliyeyi ihya ile fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu gördük.

1850- İkinci Vehim: Bu ünvan tahsisiyle, müntesib olmayanları vehim ve telaşa düşürüyor?

Elcevab: Evvel de söylemiştim. Ya mütalaa olunmamış veya su-i tefeh­hüme uğramış olduğundan tekrarına mecbur oldum. Şöyle ki:

İttihad-ı İslâm olan İttihad-ı Muhammedî (Aleyhissalatü Vesselâm) de­diğimiz vakit, umum mü’minlerin mabeyninde bilkuvve veya bilfiil sabit olan ittihad muraddır. Yoksa, İstanbul ve Anadolu’daki cemaat murad değildir. Amma bir katre su da, sudur. Bu ünvandan tahsis çıkmaz. Tarif-i hakikisi şöyledir:

Esas temeli, şarktan garba, cenubdan şimale mümted ve merkezi Hare­meyn-i Şerifeyn ve cihet-i Vahdeti tevhid-i İlahî peyman ve yemini iman... nizamnamesi, Sünnet-i Ahmediye (Aleyhissalatü Vesselâm) kanunnamesi, evamir ve nevahi-i şer’iye.. kulûb ve encümenleri, umum medaris, mesacid ve zevaya... o cemaatin ilelebed ve muhalled nâşir-i efkârı umum kütüb-ü İslâmiye ve her vakit naşir-i ef­kârı başta Kur’an ve tefsirleri (ve bu zamanda bir tefsiri, Risale-i Nur) ve i’la-yı kelimetullahı hedef ve maksad eden umum dinî ve müstakim ceraiddir. Müntesi­bîni, umum mü’minlerdir. Reisi de Fahr-i Âlem’dir (Aleyhissalatü Vesselâm).

Şimdi istediğimiz nokta, mü’minlerin teveccühleri ve teyakkuzlarıdır. Tevec­cüh-ü umuminin tesiri inkâr edilmez. ittihadın hedefi ve maksadı i’la-yı Kelimetullah ve mesleği de kendi nefsiyle cihad-ı ekber ve başkalarını irşaddır. Bu mübarek hey’etin yüzde doksan dokuz himmeti siyaset değil­dir.Siyasetin gayri olan hüsn-ü ahlâk ve istikamet ve saire gibi makasıd-ı meşruaya masruftur. Zira bu vazi­feye müteveccih olan cemiyetler pek az, kıymet ve ehemmiyeti ise pek çoktur. An­cak yüzde biri, siyasiyyunu irşad ta­rikiyle siyasete taalluk edecektir. Kılınçları, berahin-i kat’iyyedir. Meşrebleri de muhabbet olduğu gibi, beynel’mü’minîn uhuv­vet çekirdeğinde mündemiç olan muhabbete şecere-i tuba gibi neşv ü nema ver­mektir.

1851- Beşinci Vehim. Ecnebilerin bundan tevahhuş etmek ihtimali var?

Elcevab: Bu ihtimale ihtimal verenler mütevahhiştir. Zira merkez-i taassublarında İslâmiyet’in ulviyetine dair konferanslarla (*) takdis etmeleri bu ihti­mali reddeder. Hem de düşmanlarımız onlar değil; asıl bizi bu kadar düşürüp i’la-yı Kelimetullah’a mani olan ve cehalet neticesi olan muhalefet-i şeriattır. Ve zaruret ve onun semeresi olan su-i ahlâk ve harekettir. ve ihtilaf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki, ittihadımız bu üç insafsız düş­mana hücumdur.

Amma ecnebilerin vahşi oldukları kurun-u vustada; İslâmiyet, vahşete karşı hu­sumet ve taassuba mecbur olduğu halde, adalet ve itidalini muhafaza etmiş. Hiçbir vakit engizisyon gibi etmemiş. Ve zaman-ı medeniyette ecne­biler medeni ve kuv­vetli olduklarından, zararlı olan husumet ve taassub zail olmuştur. Zira din nokta-i nazarından medenilere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Ve İslâmiyeti, mahbub ve ulvi olduğunu evamirine imtisalen ef’al ve ahlâk ile göstermek iledir. İcbar ve husumet, vahşilerin vahşetine karşıdır.

1852- Altıncı Vehim: Bazıları, “Sünnet-i Nebeviyeyi hedef-i maksad eden ittihad-ı İslâm, hürriyeti tahdid eder ve levazım-ı medeniyeye münafidir” diyorlar.

Elcevab. Asıl mü’min,hakkıyla hürdür. Sânii Âlem’e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek ne kadar imana kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur. Amma hürriyet-i mutlak ise, vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarından zaruridir.

Salisen: Bazı sefih ve laübaliler hür yaşamak istemediklerinden, nefs-i emmarenin esaret-i rezilesi altına girmek istiyorlar.

Elhasıl: Şeriat dairesinden hariç olan hürriyet, ya istibdad veya esaret-i nefis veya canavarcasına hayvanlık veya vahşettir. Böyle laübaliler ve zındık­lar iyi bilsinler ki, dinsizlik ve sefahetle sahib-i vicdan hiçbir ecnebiye kendi­lerini sevdiremezler ve benzetemezler. Zira mesleksiz ve sefih sevilmez. Ve bir kadına yakışır-istihsan et­tiği-libası erkek giyse maskara olur.



1853- Yedinci Vehim: İttihad-ı İslâm cemaati, sair cemiyet-i diniye ile şakk’ül-asadır. Rekabet ve münaferatı intac eder.

Elcevab: Evvela, umur-u uhreviyede hased ve müzahamet ve münakaşa olma­dığından bu cemiyetlerden hangisi münakaşaya, rekabete kalkışsa iba­dette riya ve nifak etmiş gibidir.

Saniyen: Muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden cemaatlerin iki şart ile umu­munu tebrik ve onlarla ittihad ederiz.

Birinci şart: Hürriyet-i şer’iyeyi ve asayişi muhafaza etmektir.

İkinci şart: Muhabbet üzerine hareket etmek, başka cemiyete leke sür­mekle kendisine kıymet vermeğe çalışmamak. Birinde hata bulunsa, müfti-i ümmet cemi­yet-i ülemaya havale etmektir.

Salisen: İ’layı Kelimetullahı hedef-i maksad eden cemaat, hiçbir garaza vasıta olamaz. İsterse de muvaffak olamaz. Zira nifaktır. Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir şeye feda olunmaz. Nasıl Süreyya yıldızları süpürge olur veya üzüm salkımı gibi yenilir? Şems-i Hakikata “püf, üf” eden divaneliğini ilan eder.

Ey dinî cerideler! Maksadımız: Dinî cemaatlar maksadda ittihad etmeli­dirler. Mesalikte ve meşreblerde ittihad mümkün olmadığı gibi caiz de değil­dir. Zira taklid yolunu açar ve “Neme lâzım, başkası düşünsün” sözünü de söylettirir.

1854- Sekizinci Vehim: Ehl-i ittihad-ı İslâm olan buradaki cemaata, ma­nen gibi sureten de intisab edenlerin ekserisi avam, bir kısmı da meçhulülhal olduğundan, fitne ve ihtilafı ima ediyor.

Elcevab: Belki ağraza adem-i müsaadesine binaendir. Hem de madem maksadı, ittihad ve ila-yı Kelimetullahtır. Teşebbüsat ve harekâtı da ibadettir. İbadet cami­inde şah ve geda birdir. Müsavat hakiki düsturdur. İmtiyaz yok­tur. Zira en ekrem, en müttakidir. Ve en müttaki, en mütevazidir. Binaena­leyh, manen asıl hakikat-ı it­tihada intisab ile beraber sureten onun nümunesi olan bu uhrevî ve sırf dinî cema­ate intisab ile teşerrüf edecek. Yoksa şeref vermiyecektir. Bir katre, bahr-ı ummanı tezyid edemez. Hem de, bir günah-ı kebire ile imandan çıkmadığı gibi; şems garbdan tulû etmediğinden tevbenin kapısı da açıktır. Bir desti müteneccis su, bir denizi tencis etmediği gibi, kendi de temizlendiğinden şimdi bu nümune-i ittihada intisab eden adama şartımız olan Sünnet-i Nebeviyeyi (Aleyhissalatü Vesselâm) ihya ve evamirine imtisal ve nevahiden içtinab ve asayişe ilişmemek elinden gelse-azm-i kat’i ile dahil olan bazı meçhulülhal olanlar bu hakikat-i âliyeyi lekedar etmez. Zira kendi lekedar olsa da imanı mukaddestir. Rabıta da imandır. Bu ünvan-ı mukaddese böyle bahane ile leke sürmek; İslâmiyet’in kıymet ve ul­viyetini bilmemekle beraber, kendini ahmakunnas ilan etmektir. Nümune-i ittihad olan cemaatimize-sair cem’iyat-ı dünyeviyeye kıyasen -leke sürmeyi, tariz etmeyi cemi’ kuvvetimizle red­dederiz. İstifsar tarıkiyle bir itirazları olursa cevaba hazırız. İşte meydan..

Benim dahil olduğum cemaat burada tafsil ettiğim İttihad-ı İslâmdır. Yoksa muterizlerin batıl tevehhüm ettikleri cemiyet-i mutehayyile değil­dir.Bu dinî hey’et efradı, şarkta olsa, garbda olsa, cenubda olsa, şimalde olsa beraberiz.” (H.Ş. 93.100)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   594   595   596   597   598   599   600   601   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin