2806/3- “Farz namazları için ezan, yani bu namazların kılınacağını ilan, Kitab (Kur’an) ve Sünnet ile sabittir. Erkekler hakkında vacib kuvvetinde bir sünnet-i müekkededir. (B.İ.İ.125)
Ezan lügatta i’lam, yani bildirmek, duyurmak, ilan etmek, davet etmek demektir. Dinî bir tabir olarak ezan, farz namazlar için belli vakitlerde ve belli bir tarzda yüksek sesle okunan mübarek sözlerdir. Bu sözler, şer’î kitablarda beyan edildiği gibi bir kısım sahabelerin tevafukan aynı gece gördükleri sadık bir rüyaya ve onu te’yid eden bir vahye dayanmaktadır.
Ezan müslümanları namaza davettir. Müslümanların bu davete icabet etmelerinin vacib olduğu ve buna uymayıp alay ve hafife almanın küfre delalet ettiği tefsirlerde kaydedilir. Ezcümle (5: 58) âyetinin tefsirinde şöyle denilmektedir:
“O kâfirleri de dost ittihaz etmeyiniz ki, namaza nida ettiğiniz, yani ezan okuduğunuz vakit o ezan veya namazı eğlence ve oyun yerine tutar, istihza ederler; bu da bunların akılsız bir kavim olmalarından neş’et eyler.” Bu akılsızlıkları cümlesindendir ki manasız çanları hoşlanır, dinlerler de tevhide, salat ü felaha çağıran yüksek ma’nalı güzel ezanlardan hoşlanmazlar.
Bu âyet, evvelâ ezanın meşruiyyetine, saniyen onunla istihza ve istihfafın küfrolduğuna delalet etmektedir. Bunun için ezana icabet vacibdir.” (E.T. 1722)
Ayrıca (62:9) âyetinde de cuma namazı için ezan okununca hemen icabet edilmesi emrolunmaktadır.
Ezan Kur’anda namaza dâvet olarak iki yerde geçmektedir. Biri (5:58) âyetinde ¬?«ŸÅM7~ |«7¬~ ²vB²<«…_«9 ~«†¬~ namaza çağrıldığınız zaman..” şeklinde, diğeri de (62:9) âyetinde” ¬?«ŸÅM¬V7 «>¬…Y9 ~«†¬~ Namaz için nida olunduğu zaman..” şeklindedir. Başka âyetlerde kelime olarak “ezan” ve “müezzin” sözleri geçiyorsa da namazla alâkalı olmayıp başka mevzularla alâkalıdır. Meselâ (12:70) âyetinde duyurmak, ilan etmek manasında; (9:3) âyetinde tebliğ, ilan, ültimatom (harp ilanı) manasında; (7:44) âyetinde (ilan et, duyur); (7: 167 ve 14:7) âyetlerinde (duyurdu, bildirdi, ilan etti) manasında geçmektedir.
2806/4- İslâmın Mekke devrinde müslümanlar azınlıkta olduklarından ibadetlerini umumiyetle gizli yaparlardı. Namaz vakitlerinde namaza dâvet için belli bir usûl yoktu. Hicretten sonra müslümanlar fiilen bir devlete sahip oldular ve hürriyetlerine kavuştular; sayıları da arttı. Mescid-i Nebevî yapıldıktan sonra ashab-ı kiram toplanıp beş vakit namazı cemaatle kılmaya başlamışlardı. Namaz vakitlerinde müslümanların namaza dâvet edilmesi gerekiyordu. Boru veya çan çalınması, ateş yakılması, mescidin damına bayrak asılması gibi usûller başka dinlere ait dâvet şekilleri olduğu için kabul edilmedi. Bilâl-i Habeşî’nin “Namaza! Namaza!” diye seslenerek müslümanları toplamasına karar verildi. Bir süre bu usûl devam etti. Bir gün sahabeden Abdullah bin Zeyd-il Ensarî, Hz.Peygamber’e (A.S.M.) gelerek, rü’yasında yeşil giymiş birini gördüğünü ve onun kendisine namaz vakitlerini bildirmek için okunacak sözleri ezberlettiğini söyledi. Hz. Peygamber (A.S.M.) de bunları Bilâl’e öğretmesini ve ezanı böyle okuma-sını emir buyurdu. Sonra bu rüya, vahy-i İlâhi ile de te’yid buyuruldu.
“Sabah ezanlarında söylenilen “Essalâtü hayrun min-en nevm” cümlesi ise, bir sabah Hazret-i Bilâl tarafından hücre-i saâdet pişgâhında irad edilmiş ve emr-i Peygamberî ile sabah ezanlarına ilâve olunmuştur.” (M.T. 63)
2806/5- Resulüllah’ın (A.S.M.) dört müezzini vardı: l- Bilâl-i Habeşî. 2- ibni Umm-i Mektum-ul Kureşî. 3- Ebu Mahzure Semure. 4-Sa’d-ül Karaz.
1- Bilâl-i Habeşî Hazretleri, ilk İslâm ile müşerref olanlardan biridir. Köle iken müslüman olmuş ve bu sebeble maruz kaldığı işkence ve ezalara sabır ve tahammül ile müşriklere karşı direnirken Hazret-i Ebû Bekir-is Sıddîk (R.A.) onu satın alıp Allah rızası için âzad ettikten sonra Hz. Peygamber’in hizmetine girdi. Hicretten sonra da Hz. Peygamber’in (A.S.M.) irtihaline kadar onun hizmetinde kaldı. Ve sefer zamanlarında bir an yanından ayrılmazdı. İlk ezanı okuyan ve ilk kamet getiren O’dur. Fahr-i Âlem’in (A.S.M.) vefatına kadar müezzinlik hizmetinde bulundu. Hz. Peygamber’in vefatına çok üzülen Bilâl Hazretleri artık Medine’de kalmak istemedi. Hz. Ebubekir’in (R.A.) ısrarlı ricası üzerine bir süre daha müezzinliğe devam etti ve fakat bir gün artık dayanamıyarak Şam tarafına giderek Müslüman gazilere katıldı. Bir gün rüyasında Resulüllah’ın dâveti üzerine tekrar Medine’ye döndü ve kabr-i Nebevîyi hasret ve gözyaşı içinde ziyaretten sonra, eskisi gibi ezan okumaya başlayınca herkes heyecana kapıldı. “Eşhedü Enne Muhammeden Resûlüllah” deyince, çocuklar, Resulüllah dirilmiş diyerek sokaklara döküldü. Herkes ağlamaya başladı. Resûl-i Ekrem’den sonra Medine’de o kadar ağlayış görülmemişti. Hz. Bilâl Hicrî 20 yılında dâr-ı bekaya göçtü.
2- İbn-i Ümm-i Mektûm, Hazret-i Haticet-ül Kübra’nın dayısı oğludur.
Bilâl-i Habeşî teheccüd için fecirden önce ezan okur, İbn-i ümm-i Mektûm ise sabah namazının tam kılınma vakti gelince okurdu.
3- Ebu Mahzure’nin sesi çok güzeldi ve çok güzel ezan okurdu. Resulüllah (A.S.M.) fetihten sonra onu Mekke’de müezzin tayin etti. Evlâtları da Harun Reşid zamanına kadar bu vazifeyi devam ettirdiler.
4- Sa’d-ül Karaz, Ammar İbn-i Yâsir’in kölesi idi. Resul-i Ekrem (A.S.M.) onu Kûba Mescidi’ne müezzin tâyin etti. Resulüllah’ın vefatından sonra, Bilâl-i Habeşî (R.A.) Şam tarafına gidince Sa’d-ül Karaz, Medine-i Münevvere’ye nakl ile Mescid-i Nebevî müezzinliğine tayin edildi. Kendisinden sonra de evlâdı Mescid-i Nebevî’de müezzinlik yapmışlardır. (Ahmet Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ’dan bu dört müezzin sahabe hakkında bilgi kısmen telhisle alındı. ci: l, shf: 255, İstanbul- 1966 baskısı)
2806/6- Ezanın ifade ettiği derin ve küllî mânâ şöyle beyan ediliyor: “Erbab-ı dâniş ve dikkatin (ilim ve dikkat sahiplerinin) ikaz-ı ârifanelerine göre ezan, elfaz-ı kalile ile mesâil-i i’tikadiye ve ameliyenin hemen kâffesini hülâsaten câmi’ ve şamildir. “Allahu Ekber” lâfz-ı celili, vücud-u Bâri’yi tasdika delâlet ettiği gibi, bilcümle sıfat-ı kemaliyesini de isbat eder.”Eşhedü en lâilâhe illallah” kelime-i tayyibesi, tevhide ve nefy-i şirke; “Eşhedü Enne Muhammeden Resulüllah” cümle-i cemilesi de risalet-i celile-i Muhammediyeyi ve onun zımnında bütün Enbiya ve Rusül Aleyhimüsselâmın alelıtlak nübüvvet ve risaletlerini tasdika dâll olduğu gibi, “Hayye alessalâti” sîga-i emrî, ancak resul sayesinde ma’lum olan taat-i İlahiyeye da’vettir. “Hayye Alelfelah” sîgası da, beka-yı dâim demek olan felah ve necat yoluna çağırmaktır ki, bu da meâd ve ukbayı tasdikten ileri gelir. Bu elfaz-ı şerifenin tekrarı, mazmunların tekidi içindir.” (M.T. 63)
Ezan önceleri yüksek binaların üzerinde okunuyordu. İlk minare Hicret’in 58. yılında Mısır vâlisi Mesleme bin Muhalled tarafından Amr İbn-ül As Camii’nin yanında yaptırıldı. Ezan ve daha sonra minare, İslâm şeairinden olmuştur.”Miladi 700 tarihlerinde Mısır hükümdarı olan Melik-ün Nâsır Seyfüddin Kılavuz’un emriyle Cuma namazından evvel “Salâ” verilmek usulü vaz’edildi.” (M.T. 63)
2806/7- Ezan ve kametle ilgili bir takım şer’î hükümler vardır. Bunların açıklamaları, ilmihal kitaplarında mevcuttur. Ehemmiyetine binaen bazılarına burada yer veriyoruz:
1- Ezan, Arapça muayyen kelime ve cümleleriyle sade, zühdî bir üslubla okunur. Daha sonraları, on ayrı makamda da okunmuştur.
2- Kamet de ezan gibidir. Yalnız kamet, ezanda olduğu gibi ağır ağır ve çok yüksek sesle okunmaz. Namaz kılınan yerde, ayakta ve kıbleye karşı okunur. Ayrıca ezanda da geçen “Hayye Alelfelah”tan sonra “Kadkametissalatü kadkametissalah” (Namaz başladı, namaz başladı) sözleri ilave edilir. Kamet de, ezan gibi farz olan namazların sünnetlerindendir. Gerek tek başına, gerek cemaatle farz namaza başlanacağı sırada kamet getirilir ve hemen namaza başlanır.
3- Kadınların, çocukların ezan okumaları veya cemaate kamette bulunmaları mekruhtur. Bu takdirde ezanı iade etmek mendub veya vacibdir.
4- Müezzin olan zât, ezanın âdabını bilir ve müttaki olması müstehabdır. Cahillerin, fâsıkların ezan okumaları mekruhtur.
5- Sarhoşların, mecnun veya ma’tuhların, cünüblerin ezan okumaları da mekruhtur. Bunların okudukları ezan iade edilmelidir.
6- Evde veya kırda kılınacak farz namazları içinde hem ezan, hem de kamet efdaldir. Bunlarda yalnız kamet ile iktifa edilebilir, fakat ezan ile iktifa mekruhtur.
7- Ezan ve kamet vakit namazları için sünnet olduğu gibi, kaza namazları için de mesnundur.
8- Sabah namazı hariç, vaktinden önce ezan okumak caiz değildir. İadesi lâzım gelir.
9- Akşam namazında ezanın arkasında kamet getirilirken camiye giren kimse oturur. Ayakta durması mekruhtur.
Ezan okunurken” Hayye alessalâh” derken müezzinin yüzünü sağa, “Hayye alelfelah” derken sola çevirmesi müstehabdır, minarede sağa ve sola dolaşır.
10- Ezan İslâm’ın büyük şeairindendir. Ezan okurken onu huşu ile dinleyip hürmet göstermekle, şeair cihetindeki manevî te’siri daha çok alınır ve hissedilir. Lâkayd kalmak, fuzuli konuşmaları terketmemek hatadır. Hatta muteber kaynaklar, Kur’an okumak, zikir gibi sünnet ve müstehab meşguliyetlere ara verilmesini efdal görmektedir. Dinî ilimlerin ders ve tâlimi gibi farz olan fiiller, buna dahil değildir.
11- Ezan ve kameti işiten kimsenin bunları kendi kendine tekrar etmesi, “Haye alessalah, Hayye alelfelah” kelimelerinde ise: “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah” demesi; sabah namazında da “essalatü hayrun minnevm” (yani, namaz uykudan hayırlıdır) diyen müezzinin bu sözüne karşı “sadakte ve berirte” (yani doğrusun, gerçeksin) demesi müstehabdır.”Eşhedü enne Muhammeden Resulüllah” sözüne karşı da “Sallallahü aleyke ya Resulallah” der.
Ezan ve kameti dinledikten sonra şu dua okunur:
¬³~ ¬}«W¬=_«T²7~ ¬?«ŸÅM7~«— ¬}Å8_ÅB7~ ¬?«Y²2Åf7~ ¬˜¬g«; ¬±«‡ ÅvZ±V7«~
y²C«Q²"~«— ¬}«[¬7_«Q²7~ «}«Q[¬4Åh7~ «}«%«‡Åf7~«— «}«V[¬N«S²7~«— «}«V[¬,«Y²7~ ~®fÅW«E8 _«9¬f¬±[«,
«…_«Q[¬W²7~ r¬V²F# « «tÅ9¬~ y«B«2_«S«- _«X²5ˆ²‡~«— y«#²f«2«— >¬gÅ7~ ~®…YW²E«8 _®8_«T«8
(Meali: Ey bu tam davetin-yani okunan mübarek ezan veya kametin-ve kılınmak üzere olan (ve kıyamete kadar devem edecek olan) namazın sahibi Allah’ım! Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (A.S.M.) Vesile’yi, fazileti ve yüksek dereceyi ihsan et! Ve O’nu kendisine va’dettiğin Makam-ı Mahmud’a eriştir! Ve bizi de O’nun şefaatına nail et! Şüphesiz sen va’dinden dönmezsin. (B.İ.İ.128)
Mezkûr ezan duası ehadiste zikredilir. Ezcümle Buhari Ezan 8, Ebu Davud 529. hadîsi, İ.M. 722. hadîsi, B.M. 1 ci. 157. hadîsi ve S.B.M. 365. hadîsi örnek verilebilir.
(Not: Duada geçen Vesile, Allah’ın rızasına ve yakınlığına sebep olan şey demek olduğu gibi Cennet’te çok yüksek bir makam olduğu, faziletin de iyi ahlâk ve meziyetler manasına geldiği gibi, aynı şekilde Cennet’te yüksek bir makam olduğu; Makam-ı Mahmud’un da (Bak: 2237.p.) şefaat-i kübra makamı olduğu beyan olunmaktadır. Böyle bir duada bulunmak, Resul-i Ekrem’e (A.S.M.) sevginin, kuvvetli bağlılığın bir nişanesidir.)
2806/8- Bilindiği gibi ezan, bütün dünyada müslümanlar tarafından Arapça olarak, aslına uygun şekilde okunmaktadır. Memleketimizde ise Cumhuriyet’ten sonra bir ara Türkçe olarak okunma mecburiyeti getirildi ve bu husus kanunî müeyyideye bağlandı. Kur’an ve ezanın Türkçe okunması fikrini müdafaa eden Ziya Gökalp’ti. Mustafa Kemal bunu tatbikat sahasına koydurdu. Önce bir deneme yapıldı. Türkçeleştirilmiş bir kısım Kur’an sûreleri ve Türkçe ezan 3 Şubat 1932’de (27 Ramazan, Kadir Gecesinde) Ayasofya’da okutuldu. Bu hareket İslâm dünyasında şiddetle tenkid edildi. Meselâ Mısır’da Şeyh Muhammed-el Güneymî et- Taftazanî, bunu dinsizlik hareketi şeklinde kınadı. Fakat Türkiye’de halk baskı altında bulunduğu için sesini fazla duyuramadı. Türkçe ezanın bir yıl sonraki Ramazanda bütün yurt sathında yaygınlaştırılması talimatı verildi ve bu iş için hararetli çalışmalar başlatıldı. Fakat gelecek Ramazana kadar bu çalışmalar tamamlanamadığı için ancak kısmen bu plan tatbik edilebildi. Türkçe ezana karşı l Şubat 1933’te Bursa’da halk arasında bir protesto hareketi oldu. Yahudilerin sinagogda, Hristiyanların kilisedeki ibadetlerine karışılmadığı halde müslümanların camideki ibadetlerine asla karışılamayacağını beyan ettiler. Fakat bu haklı talep ve ikaz, şiddet ve ceza ile karşılandı. Bursa müftüsü Nurettin Efendi vazifesinden azledildi ve din hürriyetine yapılan tecavüzü protesto edenler hapsedildi.
Türkçe ezan okunma mecburiyeti Ceza Kanunu’nun 526. maddesi ile cezaî müeyyideye bağlandı. 2 Haziran 1941 tarihli kanunla bu maddeye yapılan ilaveye göre, cami ve mescidler dışında, her hangi bir yerde vazife dışında, Arapça ezan okuyanlara üç ay hapis cezası getirildi. Arapça ezan okuma yasağı, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra Haziran 1950’de kaldırıldı. Halk bunu sevinç gözyaşları ve büyük tezahüratla karşıladı. Fakat Cumhuriyet Halk Partisi ve onun fikriyatını savunan gazeteler, bu yasağın kaldırılmasına karşı çıktılar. Antidemokratik alışkanlıklarını, ideolojileri hesabına bırakamadılar.
Ezanın devlet müdahalesiyle Türkçeleştirilmesi ve zorla okutturulmasının dine ve demokrasiye aykırılığı bir yana, hiç te’vil kaldırmaz bir kat’iyetle laik devlete dahi tam manasıyla aykırıdır. Zira laik devlet dindara ve dinsize müdahale etmez ve edemez; yoksa laikliğin esas vasfı ihlal olunur.
2806/9- Hadislerde de ezan bahsine hayli yer verilmiştir. Ezcümle: S.B.M. ci:2 shf:550’de bab-ı bed’-il ezan ve S.M.4. kitab-üs salât 1-8 bablar ve İ.M.3. kitab-ül ezan, ci:2 shf: 475 ve Ebudavud 2. kitab-üs salât, 27-44. bablar ve T.T. ci: 1, shf: 147, 4. bölüm ve B.M. ci: 1, shf: 206-232 ezan babı, ezan hakkında olup, bu hususta geniş tafsilat verirler.
2807- Namazda Fatiha’nın okunması mes’elesi ise, fıkıh kitablarında tafsilatıyla izah edilmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:
“ °‚~«f¬' «|¬Z«4 ¬_«B¬U²7~ ¬±•_¬" _«Z[¬4 ~«h²T< « ¯?«Ÿ«. Çu6
Herhangi bir namaz ki, onda Fatiha-i Şerife okunmaz o namaz noksandır.
İzah: Malum olduğu üzere namazlarda Kur’an-ı Kerim âyetlerinden bir miktar okunması farzdır. Fatiha-i Şerifenin okunması da vacibdir. Bir namazda hiç Kur’an okunmazsa o namaz batıl olur. Başka âyetler okunduğu halde Fatiha-i Şerife okunmazsa namaz da noksan bulunur. Fatiha-i Şerife sehven okunmamış ise secde-i sehiv lâzım gelir, kasden okunmamış ise namazın iadesi icabeder. Cemaatle kılınan namazlarda imamın Fatiha-i Şerifeyi kıraati, cemaatin de kıraati yerine kaim olur. Bu Hanefi Mezhebine göredir. İmam-ı Malik ile İmam-ı Ahmed’e göre ise bu, cemaatle kılınıp cehren kıraat olunan namazlara mahsustur. İmam-ı Şafiî’ye göre ise Fatiha-i Şerifeyi cemaatin her halde okuması lâzımdır, bunu okumayanın namazı sahih olmaz. Bu mes’elelere dair fıkıh kitaplarımızda tafsilat vardır. Biz burada şuna işaret edelim ki, namazda okumakla mükellef olduğumuz şey, mahza Kur’an-ı Kerim’in âyetleridir, sureleridir. Bunlar ise vahy-i İlahîye müstenid, birer mu’cize-i kelâmiyedir. Birer kudsiyet-i mahsusayı haizdir. Bunların yerine hiçbir tercüme, hiçbir meal kaim olamaz. Bunlara Kur’an hükmü verilemez. Bu hususta sarahat-ı Kur’aniye vardır. Bu babda icma-i ümmet, mün’akiddir. Kur’an-ı Kerim tercümelerinin Kur’an-ı Mübin mahiyetinde olamıyacağına dair Tefsir Tarihi ve Tabakat-ül Müfessirîn adındaki eserimizde tafsilat vardır.” (H.G. Hadis: 286) (Büluğ-ul Meram Tercemesi, ci:l, shf: 316 ile 320’de de tafsilat vardır.)
İ.M. 984-988. hadislerde, cemaatte ihtiyarlar, hastalar, çocuklar ve zamanı az olanlar düşünülerek imamın namazı hafif (kısa) kıldırması, cemaatı usandırmaması gerektiği bildirilir.
Atıf notları:
-Bediüzzaman Hz.nin namaza dair, ilk Millet Meclisi’ne hitaben bir beyannamesi, bak: 383.p.
-Yedi yaşına giren çocuğa namaz kıldırmak, bak: 170.p.
2808- Namaz hakkında Kur’andan birkaç not:
-Namaz insanı fuhşiyattan, münkerden men eder: (29:45)
-Namazı yalnız Allah rızası için kılmak: (6:162)
-Namazı eğlence edinerek kılanlar: (8:35)
-İstemiyerek ve riya için namaz kılanların hali: (4:142) (9:54) (107:4,6)
-Namaza mani olanlar: (96:9,10)
-Huşu ile namazı kılmak: (23:2)
-İkame-i salât (ta’dil-i erkâna riayet etmek) : (2:3,238) (4: 162) (5:55) (6:92) (8:3) (9:71) (31:17) (70:34)
-Namazda müdavemet: (70:23)
-Kasr-ı salât (seferî namaz): (4:101)
-Ehline namazı emretmek: (20:132)
-Din kardeşliğinde; nifaktan tövbe, namaz ve zekâtı ifa etmek şartları: (9:ll)
-Bütün zihayatların ibadeti: (24:41)
Hadislerde de namaz bütün tafsilatıyla bahsedilir. T.T. ci: 1, 5. kitab, bütün bölüm ve fasıllarıyla namaz hakkındadır.
2809- qqNAMUS ‰Y8_9 : Irz, iffet, edeb, haya. *Şeriat. *Melaike. *İrade-i İlahiyenin tecellisi. *Nizam. *Emniyet ve istikamet gibi faziletlerin muhassalası olan pek kıymetli haslet. *Bir kimsenin mahrem, gizli esrarı olup işleri ve hallerinin içyüzüne vâkıf ve muttali kimseye denir. Hayırlara ait gizli hallerinin hâmil ve vâkıf olan. Bu manada Cebrail Aleyhisselâm’a ıtlak olunur. Sair melaikenin vâkıf olmadıkları vahyin sırlarına vâkıf ve mahrem olması cihetiyle ona “Namus-u Ekber” denilmiştir. *Hâzık. Mahir. *Av ve tuzak. *Nemmam manasıyla fitneci ve koğucu.*Birisinin hilesine siper ettiği şeye ve arslan yatağına da bu mana verilmiştir. *Temizlik, doğruluk. (Bak: Tesettür)
Atıf notları:
-Kanun emirdendir, namus iradedendir, bak: 839.p.
-Kadında namus mefhumunun bir tarifi, bak: 3782/1.p.
2810- qqNAR ‡_9 : (c.Niran, envar, niyere, niyar) Ateş. *Cehennem. *Bir meyve adı. *Mc: Allah’ın gadabı. *Yakıcı, azab verici her şey. *Şer. Dalalet. Sefahet. (Bak: Cehennem)
2811- qqNASARA >‡_M9 : Hristiyanlar. Nasraniler. Hz. İsa’ya (A.S.) ilk önceleri Nasıra Karyesi’deki ahali yardım ettiklerinden onlara “Nasara” ismi verilmiştir. (Bak: Ehl-i Kitab)
Bir atıf not:
-Nasara tesmiyesinin sebebi, bak: 1723.p.
2811/1- qqNASIRÜDDİN KADI BEYZAVÎ >—_N["|/_5w: “Ebu-l Hayr Abdullah İbn-i Ömer; Şafiî ülemasından meşhur bir müfessirdir. ... Tefsir, Fıkıh, Usul, Kelâm, Mantık, Belagat, Tarih ilimlerinde bihakkın mütehassıs idi. Kadılık tarîkine sülûk etmiş, biraralık Tebriz’e gitmiş, orada vezirin hazır bulunduğu bir ilim meclisinde kudret-i ilmiyesini isbat etmekle vezirin fevkalâde iltifatlarına nail olmuş, nihayet Tebriz’de Kadı-l Kudat mesnedini ihraz eylemişti. Bilâhare kadılığı terk ederek, meşhur tefsirini te’lif ile meşgul olmuştur.
Bu muhterem müfessirin: El’İzah, El’Minhac, Şerh-ül Minhac, Et-Tevali, Şerh-ül Metali, El-İnayet-ül Kusva vesaire namında Usule, Kelâma, Fıkha, Mantığa ve saireye dair eserleri de meşhurdur. Şiraz nahiyelerinden “Beyza”da doğmuş, Hi. 685 tarihinde Tebriz’de vefat etmiştir.” (H.İ.l/471)
2812- qqNAŞİZE ˜i[-_9 : Kendisini kocasından üstün ve salahiyetli addederek, kocasına karşı her istek ve sözünün hâkim olmasını isteyen ve şer’î esaslar dairesinde kocasına itaat etmek istemeyen kadın. *Kocasının hanesinden, izni olmaksızın çıkıp kendisini kocasından haksız yere men’eden kadın. Bu çıkış hakikaten olabileceği gibi, hükmen de olabilir. * Kabarmış, şişmiş. (Bak: 176.p.)
2813- qqNAZAR hP9 : Göz atmak. *Mülâhaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. *Yan bakış, *Bir türlü kabul etmek. *Gözdeğmesi.*İltifat. *İtibar.
2814- Kur’anda nazar değme ile alâkalı görülen bazı âyetler vardır. Ezcümle:
“(68:51) «h²6¬±g7~ ~YQ¬W«, _ÅW«7 ²v¬;¬‡_«C²"«_¬" «t«9YT¬7 ²i[«7~ —h«S«6 «w<¬gÅ7~ …_«U«< ²–¬~«—
°–xX²D«W«7 y¬±9Ë~ «–x7xT«<«— O zikri, Allah tarafından öğüt olarak okuduğun Kur’anı işittikleri vakit, az daha seni gözleriyle kaydıracaklardı. -Onun yüksekliğini öyle hissetmişlerdi ki, kıskançlıklarından az daha isabet-i ayn’a uğratacaklar, aç ve kötü gözlerinin şerriyle ellerinden gelse helâk edeceklerdi.
Bunun hakkında uzun uzadıya sözler söylenmiş, inkâr edenler, isbat edenler olmuş ise de, biz tafsiline lüzum görmeyerek bu kadarla iktifa ediyoruz. Keyfiyeti ne suretle olursa olsun, isabet-i ayn vardır.” (E.T. 5305)
2815- Hadis-i şeriflerde de isabet-i ayn ile alâkalı ehadis vardır. Meselâ:
“ Ú «u«A«D²7«~²>«~ Û«s¬7_«E²7~ Ĭi²X«B²K«# Ês«& w²[«Q²7«~ Göz değmesi vakidir, yüksek bir dağı bile baş aşağı eder.” (253)
2816- Diğer bir rivayette şöyle:
|¬9«h«8«~ ²a«7_«5 _«Z²X«2 yÁV7~ «|¬/«‡ «}«L¬=_«2 ²w«2
¬w²[«Q²7~«w¬8 |«5²h«B²K< ²–«~ «h«8«~ ²—«~ Ú •‹ Û ¬yÁV7~ ÄY,«‡
Meali: Aişe Radıyallahü Anha’dan rivayete göre Aişe (Hazretleri): Resulüllah Sallallahu Aleyhi Vesellem göz değmesine okunmasını bana emretti yahut (mutlak olarak) emretti” demiştir.
İzahı: (Bana emretti), yahud (emretti) suretindeki tereddüd raviye aittir. Ravi, Hazret-i Aişe’nin bu iki şekilden hangisini söylediğini kestirememesinden neş’et etmiştir. Müellif Buhari bu hadisi (Rukyet-ül ayn=Göz dokunmasına okunmak) başlığıyla açtığı bir babında rivayet etmiştir. Bu tabir ile murad, göz ağrısına okunmak demek olmayıp isabet-i ayn( göz değmesine) karşı okunmak demektir.
Sahih-i Buhari’nin ilk şârihlerinden ve büyük Türk ve muhaddis ve ediblerinden Hattabî merhum der ki: “Resulüllah’ın nazara ve göz değmesine karşı okunmasını emrettiği (kavari-i Kur’an) adıyla anılan Âyet-ül Kürsî gibi esma ve sıfat-ı İlahiyeyi ve Allah Teala’yı zikri havi âyetlerin nüfûs-u tâhire sahiblerinin diliyle göz değmesine musab olan hastalara okunmasıdır. Bu okunma, ruhanî tedavidir. Evvelki zamanda salih kimselerin okumalarının büyük mevkii vardı. Fakat bu sınıf faaziletli insanlar bulunamayacak derecede azalmıştır. Bu cihetle halk, cismanî tedaviye meyletmiştir. Çünkü ruhanî olan nefes, efsuncuların ve cinleri teshir iddia eden cincilerin nefesidir.” (S.B.M.12. ci.1932. hadis)
2817- Bediüzzaman’ın da nazar hakkında şu ifadesini görüyoruz:
“Kardeşlerim! Benim kat’i kanaatım geldi ki; nazar, beni şiddetle müteessir ve hasta eder. Çok defa tecrübe ettim. Ben ruh u canla size her vaziyette arkadaş olmak istiyorum, fakat «h²A«T²7~ «u%Åh7~«— «‡²f¬T²7~ «u«W«D²7~ «u¬'²f< h«PÅX7~ (254) meşhur kaide ile nazar beni vurur. Çünki bana bakan, ya şiddetli adavetle veya takdir ile nazar eder. Bu iki nazar dahi bazı insanların bir hasiyet-i isabet sırrıyla bakmasında bulunur. Bunun için, mümkün olsa, mecbur etmezlerse sizin ile beraber mahkemeye her vakit gelmemek niyet ettim.” (Ş.323)
2818- S.B.M. 1833. hadis ve İbn-i Mace 31. kitab-ut tıb 32, 33. babları ve T.T. 3. ci, 730,736, 743. hadislerde de nazar değmesinden bahsedilir.
2819- qqNAZAR-I HARAM •~h& ¬hP9 : Haram nazar. Namahreme bakmak. (Bak: Avret, Haram, Sefahet, Suret, Takva)
Kendisiyle evlenmesi haram olanlardan başka olan kız ve kadınlara bakmayı dinimiz erkekler için haram kılmıştır. Mihhac-ı Talibîn kitabının 361. sahifesinde zikredildiği gibi Şafiî Mezhebinin bazı imamları, Kur’an (24:31) âyetinde de temas edildiği gibi, kadınların da yabancı erkeklere bakmalarını men’ederler. Fakat imamların ekseriyeti haram olmadığını beyan ettiler. Ezcümle Ömer Nasuhi Efendi, Büyük İlmihalinde şöyle diyor:
“Kadınların birbirine veya kocaları olmayan erkeklere bakmaları da erkeklerin birbirine bakmaları gibidir. Binaenaleyh bir İslâm kadını, diğer bir kadının veya bir erkeğin göbeği altından diz kapakları altına kadar olan kısmına bakamaz, sair uzuvlarına bakabilir. Elverir ki bir şehvet, yani kalben bir iştiha, temayül korkusu bulunmasın.
Bir erkek, yabancı veya karibi olup nikahı müebbeden haram olmayan bir kadının-ahlâkî bir mahzur bulunmadığı takdirde-yalnız yüzüne, ellerine bakabilir. Ebediyyen mahremi olan bir kadının, meselâ anasının veya kızının veya teyzesinin ise yüzüne, başına göğsüne, kulaklarına, baldırlarına bakabilir ve bu uzuvları tutabilir. Elverir ki iki taraftan hiç birinde şehvet korkusu bulunmasın.
Erkek ile zevcesi arasında her veçhile bir hususiyet mevcud olduğundan biri diğerinin bütün vücuduna bakabilir. Şehvetle olup olmaması müsavidir. Şu kadar var ki, tenasül uzuvlarına bakmamaları evladır, edebe muvafıktır.
Bir tabib, tedavisinde bulunduğu bir kadının marazlı olan herhangi mahrem bir uzvuna zaruret miktarı bakabilir. Şu kadar var ki, tedavisini bir kadına tarif ederek havale etmesi daha muvafıktır. Çünkü cinsin cinse bakması daha hafiftir.” (B.İ.İ.417) (Bak: Muharremat)
2820- Bir âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor: “(24:30) «w[¬X¬8ÌYW²7~¬u5 Mü’minlere yani mü’min erkeklere söyle ²v¬;¬‡_«M²"«~ ²w¬8~YÇNR«< gözlerini indirsinler; gerek hariçte, gerek dahilde ve gerek başkalarının evlerine girerken, çıkarken, otururken, kalkarken gözlerini dikmesinler; harama bakmaktan, ayıb şey görmekten sakınsınlar.
Sofiyyeden Şiblî (kuddise sırruhu) ya, ²v¬;¬‡_«M²"«~ ²w¬8~YÇNR«< ne demek diye sormuşlar. Demiş ki: Baş gözlerini muharremattan, kalb gözlerini masivaullahtan çeksinler.” (E.T.3502)
2820/1- Mezkûr âyette bakılması yasaklanan şeylerin neler olduğu beyan edilmediğinden, bakıldığında nefse hoş gelen her nevi muharremat ve nefsaniyeti tahrik edebilen şeyler yasaklanmış oluyor. Sinema, televizyon, gazete ve mecmualarda görülen açık-saçık suretler, resim ve heykeller gibi şeyler, bu âyetin yasakladığı sahaya girer. (Bak: Suret) Hatta İmam-ı Şafiî Hazretleri ve bazı âlimler, bu âyete istinaden şabb-ı emredle yani henüz yüzünde tüyü çıkmamış gençle tenhada kalmak gibi bazı hususlara dahi cevaz vermemişlerdir. Ancak alış-veriş, tedavi ve ilim öğretme gibi şer’î ihtiyaçlarda, ihtiyaç miktarı kadar müsaade etmişlerdir. (Bak: İmam-ı Nevevi Fetvaları shf: 204)
Şabb-ı emred hakkındaki mezkûr hükmü, Kitab-ul Fıkıh Alâ Mezahib-il Erbaa Tercemesi ci: l. shf: 169’da daha tafsilatlı beyan eder ve bakılması yasaklanan yerlere, hailsiz dokunulmasını da yasaklar.
Ebu Davud da şunları kaydeder: “Müslim 3. kitabın 17. babında rivayet edilen: “Erkek erkeğin avret yerine, kadın da diğer kadının avret yerine bakmasın. Erkek erkeğe bir tek elbise içinde sürtünmesin. Kadın da diğer kadına bir tek elbise içinde sürtünmesin” mealindeki hadise istinaden “Şafiîler: Bir kimsenin avret mahalline (bakılması caiz olmayan yerine) vücudunun hangi organı ile olursa olsun dokunmasının haram olduğuna delalet etmektedir, bunda ülemanın ittifakı vardır” derler.” (Ebu Davud Tercemesi, 2150. hadisin izahından)
Bir rivayette mealen şöyle buyuruluyor: “Kadına karşı olan kıskançlık (nefsanî yönden), aynı şekilde çocuklara da duyulmadıkça kıyamet kopmaz.” (R.E.5942. hadis. Mütercim: Naim Erdoğan)
Hanefî Mezhebinde mu’teber âlimlerden İbn-i Abidin ise şu izahatı veriyor: “Kadının ve şabb-ı emredin yüzlerine bakmakla şehvetin uyanma şüphesi varsa, o zaman bakmak haramdır. Amma tüysüz gençle tenhada kalmakta ve şehvetsiz ona bakmakta bir beis yoktur. Buna binaen, tüysüz bir genç örtünmekle mükellef değildir.
Kadının sadece yüzüne ve ellerine zaruretten dolayı bakılabilir. Eğer şehvet hissi kendisinde uyanmasından korkarsa veya şüphelenirse o zaman yüzüne ve ellerine bakamaz. Yüze bakmanın helal olması adem-i şehvetle mukayyeddir. Şehvet uyanırsa velev uyanması şüpheli de olsa, bakmak haramdır. Bu selef-i salihîn devrinde böyledir. Bizim zamanımızda (*) ise katiyyetle kadının yüzüne ve ellerine şehvet uyansın uyanmasın bakmak haramdır. Çünki şehvet ve fitne uyanması bu asırda (müellifin asrı ve bilhassa asrımızda) umumi bir belva haline gelmiştir. Kur’an’ın sarih ifadesiyle, kadın katiyyetle bütün vücudunu çarşafıyla örtmekle mükelleftir.” (İbn-i Abidin cild: l-5)
Daha bunun gibi pek çok büyük İslâm âlimleri sedd-i zerai gibi (Bak: Sedd-i Zerai) ihtiyatî tedbirleri ve fitne zamanlarında, ruhsat yolunun daraltılması kaidesini de nazara alarak hayli tafsilat verirler. İmam-ı azam Hazretleri Ebu Yusuf’a yazdığı vasiyetnamesinde bu husustaki hassasiyetini kaydeder. (Bak: 173.p.)
Mezkûr hükümler müvacehesinde, şabb-ı emred ile, bu yaş devresini geçirmiş büyük bir kimse arasındaki münasebetlerde ciddiyetin muhafaza edilmesi, el şakaları ve güreş gibi laübali hareketlerden uzak durulması ve küçüklere örnek olacak vakarlılık gösterilmesi bilhassa gençlere ders verenler için daha çok gereklidir. (Bak: 3940/7.p.) Bu dersler verilirken İslâmî ders âdabına uygun oturma şeklinde, yani ders alan ders verenin önünde oturup dersin kudsiyetine uygun hürmet ve ciddiyet içinde bulunurlar. Hem bu dersler umumi mahalde ve hep beraber olup, şabb-ı emred devresinde olan gençlerin ünsiyetine ve dolayısiyle gayr-i ciddiliğe kapı açan, hususi mahallere alıştırılmaması elzemdir. Cemaat namazında dahi çocukların arka safta durmaları sünnettir. (Bak: B.İ.İ.shf:136)
Çocuklara ders verirken vakarlı davranmayı ve lisan-ı hal ile ciddiyet dersini vermeyi emreden hadisler de vardır. (Bak: 1587,1593.p.lar) Hatta bazı âlimler, şabb-ı emredle muanakanın da memnuiyetine kaildirler. Hz. Enes’den (R.A.) Deylemî’nin naklettiği hadis, fitne zamanlarında daha çok nazara alınmalıdır. (Bak: 2639.p.sonu)
2821- “Buhari 23. Mü’minûn Suresi’nin 19. âyetini zikretmiştir ki, meali şöyledir: Allah hem hain gözlerin (tecessüslerini) hem de (fâsıd) gönüllerin gizlediği temayülleri bilir..
İbni Ebî Hatem’in, Abdullah bin Abbas vasıtasıyla rivayetine göre; âyetteki hain gözlerin tecessüs ve fasid gönüllerin temayülü şöyle tasvir buyurulmuştur: Hain gözlü o kimsedir ki; , bir cemaatla bir yerde otururken yanından güzel bir kadın geçerse, yahut girdiği bir evde güzel bir kadın görürse, yanındakilerden hırsızlayarak kadına sinsi sinsi bakar. Yanındakiler kendisine bakınca hemen gözünü ayırır. Fakat Allah bilirki, o hain gözlü kimse, kadının daire-i mahremiyetine girmeğe gücü yetse muhakkak girmek ve zina etmek ister.
Bundan sonra Buhari’nin arka arkaya iki hadisi vardır ki, bunlardan birisi: Veda Haccında Resul-i Ekrem Medine’den hareket ettiğinde terkisine amcası Abbas’ın oğlu Fazl’ı almıştı. Yolda güzel bir kadın bir mes’ele sormak üzere yaklaştığında, Fazl kadına bakmağa başladı. Kadın da son derece güzel olan Fazl’a bakıyordu. Bu manzarayı görünce Hazret-i Peygamber Fazl’ın çenesinden tutup öbür tarafa çevirdi. Bu hadisin tercümesiyle izahı 6. cildin başında 752 rakamıyla geçti, oraya bakınız!
Öbürüsü de: Resul-i Ekrem bir kere ashabı yol üzerinde oturmaktan men etmişti. Fakat bilahare bulunan iktisadî hayat için lüzum ve zarureti arz olununca; Resul-i Ekrem gelip geçen kadınlara bakılmaması, kimseye eza olunmaması gibi şartlarla müsaade buyurdu. Bu hadisin tamamının tercüme ve izahı da 7. cildde 1098 numara ile geçti, oraya bak!...” (S.B.M.ci:12 shf: 187)
Ebu Davud 12. Kitab-ün nikah 42. babı, kasdî olmayan ilk bakış müstesna, kadınlara bakmanın haramiyeti hakkındadır.
Tafe-i Nisa’nın erkek çocuklara ders verme meselesi:
“Kız olsun erkek olsun herkes, oniki yaşını bulan kız çocuk onüç yaşını bulan erkek çocuktan sakınmaları gereklidir. Çünkü bunlar buluğ çağına ulaşmamışlarsa da, çocukluk devrelerini geçirmişlerdir.”
Aynî el- Bidâye’de Şeyh Muhyiddin’in bu fetvasını “çok yerinde” diye nitelemiştir. (İsmail Çetin Ölçüler sh:146)
Beş şey dışında genç erkeğin genç kadınla konuşmaları meşru değildir. (Fukahanın ittifakıyla)
1- Evlilik 2- Tedavi 3- Mahremiyet 4- Şahidlik 5-
(İsmail Çetin Ölçüler sh:146)
2822- Bir hadis-i kudsîde de şöyle buyuruluyor:
“|¬B«4_«F«8 ²w¬8 _«Z«6«h«# ²w«8 «j[¬V²"¬~ ¯•_«Z¬, ²w¬8 °v²Z«, ?«h²PÅX7«~
¬y¬A²V«5 |¬4 y«#«—«Ÿ«& f¬D«< _®9_«W<¬~ yB²7«f²"«~
Yani: Namahreme bakmak, İblis’in oklarından bir oktur ki, her kim benden korkar onu bırakırsa, (harama bakmazsa) o haramın zevkine bedel ona bir iman veririm ki, o imanın celadet ve halavetini kalbinde duyar.” (255)
Bir atıf notu:
-Gözü Allah namına çalıştırmak, bak: 3598.p.
2823- Bediüzzaman Hazretleri, nazar-ı haram ve tesettür-i nisvan meseleleri üzerinde ehemmiyetle durmuştur. Bunlardan bir kaç cüz’î örnekler: “Kur’an merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, haya perdesini takmasını emreder. Ta hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevasat, ehemmiyetsiz bir meta’ hükmüne geçmesinler.(*) Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimi hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhûme ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.” (S.410) (Bak: Tesettür)
2824- “Bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi, dedi: “Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım?” Ben de dedim: Mümkün oldukça namahreme nazar etme. Çünki rivayet var. İmam-ı Şafiî’nin (R.A.) dediği gibi: Haram nazar, nisyan verir.
Evet ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevasat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalat ve israfa girer. Haftada bir kaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hafızasına zaaf gelir.
Evet bu asırda çık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su’-i nazardan su’-i istimalat, umumi bir unutkanlık hastalığını netice vermeğe başlıyor. Herkes cüz’î, küllî o şekvadadır. İşte bu umumi hastalığın tezayüdiyle, hadis-i şerifin verdiği müdhiş bir haberin te’vili ucundan görünüyor. Ferman etmiş ki: “Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur’an nez’ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.” Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur’an’a bu su-i nazarla bazılarda sed çekilecek; o hadisin te’vilini gösterecek.” (K.L. 133)
2824/1- Bediüzzaman Hazretleri, nazar-ı haramdan ictinab etmekteki hassasiyetini şöyle anlatır:
“Tarih-i hayatımı bilenlere malumdur. Ellibeş sene evvel, ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis’te merhum Vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı. Üçü küçük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki, bileyim. Hatta bir âlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden farketti, tanıdı. Herkes bendeki hale hayret ederek bana sordular: “Neden bakmıyorsun?” Derdim: “İlmin izzetini muhafaza etmek beni baktırmıyor.”
Hem kırk sene evvel İstanbul’da, Kağıthane şenliğinin yevm-i mahsusunda, Köprü’den ta Kağıthane’ye kadar, Haliç’in iki tarafında, binler açık-saçık Rum ve Ermeni ve İstanbullu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum mebus Molla Seyyid Taha ve mebus Hacı İlyas ile beraber bir kayığa bindik. O kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassud etiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf edip, dediler: “Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın!” Dedim: “Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum.”“ (T.H:519)
2825- Açık-saçıklık âdet olmuş büyük şehirler ve çarşı-pazarlar, nazar-ı haramı en çok tahrik edici yerlerdir. İki hadis-i şerif mealinde şöyle buyuruluyor: “Gücün yeterse sen çarşıya girenlerin ilki ve çarşıdan çıkanların sonuncusu olma. (Yani: Mümkün olduğu kadar çarşılarda az bulun) Çünkü, çarşı şeytanın harb yeridir. (Günahların çok olduğu yerdir.) Şeytan sancağını çarşıda diker. (Yani hâkimiyetini icra eder.)” (256)
“Beldelerin Allah’a en sevimli olan yerleri, mescidlerdir (ilim ve ibadet yerleridir). Beldelerin, Allah’a en sevimsiz ve buğz ettiği yerler de çarşı-pazarlarıdır.” (257)
2826- “İmam-ı Rabbani demiş ki “Bid’a olan yerlere girmeyiniz.” Maksadı, sevabı olmaz demektir; yoksa namaz battal olur değil. Çünki selef-i salihînden bir kısmı, Yezid ve Velid gibi şahısların arkasında namaz kılmışlar. Eğer mescide gidip gelmekte kebaire maruz kalırsa, halvet hanesinde bulunması lâzımdır.” (K.L.247)
Diğer bir rivayette de: âhirzamanda (bid’atlar ve hevanın yaygınlaştığı zamanda) köy ehlinin ve saliha ihtiyarelerin hayatı tavsiye ediliyor. (R.E. 61)
2826/1- qqNECMEDDİN-İ KÜBRA >hA6 w: (Mi:540-618) İran mutasavvıflarının en mühim şahsiyetlerindendir. Kübreviyye veya Zehebiyye ismi ile anılan tarikatın kurucusu sayılır. İsmi: Ahmed bin Ömer Ebu-l Cenab Necmeddin Kübra el-Hivakî el-Harzemî, Münazara ve mübahaseyi çok sevdiği ve her münazarada hasımlarını yendiği için kendisine “Et-Tammet-ül Kübra” lakabı verilmiş, sonradan sadece “Kübra” denilmiştir. Moğolların Harzem’i istilasında şehri terk etmeyerek, onlara karşı kahramanca çarpışarak şehid düşmüştür. (K.S.)
qqNEFİY |S9 : (Nefy) (Bak: 663,2153.p.lar)
2827- qqNEFS jS9 : (Nefis) Can, kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zatı olan kendisi. *Göz. *Şehvet ve gadabın mebdei olan kuvve-i nefsaniye. Fıtrî meyil, bedenin hissî istekleri.*Ruh, hayat, asıl. Maya. *Hamiyet.
Nefsin derecelerini” Sofiye şu meratib üzere tasnif ederler: Nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mutmainne, nefs-i raziye, nefs-i marziye, nefs-i mülheme, nefs-i zekiye.” (E.T. 5817)
Bir atıf notu:
-Nefsin bazı garip halleri, bak: 2144.p.
2828- qqNEFS-İ EMMARE ˜‡_8¶~ ¬jS9 : İnsanın günahlara ve şeytanın teşviklerine itirazsız ve mücahedesiz tabi olması hali. (Bak: Heva, Sefahet)
Nefs-i emmarenin zararlarından ikaz eden pek çok âyetler ve hadisler vardır. Mürşidler ve ülema-i İslâm, âyet ve hadislere istinaden nefs-i emmarenin şerlerinden ısrarla ikaz etmişler ve irşadda bulunmuşlardır. Bu ikazlardan birkaç nümuneyi görelim:
“(12:53) ¬šYÇK7_«" °?«‡_Å8«« «j²SÅX7~ Å–¬~ Meali: “Nefis daima kötü şeylere sevk eder.” âyetinin, hem de «t²[«A²X«% «w²[«" |¬BÅ7~ «tK²S«9 «¾¬±—f«2 >«f²2«~ (258) mana-yı şerifi: “Senin en zararlı düşmanın nefsindir.” hadisinin bir nüktesidir.
Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez. Eğer zahirî sevse de samimi sevemez; belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğerdirmeye ve sevdirmeye çalışır ve kusuru nefsine almaz; belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler. Mübalağalar ile, belki yalanlarla nefsini medh ve tenzih ederek adeta takdis eder ve derecesine göre (25:43) y<«Y«; y«Z´7¬~ «g«FÅ#~ ¬w«8 âyetinin bir tokadını yer. Temeddühü ve sevdirmesi ise, aks-ül amel ile istiskali celbeder, soğuk düşürtür. Hem amel-i uhrevîde ihlası kaybeder, riyayı karıştırır. Akıbeti görmiyen ve neticeleri düşünmiyen ve lezzet-i hazıraya mübtela olan hisse ve heva-yı nefse mağlub olup, yolunu şaşırmış hissin fetvasıyla, bir saat lezzet için bir sene hapiste yatar. Bir dakika gurur veya intikam yüzünden on sene ceza görür. Adeta ders aldığı amme Cüz’ünü birtek şekerlemeye satan hevaî bir çocuk gibi, elmas kıymetinde bulunan hasenatını, hissini okşamak için ve hevasını memnun etmek için ve hevesini tatmin etmek için, ehemmiyetsiz cam parçaları hükmündeki lezzetlere, enaniyetlere vesile edip, kârlı işlerde hasaret eder.” (L. 275)
“Elhasıl: Nefs-i emmare tahrib ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir, fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir. Evet, bir haneyi bir günde harab eder, yüz günde yapamaz. Lâkin eğer enaniyeti bıraksa, hayrı ve vücudu tevfik-i İlâhiyeden istese, şer ve tahribden ve nefse itimaddan vazgeçse, istiğfar ederek tam abd olsa; o vakit ¯_«X«K«& ²v¬Z¬#_´\¬±[«, yÁV7~ Ĭ±f«A< sırrına mazhar olur. Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabiliyet-i hayra inkılâb eder. Ahsen-i takvim kıymetini alır, âlâ-yı illiyyîne çıkar.” (S.320)
Bu gibi sebeblerden dolayı dünyada nefsin muhasebesi yapılmalı ve Kur’an (59:18) âyetinde verilen derse ittibaen kötülükleri terk ile a’mal-i salihaya gayret gösterilmelidir. İslâm büyükleri, muhasebe-i nefse gayetle ehemmiyet vermişlerdir.
2829- Hem “(53:32) ²vU«KS²9«~ ~YÇ6«i# «Ÿ«4 âyeti işaret ettiği gibi: Tezkiye-i nefs etmemek. Zira insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki evvela ve bizzat yalnız zatını sever, başka herşeyi nefsine feda eder. Mabud’a lâyık bir tarzda nefsini medheder. Mabud’a lâyık bir tenzih ile nefsini meayibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez. Nefsine perestiş eder tarzında şiddetle müdafaa eder.
Hatta fıtratında tevdi edilen ve Mabud-u Hakiki’nin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazat ve istidadı, kendi nefsine sarfederek y<«Y«; y«Z´7¬~ «g«FÅ#~ ¬w«8 (25:43) sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir. İşte şu mertebede, şu hatvede tezkiye, tathiri: Onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir..
(59:19) ²vZ«KS²9«~ ²vZ²[«K²9«_«4 «yÁV7~~YK«9 «w<¬gÅ7_«6 ~Y9YU«# ««— dersini verdiği gibi: Kendini unutmuş, kendinden haberi yok. Mevti düşünse, başkasına verir. Fena ve zevali görse, kendine almaz ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzuzat makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmarenin muktezasıdır. Şu makamda tezkiyesi,tathiri, terbiyesi; şu haletin aksidir. Yani nisyan-ı nefs içinde nisyan etmemek. Yani, huzuzat ve ihtirasatta unutmak ve mevtte ve hizmette düşünmek..
(4:79) «t¬K²S«9 ²w¬W«4 ¯}«\¬±[«, ²w¬8 «t«"_«.«~ _«8«— ¬yÁV7~ «w¬W«4 ¯}«X«K«& ²w¬8 «t«"_«.«~ _«8
dersini verdiği gibi: Nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe girer. Bu hatvede: Nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp bütün mehasin ve kemalâtını, Fâtır-ı Zülcelal tarafından ona ihsan edilmiş ni’metler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamdetmektir.
Şu mertebede tezkiyesi: (91:9) _«Z[Å6«ˆ ²w«8 «d«V²4«~ ²f«5 sırrıyla şudur ki: Kemalini kemalsizlikte, kudretini aczde, gınasını fakrda bilmektir.” (S.477)
2830- Keza “İnsan nisyandan alındığı için, nisyana mübteladır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır. Fakat hizmet, sa’y, tefekkür zamanlarında nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi dalalettir. Hizmetler görüldükten sonra neticede, mükâfat zamanlarında nefsin unutulması kemaldir. Bu itibarla ehl-i dalâl ile ehl-i kemal, nisyan ve tezekkürde müteâkistirler. Evet dâll olan kimse, bir iş ve bir ibadet teklifinde başını havaya kaldırarak fir’avunlaşır. Lakin mükâfatın, menfaatın tevziinde, bir zerreyi bile terketmez. Amma nefsini unutan ehl-i kemal sa’y, tefekkür, sülûk zamanlarında herşeyden evvel nefsini ileri sürüyor; fakat neticelerde, faidelerde, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor.” (M.N.238)
2831- “Resul-i Ekrem (A.S.M.) ferman etmiş:
²v¬Z¬KS²9«~ ¯Y[Q¬" ²v;«h«M²"«~ ~®h²[«' ¯•²Y«T¬" yÁV7~ «…~«‡«~ ~«†¬~ (259) Kur’an-ı Hakîm’de Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm demiş: ¬šYÇK7_«" °?«‡_«8«« «j²SÅX7~ Å–¬~ |¬K²S«9 Îz¬±h«"~ _«8«—
(12:53) Evet nefsini beğenen ve nefsine itimad eden, bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören, bahtiyardır. Fakat bazan olur ki, nefs-i emmare ya levvameye veya mutmainneye inkılab eder; fakat silahlarını ve cihazatını asaba devreder. Asab ve damarlar ise, o vazifeyi âhir ömre kadar görür. Nefs-i emmare çoktan öldüğü halde, onun âsârı yine görünür. Çok büyük asfiya ve evliya var ki, nüfusları mutmainne iken, nefs-i emmareden şekva etmişler. Kalbleri gayet selim ve münevver iken, emraz-ı kalbden vaveyla etmişler. İşte bu zatlardaki, nefs-i emmare değil, belki asaba devredilen nefs-i emmarenin vazifesidir. Maraz ise, kalbî değil, belki maraz-ı hayalîdir.” (M.329)
2832- “Bir zaman evliya-yı azîmeden enfs-i emmaresinden kurtulanlardan birkaç zattan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmareden şekvalarını gördüm. Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve asab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren, bir manevi nefs-i emmareyi gördüm. Ve anladım ki, o mübarek zatlar, hakiki nefs-i emmareden değil; belki mecazi bir nefs-i emmareden şekva etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbani dahi bu mecazi nefs-i emmareden haber veriyor.
Bu ikinci nefs-i emmarede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki, onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemler ile nefret edip veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin.” (K.L.233)
2833- Keza “zahirden hakikata geçmek iki suretledir. Biri: Doğrudan doğruya hakikatın incizabına kapılıp, tarikat berzahına girmeden, hakikatı ayn-ı zahir içinde bulmaktır. İkincisi: Çok meratibden seyr-i sülûk suretiyle geçmektir. Ehl-i velayet çendan fena-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmareyi öldürürler, yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünki sahabelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden; nefsin mahiyetindeki cihazat-ı kesire ile, ubudiyetin envaına ve şükür ve hamdin aksamına daha ziyade mazhardırlar. Fena-i nefisten sonra ubudiyet-i evliya besatet peyda eder.” (S.492)
2834- Nefis hakkında Kur’andan birkaç not:
-Her nefse fücur ve takvanın ilham edilmiş olduğu: (91:8)
-Nefsin verdiği vesveseler (fıtrî temayül ve gizli arzular vs.): (50:16)
-Allah yolunda olanların yanında ve beraberinde iken, nefsin hevaya meyletmesine sabırla mukabele edip sebat etmek: (18:28)
-Nefsi hevadan men’etmek: (79:40)
-Nefsin şuhhundan, hırs ve kıskançlığından korunmak: (59:9)
-Nefsin öldürülmesine (takva ve riyazete) işaret: (2:54)
Atıf notları:
-Orucun nefsin terbiyesindeki te’siri, bak: 3002,3006.p.lar
-Nefs-i emmarenin öldürülmesi, bak: 1210,3672.p.lar
-Yunus (A.S.)’ı balık yuttuğu gibi nefsimiz de bizi yutar, bak: 4014.p.
-Nefsin istidadat-ı ruhiyeyi bozması, bak: 1969.p.
2835- qqNEFS-İ LEVVAME y8~±Y7 ¬jS9 : Kötülüğü işledikten sonra günahından ve gazab-ı İlahiyeyi celbetmekten dolayı insanı rahatsız eden pişmanlık hali ve vicdan rahatsızlığı. *İnsanın kendine ait kötülük ve günahını görüp fenalığını bilen ve hayra meyleden iradesi. Nefs-i levvame ifadesi, Kur’an (75:2) âyetinde geçer.
2836- qqNEFS-İ MARDİYYE y[/h8 ¬jS9 : (Marziyye ve raziye) Kusurlarını bilen ve Allah’ın emirlerine ihlas ve sadakatla teslim olduğundan rıza-yı İlahîyi kazanmış ve kendisi de Allah’ın her türlü tasarrufuna razı ve teslim olmuş olan nefsin yani mahiyet-i insaniyenin kemal derecesi. Bu tabir, Kur’an (89:28) âyetinde geçer.
2837- qqNEFS-İ MUTMAİNNE y±X¶[WO8 ¬jS9 : İtmi’nan kazanmış olan nefis. Kötü sıfatlardan temizlenmiş ve güzel ahlâk ile muttasıf olarak kurb-u İlahîye itmi’nan ve istikrar kazanmış olan insan iradesi. Nefsin, Allah’ın emirleri altına sâkin ve şehevatı yenerek ıztırabtan kurtulmuş olma hali. Bu tabir, Kur’an (89:27) âyetinde geçer ve tefsirinde şu izahat veriliyor:
2838- “İnsanın nefsi: şair ve meş’ur her iki haysiyyetle, “ben” dediği zat hakikatıdır. Yalnız idraki haysiyyetiyle ruha da ıtlak edilir. Onun için burada çokları zat manasına, bazıları da ruh manasına telakki etmişlerdir. Şu halde nefs-i mutmainne, itmi’nane ermiş zat veya ruh demek olur. Razi der ki: İtmi’nan, istikrar ve sebattır. Bu istikrarın keyfiyetinde de bir kaç vecih vardır:
Birincisi: Hiç bir şüphe ile bulunmayacak vech ile hakkalyakîn zevkine ermektir. Nitekim: (2:260) |¬A²V«5 Åw¬\«W²O«[¬7 ²w¬U´7«— kavlinden murad budur.
İkincisi: (2:62) «–Y9«i²E«< ²v; ««— ²v¬Z²[«V«2 °¿²Y«' « medlûlünce, havf ü hüzünden sarsılmayacak vech ile emniyet hâsıl etmektir.
Üçüncüsü: Kur’an ve bürhan mutabıktırlar ki, bu itminan ancak zikrullah ile olur. Kur’an (13:28) YVT²7~ Çw¬\«W²O«# ¬yÁV7~¬h²6¬g¬" ««~ diyor.” (E.T. 5815)
Kur’an (10:7) âyeti, dünya hayatına mutmain (razı) olup onda karar kılanların kötü akıbetini beyan eder.
2839- qqNEFS-İ MÜLHEME yWZV8 ¬jS9 : Tas: Lüzumu halinde Cenab-ı Hak tarafından kendisine hakikatlar ilham edilen, tasaffi ve tekâmül etmiş nefis.
2840- qqNEMRÛD …—hW9 : Nemrud hakkında Kamus-ul A’lam’da özetle şu bilgi verilir: Babil’in müessisi ve hükümdarı olup en evvel tasallut eden ve mütecebbir olduğu mervidir. Nemrud’un Allah’a isyanına ceza olarak, Allah tarafından musallat olan bir takım sivrisineklerce itlaf edilen ve mechul olan Nemrud, milattan 2640 sene evvel bulunmuş olduğu zannedilir. Nemrud ismi bir şahsa mahsus olmayıp Firavun gibi bütün Babil hükümdarlarına yahud bir sülaleye ünvan olması dahi melhuzdur. (Bak: İbrahim (A.S.)
Bazı müfessirler, Kur’an (21:70) âyetinin sivrisineğin Nemrud’a musallat olduğuna işaret ettiğini de kaydederler.
2841- Kur’anda Nemrud ismi açık olarak geçmemekle beraber bazı âyetlerde ona atfen işaretler bulunduğu açıkça anlaşılmaktadır. Ezcümle: “Bakınız Allah’ın inayetiyle bir mü’min bir tağuta ne yapmış? Ve Allah mü’minlere ne gibi şeyler göstermeye kadirdir. İşte tarihten misal:
(2:258) «t²VW²7~ yÁV7~ y[«#³~ ²–«~ ¬y¬±"«‡ |¬4 «v[¬;~«h²"¬~ Å‚_«& >¬gÅ7~ |«7¬~ >«h«# ²v«7«~
Görmedin mi Allah kendine mülk yani devlet ve hükümdarlık verdiği için mağrur olarak veya hükümdarlığının şükranını ma’kûs bir surette küfran ile edaya kalkışarak Halilullah olan İbrahim’e Rabbi hakkında muhacce eden, galebe etmek zulmüyle münazaraya çıkışan o tağuta -o Nemruda- baksana
a[¬W<«— ¬|²E< >¬gÅ7~«|¬±"«‡ v[¬;~«h²"¬~ «Ä_«5²†¬~ O zaman İbrahim “Benim Rabbim o Zat-ı Ecellü A’ladır ki, hem ihya eder hem de öldürür” demişti ki, hem hayat halk eder hem memat demekti.
Rivayet olunduğuna göre Hazret-i İbrahim putları kırdığı zaman Nemrud onu zindana atmış, bir müddet sonra çıkarıp, sen kime davet ediyorsun diye sormuş, o da böyle söylemişti. Buna karşı Nemrud: a[¬8~ «— |¬[²&~ _«9«~ «Ä_«5 Ben de ihya ederim ve öldürürüm dedi. Rivayete nazaran iki adam getirmiş, birini idam edip birini salıvermiş. İşte gördünmü demiş! Bununla Hazret-i İbrahim’in dermiyan ettiği ihya ve imate bürhanına gereği gibi atfı- nazar etmemiş, güya kendince bir taraftan üslub-u hakîm yapmış bir taraftan da tehdid savurarak “İşte o benim” diye rububiyyet iddiasına kalkmış idi. Bu cahilane müşrik cevabına karşı derhal ona haddini bildirmek için tam yerinde bir üslub-u hakîm ile
¬¬h²R«W²7~ «w¬8 _«Z¬" ¬²_«4 ¬»¬h²L«W²7~ «w¬8 ¬j²WÅL7_¬" |¬#²_«< «yÁV7~ Å–¬_«4 v[¬;~«h²"¬~ «Ä_«5
İbrahim, “Şu muhakkak ki Allah güneşi maşrıktan doğduruyor, sen de mağribden doğdur bakayım” deyince kâfir tutuldu kaldı; mebhut ü mağlub oldu.” (E.T: 877)
2842- Mezkûr âyette bildirilen ihya ve imateden tedvir-i şemse intikal ile İbrahim (A.S.) bir nevi tehekkümî manada olarak Nemrud’un ahmaklık ve gabavetini ihsas etmiştir. Yani: Değil insanın belki bir elmanın dahi ihya ve imatesi bütün kâinata sahip olmakla mümkün olduğunu ve böylece her türlü şirkin butlanını bildirmiştir.
“Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm’ın Nemrud’a karşı imate ve ihyada güneşin tulu’ ve gurubuna intikali, cüz’î imate ve ihyadan küllî imate ve ihyaya intikaldir ve bir terakkidir. O delilin en parlak ve en geniş dairesini göstermektir. Yoksa bir kısım ehl-i tefsirin dedikleri gibi, hafî delili bırakıp, zâhir delile çıkmak değildir. “ (M.240) (Bak: 3050.p.)
2843- “Nasılki bir elmayı halkedecek, elbette dünyada bütün elmaları halketmeye ve koca baharı icad etmeye muktedir olmak gerektir.
Baharı icad etmeyen, bir elmayı icad edemez. Zira o elma, o tezgahta dokunuyor. Bir elmayı icad eden, bir baharı icad edebilir. Bir elma, bir ağacın belki bir bahçenin belki bir kâinatın misal-i musaggarıdır. Hem san’at itibariyle koca ağacın bütün tarih-i hayatını taşıyan elmanın çekirdeği itibariyle öyle bir hârika-i san’attır ki: Onu öylece icad eden, hiçbir şeyden âciz kalmaz.
Öyle de bugünü halkeden, Kıyamet gününü halkedebilir ve baharı icad edecek, Haşrin icadına muktedir bir zat olabilir. Zaman-ı mazinin bütün âlemlerini zamanın şeridine kemal-i hikmet ve intizam ile takıp gösteren; elbette istikbal şeridine dahi başka kâinatı takıp gösterebilir ve gösterecektir.” (S.79)
2844- “Hem meselâ: (3:26) š_«L«# ²w«8 «t²VW²7~|¬#ÌY# ¬t²VW²7~ «t¬7_«8 ÅvZÁV7~¬u5
İşte şu âyet Cenab-ı Hakk’ın, nev’-i beşerin hayat-ı içtimaiyesindeki tasarrufatını şöyle gösteriyor ki: izzet ve zillet, fakr ve servet doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın meşietine ve iradesine bağlıdır. Demek “kesret-i tabakatın en dağınık tasarrufatına kadar, meşiet ve takdir-i İlahiye iledir... tesadüf karışamaz.”
Şu hükmü verdikten sonra insaniyet hayatında en mühim iş, onun rızkıdır. Şu âyet, beşerin rızkını doğrudan doğruya Rezzak-ı Hakiki’nin hazine-i rahmetinden gönderdiğini bir-iki mukaddeme ile isbat eder. Şöyle ki:
Der: Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teshir eden, gece ve gündüzü çeviren zatın elindedir. Öyle ise bir elmayı, bir adama hakiki rızk olarak vermek; bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o zat verebilir. Ve o, ona hakiki Rezzak olur.”
Sonra da: (3:27) ¯_«K«& ¬h²[«R¬" š_«L«# ²w«8 »ˆ²h«#«— der. Bu cümlede o tafsilatlı fiilleri icmal ve isbat eder. Yani, size “Hesapsız rızık veren odur ki, bu fiilleri yapar.” (S.418)
İşte Nemrud’un ihya ve imate davasındaki cehalet ve butlanı bu izah ile aşikâre görünüyor. Hem, her asra ders veren böyle kıssalardan her asır hisse-i dersini almalıdır. (Bak: 973/1.p.9)
2845- NESH eK9 : Bir şeyin aynını kopya etmek, aynını çoğaltmak.*İbtal etmek, hükümsüz bırakmak, değiştirmek.*Nakletmek, kaldırmak, bir şeyi zail kılmak. (Güneş’in gölgeyi giderdiği gibi) !İst :Şer’î bir hükmü yine Şer’î bir emirle kaldırmaktır. (İtikada ait olan ve zamanla değişmeyen hükümlerde nesih olmaz, bunlar sabit birer hakikattırlar.)
2846- Bir âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
“ _«Z¬V²C¬8 ²—«~ _«Z²X¬8 ¯h²[«F¬" ¬²_«9_«Z¬K²X9 ²—«~ ¯}«<³~ ²w¬8 ²e«K²X«9_«8 (2:106) Yani: “Biz bir âyetten bir şeyi nesih veya inşa edersek, ondan daha hayırlısını yahut mislini getiririz.”
Usul-i şer’îden neshin meşruiyetini müsbit olan bu âyetin sevki, kütüb-ü salifenin cevaz-ı neshi hakkında nass ise de, mantuku itibariyle ¯}«<³~²w¬8 âmm olduğundan bazı Kur’an âyetlerine de zahir olarak şamildir. Binaenaleyh ayat-ı Kur’aniyede de nesih ve mensuh vardır ve hilafını iddia, zâhir-i nassı inkâr olur.
Ebediyetle takyid edilmiş olan hükümlerde nesih cereyan edemez, kezalik haberlerde de nesih cereyan edemez. Nesih ancak evamir ü nevahi gibi inşaî bir manayı tazammun eden ve vakıa müteallik bir ihbar ve i’lam olmayıp mahz-ı icad olan ve sırf bir iradeyi gösteren ve bununla beraber ebediyeti tansis edilmemiş bulunan eşyada ve ahkâmda cereyan eder.” (E.T. 457-460)
2846/1- Mensuh âyetlerin gelişinde muhatab olan insanların mevcud ahval ve hususiyetleri neshden sonra zuhur etse bu âyetlerin getirdiği tedricî terbiye usulünün, yine nazara alınabilme maslahatının bulunması hem fer’î mesailin teşriinde ahval-i içtimaiyeyi nazara almak gerektiğine işaret etmesi hem terbiyede her zaman tedric kaidesine irşad etmesi gibi dersler alınması cihetiyle (hukuk sahasında mensuh iken) mezkûr hikmetler sahasında irşadları vardır. (Kur’anda içki yasağının tedricen olması gibi...) (Bak: l169.p.)
Bilhassa bazı menfi inkılablar neticesinde ifsad ile tereddî eden cemiyette yeniden irşadda usûl ve irşad şeklini Kur’andan almakla Kur’anın umum zaman ve mekanlarda, umum ahval-i beşeriyeye ve ihtiyacatına şümûliyetini göstermek de ehemmiyetli bir husustur.
2847- Kur’an (16:101) âyeti de nesh hakkındadır. Hukuk-u İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu cild: l, shf: 108’de de nesh’e dair malumat vardır.
qqNEŞRİYAT _
Dostları ilə paylaş: |