: Mi. l138’de Irak’da doğdu, 1193’de Şam’da vefat etti. Babası, Necmeddin Eyyub’dur. Kamus-ul A’lam, kabail-i Ekrad’dan Revadiye kabile-i kebirine mensub olduğunu kaydeder. Salahaddin l154’de Şam’a gelerek Türk hükümdarı Sultan Nureddin’in hassas subayları arasına girdi ve Nureddin’in en güvendiği generallerinden biri oldu. Mısır’ın Şiî Fatımî halifesini kontrol için bir Türk ordusunun başında, sultan tarafından Mısır’a gönderildi. l172’ de Fatımî hilalfet ve saltanatını ilga ederek Şiîliği yasakladı. Böylece Mısır tekrar Sünnîliğe döndü. Bu sırada Sultan Nureddin’in vefatı üzerine Salahaddin, Sultan ünvanıyla imparator oldu. Sonra Suriye’yi de Zengîler’den aldı. Yemen ve Hicaz’a hâkim oldu. l187’de Hattîn Meydan Muharebesinde Haçlı ordusunu imha ederek Kudüs kralını esir aldı. Bu hâdise üzerine Üçüncü Haçlı seferi düzenlendi. Bu seferde ise, Almanya İmparatoru kumandasındaki büyük orduyu, I.Kılıç Arslan Anadolu’da imha etti. İngiltere ve Fransa Kralı kumandasındaki kısım ise, Filistin’e çıktı ve Salahaddin-i Eyyubî ile üç yıl süren harbde bir neticeye varamadı.
3279/1- Ehl-i Salib zihniyetinin İslâm dünyasına karşı açtığı Haçlı Seferlerini maddeten durduran Şarkın en kahraman kumandanlarından ve sultanlarından olan Salahaddin-i Eyyubî hakkında bir Avrupalı tarihçi “İslâmın en saf kahramanı” diye bahseder.
Düşmanın çokluğundan bahsederek geri dönmek isteyen kumandanlarının harbe şöyle teşvik etmiştir:
-“Madem ölümden korkuyoruz, niçin evlerimizde oturup da çocuklarımızla keyfimize bakmadık, askerliğe girdik... Bizim borcumuz, düşmanın azlığını çokluğunu kıyaslamak değil, ona karşı durmaktır.” diyerek neticede az bir kuvvetle inayet-i İlahiye ile Haçlıları perişan etmiştir.
Sultan Salahaddin, Eyyubiye Devleti’nin başında yirmidört sene kaldı. Avrupa’nın Haçlı ordularını iman ve şecaatla çok defa perişan hale getirdi.
Onlara mağlub olmadı. Namazını vaktinde ve cemaatla kılardı. Kerim, sabur, halim ve mütevazi idi.
3280- qqSALÂT ?Ÿ. : (c. Salavat) Namaz. Belirli vakitlerde Kur’anda emredildiği tarzda ve Hz. Peygamber’in tarifi veçhiyle yapılan ibadet. (Bak: Namaz) *Tebrik, tezkiye. Dua. Kur’an (33:56) âyetinde mezkûr olduğu üzere Peygamberimiz’e (A.S.M.) yapılan dua. İstiğfar. Rahmet. (Bak: Tahiyyat)
3281- “Salât kelimesinin lügat-ı Arabda iki me’hazı vardır. Birisi alel’ıtlak dua manasıdır ki, Peygamber’e salât ü selâm dediğimiz zaman suret-i mahsusada bunu anlarız. Diğeri YV. = salv maddesinden gelen “sallâ” fiilinin masdarıdır ki, tahrik-i salveyn demek olur. Arablar bu manaca salla dedikleri salveynini tahrik etti” manasını anlarlar... Salveyn oylukların başındaki iki tümsek kemiktir.. “Sallâ”, rükû ve sücudda yapıldığı gibi bizim belini eğmek dediğimiz tahrik-i salveyn manasına kullanılırmış... İşte lügaten biri kalb ve lisan işi olan dua, diğeri de bir hareket-i bedeniye işi olan fiil-i mahsus. İki manaya gelen salât kelimesi şer’an Peygamberimizden görülegeldiği üzere kalbî, lisanî, bedenî ef’al ve erkân-ı mahsusadan mürekkeb gayet muntazam bir ibadet-i kâmilenin ismi olmuştur.” (E.T. 190)
3282- Salât ü selâm hakkında bir “sual: Salavatın bu kadar kesretle hikmeti ve salâtla beraber selâmı zikretmenin sırrı nedir?
Elcevab: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’a salavat getirmek, tek başıyla bir tarik-ı hakikattır. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir. Çünki Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasibedardır. Nihayetsiz istikbalde ebed-ül âbadda nihayetsiz ahvale maruz ümmetinin bütün saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir. Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan ubudiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm isterki: Ubudiyet halktan Hakk’a gider, mahbubibiyet ve rahmete mazhar olur. Bunu
?«ŸÅM7«~ ifade eder. Risalet Hak’tan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve me’muriyetinin kabul ve vazifesinin icrasına muvaffakiyet ister ki, •«Ÿ«, lafzı onu ifade ediyor. Hem biz _«9¬f¬±[«, lafzıyla tabir ettiğimizden diyoruz ki: Ya
Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.” (B.L.270)
İ.M. ci: 3 shf: 163, 6. kitab 25. babı salât hakkındadır.
Atıf notu:
-Salât ü selâmın geniş manasını hisseden Hz. Bediüzzaman’ın bir müşahedesi, bak: 3327.p.
3283- qqSALİH (A.S.) d7_. : Büyük Peygamberlerden olup Hicaz ile Şam arasında oturmuş olan Semud kavmine gönderilmişti. Semud kavmi, Ad kavminden sonra Arap yarımadasında kuvvet ve ma’muriyet bulup küfür ve dalalete meyil ile putlara ibadet ediyorlardı. Salih (A.S.) kendilerini hak dine davet etmiş ise de, inanmayıp kendisinden mu’cize istemeleri üzerine, Allah bir kayadan bir dişi deve çıkarmış ve deve derhal yavrulamış; bu hayvanla yavrusuna bakılması Salih Peygamber tarafından kavmine tavsiye olunduğu halde, bunlar deveyi dahi öldürdüklerinden Allah’ın gazabına uğramışlardı. İmana gelen küçük bir kısmın gerisi, mahv ve helak olmuştu. Hz. Salih (A.S.), bir rivayette Mekke’ye ve bir rivayette de Kudüs’e çekilip orada vefat etmiştir. Enbiya-i Arab’dan olduğu halde Tevrat’ta zikredilmiştir. (Bak: Semud)
3284- Bir âyette şöyle buyuruluyor: “(54:27) ²vZ«7 ®}«X²B¬4 ¬}«5_ÅX7~~YV¬,²h8 _Å9¬~ Çünki biz onlara fitne için nakayı salacağız. Naka: dişi deve demektir. Sure-i Şuara’da geçtiği üzere ...
«w[¬5¬…_ÅM7~«w¬8 «a²X6 ²–¬~ ¯}«<´_¬" ¬²_«4 _«XV²C¬8 °h«L«" Ŭ~«a²9«~ _«8 (26:154) diye Salih Aleyhisselâm’dan âyet, yani nübüvvetine alâmet olacak mu’cize istemeleri üzerine birkaç surede geçtiği vech ile; işte size bir naka, bir âyet olmak üzere Allah nakası
|¬4 ²u6 Ì_«# _«;—‡«g«4 °}«<´~ ²vU«7 ¬yÁV7~ }«5_ÅX7~ ¬˜¬g«;
°v[¬7«~ °~«g«2 ²v6«g'²_«[«4 ¯šYK¬" _«;YÇK«W«# ««— ¬yÁV7~ ¬Œ²‡«~
(7:73) denilmişti. Bu nakanın nereden ve nasıl çıktığı Kur’anda musarrah değildir. Ancak ¬yÁV7~ }«5_«9 tabir olunmuştur. Lakin haberlerde bir }«A«N«; den, yani yalçın kayadan ibaret bir tepeden çıkarılmış olduğu şayi’dir. Burada bunun çıkarılması değil de irsali, yani bırakın Allah’ın arzında otlasın, diye salınması bir fitne için olduğu beyan buyuruluyor. Bunu çokları imtihan manasına tefsir etmişler.” (E.T. 4646)
3285- “Salih Aleyhisselâm’ın hali Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Hazretlerinin haline daha çok benziyor. Çünkü onun getirdiği mu’cize, sair peygamberlerin getirdikleri mu’cizelerden daha acibdir. Gerçi İsa Aleyhisselâm ölüyü diriltmiştir. Lakin ölü hayata mahal idi. Demek o, Allah’ın izniyle hayatı kabil olan bir mahalde isbat etmişti. Musa Aleyhisselâm’ın asası ejderha oldu, demek Allah Teala bir haşebede hayat isbat eyledi. Lakin haşeb nebattır. Nebatta da hayvanınkine müşabih bir nema kuvveti vardır. Bu öbüründen daha acibdir. Salih Aleyhisselâmın yed’inde zahir olan ise, taştan deve çıkmasıdır. Halbuki taş cemaddır. Hayata da mahal değildir. Nemaya da mahal değildir. Demek ki bu daha acibdir. Hazret-i Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem ise, hepsinden daha acibini getirdi ki, semavi bir cirimde tasarruftur.” (E.T. 4644)
3286- Salih (A.S.)ın kavmine evamir-i İlahiyeyi tebliğ etmesi ve âyet-i İlahiye olan devesi ve kavminin isyankârlığıyla helak edilmesi kıssası: (7:73-79) (ll:61-68) (15:80-84) (26:142-158) (27:45-50) (54:23-31) (l:ll-14) âyetlerinde geçmektedir.
3287- qqSALİHAT _E7_. : Dine uygun iyi hareketler. Cenab-ı Hakk’ın ve Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm’ın beğeneceği işler, iyilikler. *Hayır ve hasenat sahibi müslüman kadınlar. (Bak: Amel-i Salih)
3288- qqSALTANAT }XOV, : Kudret, kuvvet. *Hâkimiyet, padişahlık, *Tantana, gösteriş, debdebe. *Şatafatlı hayat. Bolluk. Zenginlik. (Bak: Hilafet, Sultan)
3289- qqSAMED fW. : Her şeyin kendine muhtaç olup, kendisi hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan (Allah). *Pek yüksek, daim. *Refi’ ve âlî ve içi dolu şey. *Kavmin ulusu.
3290- Bu kelime Kur’anda yalnız (l12:2) âyetinde geçer. “Samed ismi hakkında lügat nokta-i nazarından mülahaza olunacak esaslı iki mana mervidir. Birincisi, hamd vezninde kasd manasına samd mastarında masmud-i ileyh, yani kasd doğrudan doğruya kendisine müteveccih olan maksud manasına olmaktır. “Samede samdehu” tabiri ma’ruftur ki dosdoğru, düpedüz, hiç inhirafsız ona kasd ve teveccüh etti demektir. Malum ki kasd’da bir noktaya doğrudan doğru teveccüh manası vardır. Bu mana ile bir kavmin seyyidine yani umûr ve ihtiyacatında maksud ve mercii olan ve mafevki bulunmayan en şerefli ulusuna, en büyük efendisine “samed-ül kavm” denilir. Ve mutlaka kadri yüksek, âlişan manasına da gelir ki, masmudun lâzım manasıdır. İkincisi: Bir de hiç cevfi, boşluğu olmıyan, eksiksiz, gediksiz, deliksiz, nüfuz edilmez şeye denir ki, musmed gibidir. Buna lisanımızda som tabir olunur.
3291- Bu meyanda en yüksek rivayet Abdullah İbn-i Büreyde’nin her halde Peygambere refi’ etmiştir biliyorum, y«7 «¿«Y«% « >¬gÅ7~ f«WÅM7«~ dir dedi, diye vaki olan bir rivayettir. Türkçemizde bu manalar eksiksiz, gediksiz, deliksiz, som diye ifade olunabilir ve bu ihtiyaçsızlıktan, gına-i tamdan, kemal-i âlâdan kinaye de olur. İbn-i Enbarî demiştir ki, ehl-i lügat beyninde samed “nasın havaic ve umurunda kendisine samd eder (yani doğrudan doğru maksud ve matlub edinerek müracaat ve iltica eyler) ve mafevki yok seyyid” demek olduğunda ihtilaf yoktur. Zeccac da demiştir ki, samed; suded yani ululuk kendisine müntehi olan, kendisine samd olunan, yani herşey ona dayanır, onu maksud ve merci edinir olandır.
Ali İbn-i Ebi Talha, İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet eylemiştir: Samed: sûdedinde kâmil olan seyyid ve şerefinde kâmil olan şerif ve azametinde kâmil olan azîm ve hilminde kâmil olan halîm ve ilminde kâmil olan alîm ve hikmetinde kâmil olan hakîm, velhasıl şeref ve ululuk envaının hepsinde ekmel olandır...” (E.T. 6305)
3292- İhlas Suresinde “üçüncü cümle: f«WÅM7~ yÅV7«~ dir. İki cevher-i tevhide sadeftir. Birinci dürrü: Tevhid-i Rububiyet. Evet nizam-ı kevn lisanı der ki: Lâ Hâlika illâ hu.... İkinci dürrü: Tevhid-i Kayyumiyet. Evet seraser kâinatta, vücud ve hem bekada, müessire ihtiyaç lisanı der ki: Lâ Kayyume illâ hu...” (S.696)
3292/1- Allah’ın hiçbir şeye ve hiçbir kimseye hiçbir cihette muhtaç olmadığı, Kur’anın pek çok beyan ve ifadelerinde zikredilir. Bu hakikatı ifade eden kelimelerden birisi “gani”dir.
Bu kelimenin geçtiği âyetlerden alınan bir kaç not:
-Allah ganidir: (2:263,267) (7:133) (22:64) (31:26) (57:24) (60:6) (64:6)
-Allah bütün âlemlerden müstağnidir: (3:97) (29:6)
-Allah veled edinmekten müstağni ve münezzehtir: (10:68)
- Bütün insanlar ve yeryüzündekiler nankörlük ve küfran-ı ni’met etseler de Allah bütün bunlardan müstağnidir: (14:8)
-Allah’a şükretmek ve etmemek cihetinde de Allah müstağnidir: (27: 40) (31:12) (39:7)
-İnsanlar fakir, Allah ganidir: (47: 38)
3293- qqSANEMPEREST a,‡ vX. : Kur’an (29:17,25) ve emsali âyetlerde bildirilen putlara ve Allah’tan başka şeylere, şerli ve mudıll insanlara tapan. (Bak: Endad, Suret, Şirk, Şirk-i Hafi, Tağut)
3294- Bir âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
“(4:l17) ~®f<¬h«8 _®9_«O²[«- Ŭ~ «–Y2²f«< ²–¬~«— _®$_«9¬~ Ŭ~ ¬y¬9—… ²w¬8 «–Y2²f«< ²–¬~
Allah’a şirk edenler, Allah’ı bırakarak ancak inase dua ederler. Bunların nazarında ilah mefhumu, mabud tasavvuru her şeyden evvel bir kadın hayalidir. Ve bunun içindir ki, putların ekserisi inas suretinde, inas ismindedir.... Yunanlılar ve saire gibi putperest akvamın ekser esnamları da dişi olduğu malumdur. Binaenaleyh bu mana haddizatında sahihdir. Fakat bunu anlamak için inas kelimesini mana-yı hakikisinden çıkarmağa lüzum yoktur. Her hayal bir hakikatın in’ikası olduğundan, bu hal inasa incizabın bir neticesi olarak mülahaza edilmek ve inası mana-yı hakikisiyle mütalaa etmek hem asıldır hem de âyetin ruh-u mazmununa muvafıktır. Yani müşrik ruhunun gaye-i ma’budu kadındır. Onun nazarında taabbüdün en büyük misali, taabbüd-ü nisvandır.
...Bu suretle fevkalâde veya muhayyel güzellerin suretleri tamim olunarak onların hayalleri karşısında diğer kadınlar tahkir edilir. Ve en çirkin bir kadın, en güzel bir puttan daha kıymetli olmak lâzım gelirken, ma’budunu kadın telakki eden müşriklerin elinde hakiki kadınlar öyle lbir ibtizale düşerler ki, hürmet şöyle dursun, en basit hukuk-u insaniyeden bile mahrum edilirler.
Davaya bakarsanız kadın herşeydir. Fiiliyata bakarsanız, kadın oyuncakların en sefili olmuştur. Bu hal müşriklerin öyle bir dalaleti ve şeytanların öyle bir desisesidir ki, herhangi bir şeyi sevecek olsalar, ona mutlaka bir kadın tasavvuru karıştırırlar. Güneşe taparlar, dişi tasavvur ederler; yıldıza taparlar, dişi tasavvur ederler; melaikeye taparlar, inas tasavvur ederler ve bu suretle bütün zevk-i taabbüdü şehevatta toplayıp hakları , hakikatları hayallere feda ederek kadın hayalleri karşısında hakiki kadınları payimal ederler.” (E.T. 1468-1470)
Kur’anda putlara tapmanın batıl, dalalet ve mantıksızlık olduğu manasında âyetler vardır. Ezcümle: (71:23) âyetinde Nuh Kavminin taptığı ve sonra ta Arablara kadar intikal eden beş puttan bahsedilir.
Allah’dan başka, batıl ilaha taabbüdün cezasını Allah verecektir.( 23:l17)
qqSARFE MEZHEBİ |A;g8 y4h. : Kur’an-ı Kerim’in mu’cize olduğuna dair ikinci mercuh bir mezheb ismi. (Bak: 2098.p.)
3295- qqSAVM •Y. : Oruç. İkinci fecirden başlayarak güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten ve cinsî mukarenetten nefsi men’etmek suretiyle yapılan ibadet. (Bak: Ramazan)
qqSEB’A SEMAVAT ~YW, yQA, : Yedi kat gökler. (Bak: Semavat)
3296- qqSEBE ¶_A, : (Seba) Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm’ın mu’cizesi ile imana gelen ve onunla evlenen Belkıs’ın Yemen’de hükmü altında bulundurduğu mamur şehrinin ismi. *Bir Arab kavminin adı. *Bir devlet ismi, bir şahıs adı.
Kur’anda (27:22) (34:15) âyetlerinde geçen bu kelime, 34. surenin ismi olması münasebetiyle bazı tefsirler bu surenin başında izahat verirler.
qqSEBEB `A, : (Bak: Esbab)
3297- qqSEBR Ü TAKSİM v[KT# — hA, : (Lat. Residu: Arkada kalan, bakiye) Mantık’ta, taksim: Bir bütünü, hariçte hiç artmamak şartıyla bölmek, demektir. Sebr ü taksim, Mantık’ta bir isbatlama tarzı ve usulüdür. Bu iki kelime beraber kullanıldığı gibi, “delil-i taksim, delil-i münkasım” gibi tabirlerle de söylenir. Bu isbatlamada bir şeyin aslında bulunan vasıflar, illet olmaktan birer birer ibtal edildikten sonra, tam illet olmaya elverişli olan tesbit edilir.
Meselâ, şu mahlukatın yaratıcısı kimdir diye sorulduğunda sebr ü taksim yoluyla denir ki; bu mevzuda mantıkan yalnız dört ihtimal düşünülebilir:
l- Ya kendi kendine ve tesadüfen meydana gelmiştir.
2- Ya sebeblerin birleşmesinden olmuştur.
3- Ya tabiatın eseridir.
4- Ya da Vacib-ül Vücud icad etmiştir. İlk üçünün imkânsızlığı isbat edildiği takdirde, geri kalan tek imkân (Allah’ın yaratması) ayrıca isbat edilmeden de mantıken zaruri olur.
3298- qqSECDE ˜fD, : “Asl-ı lügatte secde, son derece tevazu ile alçalıp serfüru etmek ki, kibrin tam zıddıdır. Şer’an da alnını yere koymaktır ki, ta’zim ve inkiyadın en yüksek suretidir.” (E.T. 318)
“Lügavî ve şer’î her secdede bir mana-yı tezellül ve ta’zim ü inkıyad vardır. Bunun için Allah’dan maadasına secde etmek şer’an küfürdür.” (E.T. 319)
3299- Kur’an (72:18) âyetinde Allah ile beraber başka birine dua ve ibadet etmeyin, yalnız Allah’a ibadet ve ondan istiane edin buyuruluyor. Hem “Rivayette vardır ki: “Âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar, uluhiyet dava edecekler ve kendilerine secde ettirecekler.”
Allahu a’lem, bunun bir te’vili şudur ki: Nasıl bir padişahı inkâr eden bir bedevi kumandan, kendinde ve başka kumandanlardı, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder. Aynen öyle de: Tabiiyyun ve maddiyyun mezhebinin başına geçen o eşhas, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rububiyet tahayyül ederler ve raiyetini kendi kuvveti için kendine ve heykellerine ubudiyetkârane serfüru ettirirler, başlarını rükûa getirirler demektir. “(Ş. 584) (Bak: Endad)
Bir atıf notu:
-Allah’dan başkasına baş ile yapılan secde dalalettir, bak: 1344/1.p.
3300- Allah’a manevi yakınlığın en ileri derecesi secde hali olduğu gibi böyle şuurlu secdeler de, bu manevi yakınlığı kazanmaya vesiledir. Nitekim çok küllî esrara işaret eden (96:19) âyeti bu hakikatı da ders veriyor.
“Hadis-i sahihte de varid olduğu üzere:
°f¬%_«, «Y;«— ¬y¬±"«‡ |«7¬~ f²A«Q²7~ –YU«< _«8 «h²5«~ “Kulun Rabbine en yakın olabileceği hal, secde ederkendir.”
Bir hadis-i kudside de:
y«A²V«5«— ˜«h«M«"«— y«Q²W«, «–Y6«~ |ÅB«& ¬u¬4~«YÅX7_¬" Å|«7¬~ Åh«T«B«< f²A«Q²7~ Ä~«i«< «
Kul bana fazla ibadetlerle mütemadiyen yaklaşır, o derece ki nihayet ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, duyduğu kalbi olurum; benimle işitir, benimle görür, benimle duyar” buyurulmuştur.”(E.T.5962)
Ebu Davud 875. hadisi, secdenin ehemmiyetini beyan eder.
3301- qqSECDE-İ TİLAVET ?—Ÿ# š˜fD, : Kur’an okurken veya dinlerken secde âyeti dinlenir veya okunursa secdeyi kapanmak vacibdir. Okuma secdesi manasıyla bu isim verilmiştir. Abdestli ve bulunduğu yer temiz olmak şartıyla kıbleye müteveccihen secde edilir.
Şöyle ki: “Secde-i tilavet niyetiyle eller kaldırılmaksızın (Allahü Ekber) denilerek secdeye varılır. Secdede üç kere |«V²2«²~ «|¬±"«‡ «–_«E²A, veya bir kere ®YQ²S«W«7 _«X¬±"«‡ f²2«— «–_«6 ²–¬~ _«XÅ"«‡ «–_«E²A, denilir. Ba’dehu (Allahü Ekber) denilerek secdeden kalkılır. Secde-i tilavetin rüknü -Allahü Teala’ya ta’zim tevazu ve secdeden kaçınanlara muhalefat için- cebheyi yere koymaktır.... Bu secdeden kalkarken ayağa kadar kalkılması ve böyle ayağa kalkarken:
h[¬M«W²7~ «t²[«7¬~«— _«XÅ"«‡ «t«9~«h²S3 denilmesi müstehabdır. Bu secdeye inilirken ve bundan kalkılırken alınan tekbirler de müstehabdır. Asıl secde ise vacibdir...
3302- Secde-i tilavet, secde âyetini okuyan bir mükellef için vacib olduğu gibi, bunu dinleyen bir mükellef için de vacibdir. İster dinlemeyi kasd etmiş olsun ister olmasın, bu secdeyi yapan sevaba erer, yapmayan da bir vecibeyi terk etmiş olacağından günaha girer.
Mümeyyiz bir çocuğun, cünübün, hayız ile nüfesanın veya bir sarhoşun veya bir gayr-ı müslimin okuyacağı bir secde âyetini işiten her mükllefe secde-i tilavet vacib olur. Çünkü bunların bu okuyuşları sahih bir tilavettir. Müslüman olan bir cünüb veya sarhoş da okuyacağı veya işiteceği bir secde âyetinden dolayı secde ile mükellef olur. Temizlik ve uyanıklık- savh- halinde bu secdeyi yapmaları lâzım gelir. Fakat hayız ve nüfesa bulunan bir kadına ne okuyacağı ve ne de işiteceği bir secde âyetinden dolayı tilavet secdesi vacib olmaz. Çünkü bunlar bu halde namaz ile mükellef değillerdir.
3303- Muallem kuşlardan veya aks-i sadadan veya sesleri aksettiren fonoğraf gibi bir âletten işitilen bir secde âyeti ile de secde-i tilavet vacib olmaz. Fakat diğer sahih görülen bir kavle göre kuşlardan işitilen secde âyetinden dolayı secde-i tilavet lâzım gelir. Zira işitilen kelâmullahtır. İhtiyata muvafık olan da budur.
Radyoya gelince bu sada-yı akis olmaktan ziyade nakil sayılmaktadır. Kasde mukarin olarak okunan şeylerin hemen aynını nakletmektedir. Bundan işitilen sesler aks-i sada ile mücerred bir muhakattan ibaret değildir. Bu cihetle radyo vasıtasıyla işitilen bir secde âyet-i celilesinden dolayı secde edilmesi vacib olsa gerektir. Vacib olmasa bile secde edilmesinde bir mahzur olmadığından herhalde secde edilmesi ihtiyata muvafık, Kur’an-ı Azîm’e karşı hürmet ve tazime müş’irdir..
Secde-i tilavet âyetinin tehecci suretiyle okunması ile veya mücerred yazılması ile veya telafuz edilmeksizin mücerred yazısına bakılmasıyla secde-i tilavet lâzım gelmez. Çünkü bu hallerde tilavet bulunmuş olmaz..
Tilavet secdesinin vücub-i edası, fevrî değildir. Yani secde âyeti okunur okunmaz hemen secde edilmesi lâzım gelmez. Bu secde uzun bir müddet sonra da yapılabilir.... Şu kadar var ki, bir zaruret bulunmadıkça tehiri tenzihen mekruhtur. “ (B.İ.İ. l179)
3304- Secde-i tilavet bazı imamlara göre sünnettir. “Aleyhissalatü Vesselâm bir gün (96:19) ²¬h«B²5~«— ²fD²,~«— y²Q¬O# « ÅŸ«6 okumuş da secde etmiş, beraberinde bulunan mü’minlerde secde etmişlerdi. Kureyş de başları ucunda el çırpmış ve ıslık çalmışlardı, bu âyet nazil oldu diye rivayet edilmiştir. İmam-ı A’zam Ebu Hanife hazretleri bununla burada secde-i tilavetin vücubuna istidlal eylemiştir. Şafiî de sünnet demiştir. İbn-i Abbas Radıyallahü Anhüma’dan Mufassal’da secde yoktur diye rivayet edilmiş ise de, Ebu Hüreyre Radıyallahü Anh burada secde etmiş ve Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem hazretlerinin bunda secde ettiğini gördükten sonra secde ettim vallahi demiştir. Enes Radıyallahü Anh de demiştir ki: Ebu Bekr’in, Ömer’in Osman’ın, Ali’nin Radıyallahü Anhüm arkalarında namaz kıldım. Hepsi de secde ettiler. Yani namazda bu sureyi okudular, burada bilhassa secde-i tilavet yaptılar. Maamafih surenin âhirine kadar okunup da rükûa gidilecek olursa, namazın rükû ve sücuduyla secde-i tilavet sâkıt olur. Vacib değildir diye Hasen’den varid olan rivayetin mahmili de bu olmak gerektir.” (E.T. 5684)
3305- Kur’an-ı Kerim’de (7:206) (13:15) (16:49) (17:107) (19:58) (22:18) (24:60) (27:25) (32:15) (38:24) (41:37) (53:62) (84:21) (96:19) olmak üzere 14 yerde secde âyeti vardır.
3306- qqSEDD-İ ZERAİ p¶<~‡† ±f, : Şer’an yasak olan bir şeye vesile teşkil eden mübah fiillerin de men’edilmesi. *Def-i mefasid, celb-i menafi’den evladır.” Buna binaen insan, şer’an memnu’ olan herhangi bir şeye saik olacak şeylerden sakınması icabeder, o şeyler hadd-i zatında memnu’ olmasa da. Bu husus Malikî Mezhebinde delil kabul edilen bir mes’eledir. (Bak: Ehven-üş Şer, Ruhsat ve 1623/3.p.)
3307- Bir âyette şöyle buyurulur: “(2:229) ¬yÁV7~ …—f& «t²V¬# İşte ahkâm-ı mezkûre Allah’ın vaz’ettiği hududdur, yahut hudud-u memnuadır.
_«;—f«B²Q«# «Ÿ«4 Binaenaleyh tecavüz şöyle dursun bunlara yaklaşmayınız bile- Nitekim bir hadis-i şerifte:
²w«W«4 y8¬‡_«E«8 ¬yÁV7~ |«W¬&«— ¯t¬V«8 ¬±uU¬7 Å–¬~
(282) ¬y[¬4 «p«T«< ²–«~ t¬-Y< |«W¬E²7~«Ä²Y«& «p«#«‡
“Her hükümdarın bir korusu vardır. Allah’ın korusu da maharimi, yani nehyettiği, haram kıldığı şeylerdir. Koru etrafında otlayanlar da içine düşmek tehlikesine maruzdur” buyurulmuş ve bu suretle maharim-i menahiye yaklaşmaktan tahzir edilmiştir ki, ilm-i fıkıhda bunlardan sedd-i zerai’ kaideleri istinbat olunmuştur.” (E.T. 677) Sahih-i Buhari tercemesinde 48. ve 959. hadisleri de aynı mesele ile alâkalı olup şüpheli şeylerin terk edilmesini tavsiye eder. (Bak: 3650.p.)
3307/1- qqSEDD-İ ZÜLKARNEYN w[9hT7—† ¬±f, : Zülkarneyn’in yaptırdığı büyük sed. (Bak: 4110.p.) Kamus-ul A’lam, Sedd-i Ye’cüc maddesinde şu bilgiyi veriyor:
“Sedd-i Ye’cüc (yahut Sedd-i İskender) Ye’cüc ve Me’cüc ismiyle küre-i arzın şimal cihetlerinde sakin oldukları Tevrat’ta mezkûr akvamın şerrinden muhafaza için çekilmiş bir sed olduğu mervi olup, binası İskender Zülkarneyn’e isnad olunur. Ancak bir taraftan İskender’in tarihi mazbut olup, böyle bir sed bina ettiği bilinmediği gibi, bir taraftan dahi İskender’in zabtettiği ve geçtiği yerlerin hiçbirinde böyle bir sed eseri görülmüyor. Ancak çendan nefs-i Çin ile Moğolistan ve Maçu memaliki arasında Sedd-i Ye’cüc hakkında mervi olan evsafla muttasıf vâsi’, yüksek ve uzun bir sed bulunup, Sedd-i Ye’cüc’den maksad bu sed olacağından şüphe yoktur. Hakikaten bu seddi Çinliler, Maçu ve Moğol vesaire şimal akvamının tecavüzatına karşı bina etmişlerdir. Tûlu dörtbin kilometreyi mütecaviz olup, bazı mahallerinde iki ve üç sıra duvardan ibarettir. Üstü üç dört araba geçecek kadar vâsi’ olup, burçlar ve kaleleri dahi vardır. Ekser mahalleri taş ve tuğladan ve bazı yerleri kerpiçten olup, bir hayli mahalleri yıkılmış ve defaatla ta’mir olunmuştur. Bu sedde milad-ı İsa (A.S.)dan ikiyüz kırkyedi sene evvel yani İskender’in vefatından yetmişaltı sene sonra (Çe-Huang-ti) nam Çin İmparatoru tarafından başlanılarak, on sene mütemadiyen dört beş milyon amele çalıştırılmış ve bunlardan dörtyüzbini bu işde helâk olmuştur.
Maahaza sedd-i mezkûr bir işe yaramayıp, Ye’cüc ve Me’cücden murad olan akvam-ı Tatariye seddi tecavüzle, Çin’i zabtederek bu güne kadar idare etmektedirler. Ancak Çinliler mağlub oldukları halde, sa’y ve medeniyetleriyle galiblerine galebe ederek, bunlara kendi lisan ve mezheblerini ve âyin ve âdetlerini kabul ettirmiş ve Çin hududunu seddin pek ilerisine kadar tevsi’ etmişlerdir. Bu vecihle sed şimdiki halde Çin memaliki arasında kalıp, âsâr-ı atikadan addolunmaktan başka bir şeye yaramıyor.
Bazı müverrihler dahi Sedd-i Ye’cüc’den murad bilad-ı Kafkas’ta bender cihetinde bulunmuş olan bir sed olduğunu iltizam edip, bunun Nuşirevan tarafından te’sis edildiğini ve çok vakit sonra dahi âsârı baki bulunduğunu beyan etmişlerdir.” (Kamus-ül A’lam, shf: 2540-2541)
Dostları ilə paylaş: