İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə131/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   127   128   129   130   131   132   133   134   ...   169

3214- Sahabeler hakkında birkaç hadis-i şerif:

²v­B²R«V«"_«8 _®A«;«† ¯f­&­~ «u²C¬8 ²v­B²T«S²9«~ ²Y«7 ¬˜¬f«[¬" |¬K²S«9 >¬gÅ7~ «Y«4|¬"_«E².«~|¬7 ~Y­2«…

“Yani: Ashabımı bana bırakınız. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah Teala’ya kasem ederim ki, eğer siz Uhud Dağı kadar altın infak edecek olur­sanız, onların amellerine yetişemezsiniz.” (278)

3215-

«u²C¬8 «s«S²9«~ ²v­6«f«&«~ Å–«~ ²Y«V«4 |¬"_«E².«~ ~YÇA­K«# «ž

­y«S[¬M«9 «ž«— ²v¬;¬f«&«~ Åf­8 «‘«V«" _«8 _®A«; «†¯f¬&­~

(Ey müstakbel müslümanlar!) Sakın ashabıma sebb ü şetim etmeyiniz. (Onların şeref ve fazileti yüksektir. Bakınız!) Sizden birinin Uhud (Dağı) ka­dar altın sadaka verdiği farzedilse, bu (Muazzam sadakanın sevabı), ashabdan birisinin iki avuç (hurma) sadakası (fazileti)ne erişemez (Hatta) bunun yarısına da ulaşamaz.” (279)



3216-

ެ~ ¯Œ²‡«_¬" ­€Y­W«< |¬"_«E².«~ ²w¬8 ¯f«&«~ ²w¬8 _«8

¬}«8_«[¬T²7~ «•²Y«< ²v­Z«7 ~®‡Y­9«— ~®f¬¶<_«5 «b¬Q­"

Ashabımdan hangi biri bir yerde vefat etmiş olmaz ki, illâ o yerin ahalisi için kıyamet gününde bir rehber ve nur olarak ba’solunur.” (280)

Diğer bir rivayette de: Ashaba hürmetle, Resulullah’a karşı olan hürme­tin muhafaza edilebileceği bildirilir. (Bak: R.E. 19/5,6)

Ashab hakkında bir rivayette şöyledir:

²v­B²<«f«B²;¬~ ²v­B²<«f«B²5¬~ ²v¬Z¬±<«_¬A«4 ¬•Y­DÇX7_«6 |¬"_«E².«~

Ashabım yıldızlar gibidirler.

Artık her hangisine tâbi olsanız hidayete ermiş olursunuz.” (H.G. 22)

3216/1- Sahih-i Buhari 62., Sahih-i Müslim 44. kitablar ve İbn-i Mace mukaddime ll. bab ve T.T. 3. cild shf: 559’da 9. kitab, sahabelerin faziletleri hakkındadır. Ayrıca S.B.M. l. cild 13. sahifeden başlayan sahabe tarihçesinde: Sahabenin hepsi âdil oldukları, müksirîn-i sahabe, fukaha-i sahabe, Abadile, sahabenin adedi, tabakat-ı ashab, en son kalan sahabi başlıklarıyla tasnif edi­lerek izahları verilir. 30. sahifede de, Tabiîn bahsi vardır. (Sahabelerin adedi için: Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları adlı eserin 274. hadîs sıra numarasına da bakınız.)

Atıf notu:

-Sahabelerin dünya hayatına ait nokta-i nazarları, bak: 716.p.

Sahabeler hakkında Kur’andan birkaç not:

-Mü’minlerin sahabelere ittiba etmeleri: (9:100) (59: 10)

-Ensarın Muhacirleri sevmesi ve yardımları: (59: 9)

3217-qqSAİD NURSÎ (Bediüzzaman) |,‡Y9 f[Q, : (Bak: Bediüzzaman)

Ansiklopedik İslâm Lügatı, Said Nursî hakkında şu bilgiyi veriyor:

“Büyük İslâm âlimi ve müceddidi. 1876’da Bitlis’in Hizan kazasının İsparit nahiyesine bağlı Nurs köyünde doğdu. Babası Sofi Mirza Efendi, an­nesi ise Bilkan köyü eşrafından Nuriye Hanım’dır.

3218- İlk tahsiline Tağ medreselerinde başladı. Bitlis, Van, Hizan ve Müküs medreselerinde okudu. Kısa zamanda yüksek zekası ve hâfızasıyla parladı. Bütün âlimler kendisine Bediüzzaman ünvanını verdiler. Uzun yıllar Bitlis Valisi Hasan Paşa ve Van Valisi Tahir Paşa ile beraber kaldı. 1907’de Vali Tahir Paşa’nın tavsiye mektubu ile İstanbul’a Sultan Abdülhamid’le gö­rüşmek ve doğuda Medresetüzzehra ismini verdiği İslâmî ilimlerle, müsbet ilimlerin birlikte okutulacağı üniversitenin açılmasını taleb etmek için geldi.

3219- 31 Mart Olayına adı karıştı. İdamların verildiği Hurşid Paşa baş­kanlığındaki Divan-ı Harbde yaptığı müdafaa ile 31 Mart Olayı ile ilgisinin olmadığını isbat edip beraet etti. (Bak: 358,359.p.lar)

3220- Birinci Dünya savaşına gönüllü alay komandanı olarak talebele­riyle birlikte katıldı. Ağır yaralandı ve Ruslara esir düştü. Bir çok talebesi şehid oldu. Bu harbler esnasında İşarat-ül İ’caz isimli tefsirini yazdı. Van, Culfa yoluyla Kiloğrif ve Kosturma’ya sevkedildi. İki buçuk sene esir kaldı. Kampı teftişe gelen Rus kumandanı Nikola Nikolaviç’e karşı ayağa kalkma­yınca idamına karar verildi. İdam kararına karşı metanet, hatta sevinç gös­termesi, Nikola’yı şaşırttı. O da hükmünü geri aldırıp özür diledi. Sonra esa­retten firar ederek Varşova, Almanya, Viyana ve Sofya yoluyla İstanbul’a geldi. Firar edip döndüğünü gazeteler sevinçler haber verdiler.

3221- Ordu-yu Hümayun’un adayı olarak (İslâmî ilimler akademisi ma­nasında olan) Dar-ül Hikmet-il İslâmiye üyeliğine alındı. Harb madalyası ile taltif edildi. Yine devrin gazetelerinde yazılar yazdı. Yirmi kadar eseri neşre­dildi. İngiliz işgaline karşı Hutuvat-ı Sitte isimli eseriyle “Tükürün İngiliz lai­ninin hayasız yüzüne” diye sert

Kendisine meb’usluk ve bazı siyasi makamlar teklif edildi. Fakat o, ma­neviyat sahasındaki hizmeti gaye edindi ve bu teklifleri kabul etmedi. Meclis kürsüsüne de davet edilen Bediüzzaman, orada vatan ve millet için dua etti. Hem vatan ve millet maslahatı namına meb’uslara 10 maddelik bir beyan­name dağıttı, daha sonrada Van’a gidip manevi sahasına çekildi. (Bak: 382.p.dan 387.p.a kadar)



3225- Yazmış olduğu Risale-i Nur namındaki eserlerinde, siyasi çekiş­meler hakkında ikaz edici pekçok beyanları vardır. Ezcümle: Bir eserinde şöyle der:

“Maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din ikinci derecede kalır, tebeî hük­müne geçer. Hakiki dindar ise; “bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir” diye siyasete aşk u merak ile değil; ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikata âlet etmeye - eğer mümkünse- çalışabilir. Yoksa baki el­masları, kırılacak adi şişelere âlet yapar.” (E.L.I.57)



3226- İşte üstad Bediüzzaman, Risale-i Nur hizmetinin temel esasatını bu ve buna benzer çok yerlerde beyan ettiği gibi, bilhassa son ve umumi va­siyetnamesi hükmünde olan Ankara’da verdiği bir dersinde bizzat talebele­rine Risale-i Nur mesleğinin azami ihlası muhafaza olduğunu kendi hayat ve harekâtından misaller vererek bütün Nur şakirdleri camiasına şaşmaz değişmeş bir kısım düsturları vaz’ etmiştir.

“Madem mesleğimiz azami ihlastır; değil benlik enaniyet, dünya saltanatı da verilse, baki bir mes’ele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek azami ihlasın iktizasıdır.” (E.L.II.246) diyerek tercihini yapmıştır.



3227- Hatta Risale-i Nur Müellifini müdafaa etmek, dinen vazifesi olma­sına rağmen muhalefet eden bir şeyhin itirazını Bediüzzaman, efkâr-ı am­mede kendisine, siyaset-i İslâmiyede inkılapçı bir zata nazarıyla bakılmasını önlemesi cihetiyle kaderin bir himayeti diye çok manidar bir mana ile tefsir ederken şöyle der: “Risale-i Nur’un hakikatıyla ve şakirdlerinin şahs-ı mane­visiyle tezahür eden fevkalâde imanî hizmetlerin ehemmiyetli bir kısmını bi­çare tercümanına vermek ve ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve avamın nazarında birinci derece hakikat nazarında, imana nisbeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslâmiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dair hizmeti, kâi­natta en büyük mes’ele ve vazife ve hizmet olan hakaik-ı imaniyenin çalış­masına racih gördüklerinden; o tercümana karşı arkadaşlarının pek ziyade hüsn-ü zanları ehl-i siyasete, inkılapçı bir siyaset-i İslâmiye fikrini vermek ci­hetinde, Risale-i Nur’a karşı hayat-ı içtimaiye noktasında cephe almak ve fütuhatına mani olmak pek kuvvetli ihtimali vardı. Bunda hem hata, hem za­rar büyüktür.

Kader-i İlahî, bu yanlışı tashih etmek ve o ihtimali izale etmek ve öyle ümid besliyenlerin ümidlerini tadil etmek için, en ziyade öyle cihetlerde yar­dım ve iltihaka koşacak olan ülemadan ve sâdattan ve meşayihten ve ahbabdan ve hemşehriden birisini muarız çıkardı; o ifratı tadil edip adalet etti. “Size, kâinatın en büyük mes’elesi olan iman hizmeti yeter” diye bizi merhametkârane o hâdiseye mahkûm eyledi. Sonra Lillahilhamd, o muarızı susturdu, o ateşi söndürdü. Fakat münafıklar söndürmemek için çalışıyor­lar.” (K.L: 193)



3228- Adeta Hz. Hızır’ın (A.S.) Kur’an (18:79) âyetinde bildirilen mesakînin gemisini, gasıb mütehakkimler tarafından gasbedilmemesi için, kaderin hükmüyle arızalandırması gibi, iman hizmetinin haslar dairesini, maddi ve kemmiyet kuvveti cihetinde evhama kapılan ehl-i siyasetin tasal­lutundan ve azami ihlasın zedelenmesinden hıfzetti.

3229- Yine Mektubat namındaki eserinde: Âl-i Beyt ünvanıyla bilinen, dinde büyük şahsiyetlerin esas vazifeleri, dine hizmet olduğunu; saltanat ve siyasete el atmaları halinde, esas vazifelerine zarar getirdiğini bir suale cevap verirken şöyle anlatıyor:

“Eğer denilse: Neden hilafet-i İslâmiye, Âl-i Beyt-i Nebevîde takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı.

Elcevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakaik-i İslâlimeyeyi ve ahkâm-ı Kur’aniyeyi muhafazaya me’mur idiler. Hilafet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi masum olmalı veyahut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki, aldanmasın.

Halbuki Mısır’da Âl-i Beyt namına teşekkül eden Devlet-i Fatimiyye Hi­lafeti ve Afrika’da Muvahhidîn hükümeti ve İran’da Safevîler Devleti göste­riyor ki: Saltanat-ı dünyeviye, Âl-i Beyte yaramaz; vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terkettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur’ana hizmet etmişler.” (M.100)



3230- Evet”Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, ma­nevi bir saltanata namzed idiler. Dünya saltanatıyla manevi saltanatın cem’i gayet müşkildir. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yü­zünü gösterdi. Ta kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın.”(M.55)

3231- Yine Şualar, Emirdağ Lahikası ve Tarihçe-i Hayat namlarındaki eserlerinde Risale-i Nur okuyucularına hitaben:Parti çekişmeleri, tarafgirliği netice verdiğinden; dine hizmet edenler, bu hizmetlerinden herkesin istifade edebilmesi için siyasete girmemelerinden bahsederken şöyle der:

“Risale-i Nur şakirdlerinin, mümkün olduğu kadar, siyasete ve idare işine ve hükümetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasîleridir.

Çünki halisane hizmet-i Kur’aniye, onlara her şeye bedel kâfi geliyor... Hem milletin her tabakası; muvafıkı ve muhalifi, memuru ve amisinin o hakikatlarda hisseleri var ve onlara muhtaçtırlar. Risale-i Nur şakirdleri, tam bîtarafane kalmak için siyaseti ve maddi mübarezeyi tam bırakmak ve hiç ka­rışmamak lâzım gelmiş.” (Ş.362)

3232- “Nur Şakirdleri hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünki iman, mal-ı umumidir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. Ta­rafgirlik giremez. Yalnız küfre, zendekaya, dalalete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır.” (E.L.l.180) (Bak: 2930/2.P.)

3233- “ Ben de Nur-u Kur’anı elde tutmak için “euzübillahi mineşşeytani vessiyaseti” deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elim ile nura sa­rıldım. Gördüm ki, siyaset cereyanlarında; hem muvafıkta, hem muhalifte, o nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fev­kinde ve onların garazkârane telakkiyatlarından müberra ve safi olan bir ma­kamda verilen ders-i Kur’an ve gösterilen envar-ı Kur’aniyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve ittiham etmemek gerektir..

Elhamdülillah” siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’anın elmas gibi hakikatlarını propaganda-i siyase tittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim.” (M.49)



3234- Dinin şiddetle men’ettiği şeylerden biride, dini siyasete âlet et­mektir. Bu cihette de Bediüzzaman ısrarla ikazlarda bulunmuştur. Ezcümle, bir suale cevab verirken bunu açıkça görüyoruz:

“Sual: Neden ne dahilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siya­setli cemaatlara hiçbir alâka peyda etmiyorsun? Ve Risale-i Nur ve şakirdlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan men’ ediyorsun. Halbuki eğer temas etsen ve alâkadar olsan, birden binler adam Risale-i Nur dairesine girip parlak hakikatlarını neşredeceklerdi; hem bu kadar sebebsiz sıkıntılara hedef olmayacaktın!

Elcevab: Bu alâkasızlık ve içtinabın en ehemmiyetli sebebi: Mesleğimizin esası olan ihlas, bizi men ediyor. Çünki bu gaflet zamanında, hususan tarafgirane mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet ederek, hatta di­nini ve uhrevi harekâtını da o dünyevi mesleğe bir nevi âlet hükmüne getiri­yor. Halbuki hakaik-ı imaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir şeye âlet olamaz. Rıza-yı İlahî’den başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirane çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlası muhafaza etmek, dinini dünyaya âlet etmemek mümkülleşmiş.” (E.L.I.38)

3235- Diğer ehemmiyetli bir husus da; ölçüsüz siyasi çekişmelerin milli bünyeye getirdiği zararlardır. Bediüzzaman 1909’larda bu zararlardan bahse­derken, 1958’de yani elli sene sonra A. Menderes’e hitaben yazdığı mektupta da aynı tehlikeyi hatırlattı. 1909’da şöyle diyor:

“Seviye-i irfan bir olmadığından, fırkalarda husumet, taassub ve taraftar­lık intac eder. Tabii o kuvveti istimal ile siyasete karışacak ve umumi idarede herkesçe lezzetli olan tahakkümatı yapacak sahib-i ağraza müsaid bir zemin olur. Binaenaleyh bizdeki fırkaların şimdiki hal ile devamı gayet muzırdır. Lakin bir şirkette veya münevver-ül fikir ve bitaraf mabeyninde tenkidat-ı si­yasetten veya ehl-i ilim mabeyninde nasihat ve irşaddan menfaat olabilir.” (H.Ş.108)



3236- 1958’ de yazılan mektubdan bir parça ise aynen şöyledir.

“İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden birisi:

>«h²'­~ «‡²ˆ¬— °?«‡¬ˆ~«— ­‡¬i«# «ž«— (6:164) âyet-i kerimesinin hakikatıdır ki; biri­sinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mes’ul olamaz. Halbuki şimdiki siyaset-i hazırada particilik taraftarlığı ile, bir caninin yüzünden pek çok ma­sumların zararına rıza gösteriliyor. Bir caninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şeni’ gıybetler ve tezyifler edilip bir tek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundu­rup, kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zir ü zeber eden bir zehirdir ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır’daki his­sedilen hâdise ve buhranlar, bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil, bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah et­mesin bu hal bizde olsa, pek dehşetli olur.” (T.H. 618)

3237- Risale-i Nur’un has talebelerini siyasete girmekten men’ eden bir­kaç parça:

“Risale-i Nur’un bir talebesini tecrübe ettim. Acaba bu heyecan, şimdiki siyasete karşı ne fikirdedir diye boğazlar hakkında boşboğazlığı münasebe­tiyle bir iki şey sordum. Baktım, alâkadarane ve bilerek cevab verdi. Kalben yazık dedim. Bu vazife-i Nuriyede zararı olacak. Sonra şiddetle ikaz ettim.” (E.L.I.44)



3238- “Sakın sakın!... Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın? Karşınızda ittihad etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin!

¬yÁV7~ |¬4 ­m²R­A²7~«— ¬yÁV7~ |¬4 Ç`­E²7«~ düstur-u Rahmanî yerine, el-iyazü billah ¬}«,_«[¬±K7~ |¬4 ­m²R­A²7~«— ¬}«,_«[¬±K7~ |¬4 Ç`­E²7«~ düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına mu­habbet ve tarafdarlık ile zulmüne rıza gösterip, cinayetine şerik eylemesin.

Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabi ruhları azab içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh istiyen adam, siyaseti bırakmalı.” (K.L.122)

3239- Hem” dünya siyasetine karışmadığımın sebebi? O geniş ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarlık cihetiyle meraklıları kendiyle meşgul eder; hakiki ve büyük vazifelerini onlara unutturur veya noksan bıraktırır; hem her halde bir tarafgirlik meylini verir...

Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünki gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve âhireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. Hususan böyle umumi ve mücadele suretindeki hâdiseler, kalbi de boğuyor..

Hatta ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için kesret dairelerini unutmağa çalışıyorlar, ta kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarfetmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki lüzumsuz fani şeylerde telef ol­masın.

Hatta bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde (güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, selef-i salihînden başka) siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar, müttaki olanlar siyasetçi olmazlar.” (E.L.I.56) (125.p. da buradaki mana ile alâkalıdır.)



3240- “Otuz seneden beri siyaseti terkettiğime sebeb, bir mübarek âli­min takib ettiği cereyanın tarafgirlik damarı ile salih ve büyük bir âlimin onun fikrine muhalif olmasından tefsik derecesinde tahkir edip ve cereya­nına ve kendi fikrine muvafık meşhur ve mütecaviz bir münafığı gayet medh ü sena etti. Ben de bütün ruhumla ürktüm. Demek tarafgirlik hissine siyaset­çilik de karışsa, böyle acib hatalara sebebiyet veriyor diye “eûzübillahi mineşşeytani vessiyaseti” dedim. O zamandan beri siyaseti terkettim.” (E.L.I.272)

S.B.M. 1988,1989. hadisler ve Ebu Davud 39. kitab 15. babı, kişiyi tekfir etmenin mes’uliyeti ve isabetsizliği halinde küfrün tekfir edene döneceği hakkındadır. Muayyen kişileri tel’in etmekte de usulsüz hareket edilmemeli­dir. (Bak: 995.p.)

Tekfir etmenin mes’uliyeti hakkında gayet hassas davranan Bediüzzaman Hazretleri bir mektubunda şu izahatı verir:

“Evvelen: Ben fıtratımda ziyade şefkat itibariyle eskiden beri sair âlim­lere nisbeten mümkün olduğu kadar tekfirden çekindiğimi, beni tam tanı­yanlar bilir.

Sâniyen: Mezheb-i Hanefî’de çok maddelere küfür denildiği halde, mezheb-i Şafiî’de o günahlara küfür denmez, günah-ı kebire denilir. Eğer sa­rih küfrü görse, o vakit hükmeder. Ben Şafiî iken yine te’vili mümkün olsa, hükmetmekten çekinirim. Çünki tekfir bana çok ağır geliyor.

Sâlisen: Benim sarfettiğim zındık ve dinsiz kelimelerini, gizli ve şahsen tanımadığım ve kırk seneden beri bu millette iman ve İslâmiyet aleyhinde çalışmalarını bildiğim, kökü Avrupa’da bir komite efradına diyorum. Bana zulmedenlerin çoğunu, masumlarının hatırı için hakkımı onlara helâl ediyo­rum. Yalnız harekâtında dalâlet ve zulme ve fıska düşer. Yoksa küfre düşer demek değildir.

Râbian: Gayr-ı muayyen ve şahısları ve isimleri zikredilmeyen insanlara dair bazı fena sıfatlar için “Böyle yapan münafıktır” veya “Dinsizliğe yardım eder” veya “Kâfir olur” denilse dahi gıybet dahi sayılmaz. Ve Kur’an-ı Ha­kîm’de böyle mübhem şahıslar hakkındaki şiddetli tabiratı gibi tabir olduğu halde; savcı o tabiratı kendine ve muayyen şahıslara alsa, o kendi kendini tekfir eder. Bana ilişmesi bütün bütün kanunsuzdur.” (Elyazma Afyon Hapsi Mektubları sh: 1451)

3241- “Elhasıl: Benim ile temas eden bütün dostlarım bilirler ki; siyasete değil karışmak, değil teşebbüs, belki düşünmesi dahi esas maksadıma ve ah­val-i ruhiyeme ve hizmet-i kudsiye-i imaniyeme muhaliftir ve olamıyor. Bana nur verilmiş, siyaset topuzu verilmemiş.

Bu halin bir hikmeti şudurki; hakaik-ı imaniyeye müştak ve memuriyet mesleğine giren birçok zatları, bu hakaika endişeli ve tenkidkârane baktır­mamak, onlardan mahrum etmemek için, Cenab-ı Hak kalbime siyasete karşı şiddetli bir kaçınmak ve bir nefret vermiştir kanaatındayım.” (T.H:221)



3242- Daha bunlar gibi büyük bir yekûn teşkil eden beyanlar, açıkça gösteriyor ki Risale-i Nur talebelerinden haslar dairesi tabir edilen ve bizzat dine hizmet edenlerin siyasi iktidarı ele geçirmek değil, bilakis siyaseti ehline bırakmaları ve siyasete girmemeleri, Risale-i Nur’da bir esas ve düsturdur. Şunu kat’iyyen söyliyebiliriz ki: Vazifeleri ve kabiliyetleri icabı siyasette bulu­nanlar müstesna, bizzat ve bilfiil dine hizmet eden hakiki Nur talebeleri; kendi ihtiyarlarıyla idare ve siyaset işlerine girmek şöyle dursun, resmen siya­sete girmeğe zorlansalar da, yine kendi manevi hizmet sahalarında kalmayı tercih ederler. Ancak idarecilerin dindar ve dirayetli olmalarını ister ve tav­siye ederler. Bu da, vicdanî ve vatanî bir vazifedir. (Bak: Siyaset)

3243- İşte bu derece siyasetten kaçan Bediüzzaman Hazretlerini, dün­yevî maksada dayanan bir siyaset takib ediyor diye itham edenler, çok yanlış ve insafa aykırı hareket ederler. Böyle yersiz hücumlara karşı müdafaasının birkısmında şöyle diyor: “Sabık mahkemelerde dava ettiğim ve hüccetlerini gösterdiğimiz gibi; bizim gizli düşmanlarımız ve hükümeti iğfal ve bir kısım erkânını evhamlandıran ve adliyeleri aleyhimize sevk eden resmî ve gayr-ı resmî muarızlarımız, ya gayet fena bir surette aldanmış veya aldatılmış veya anarşilik hesabına gayet gaddar bir ihtilalcidir veya İslâmiyete ve hakikat-ı Kur’an’a karşı mürtedane mücadele eden bir dessas zındıktır ki; bize hücum etmek için istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermekle, irtidad-ı mutlak rejim altına almakla sefahet-i mutlaka medeniyet namını takmakla, cebr-i keyfi-i küfrîye kanun namını vermekle; hem bizi perişan, hem hükümeti iğ­fal, hem adliyeyi bizimle manasız meşgul eylediler. Onları Kahhar-ı Zülce­lal’in kahrına havale edip, kendimizi onların şerrinden muhafaza için ­u[¬6«Y²7~ «v²Q¬9«— ­yÁV7~ _«X­A²K«& kal’asına iltica ederiz.” (Ş.377)

3243/1- Yine Bediüzzaman Hazretleri, bütün hür rejimlerde her türlü tecavüzlerden korunan ve hür rejimin değişmez prensiplerinden olan “din ve vicdan hürriyetleri”ne yapılan pek acib tecavüzü, gelecekteki tarihçilere ve tarih dünyasına intikal ettirirken, hür rejimin maskeli düşmanlarını “Es’ile-i Sitte” başlıklı yazısında şöyle ilan eder:

“Es’ile-i Sitte

(İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, şu mahrem zeyil yazılmıştır. Yani “Tuh, o asrın gayretsiz adamlarına!” denildiği zaman, yü­zümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır. Av­rupa’nın insaniyetperver maskesi altında vahşi reislerinin sağır kulakları çın­lasın!... Ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun!... Ve bu asırda, yüzbin cihette “Yaşasın Ce­hennem!” dedirten mimsiz medeniyet-perestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzuhaldir.) (14:12)

_«X<«f«; ²f«5«— ¬yÁV7~|«V«2 «uÅ6«Y«B«9 Ş«~ _«X«7 _«8  ¬v[¬&Åh7~ ¬w«W²&Åh7~ ¬yÁV7~ ¬v²K¬"

«w[¬V¬±6«Y«B­W²7~ ¬uÅ6«Y«B«[²V«4 ¬yÁV7~|«V«2«— _«9Y­W­B²<«†´~ _«8 |«V«2 Å–«h¬A²M«X«7«— _«X«V­A­,

Bu yakınlarda ehl-i ilhadın perde altında tecavüzleri gayet çirkin bir suret aldığından; çok biçare ehl-i imana ettikleri zalimane ve dinsizcesine tecüvüz nevinden, bana hususi ve gayr-ı resmi, kendim tamir ettiğim bir mabedimde, hususi bir-iki kardeşimle hususi ibadetimde gizli ezan ve kametimize müda­hale edildi. “Ne için Arabca kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?” denildi. Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitab olmıyan öyle vicdansız alçak­lara değil; belki milletin mukadderatıyla keyfî istibdad ile oynayan fir’avun-meşreb komitenin başlarına derim ki:



3243/2- Ey ehl-i bid’a ve ilhad!.. Altı sualime cevab isterim:

Birincisi: Dünyada hükümet süren, hükmeden her kavmin, hatta insan eti yiyen yamyamların, hatta vahşi canavar bir çete reisinin bir usulü var, bir düstur ile hükmeder. Siz hangi usulle bu acib tecavüzü yapıyorsunuz? Kanu­nunuzu ibraz ediniz! Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini, kanun mu ka­bul ediyorsunuz? Çünki böyle hususi ibadatta kanun yapılmaz ve kanun olamaz!..



3243/3- İkincisi: Nev-i beşerde hususan bur asr-ı hürriyette ve bilhassa medeniyet dairesinde hemen umumiyetle hükümferma”hürriyet-i vicdan” düsturunu kırmak ve istihfaf etmek ve dolayısıyla nev-i beşeri istihkar etmek ve itirazını hiçe saymak kadar cür’etinizle, hangi kuvvete dayanıyorsunuz? Hangi kuvvetiniz var ki, siz kendinize “lâdinî” ismi vermekle, ne dine ne dinsizliğe ilişmemeyi ilan ettiğiniz halde; dinsizliği mutaassıbane kendine bir din ittihaz etmek tarzında, dine ve ehl-i dine böyle tecavüz elbette saklı kalmıyacak! Sizden sorulacak!.. Ne cevab vereceksiniz?... Yirmi hükümetin en küçüğünün itirazına karşı dayanamadığınız halde, nasıl yirmi hükümetin birden itirazını hiçe sayar gibi hürriyet-i vicdaniyeyi cebrî bir surette boz­mağa çalışıyorsunuz.

Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   127   128   129   130   131   132   133   134   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin