İsmail arabaci kiMDİR


Yazan : Stefanos Yerasimos



Yüklə 2,91 Mb.
səhifə34/269
tarix07.01.2022
ölçüsü2,91 Mb.
#83021
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   269

Yazan : Stefanos Yerasimos



ARNAVUTLAR

Arnavutluk, Balkanlarda coğrafî olarak küçük fakat tarihin her döneminde stratejik olarak son derece önemli bir ülke olmuştur. Yüzyıllardır Adriyatik kıyısında dış saldırılara karşı koyarak bir millet olma niteliğini günümüze kadar sürdüren Arnavutların kökenleri, M.Ö. 627-600 yıllarında Tuna ve Sova nehirleriyle Venedik arasında yaşayan İlliryalıların soyuna dayanmaktadır. Yunanlılar ile birlikte en eski Balkan toplumu olan İllirya kökenli Arnavutlar iki bin sene boyunca başta Slavlar olmak üzere çeşitli milletlerin saldırısına uğramıştır.

İlliryalıların toprakları tarih içinde sırasıyla Alanlar, Vizigotlar, Hunlar, Avarlar, Slavlar, Bulgarlar ve Bizanslılar tarafından işgal edilmiştir. XIII. yüzyılda ise bölgeye Sırplar hakim olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun bu topraklara akınları 1383’ten sonra görülmeye başlamıştır. 1466 yılına kadar Arnavutluk Osmanlı idare sisteminde Arnavid ili adı altında bir sancak olarak görülmektedir. Bu sancağa bağlı vilayetler arasında Ergiri Kasrı, Klisura, Kanina, Berat, Timorince, İskarapar, Pavlo-Kurtik Kartalos ve Akçahisar bulunmaktaydı. Fatih devrinde İlbasan Kalesi inşa edilerek (1466) o bölge yeni bir sancak haline getirildi; daha sonra da güneyde Avlonya Sancağı, doğuda Ohri Sancağı, ve kuzeyde de İşkodra (İskenderiye) Sancağı kuruldu. Bu dönemde Konya yöresinden ve Kocacık yörüklerinden yapılan nakillerle, fethedilen bölgeler iskan edildi. Buna karşılık Arnavutluk’tan da kendilerine tımar verilmiş olan (Mazeraki ve Heykel gibi) bazı eski derebeyi aileleri Trabzon’a nakledildiler. Arnavutlar’ın Rumeli’deki ikinci önemli iskanları XVII-XVIII. yüzyıllarda vuku bulmuştur. Sırplar’ın 1690’da İpek, Kalkandelen, Kosova vadilerini terketmeleri üzerine Arnavutlar buralara yerleştirilmişlerdir.

1517-1912 tarihleri arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunsuz bir eyaleti olarak kalan Arnavutluk’un ilk özerkliği Batılı devletler tarafından Ayastefonos Antlaşmasında gündeme getirilmiştir.

Arnavut soyundan gelenler, Osmanlı tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bunun delili, devlet yönetiminde killit noktalara getirilmiş olmalarıdır. “Aralarında Gedik Ahmed, Koca Davud, Dukakinzade Ahmed, Lutfî, Kara Ahmed, Koca Sinan, Nasuh, Kara Murad ve Tarhuncu Ahmed paşaların da bulunduğu en az otuz iki sadrazamın Arnavut asıllı olduğu bilinmektedir. Kapıkulu askerleri arasında da Arnavutlar daima ekseriyeti teşkil etmişlerdir”. Yaklaşık altı yüzyıl boyunca Osmanlı idaresinde kalan Arnavutluk, Türk kültür ve medeniyeti etkisinde şekillenmiştir.


ARNAVUT AYAKLANMASI
Devletin içine düştüğü kaos ortamında, o güne kadar Osmanlı'nın Balkanlardaki tek dostu olarak kalan Müslüman Arnavutlar da isyan ettiler. Arnavutlar, Makedonya ile Adriyatik Denizi arasında dağlık bölgede, daha çok kabileler halinde yaşıyorlardı. Osmanlılar yönetimine girdikten sonra çoğu Müslümanlığı kabul etmişti. II. Meşrutiyet günlerinde iki milyonluk bir toplum olan Arnavutların yüzde 70'ini Müslümanlar, yüzde 20'sini Ortodokslar, yüzde 10'unu da Katolikler oluşturuyordu. Rumlar gibi Arnavutlar da Slav ırkından değillerdi. Müslüman Arnavutlar, Osmanlı yönetimindeki diğer toplumlara göre ayrıcalıklıydılar. Osmanlı yönetiminde onlardan büyük devlet adamları yetiştiği gibi, orduya da değerli komutanlar vermişlerdi. Sözlerine sadık, sağlam yapılı ve savaşçı insanlardı. Her şeyden ve herkesten kuşkulanan II. Abdülhamit bile muhafız alayını Arnavutlardan kurmuş, hatta Niyazilerin ve Enverlerin başlattığı II. Meşrutiyet ayaklanmasını bastırmak üzere büyük yetkilerle Makedonya'ya, Arnavut asıllı Şemsi Paşa'yı göndermişti. Balkan milletleri bağımsızlık için ayaklanırken, Arnavutlar, İmparatorluğa sadık kalmış ve onun tarafında yer almıştı. Arnavutların bu tutumu, Sırp, Karadağ, Rum ve Bulgar toplumları üzerinde etkili olmuş, bu milletlerin ayaklanmaları Arnavutların yardımıyla daha kolaylıkla bastırılabilmişti.

Arnavutlar Osmanlı devletinin en Batı ucunda kalıyordu. II. Abdülhamid, Arnavutluk'a daha bir başka ehemmiyet verirdi. Arnavutların sadakatleri hakkında kuvvetli bir kanaati vardı. Arnavutlara karşı bu itimadı, onun için bir siyasetin temelini teşkil ediyordu. 93 harbi hezimeti sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması nın ağır şartlarıyla Müslüman Boşnaklar artık Osmanlıdan ayrılmış Avusturya'nın idaresine verilmişti. Balkanlar'da Müslüman teba olarak sadece Türkler ve Arnavutlar kalmıştı. 1881 Şubatı'nda 130 delegenin katılmasıyla Debre'de yapılan bir gizli toplantıda Ohri başkent olmak üzere bağımsız bir Arnavutluk devleti talebini haber alan Sultan A bdülhamid, Derviş Paşa komutasında 20 bin kişilik bir kuvveti bunların üzerine göndererek onları dağıtmış, elebaşları Rodos ve Anadolu'ya sürülmüştü. Arnavut halkına da şu bildiriyle seslenmişti; "Müslümanların halifesi olduğumdan hepinizin babası sayılırım. Huzur ve rahatınızın bozulmaması için uykumu, rahatımı ve her türlü arzularımı terk eyledim. Müslüman olan evlatlarımın bir bölümü olan Arnavutlar'ı babalık himayemden nasıl uzaklaştırabilirim? Böyle aldatacı fikirlerde bulunan beş on kadar vatan haininin fesat ve telkinlerine kulak verilmesin....Zira, bunlar, hem kendilerine ve hem de devletleriyle birlikte soylu bir kavme zülüm etmek alçak düşüncesinde bulunduklarından ve sizi o maksatla fesatçılara yaklaştırmak isteyenlerden (burada, Hud suresinin 'zalimlere yaklaşmayınız ki, vücudunuza ateş yapışmasın. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Zalimlere yaklaşatıktan sonra size hiç kimse yardım edemez.") ayet-i celilesiyle sakınmanızı isterim. Ve tekrar ederimki, şu fesatçı düşüncelerde bulunanlar beş on kişiden ibarettir. Yoksa umum Arnavutluk halkı bugünkü idareden memnundur...Bu gibi vatan hainleri ve fesatçıları kendi ellerinizle tutup hükümete teslim etmenizi ve halifenize her bakımdan bağlanmanızı size emir ve tenbih ederim.’’ II. Abdülhamid, Arnavutlar'ı Balkanlar'da Osmanlı hakimiyetinin sağlam asli unsurlarından olması hasebiyle elde tutulmasına büyük önem veriyordu. Bu nedenle ayrılıkçıları şiddetle takip ediyor ve etkisiz hale getirirken halkın gönlünü kazanmak uğrunda büyük gayretler sarfediyordu. Makedonya'da Osmanlı devletinin elinde bulunan şehirleri Arnavut taburları koruyor, Padişahın sarayında onlardan muhafız birlikleri bulunuyordu. Savaşçı, gözü pek Arnavutlar, Sırp, Bulgar ve Yunan saldırılarına karşı gerilla harbi veriyordu. Arnavutların kendilerine özel kabiliyet ve adatlerini bilen II. Abdülhamid, onları kazanmak için onlara "özel statü" uyguladı. Bunun esası, Sultan'a bağlılık karşılığı Arnavutlar'ın yönetimde serbest bırakılması teşkil ediyordu.

Bir yabancı yazarın aşağıdaki sözleri hiç de abartma değildi: "Arnavutlar genellikle Kürtlere benzetilirdi. Bu iki halk, imparatorluğun Avrupa ve Asya ülkelerinde aynı rolü oynamaktaydılar. Sultan Abdülhamit, Kürtleri Asya'daki Hıristiyanlara, Arnavutları da Avrupa'daki Hıristiyanlara bekçi tayin etmişti. İkisi de hemen aynı ayrıcalıklardan yararlanıyorlardı. Vergi ödemezler, askerlik yapmazlardı." Ancak bütün bunlar, Fransız devriminin yaydığı "Milliyetçilik" fikrinin Arnavutları etkilemesini önleyemedi. Müslüman olmayan Arnavutların başını çektiği bir milliyetçilik akımı ve bağımsız bir Arnavutluk düşüncesi yavaş yavaş kendini belli etmeye başladı. Uyanış henüz bir ayaklanma şekline dönüşmemişti. Bunda, II. Abdülhamit'in Arnavutları hoş tutmak için gerekli herşeyi yapmasının etkisi büyükti. Arnavutlar, yabancı yazarın da belirttiği gibi, bazı ayrıcalıklara sahiptiler. Bazı vergiler alınmaz, gönüllüler dışındakiler askere gitmezlerdi, silah taşımaları da serbestti. II. Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakki yönetimi, yeni anayasayı eşit şekilde Arnavutlara da uygulamaya kalkınca işler bozuldu. Buna göre Arnavutlar da diğerleri gibi bütün vergileri vermeye ve asker olmaya zorlanıyordu. O güne kadar Osmanlı Türkü gibi Bulgar'a, Sırp'a, Karadağ'lıya, Rum'a karşı elde silah dövüşen Arnavutlar, 1909'da ayaklandılar. Arnavutların da ayaklanmasından sonra Balkanlarda Türk'e silah çekmeyen kalmamış oluyordu. 1910'ların başında Türk'ten başka bütün Balkan milletleri, bağımsızlık için elde silah sokaklara dökülmüşlerdi. İttihat ve Terakki'nin Arnavutlara tepkisi sert oldu. Ancak, isyanın bastırılması kolay olmadı. O sırada Osmanlı ordusunda çok sayıda Arnavut subay ve er bulunuyordu. Ayaklanmayı bastırmakla görevli birliklerdeki bir kısım subay ve er isyancılara katılmış, bir kısmı da dağlara kaçarak Arnavutlara karşı silah kullanmak istememişlerdi. Bütün bu güçlüklere rağmen Arnavut ayaklanması yine de bastırıldı. Bu arada Osmanlı İmparatorluğu da, Balkanlardaki en büyük desteğini kaybetmişti. Sultan Mehmet Reşat'ın 5 Haziran 1910'da Makedonya ve Arnavutluk'a yaptığı dostluk gezisi bile, Arnavutların gönlünü almaya yetmemişti. Arnavutlar 1912 Temmuzunda daha büyük çapta yeniden ayaklandılar. Vadedilen ve henüz tümü gerçekleşmeyen isteklerinin yerine getirilmesini istiyorlardı. 60 bin Arnavut Kosova'da Sultan Murat'ın mezarı başında toplandı. İstanbul'a çekilen telgraflarla Babıali Hükümetini tehdide başlamışlardı. Üsküp üzerine yürüyen silahlı grup, şehri ele geçirmişti. Ağustos ayı karışıklıklarla geçti. Nihayet 4 Eylül 1912'de Osmanlı yönetiminin bir çok ödün vermesi sonunda, Balkan Savaşı'ndan kısa bir süre önce, barış sağlanabildi. Fakat 1912-13 Balkan savaşları sonunda Arnavutluk’un Osmanlı ile kara sınırı kalmamış ve Balkan savaş sonrası imzalanan antlaşmalarla bağımsızlığı tanınmıştır.

1878 Berlin konferansı Kosova'nın büyük bir kısmını Sırbistan ve Karadağ'a havale etmiştir. Bu karar, konferanstan önce başlamış olan etnik temizlik hareketini hızlandırmıştır. Niş, Leskovik ve Toplika gibi şehirlerin nüfusu Anadolu’ya göç etmeye zorlanmışlardır. Bugün bu şehirlerde yasayan hemen hemen hiç Müslüman Arnavut bulunmamaktadır. Londra sefirler toplantısında (1913), Balkanların haritası yeniden çizilmiştir. Osmanlılara karşı giriştikleri saldırılar karşılığında Sırplara Kosova bir hediye gibi verilmiştir. Sırpların müslüman Arnavutlara yaptıkları zulümler neticesinde büyük kitleler Anadolu’ya daha az miktarda da Suriye'ye göç etmişlerdir. Arnavutluk'dan dışarıya ilk göç dalgası böyle başlamıştır.

ARNAVUTLUK, KOSOVA ve MAKEDONYA

Dünya Savaşı'nın ardından imzalanan Versay anlaşmasıyla çizilen Balkan haritasında ilginç bir nokta hemen dikkati çeker: Balkanlar'da önemli bir nüfus olan Arnavutlar tek bir devlet çatısı altında birleştirilmek yerine, çeşitli devletler içinde dağınık olarak bırakılmışlardır. Peki Arnavutluk sınırları çizilirken niçin bütün Arnavutlar Arnavutluk sınırları içinde toplanmamıştır? Bu sorunun cevabı, günümüzde yaşanan çatışmaların da temel nedenidir. Uluslararası güçler burada Müslüman bir halk olan Arnavutların, "Büyük Arnavutluk" devletini oluşturmasını çıkarlarına uygun bulmuyorlardı. Son on yıldır devam eden sorunun bir türlü çözüme kavuşturulmamasının nedeni de hala aynı düşüncedir. Eğer Kosova'nın bağımsızlığı tanınırsa, Balkanlar'ın güneyinde "Büyük Arnavutluk" kurulabilir endişesi bulunmaktadır. Arnavutluk'un %98'den fazlası Arnavut nüfustan oluşmaktadır. Makedonya sınırları içinde %25’i aşan oranda önemli bir Arnavut nüfus vardır. Karadağ'da 50 bin civarında Arnavut nüfus yaşamaktadır. Kosova ise, Yugoslavya içindeki Arnavutların büyük bir kısmının toplandığı bölgedir. Birbirleri ile sınırları olan bu ülkeler ya birleşir de Avrupa'nın ortasında Büyük Arnavutluk'u kurarlarsa? İşte Batılı güçlerin korkularından biri budur. Buradaki korkunun etnik kökenden çok dini kökenle ilgili olduğuna da dikkat çekmekte yarar vardır. Tıpkı Bosna'da olduğu gibi, burada da nüfus çoğunluğu Müslüman olacak bir devlet "sakıncalı" görülmektedir. Günümüzde hala geçerli olan bu hesap, I. Dünya Savaşı'nın ardından çizilen Balkan haritasında da önemli rol oynadı. Bu yüzden Arnavutlar I. Dünya Savaşı sonrasında hep parçalanmış bir millet olarak yaşadılar.

1995 de imzalanan Dayton barış antlaşmasıyla Bosna-Hersek'te savas bittikten sonra Sırp kuvvetleri Müslüman Arnavutlarla olan hesaplarını görmek için Kosova'ya hareket etmişlerdir. Ancak burada önemli bir noktaya değinmek gerekmektedir. Balkanlarda Arnavutların durumu Boşnakların durumundan farklıdır. Arnavutların siyasi, stratejik ve sayısal durumları Boşnaklara benzememektedir. Kosova'nın yüzölçümü 10.877 km2 ve nüfusu 2.200.000 olup nüfusun 93 %'ü müslümandır. Geriye kalanların çoğunluğu Sırp asıllıdır. Müslüman nüfusun 90 %'u ise Arnavut kökenlidir. Bugünkü Kosova'nın başkenti Priştina olmakla beraber Osmanlı döneminde Büyük Kosova vilayetinin başkenti önce Prizren sonra Priştina sonra da Üsküp olmustur. Üsküp bugün Makedonya'nın baskentidir. Bosna, Sırbistan ve Hırvatistan'la çevrilidir ve nüfusunun takriben yarısı Sırp ve Hırvattır. Müslüman Boşnakların nüfusu sadece 2.000.000'dur. Arnavutların ise kendilerine has bir devletleri vardır. Bu devletin yani Arnavutluk'un nüfusu 3.600.000'dur. Nüfusun 70 %'i Müslüman ve %20’si Ortodoks - %10’u Katolik Hristiyandır. (Müslümanların %25’i Bektaşidir. İliryalıların 2 kolundan oluşan Arnavut halkının kuzeylisine ‘Gega’, güneylisine Toska adı verilir. Gegalar genelde Bektaşi veya Ortodoks Hristiyan, Toskalar ise Sünni Müslüman veya Katolik Hristiyandır.) Arnavutluk'un Adriyatik denizine bakan uzun bir sahili de vardır. Arnavutluk'un tabii uzantısı olan ve aralarında suni sınırlar bulunan Kosova'da 2.000.000 ve Makedonya'da ise 500.000’ini aşkın Müslüman Arnavut yaşamaktadır. Makedonya’nın başkenti Üsküp'te yasayan Arnavutların nüfusu, Arnavutluk'un başkenti Tiran’ınkine yakındır. Karadağ'da 50.000 Müslüman Arnavut yaşamaktadır. Balkanlarda yasayan Müslüman Arnavutların toplam nüfusu 6.000.000'u geçmektedir. Arnavutların yaşadıkları bu bölgelerin tümü Osmanlı döneminde dört vilayette toplanmıştı: Kosova, işkodra, Manastır ve Yanya. Ancak, Osmanlıların Balkanlardan çıkmasından sonra, Avrupalı güçler bu bölgeleri parçalayıp daha önce de işaret ettiğimiz gibi Ortodoks Slav milletleri arasında paylaştırmışlardır.

Arnavutluğun kuzeyi, Osmanlı’ya karşı zaman zaman olan ayaklanmaların merkezi olduğundan Türklere karşı pek sıcak duygular beslemese de, Güney Arnavutluk halkı Türkiye’ye büyük bir sempati ile bakmaktadır. Berat kentinde Arnavutluk –Türk dostluk derneği bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye’de özellikle Sırplara bırakılan Arnavut bölgelerinden göç edip Anadolu’ya yerleşen ve Osmanlı’daki imparatorluk münasebetleri gereği daha önceden Anadolu’ya gelmiş bulunan bir Arnavut kitlesi bulunmaktadır. Bu Müslüman kardeşlerimiz her zaman her yönüyle Türklerle kader birliği yapmışlar ve kendilerini Türk olarak görmüşler, göç ettikleri yörelerdeki yerli halkla kaynaşmışlardır. Türkiye’de yaşayan Arnavut nüfusun 1 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Genellikle Marmara, Orta Anadolu ve Orta Karadeniz bölgelerinde yaşamaktadırlar. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un babası Arnavuttur. Kosova’nın İpek kentindendir. Arnavutluk’un kültürel yaşam tarzı, Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan halkımızın yaşam tarzına çok benzer özellikler göstermektedir. Arnavutlar, Türkiye bütününü oluşturan yapıtaşlarından biridir.





Kaynaklar:



1.Eyüp COŞKUN & Ferhat ENSAR. Gazi Eğitim Fakültesi. Türkçe Eğitimi Bölümü.

2. ATLAS aylık coğrafya ve keşif dergisi. Mayıs 2003. Sayı 122.



BOŞNAKLAR – 1



Bosna-Hersek’de yaşayan ve Bosna-Hersek orjinli Müslümanlara Boşnak denilmektedir. Bosna-Hersek, Avrupa kıtasının güneybatı, Balkan yarımadasının ise kuzeybatı köşesinde yer almaktadır. Neretva nehrinin denize döküldüğü mevkiide 20 km.lik bir toprak parçası ile denize ulaşır, ancak limanı yoktur. Kuzey ve batıda Hırvatistan, doğuda Sırbistan, güneydoğuda ise Karadağ tarafından çevrelenmiştir. Bosna-Hersek'in yüzölçümü 51.129 km2dir. Bosna-Hersek'te etnik olarak üç ana grup mevcuttur. Bu gruplar, aynı Slav kökenden gelmesine rağmen mezhep, din ve kültür farklılığı sebebiyle Müslüman Boşnaklar, Ortodoks Sırplar ve Katolik Hırvatlar olarak birbirlerinden tamamen ayrılmışlardır. Bu arada Yahudi ve diğer unsurlar da azınlık olarak bulunmaktadırlar 1878 yılında yapılan Berlin Antlaşmasıyla Bosna-Hersek Osmanlının elinden çıkmadan önceki nüfusu ile ilgili 1870 tarihinde Türk makamlarınca yapılmış bulunan istatistik şöyledir:


Müslüman-Boşnaklar 315.228 (%50.84), Katolik-Hırvatlar 78.383 (%12.64) ve Ortodoks-Sırplar 226.312 (%36.50) kişidir.
Bosna-Hersek Hükümeti'nin verdiği son yıllara ait nüfus bilgileri ise şöyledir:
Boşnaklar 1.889.122 (%43.41), Sırplar 1.367.155 (%31.25), Hırvatlar 753.242 (%17.22) ve Diğerleri 354.860 (% 8.11) kişi olmak üzere toplam 4.374.379 (%100) ’dur.
Balkan yarımadasının kuzeybatı bölgesi eski tarihlerden beri, güneydoğudan gelip batıya giden veya kuzeyden gelip güneye inen muhtelif kavimlerin geçtikleri bir köprübaşı vazifesi görmüştür. Bölge eski çağlarda İlliryalılar ve daha sonra da Romalıların nüfuzu altında kalmıştır. Avarlar ve Slovenler'in VII. asırda burayı istilâ etmesi ile Roma medeniyetinin nüfuzu ortadan kalkmıştır. 626-640 seneleri arasında Sırp ve Hırvat kimliğini taşıyan kabileler Balkan yarımadasının kuzeybatısını işgal etmişlerdir. Hırvatlar, Hıristiyanlığın Katolik, Sırplar ise Ortodoks mezhebini benimsemişlerdir. Ne Katoliklik ne de Ortodoksluk Bosna'da tam bir zafer kazanamamıştır. Bu kavmin iki din sahası arasında kalması, Bogomilizm denilen, papazlar ile Macar ve Sırp krallarının şiddetli takiplerine rağmen gittikçe genişleyip yerleşen ve Bosna tarihinde orijinal bir iz bırakan yeni bir mezhebe zemin hazırlamıştır. Bogomillerin, vaftizi, Meryem Ana ile azizler kültürünü, mukaddes resimleri ve haçı reddetmeleri yanında papaz sınıfını da kabul etmediklerinden dolayı İslâmiyeti kabul etmeleri kolay olmuştur. Bogomil mezhebi, Bosna-Hersek'te XII. asırda gelişmiş ve Papalık buna karşı şiddetli tedbirler almıştır. Bosnalılar, mezhep farkıyla birbirinden ayrılan Sırp ve Hırvat milletleri arasında, dili aynı, fakat dini farklı bir unsur olarak ortaya çıkmıştır.

Bosna 1463 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmiştir. Bosna’nın fethi bölgenin sosyal yapısında önemli gelişmelere sebep olmuştur. Bölge fethedildikten sonra sipahilere timarlar tahsis edilmiştir. Bu sipahilerin çoğu Müslüman, az bir kısmı ise Hıristiyan idi. Hıristiyan sipahilerin Müslüman olan torunları daha sonra sipahi, zaim, kale dizdarı hatta vezir ve sadrâzam bile olmuşlardır. Fethedilen şehir ve kasabalarda klasik Türk el sanatları, dericilik ve kuyumculuk oldukça gelişmişti. Osmanlı'nın esnaf teşkilâtı ve lonca sistemi de bölgenin ticari yapısına büyük katkılar sağlamıştır.


Hersek Dükalığı 1467 yılında Vezir-i Azam Mahmud Paşa tarafından ele geçirilmiştir. Düka Stephan Kassariç bağlılık bildirdiğinden dolayı yerinde bırakılmıştır. Osmanlı tarihinde vezir-i azamlığa kadar yükselen Hersekzade Ahmed Paşa, Stephan Kassariç'in oğludur. Stephan Kassariç'in ölümünden sonra dükalık ikiye ayrılmış ve Kassariç'in diğer iki oğlunun Hersek'i ele geçirmeye kalkışmaları üzerine 1480'de tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Fatih Sultan Mehmed, Bosna'yı aldığı zaman sadece Katoliklere değil Bogomill mezhebindeki Bosna Hıristiyanlarına da çok müsamaha göstermiş ve onların devlet hizmetinde yetişmelerini sağlamıştır. Hz. İsa'yı Allah'ın kulu olarak kabul etmeleri ve Hz. Muhammed'i tanımalarından dolayı Bogomiller Müslümanlara daha yakın görülüyorlardı. Türklerin vicdan hürriyetine hürmet göstermeleri, bir kaç asır Katolik kilisesi ile bu mezhepteki kralların ve Macarların zulmüne uğrayan Bogomiller'in toplu olarak İslâmiyet'i kabul etmesine sebep olmuştur. Hatta tarihî bir rivayete göre, Fatih Sultan Mehmed bunlara dileklerinin ne olduğunu sorduğunda, devlet hizmetlerinde görev almak istediklerini öğrenmiştir. Bu suretle Osmanlı Devleti'nin saraylarında ve ordusunda namuslu ve sadakatli olarak görevlerini yapmışlardır.

Bogomill mezhebine bağlı Boşnaklar, şavaş kabiliyetleri, Macarları iyi tanımaları ve Papalığa karşı derin bir kin beslemeleri sebebiyle Macaristan ile yapılan şavaşlarda etkin bir rol oynamışlardır. Müslüman Boşnaklar her zaman Osmanlı Devleti'nin kuzeybatı hududunu yalnız başlarına müdafaa etmişlerdir. Serdarların kumandasındaki sipahilik teşkilâtına bağlı bulunan kıtalar, Türk hâkimiyeti devam ettiği müddetçe sadakat ve fedakârlıkla vilâyet makamına tâbi kalmış ve Bosna, Osmanlı Devleti'nin bir kalesi olmuştur. Boşnaklar, İslâmiyet'i kabul etmeleri, devlete bağlılık ve güvenilirliklerini ispat etmeleri sayesinde Osmanlı Devleti'nin çeşitli kademelerinde görev yapmışlar, hatta defterdar, kaptan-ı derya ve sadrâzam bile olmuşlardır. Osmanlı tarihini incelediğimizde beş kez sadrâzamlığa getirilen Hersekzade Ahmed Paşa (1497-1516 ), yine üç kez sadrazâmlık yapan Damad İbrahim Paşa (1596-1601 ) ve bir devre imzasını atmış Sokullu Mehmed Paşa'nın Boşnak asıllı olduklarını görüyoruz. Bunlar haricinde muhtelif tarihlerde sadrâzamlık yapan diğer Boşnak sadrazâmlar şunlardır: Lala Mustafa Paşa (1580-1580), Malkoç Ali Paşa (1603-1604), Lala Mehmed Paşa (1604-1606), Derviş Mehmed Paşa (1606-1606), Kara Davud Paşa (1622-1622), Hüsrev Paşa (1628-1631), Topal Recep Paşa (1632-1632), Salih Paşa (1645-1647), Sarı Süleyman Paşa (1685-1687), Damad Melek Mehmed Paşa (1792-1794).


1875 yılında Bosna-Hersek’in Hristiyan halkı tarafından Osmanlı Devletine karşı isyan çıkarılmış ve bu isyana da Sırbistan ve Karadağ destek vermiştir. İsyan daha sonra Osmanlı Devleti'nin Sırbistan ve Karadağ ile savaşa girmesiyle devam etmiştir. Çünkü Sırp ve Karadağ'lı gönüllüler Bosa-Hersek asilerine yardım etmekteydi. Osmanlı ordusu bu savaşta başarı kazanmasına rağmen Rusya'nın 1876'da verdiği ultimatom ile mütareke imzalamak zorunda bırakıldı. Bosna-Hersek ve Bulgaristan meselelerinde islâhat yapılması için Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan, Almanya ve İtalya tarafından akdedilen Londra Protokolu'nun Osmanlı Devleti tarafından reddedilmesi üzerine 19 Nisan 1877'de Rusya, Osmanlı Devleti'ne harp ilân etmiş (93 harbi), savaş Osmanlı Devleti'nin aleyhine gelişmiş ve sonuçta Ruslarla 31 Ocak 1878'de Edirne'de mütareke yapılmış; Daha sonra da Ayastefanos Muahedesi imzalanmıştır (3 Mart 1878). Bu antlaşmaya göre Romanya, Sırbistan, Karadağ bağımsızlıklarını kazanıyor, Bulgaristan Osmanlı hâkimiyetinde muhtar bir prenslik haline getiriliyordu. Ayrıca Bosna-Hersek'teki halktan vergi bakayası istenmeyecek ve 1880 yılına kadar olan vergiler de zarar görmüş olan kimselerin zararlarını tazmine sarfedilecekti. Bu tarihten sonraki verilecek vergiler hakkında Rusya ve Avusturya karar sahibi olacaktı. Bu antlaşma ile Rusya tek başına büyük kazançlar elde etmiş ve Balkanlar'daki nüfuzunu arttırmıştır. Avusturya ile İngiltere ise Osmanlı Devleti'nin kendilerine müracaatı üzerine antlaşmanın tadili için gayret göstereceklerini, ancak bu çalışmalarına karşılık kendilerine arazi terk edilmesini istemişlerdir. Bu antlaşma ile Rusya tek başına büyük kazançlar elde etmiş ve Balkanlar'daki nüfuzunu arttırmıştır. Avusturya ile İngiltere ise Osmanlı Devleti'nin kendilerine müracaatı üzerine antlaşmanın tadili için gayret göstereceklerini, ancak bu çalışmalarına karşılık kendilerine arazi terk edilmesini istemişlerdir. Bu durum üzerine Berlin'de büyük Avrupa devletlerinin katılmasıyla bir kongre toplandı (13 Temmuz 1878). Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti'nin Bosna-Hersek'te asayişi sağlayamadığından dolayı bu durumun Avusturya-Macaristan Devleti'ni de rahatsız ettiğini belirtmiş ve bunun üzerine İngiltere de Bosna-Hersek'in Avusturya tarafından işgal edilmesini önermiştir. Bu teklif Rusya tarafından da kabul edilmiştir. Osmanlı sözcüsü Alexandır Karatodori Paşa bu teklife şiddetle karşı çıktıysa da Prens Bismarck: "Kongre teşkilinden maksat Osmanlı Devleti'nin menfaatlerini savunmak olmayıp, Avrupa'nın menfaatlerini korumaktır. Kongre Osmanlı Devleti'ne Makedonya ve Bulgaristan'ı iade ettiğinden dolayı Osmanlı Devleti'nin şikâyete hakkı yoktur" diye cevap vermişti. Sonuçta Avusturya'nın belirsiz bir süre için Bosna-Hersek'i işgal etmesine, gerekirse Yenipazar (Sancak) da dahi asker bulundurmasına karar verilmiştir. Ancak daha sonra Yenipazar'ın yönetimi Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştır. İngiltere ise bu arada geçici olarak Kıbrıs'a yerleşmiştir. Ayastefanos Antlaşması'nın maksadı Balkanlar'daki Osmanlı topraklarının Rusya nüfuzu altındaki Balkan Devletleri arasında taksimi olduğu halde, Berlin Antlaşması, diğer devletlerin iştirakiyle taksim hadisesini imparatorluğun geneline yayıyordu. Keza Avusturya'nın işgali altına girmesiyle Bosna-Hersek'in elden çıkma merhalesi başlamıştır. Bosna-Hersek'in Avusturya tarafından işgal olunacağı haberi ahali arasında büyük tepkilere neden olmuş, Osmanlı Devleti'nin konunun bir kez daha müzakare edilmesi teşebbüsleri de başarısız kalmıştır. Avusturya'nın işgaline karşı Boşnaklar şiddetle karşı çıkmış, önce Hersek'in merkezi olan Mostar, sonra da Saraybosna , büyük direnişlerle karşılaştıktan sonra Avusturya tarafından işgal edilebilmiştir. İşgal 29 Temmuz'da başlamış 28 Ekim l878'de tamamlamıştır. Bosna-Hersek'in işgalinin tamamlanmasından sonra Osmanlı Devleti'ne bırakılmış olan Yenipazar'ın da Avusturya işgaline girmesi tehlikesine ve Bosna-Hersek üzerindeki Osmanlı hükümranlığının tesbitine dair Avusturya ile müzakereye girişilmesine karar verildi ve bunun için Hariciye Nazırı Alexandır Karatodori ve Maarif Nazırı Münir Paşalar görevlendirildi. Bu müzakereden amaç Bosna-Hersek üzerindeki Osmanlı hükümranlığının devamı, işgalin geçici olması, ahalinin Osmanlı kanunlarına tâbi olması ve Yenipazar'a gönderilecek Avusturya askerlerinin sayısı ve kalacakları yerlerin tesbit edilmesi idi. Yenipazar konusunda Osmanlı Devleti'nin endişesi burasının da Avusturya'ya geçmesinden sonra bu devletin Selanik'e kadar ilerleyebileceği idi. Zaten Avusturya'nın Yenipazar'a girmesi ile Bosna-Hersek'te olduğu gibi silâhlı bir direnişle karşılacağı muhakkaktı. Bu durumda Osmanlı askerinin, kendini savunmaya başlayacak Müslüman ahaliye yardım edip etmeyeceği de ayrı bir mesele idi.

5 ekim 1908'de Bosna-Hersek'in Avusturya-Macaristan'a ilhakı ilân edilmiştir. İlhak kararı Rusya, Avusturya-Macaristan, Sırbistan ve Osmanlı Devleti arasında bir buhran meydana getirmişti. Bu olay o an için bir savaşla neticelenmese de daha sonraki yıllarda I.Dünya Savaşı'nın başlamasının sebeplerinden birisi olmuştur. Nihayet Osmanlı Devleti Nisan 1909'da Avusturya-Macaristan'dan emlâk-ı emiriyye bedeli olarak 2,5 milyon altın alarak ilhakı tasdik etmek zorunda kalmıştır.


Bosna-Hersek I.Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun idaresinde kalmıştır. Bu savaştan mağlûp olarak çıkan imparatorluk parçalanmış; bölgenin 24 Kasım 1918'de Sırbistan Krallığı'na ilhakı ilân edilmiş, 1 Aralık 1918'de yeni kurulan Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı'na Sırbistan'ın bir parçası olarak geçmiş ve bu durum 1919'daki St.Germain ve Trianon barış antlaşmalarıyla tasdik edilmiştir.

II. Dünya Savaşı sırasında Hırvatistan, Almanya ve İtalya arasında akdedilen 15 Mayıs 1941 Zagreb ve 18 Mayıs 1941 Roma antlaşmaları gereğince Bosna-Hersek'in bir kısmı yeni kurulan Hırvatistan Devleti'ne geçmiş öteki kısmı da Alman işgali altında kalmıştır. Almanya'nın yenilmesinden sonra Bosna-Hersek 1945'te birleştirilerek 31 Ocak 1946 tarihinde kurulan Yugoslav Federal Halk Cumhuriyeti'ni oluşturan altı cumhuriyetten biri olmuştur. Diğer beş cumhuriyet Sırbistan,Hırvatistan, Slovenya, Makedonya ve Karadağ dır.


Yugoslavya'nın karmaşık etnik ve dinî yapısı uzun süre Tito yönetimi tarafından bir arada tutulabilmişti. l980 yılında Tito'nun ölümüyle etnik ve millî kıpırdanmalar meydana gelmeye başlamıştır. Anayasaya göre 1991'de devlet başkanlığı sırası gelen Hırvatistan'ın bu hakkı uygulamaya geçirilmedi. Buna sebep Sırbistan'ın dağılmakta olan Yugoslavya'ya tek başına sahip çıkmak istemesinden kaynaklanmasıdır. Sırpların kurmak istedikleri büyük Sırbistan hayali yüzünden Yugoslavya tam bir kaosa sürüklenmiş ve bu olay diğer cumhuriyetlerin ayrılmasıyla neticelenmiştir. Ancak Sırbistan bu bağımsızlıkları tanımamış ve önce Hırvatistan ve Slovenya'ya saldırmış fakat (bu cumhuriyetlerin Katolik olması hasebiyle) Avrupa Birliği ve özellikle Almanya'nın çabalarıyla buradaki çarpışmalar sona ermiştir.

Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nde ise 1990 yılı sonlarında yapılan seçimleri Aliya İzzet Begoviç liderliğindeki Demokratik Eylem Partisi ( SDA ) kazanmış ve Begoviç devlet başkanı seçilmiştir. Bosna-Hersek Cumhuriyeti, Sırpların boykotuna rağmen bir referandum düzenlemiş ve çıkan sonuç üzerine Mart 1992'de bağımsızlığını ilân etmiştir. Bu referandumda Müslümanlar, Katolikler ve cumhuriyet sınırlarında yaşayan diğer unsurlar bağımsızlık yönünde oy kullanmışlardır. Fakat bu olay neticesinde Bosna-Hersek'te, çeteci Sırp milisleri neredeyse tamamı Sırp olan Yugoslav Federal Ordusu'nun da desteğini alarak XX. yüzyılın en büyük katliamlarından birini gerçekleştirmişlerdir.

Kaynaklar:

1. www.devletarsivleri.gov.tr

2. www.lib.utexas.edu/maps/europe/yugoslav.jpg




Yüklə 2,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   269




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin