İstanbul ansiklopediSİ Büyük Kapalı Çarşıda Yağlıkçılarda İstanbul Hanımı



Yüklə 5,01 Mb.
səhifə69/80
tarix03.01.2019
ölçüsü5,01 Mb.
#88905
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   80

Hotel Emperyalde işte Felekden

Bir gececik çaldım yattım efendim

Geçirdint her yanı sıkça elekden

Hak söz budur pek çok pek pek beğendîm

Bir şeb düşeş attım geçirdim ele Başımın tacı o bıçkın yâr ile Beyoğlunda gezdik içdik eğlendik Geldik düşdük çakır keyf bu faotele

Tulumbacı kesim gerçi kıyafet Omuzdaşız amma dilde nezâket Para rezil olur kendimiz vezir Deyince hotelden gördük riâyet

Kapucusu halden anlar ehli dil Kâtibinin nezâketi selsebil

Önümüze düşdü 'bir nâzik uşak Oııbeşinde bir rum civelek kopil

Halılar perdeler ayna avize Hotel «anki saray göründü bize Rehberimiz Paşam didi bendeniz Amadeyim sizin her emrinize

Bir mükellef yatak temiz kar gibi Misk kokar içinde güller var gibi Hah havlu perde koltuk mükemmel Ağırlandık elhak biz kibar gibi

Baş ucunda gümüş bir şamdan durur Çifte mumun şavkı aynaya vurur Duvarlarda güzel güzel resimler insan burda hünkâr uykusu uyur

Avrupayı dime gidip görmedim İşte bu hoteldir örnek efendim Keyfinji çıkardık bıçkınım ile Rum uşak da oldu meclise nedim

Çikolata ile çakdık konyağı Lebirz oldu gönül kandili yağı Hizmetimde döner pervane misâl Çapkınımla urum hotel uşağı,

Düşmeden yâr ile ağyarda dile Böyle tatlı cün'büş muhabbet ile Sabah gaayet ile tez oldu yahu Doyamadım ben bu güzel hotele

Birinci sımfdır bu hotel lâşek Parası olub da yatmayan eşek İki mecidiye lâfı olur Huzur ile iki tertemiz döşek

Hamam kahve altı cümle bahşişi Tatlısı, böreği et balık şişi Konyak çikolata rakı tem meze İki Napolyoncuk be iki kişi

Bu otel zamanımızda da aynı isimle işletilmekte idi; bugünkü durumu hakkında bilgi edinmek için gönderdiğimiz mektuba cevab alamadık; mektubumuzun metni aşağıdadır:

«Emperyal Oteli zamanımızda da aynı yerde âmme hizmetindedir; Meşrutiyet Caddesinde 36/1

kapu numarasını taşır; milk sahibi

ve müsteciri dır. Müstahde
mi kişidir.

Tek yataklı oda, iki yataklı oda, üç

veya dört yataklı oda vardır; sınıf otel
lerden olup gecelik yatak ücretleri tek yatak ,

iki yataklı odalarda bir yatak lira, daha faz


la yataklı odalarda bir yatak liradır.

«Noktalı yerlerin doldurularak bu kâğıdın bize gönderilmesi; otelin barı, gazinosu, lokantası var ise onun da ayrıca kaydı».

EMRAH (Erzurumlu) — «XIX. asrın ilk yarısında tanınmış saz şâirlerinden; Erzurum civarında Tambura köyünde doğmuş, Erzurum medreselerinde okumuş, Nakşibendî tarikatına girmiş; saz şâiri sıfatı ile Anadolunun birçok yerlerini dolaşmıştır. Sıvasda uzun müddet bulunan Emrah'ın 1845 de Niksarda öldüğü ve orada gömüldüğü rivayet edilir. Hayatı hakkında bilgiler aydın değildir. Yalnız Anadolunun dolaştığı yerlerinde birçok defa evlendiği anlaşılmaktadır. Divan şâirlerinin eserlerine benzetilerek yazılmış şiirleri hicri 1332 (1913 - 1914) de 56 sayfalık küçük bir eserde toplanmışdır; bunların arasında güzelleri bulunmakla beraber Emrahın asıl değeri hece vezni ile söylediği şiirlerdedir. Fuad Köprülü «Saz Şâirleri» isimli eserinde onun hakkında malûmat verdiği gibi, Eflâtun Cem bu şaire dair bir eser yazarak 1928 de Sivasda bastırmışdır; bu kitab Emrah'ın hece veznin -deki şiirlerinden çoğunu toplar. Ziyaeddin Fahri de «Erzurum Şâirleri» isimli eserinde Emrah'a 20 sayfa ayırmışdır. Şu iki parça:

Vaiz bana vasfeyleme cennet ile hürü

Bilmem o huzuru. Âşık olanın aşk ile matlûbu Hüdâdır,

Bakisi havadır.

#

Bir nazenin bana gel gel eyledi. Varmasam incinir, varsam incinir. Beyaz gerdanından, ince belinden Sarmaşanı incinir, sarsam incinir.

onun aruz ve hece vezinlerindeki şiirlerinden iki küçük örnekdir» (1. A. Gövsa, Türk Meşhurları).

Emrah'ın Terzi Faik adında güzel bir genç şânındaki manzumesinden bu ünlü saz şâirinin seyahatları arasında bir ara İstanbula da geldiği anlaşılıyor (B. Faik, Terzi).

EMRAH (Erzurumlu) — XIX. asrın ikinci yarısında yaşamış bir saz şâiri; aynı adı taşıyan ünlü saz şâirinin oğlu olduğu tahmin edilebilir; Istanbulda uzunca bir müddet oturmuş, Bayazıdda Büyük Çatal Handa bir oda tutmuş ve odasını saz meşkhânesi hâline getirerek Istanbulun esnaf şahbazlarından bazı

EMRE (Hırant)

5108 —

İSfANMJİ

ANSİKLOPEDİSİ



_ 5109 —

EMRULLAH (Safranboîulu)



gençlere saz dersleri vermişdi. Uzun boylu, isimli eserinde Hırant Emre'nin 26 şarkısını

esmer, kalender meşreb bir zât imiş; hayatı kaydetmişdir.

hakkında başka bilgi edinilemedi. Bibi.: M. Hona, 50 yıllık Türk Musikîsi.

E m r a h ı n Meşkhânesi — Bayazıd'da Büyük Çatal Hanın ikinci katında büyükçe bir oda idi. Şâirin etrafında topladığı saz, türkü, divan, destan, koşma, semaî, mâni heveslisi talebeleri terzi, kunduracı, terlikci, yorgancı, marangoz gibi esnaf çırak ve kalfaları ile o âlemlere iştirak eden bâzı üdebâ ve şüerâ ile meşkhâne, âşıkaane sâdıkaane vakit geçirilir bir rindler mahfili olmuşdu. Ekseriya işret sofrası kurulur, sazla, sözle ve hevesli gençlerin levendâne rakısları ile bâzı geceler sabahlanır, evlerinin semti uzakça olanlar orada kalır, yatardı. Bu meşkhâne, bir hafiyenin «Bektaşi tekkesi olup şiâr-ı îslâma mugayir işler olur» diye verdiği bir jurnal üzerine kapatılmış, Emrah da Istanbuldan ayrılmışdır (B.: Dilâver, işportacı, eild 8, sayfa 4560).

EMRE (Hırant) —- Udi ve bestekâr; 1901 de Adapazarında doğdu; Karabet Efendi adında bir marangozun oğludur; henüz dört günlük iken gözlerinin görme kudretini kaybet-mişdir; 1917 de ailesi Konyaya hicret etmiş, ve galiba babasını orada kaybettikten sonra 19-20 yaşlarında iken dul ve çok fakir anası ile Istanbula gelmişdir. Musikiden anlayan bir arkadaşı kendisine ud öğretmek istemiş, fakir âmâ gence ilk udunu bir hayır sahibi almış-dır. Bidâyetde basit şarkıları, bilhassa Konya halk türkülerini kendi kendine çıkarıp çalmaya başlamış, sonra Kemani Agobos, Kemânî Dikran ve Udî Kirkordan dersler almışdır; ve nihayet emsilsiz gayreti ile zamanın en ünlü udilerinden biri olmuşdur. 1934 de ilk defa olarak kürdilihicazkâr bir şarkı bestelemişdir ki şudur:



Niye küstün söyle bana ey şîvekârım Kato'âhatim sevdiğimdir seni civanun Âhü feryad ile ge'çdi eyvah zamanını Ka'bâhatim sevdiğimdir semi civanım

Bu şarkının güftesi de kendisinindir. Şarkılarının çoğunu kendisi Columbia plâklarına okumuşdur.

Mustafa Rona «50 Yıllık Türk Musikisi»

EMRE (Selçuk Kamaran) — «Muharrir, gazeteci; 1927 de Geliboluda doğdu; babasının adı Abdullah Naci, annesinin adı Sabihadır; Ortaköy 39. İlkokulda, Kabataş Erkek Lisesinde okudu (1946), Güzel Sanatlar Akademisini bitirdi, Hukuk Fakültesinde okudu; Ülkü Yayınevi neşriyatında çalışdı (1946 - 1949) Son Saat Gazetesinde (1948, Zaman) Gazetesi yazı işleri müdürlüğünde (1949 - 1952); Hizmet Gazetesi muharrir ve gece sekreterliğinde (1952 — 1953); Anadolu Ajansı Muhabirliğinde (1953 - 1956); Anadolu Ajansı istihbarat şefliğinde (1956) bulundu; aynı ajansın istanbul şubesi müdürü oldu (1961).

«istanbul Gazeteciler Cemiyeti, İstanbul Gazeteciler Sendikası üyesidir. Spor meşgalesi olarak kürek çeker, balık avını sever, tenis oynar; posta pulları koleksiyoncusudur: 1952 -1960 arasında Yugoslavya, Yunanistan, Lübnan, Libya, Pakistan ve Almanyaya gitmişdir» (Kim Kimdir Ansiklopedisi, 1962).

EMRE (Sevim) — 1960 yılında 16 yaşında iken Türkiye güzeli seçilmiş bir kız; müsabakada tesbit vücud ölçüleri şunlardır: Boy 1.68 m., kilo 54 kg., göğüs 92 santim, bel: 52 santim, kalça: 92 santim; yeşil gözlü, kumral saçlı bir kızdır. 1944 de Eskişehirde doğmuş-dur, güzellik kraliçesi oldukdan sonra tahsilini lisenin ikinci sınıfında terketmiştir; sinema artisti olmuşdur; 1961 de «Harmandalı» ve «Kızıl Vazo» filmlerinde oynamışdır. Hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi. Bibi. : Ses Mecmuası, 1962.



EMRE (Vehbi)

(B.: Vehbi Emre).

EMRED — «Emred - Bıyıkları henüz terlemeye başlamış, fakat yüzünde tüyü olmayan genç, taze oğlan, civan, şâbı ernred» (Türk lügati). Emred gençlerle düşüp kalkmak bazı kimselerce hoş görülmeye gelmişdir. Merd isen emred Oe itme kelâm Yolda görsen de ana virme selâm



(Kıbrıs Müftüsü) *

Tarif idem size ben ol pelidi Ksdızâdeliden Mr muğlim gidi

Gece silâhlıdır gündüz külâhlı Sihriyât üzredir ezkârü virdi

Müslümnüma kâfir şehrî şakidir Bir emred uşağı .dâim var idi

Menzili la şek ki dârülnedvedir Zühdü takva satar şeyh mukallidi

Mekkârecioğlu o yadigârın Tızrnantml bir it idi vâlidi

Kıyâmetden nişan ordu vaizi Tâyin eylediler gör Şeyh Hâlidi

(Gostuvarlı Hafız Necib)

EMBED -MÜRİDLER — Tekkelerde, mü-cerred (bekâr) şeyhlerin evlerinde aşk ile şevk ile hizmete koşmuş emred müridler, tekkelerin kapandığı târihe kadar Istanbulda, tekke hayatının dışında yaşayan kimseler tarafından dâima bir dedikodu konusu olagelmişdirki, tarih "kaynaklarına geçmiş vak'alar şübhelerin mesnedsiz olmadığını göstermektedir (B.: Emred). Bu vak'alardan birini, onyedinci asır ortasında koyu taassubun temsilcileri olmuş ve riya altında ahlâkçılık yapmış Kadızâdeli-ler diye meşhur vaiz şeyhlerden bahseder iken büyük müverrih Naimâ Efendi bütün çıplaklığı ile anlatıyor (B.: Kadızâdeliler; Ustuvânî, Şeyh).

Sürûrî (ölümü 1813) bir gazelinde şöyle diyor:

Hazreti Şeyh ki bir şuh ile hem zânûdur Sever ol mertebe zâlim sanasın oğludur.

Şu kıt'a şâir bir nıevlevî dedesi tarafından devrandan sonra genç bir sünbülî müridinin tasviri yolunda yazılmışdır:



Tâbj devrandan görün ol Sünbülî dildârını Terlemiş, rufojsâsını yer yer gülüstaıı eylemiş Zülfi sünbül bûyini dökmüş perişan dûşine Takyeyi nemnâkini bir süntmlistan eylemiş.

(Divançei Tâhir)

Şu manzume de Bitlisli Ali Camie. Ağanm-

dır:

Mürşid ile mürid elif ile lam Sıdk ile aşk üzre muhabbet kelâm

Mürşid ger pîr ola müridi emred Ne lâzım efendini malumu ilâm

Şeyhim tâ be sabah pervânei aşk Çerağı süz efken ol emred gulâm

Aşağıdaki maammâ ile çözümünü Aşçı Dede İbrahim Beyin hâtıralarından alıyoruz:

«Maammâ : Deryayı Aşkda dolaşan Sefâini Aşk'ın rüzgârı şiddetleniverince yelkenleri tamâmı ile dolub pupasına gidiyor ise de, öyle, gemilerin direkleri çıplak bir hâlete girib üryan ve tayfayı perişan ve püryan edecek derecesinde açılıp gösterilmesi mâkul değildir.

«Maammânın çözümü: Deryayı Aşk = Mevlevihane Semahane; Sefâini Aşk (Aşk Gemileri) = delikanlı canlar (müridler); Rüzgâr = Ney ve Kudüm; Gemilerin Direkleri = Canların çıplak ayak ve bacakları; Yelkenler = Canların tennureleri; Perişan ve püryan olan tayfalar = Dedeler».



EMRULLAH (Safranboluhı) — 1899 ile 1900 arasında garib bir maceranın kahramanı olmuş, 18-19 yaşlarında gaayetle yakışıklı kayıkçı kopuğu bir delikanlı; 1899 yılı ağustosunun üçüncü günü Reji İdâresinin deniz kolcuları Hayırsız Adalar açıklarında, kayığının içinde yirmi yaşlarında bir ecnebi kızı ile bu kayıkçı Emrullahı görür ve yakalar. Kızın da, kayıkçı oğlanın da, denize dalmış çıkmış gibi esvabları şırıl sıklaradır, ve başından büyük bir vak'a geçmiş olduğu belli olan kız korku, dehşet içindedir. Sorguya çekildiklerinde kız Türkçe bilmediği için konuşmaz, fakat kayıkçı oğlan vak'ayı şöylece anlatır: «Karaköy iskelesinde nöbete girmişdim, Haydarpaşa dedi, aldım Haydarpaşaya götürdüm, orada işaret ile biraz beklememi söyledi, yarım saat kadar sonra döndü, Galata dedi, kıyı kıyı giderek akıntıyı Kızkulesinden sonra geçecekdim, işaretle karşıya dosdoğru geçmemi istedi, emrini yerine getirmek istedim, fakat akıntı ile Marmaraya doğru sürüklenmeye başladık; kız gözlerini üstümden ayırmıyordu, kâh ayaklarıma bakar, kâh yüzüme; bir ara yerinden fırladı, kendisini denize atdı, hiç düşünmedim, kayığın ipini belime bağlayıp ben de denize atıldım ve kızı yakalayarak güçlükle kayığa çakardım, sonra ben de çıkdım, fakat naslü oldu bilmem, zan ederim ki aklı ile zoru olan bu kızın işidir, küreğin biri yerinde yok idi; tek kürekle kalınca Hayırsız Adalara doğru sürüklendik...».

Alman olduğunu söyleyen kız ise kolcular tarafından teslim edildikleri karakolda şu itiraf da bulunmuş: «Bu delikanlının suçu yok-dur, onu ben tahrik ve teşvik ettim; Haydarpaşaya giderken genç ve güzel kayıkçıya yıldırımla vurulmuş gibi âşık oldum; çok terbi-



JEMRULLAH EFENDİ

5I1Ö —



İSIANfitlL

ANSİKLOPEDİSİ

5İÎ1 —

EMKULLAH EFENDİ SOKAĞI



yeli ve uslu idi, gözlerim yüzünden, ellerinden ve ayaklarından ayrılamaz iken o utancından kızarmış, beni bir an evvel Haydarpaşaya atmak için var kuvvetiyle küreklere asılıyordu. Haydarpaşaya çıkınca beklemesini anlattım, Garda çok mühim bir iş için yakın bir akrabamı görecek idim, deli gibiydim, iş düşünmedim, güzel ve genç kayıkçıyı görür ve benim onun kayığı ile dönmeme mâni olur korkusu ile o adama görünmedim, Garın gazinosuna girdim, birkaç bardak şarab içdim; ve dönüşde kayıkla akıntıya kapılarak Marmaraya açılmamızı istedim; delikanlı hâlâ saf ve uslu idi, bütün kuvvetiyle kayığını akıntıdan sıyırmaya çalışıyor idi ki artık sabredemedim, kendimi kaldırıp denize atdım, çok iyi yüzme bilirim, beni kurtarmak için o da denize atlamasa idi karşı kıyıya yüzerek çıkabilirdim; beni sözde kurtarıp kendisi de kayığa binerken küreklerden birini denize attım; isteğimi ancak o zaman anlayabildi. Benimle evlenirse hemen müslü-man da olurum, ailemin buna mâni olmayacağını tahmin ediyorum..».

Bu vak'ayı tafsilâtı ile yazan günün gazeteleri Alman kızının adını kaydetmiyor; genç kayıkçının adını da «Safranbolulu Abdullah» ve «Safranbolulu Emrullah bin Abdullah» diye yazıyorlar, ve vak'ayı şu satırlarla bağlıyorlar: «Kayıkçı oğlan: — Bekâr uşağı garibim, kayık da başkasının, kayıkhane üstündeki koğuşda yatıyorum, evlenirsem onu nereye götürürüm, ona nasıl bakarım!... dedikde Alman kızı: — O beni alsın, babam bize ev de bulur, ona kayık da alır!, demişdir. Her ikisi de nezâret altına alınmışdır. Kızın ahvâli tahkik edilmektedir, bir mecnûne olması da muhtemeldir».

EMRULLAH EFENDi — Onyedinci asır hattalarından; istanbulludur; Karagümrükde Kaşımağa Camiinde imamlık, Odabaşı Camiinde de hatiblik yapmışdır; güzel yazı. sanatını asrın üstadlarından Kırımlı Abdullah Efendiden öğrenmişdir. Bilhassa mushafı şerif hattatı idi; hicrî 1040 (M. 1630 -,,1631) de öldü. Bibi. : Müstakimzâde, Tuhfei Hattatın

EMRULLAH EFENDi — Felsefe ve sosyoloji ile meşgul olmuş, o konular üzerinde yazıları ile tanınmış ilim ve devlet adamı; 1858 de Lüleburgazda doğdu; tüccardan Ali Efen-

di adında bir zâtin oğludur, o kadar parlak bir zekâya sâhib ve o derece çalışkan idi ki yüksek tahsilini yapdığı Mülkiye Mektebinden. 1871 de henüz 13 yaşında iken diploma aldı, yaşının küçüklüğü dolayısı ile maarif hizmetine girdi, on yıl kadar muallimlik yapdı, 1882 de Yanya Maarif Müdürü oldu, sonra Selanik ve Haleb Maarif Müdürlüklerinde bulundu ve 1891 de yine maarif müdürü olarak İzmire gitti; İkinci Sultan Abdülha midin istibdad idaresine karşı siyasî faaliyette bulunmak üzere İzmirden Avrupaya, Isviçreye kaçdı, fakat hükümet bir yolunu bularak geri getirtti, 1900 de îstanbulda Meclisi Maarif âzalığına tâyin edildi; o tarihden sonradır ki gazetelere ve mecmualara, bu arada Serveti Fünun'a «Em-rî» imzası ile yazılar yazmaya başladı; 1902 de «Muhîtül Maarif» adını verdiği büyük Ansiklopedisinin 639 sayfa tutan birinci cildini basdırdı ve yayınladı; fakat A harfi bile tamamlanmamış bu muazzam eserine devam edemedi; Muhîtül Maarif o tek cildden ibaret kaldı. 1908 de Meşrûtiyetin ilânı üzerine Galatasa-rayı Sultanisi müdürü, az sonra Kırkkilise (Kırklareli) mebusu, 1909 da da Maarif Nazırı olduğu; nazırlığı .umanında Muhîtül Maarifi tamamlamak için bir ilmî heyet kurdu,

Emrullah Efendi

(Besim : S. Bozcalı)

kendi başkanlığında toplanan bu heyet, ufak tâdillerle eserin yine o birinci cildinin ikinci baskısını yapdırdı. Kabinenin değişmesi; Emrullah Efendinin nâzırlıkdan ayrılması üzere Muhîtül Maarif için kurduğu heyet de dağıldı; 1911 de Said Halim Paşa kabinesinde ikinci defa maarif nâzın oldu; bu nazırlığında maarife en büyük hizmeti Sultanî mekteblerinin (liselerin) programına felsefe ve içtimaiyat (sosyoloji) derslerini koydurtmuş olmasıdır. Bir ara istanbul Darülfünununda da felsefe dersleri verdi. Talebelerinin elinde kalmış ders notları derin ve geniş bilgisini pek aydın gösterir. 1914 de 56 yaşında Yeşilköydeki evinde kalb sektesinden vefat etti, Fâtih Camii hazî-resine defnedildi.

Çok temiz ahlâklı bir zât idi, giyime kuşama ehemmiyet vermez, kıyafetine dikkat etmez, nazır iken bile umumî nakil vâsıtalarında rast gele bir yere oturur, herkesle senli -benli sohbet ederdi. Çok çalışkan idi, ve dâima yorgun ve dalgın bir adamdı.

Kısa sürmüş olan nazırlıklarında bir hatâ yaptığının farkına varır, yahut hatâsı kendisine anlatılır ise derhal emrini geri alır, veya değiştirir, bir kimsenin mağduriyetine se-beb olmuş ise bizzat özür dilerdi, îttihad ve Terakki Fırkasına mensubdu, bundan ötürü muhalif mizah gazeteleri Emrullah Efendi ile sık sık alay ederlerdi; temiz adam olduğu için dile dolanan tarafları da aşırı dalgınlığı, mühmel kılık kıyafeti, bakımsız sakalı, kısaca boyu, tez canlılıkdan gelen bâzı hareketleriydi. Divançei Dehrî'den aldığımız aşağıdaki hicviye o yoldaki manzumelerden biridir:

Der vasfı Nisyan Dede Çekilin, yol veriniz, fârisi mey'dan geliyor Arsai marifete esbi kttheylân geliyor

Kişveri marifetin nazırı bî hemtgsı Löhye jûlîdeü pejmürde, perişan geliyor

Bâbıâlîye gelince vükelâ söylerler

Meclisi hassa şifâ vermiye Lokman geliyor

O kadar hızlı yürür ki vükelâ zan eyler İstika eylemeye meclise kervan geliyor

Yazdığı tezkireler güldürür emvâtı bile Hâtıra eski zamanlardaki destan geliyor

O kadar eskiliğe meyi ider, insan görse Zan ider cismini seyyar 'bedestan geliyor

Haftada beş kerre tebdili evâmir eyler Kendi zu'munca bu işler ona muvuman geliyor

Ismokin giyc&ği esnada s(ıyâfetlerde

Zan îderler medenî guuli beyaban geliyor

Dalgınlığı üzerine anlatılan meşhur fıkralardan biridir; bir akşam tirenle Yeşilköye dönerken elini cebine atmış, sam fıstığı bulmuş, hoşuna gitmiş, yemeğe başlamış, bir müddet sonra yanında oturan yolcu :

— Efendi Baba!., demiş, biraz da yolumu bekleyen çocuklara bıraksanız!..

Şu meşhur fıkra da aşırı dalgınlığına ya-kıştırılmıştır :

Nazır iken kapusunun önünde odacı bulundurmazdı, derdi işi olan kapumu açsın gir-!sin derdi: Bir; gün pek çok işi varmış, bir kâğıda : «Nazır çok meşgul, içeri girmeyiniz!..» diye yazarak kapusunun dışına koydurmuş, bir müddet sonra da bir kaç dakika için bir yere gidip gelmesi icâb etmiş, dönüşünde kapuda kendi yazdığı yazıyı okumuş : «Demek bugün meşgul!., yarın gelirim!..» diyerek çıkıp gitmiş.

Münir Süleyman ÇAPANOĞLU

i EMRULLAH EFENDi (Lârendeli) —

Onyedinci asır sonlarında yaşamış ulemâdan, memleketinden genç yaşında Istanbula gelmiş, medrese tahsilini tamamladıkdan sonra hemen bütün ömrü istanbul medreselerinde hocalık ile geçmiş, hicrî 1113 (M. 1701-1702) de Haleb kadısı olmuş, ve 1114 (M. 1702 -1703) de orada ölmüşdür.

Şiir ile de meşgul olan Emrullah Efendi şiirlerinde «Emrî» mahlasını kullanmışdır; aşağıdaki beyit bir gazelinden alınmışdır :

Şebi tarîki bahr içre kalubdur gönlümüz tenhâ Hayal ristei zülfün gibi bir gamküsâr özler

Arabca ve Farsça şiirler yazmışdır. Bibi. : Salim, Şuerâ Tezkiresi.

EMRULLAH EFENDi SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Fatihin Şehremini Nahiyesinin Seyyid Ömer Mahallesi sokaklarından; bir isimsiz sokakla Kızılelma Caddesi arasında uzanır; Altımermer Caddesi, Köprülüzâde Sokağı, Sırrıpaşa Sokağı ile dört yol ağızları yaparak kesişir; Huri Sokağı, Kırımlı Aziz Sokağı ve Yoncalı Sokak ile kavuşaklan vardır (1934 B, Ş. R. Pafta 10/75);

r

EMZİK

5112



İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

5113 —

ENCÜMENİ ÜLFET


yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Haziran 1968).

EMZİK — Argo, «Nargile» (Ferid Deve-lioğlu, Türk Argosu).

EMZİK SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Haliç boyunda Hasköy'ün Pi-riçavuş Mahallesi sokaklarından; Piripaşa Hamamı Sokağı ile Eskici Sokağı arasında uzanır bir dirsekli bir sokakdır (1934 B.Ş.R. Pafta 17/190); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Haziran 1968).

EN'AMI ŞERiF ÇALAN SEKBAN NEFERİ VAK'ASI — Hicrî 1223 (M. 1808) ramazanında Alemdar Mustafa Paşanın diktatörlük devrinde bir sekban neferi Sahhaflar Çarşısından bir En'amı Şarif çalarken yakalandı. Şehrin asayiş ve inzibatı üzerinde amansız bir şiddetle duran sadrıâzam kendi askerlerinden birinin hırsızlığına son derecede üzüldü ve o neferi Aksarayda boynunu vurdurarak îdam ettirdi. Vak'a istanbul halkını fevkalâde heyecana düşürdü, delikanlının En'amı Şerif çalması hırsızhkdan ziyâde ramazanda onu okuma gibi iyi niyete hamlolundu. Bâzı kimseler o gece sekbanın cesedi üzerine nur indiğini ve sabaha kadar cesedin nur içinde yattığını söylediler. Bu sözler de heyecanı büyüttü, Aksaray halkından bir kalabalık ile nur hâdisesini gördüklerini söyleyen Aksaray Kolluğu nöbetçileri olan Yeniçeriler ertesi sabah Bâbıâliye giderek vak'ayı sadâret kethüdası Mustafa Refik Efendiye arz ettiler. Mustafa Refik Efendinin emriyle sekban neferinin cesedi teçhiz ve teçfin olunarak Aksaray civarındaki camilerden birinin naziresine defnedildi. Her gece kabrinin üzerinde bir kandil yakılmak üzere bir mıkdar da para vakfedildi.

Bibi. : Câbi Said Efendi Vekaayinâmesi

ENCEKSİYON — (Enjeksiyondan bozma) Haneberduşlar argosunun yeni kelimelerin, «Cimağ»; misal :

Gece sur harabeleri içindeki inlerden birinde bir hayta arkadaşına hikmet satar :

— TJlan niçin yaşar insan.? Anzarot, duman, beyaz, hep enceksiyon için.. Niçin dut

olduk bu gece? Enceksiyon için değil mi ulan!.. Bibi. : P. Dfevellioğlu, Türk Argosu; Ali Pazvand,

ENCÜMENİ DANİŞ' — «Encümeni Dâ-ııiş : Akademi» (Türk Lügati), Bu isim altında ilk Türk Akademisi İstanbulda İkinci Sultan Mahmud Türbesi yanında Bezmiâlem Valide Sultan Mektebinde (İstanbul Kız Lisesi binası) 19 Ramazan 1267, milâdî 18 Temmuz 1851 de açıldı. Açış nutkunu Sadrıâzam Mustafa Reşid Paşa söyledi; ve açılış merasiminde devrin Pâdişâhı Sultan Abdülmecid de bulundu.

Örnek olarak Fransız Akademisi alın-mışdı; kaydi hayat ile tâyin olunan 40 Türk âzası vardı; yabancı âza da alınacakdı, onların sayısı tahdid edilmemiş idi. Her ay başında bir defa top'anacakdı. Vazifesi Türkçenin ıslahı, maarif işlerinin ıslahı olacakdı; ilk iş olarak da bir Türk grameri ile büyük bir Türk lügati yazılacakdı.

Muhakkak ki çok lüzumlu bir ilmî müessese idi; fakat umulan hizmeti göremedi. Kırk azasının arasında, kurucusu Mustafa Reşid Paşa ile o devrin Âlî Paşa, Fuad Paşa, Ah-med Cevdet Paşa gibi aydın devlet ricalinden pek çok kişi bulunuyordu. Hattâ buna Âli Paşa itiraz etmiş : «Biz bu işin içine girmeyelim, Encümenin ahengini bozarız» demiş, fakat Mustafa Reşid Paşaya sözünü geçirememişdi; Âlî Paşanın görüşü tahakkuk etti, ricalden âza ayda bir defa da olsa Encümeni Dâniş toplantılarına gelemediler, gelmedir. Encümen âzası tahdid edilmişdi, ve Reşid Paşanın sevmediği kimseler bu akademiye sokul-mamışdı. Reşid Paşanın muhaliflerinden olup da kendilerini Encümeni Dânişde bulunmaya lâyık görenler ellerine fırsat geçdikçe bu müesseseyi dağıtmaya çalışdılar. Mustafa Reşid Paşanın yetiştirdiği Âli Paşa ise Encümeni Dânişin âza bünyesine bidâyetden beri muhâlifdi. Onbir sene sonra, hiç bir iş yapamamış bu ilk Türk akademisini büdcede tasarruf bahanesi ile kapatdı; öyleki mevcudiyetini halka gösterememiş olan Encümeni Dânişin kapanışından da ancak kendi âzası haberdar olmuşdu.

Açılış merasiminden sonra ulemâdan Ata Efendizâde Şerif Efendi reis, Hekimbaşı Abdül-hak mollazâde müverrih Hayrullar Efendi de ikinci reis seçilmişlerdi; ve bütün azalarına padişahın turasını taşıyan âzâlık rücusu, belge-

si verilmişdi. Encümeni Dânişden bahseden kalem erbabı, tarih yazarları : «Devrin en münevver simaları dâhildi» demek ile yetiniyorlar. Bu azanın isimleri Takvimi Vekaayide yaymlanmışdır. Oradan bu isimlerinden tesbi-ti ile görevlendirdiğimiz bir kalem arkadaşımız, bu maddenin matbaaya verileceği âna kadar ricamızı yerine getirmedi. Kendi işini kendisinin görmesine de R. E. Koçu'nun sıhhat durumu engel oldu, ve kırk Türk azanın adı maalesef tesbit edilemedi. Bu ilk Türk akademisinin yabancı azalarından üçü İngiliz müsteşriki Redhouse, Fransız müsteşriki Bi-arichi ve Alman müverrih Hammer olmuşlardır.

ENCÜMENİ TEFTİŞ VE MUAYENE —

İkinci Abdülhamidin istibdadının en şiddetli olduğu devirde Maarif Nezâretinde kurulmuş bir sansür heyetinin adıdır; gazeteler ve mecmualar matbuat idaresindeki sansür heyeti tarafından, risaleler ve kitablar da bu encümende tedkik edilir ve onun izni olmadan hiç bir eser basılamazdı. O devirde basılmış bütün risale ve kitabların üzerinde mutlaka : «Maarif Nezâreti Öelîlesinin ruhsatı ile tab edilmişdir» ibaresi bulunuyordu (B. : Sansür).

Yusuf Kâmil Paşanın mektuplarını neşretmek isteyen Mahmud Kemal İnal (B. : Kâmil Paşa, Yusuf; İnal, İbnülemin Mahmut Kemal) Encümeni Teftiş ve Muayenede gördüğü mügkilâtı şu satırlarla anlatıyor :

«Eserin tab'ını istida ettim; makteli asar olan Encümeni Teftiş ve Muayeneden aslaa caiz değil diye red edildi. Encümenin reisine müracaat ettim, mantık dâiresinde ne söyle-dimse red etti. Çocukluk sâikesi ile ne söylemek icap ettiyse söyledim, bu teessürle Maarif Nazırı Münif Paşanın makaamına gittim (B, : Münif Paşa); gördüğüm muameleyi anlattım. Paşa teessürümü teskin ettikten sonra eseri elimden aldı, çantasına koydu. Ertesi günü beni çağırttı : — Eseri bu gece tetkik ettim, içinden :

Hal' ohib Sultan Aziz, şah Murad Han oldu Biri giryan gözümün, diğeri handan oldu

beytini çıkardıkdan sonra tab'ını tensib ettim dedi. Encümenden bir memur celbetti.. Ruhsatname derhal yazıldı verildi» (Son asır Türk Şâirleri),

Encümenin de üzerinde durduğu bu «Hali'» (tahtdan indirme) kelimesi idi. Öyle bir devir idi ki «hali'» kelimesi şöyle dursun, pâdişâhın oturduğu Yıldız Sarayı îmâ ediliyor diye yıldız denilmezdi : Karagöz büe :


Yüklə 5,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin