ANSİKLOPEDİSİ
1318
ÂÎMEYDÂNI VAK'ASI
kendilerin ban esaretine teşebbüs iğin tecemmu ettikleri padişah hazretlerinin mes-muu hümâyûnları oldukta içtima memnudur, cemiyetten men olunsunlar diye hattı hümâyûn varid oldukta biddefeat nasihat olunduklarında nasihat kabul etmeyip muti olmayıp fesadı kadimleri üzere musir olup şer'i şerif ve padişah hazretlerinin muvafıkı seri olan emrine ve hattı hümâyûna itaat etmeyip ve lâzım olursa mukatele ederiz deyu hilafı seri mukatele üzerine musir olsalar... Taifei mer-kumeye mukabele olunup müdafaai hisseyi olunmak şer'an caiz olur mu? Elcevap: Olur». Bu fetvayı Abdürrahim Efendi ile orada bulunan bütün ulema imza ettiler.
Bu fetva sipahileri korkuttu; ileri gelenlerinden bazıları vezire haber yolladılar: «Acemi oğlanların hepsi sipahi yazılsın; dâvamızdan vazgeçtik!» dediler. Devleterkânı buna'muvafakat etti. Hepsinin sipahiye yazılmaları ve sipahilerin hoşnud edilmesi kararlaştırıldı. Bunun üzerine sipahiler ileri gelenleri dağıldılar. Bir fesat çıkarmak üzere iken ümitlerinin boşa çıktığım gören Bıyıklı Mahmud başına 'toplananlar ile Üsküdara geçti. Fitne bu suretle yatışmağa yüz tuttu. Beş gece sürmüş olan bu kararsızlık esnasında, Vezir ile müftünün vesair ricalin saray ve konaklarını nıüsellâh Yeniçeri bölükleri muhafaza etmişlerdi. Bu vaziyeti elde etmiş iken ileriye varmamak lâzım gelirken, Müftü ile Vezir:
— Bıyıklı Mahmudu bize teslim etsinler!
Diye haber yolladılar.
Bu haber sipahileri yeniden heyecana düşürdü:
— Mahmudun cürmü nedir ki verelim!
Dediler. Etrafına yeniden birçok sipahi
toplanan Bıyıklı Mahmud, Üsküdarda, ihtiyatlı ve hazır duruyordu. Diğer taraftan ileri gelen bazı ulema, sipahilere taraftar olmakla itham olundular ve nefyedilmeleri için fermanlar çıktı, fakat hepsi de birer tarafa saklandılar. Ocak ağaları da müsellâh neferlerile Sultanahmed Camii imaretlerine gittiler. Orada hiç kimseyi bulamadılar. Yalnız sipahi kıyafetinde üç fakiri yakaladılar, bunları sipahiler kethüdası Sarı Hüseyin ağanın hanesi önünden nümayiş ile geçirdiler; vezirin emriyle Şehzade Camii ve halkın gözü önünde biçarelerin boyunları vuruldu, cesetleri çarşı
ortasına atıldı ve ayaklarına mızraklar saplandı; bazı sipahi evleri basıldı; Sofu Mehmed Paşa, bu suretle sipahilerin gözünü korkuttuğunu sandı. Fakat bilâkis bu ihtilâl ateşinin parlamasına sebep oldu.
Sipahilerle acemi oğlanları: «Hey bunlar birer ikişer avlayıp kırmak isterler!» diye birbirlerine haber saldılar. Eğer Yeniçeri veya Sipahilerden biri kanun ve şeriat icabı idam olunursa cesedi aşikâre denize atılırdı. Üç zavallının cesedlerinin çarşı ortasına atılarak tahkir edilmeleri hepsine yeniden gayret verdi. Silâhım alan Atmeydanmda toplanmağa başladılar.
Her ne kadar ölüleri 'kaldırıp kaldırım taşlarını yıkayıp silip süpürdüler ise de sipahiler dağılmadı.
İleri gelen sipahiler, Sarı Hüseyin Ağa ve Kara Kethüda bütün sipahilere:
— Vezir ile müftüyü öldürmedikçe bize
rahat yoktur!..
Diye haber göndererek bütün Kapukulu sipahisini Atmeydanma çağırdılar. Sofu Mehmed Pasa İstanbul kapılarının kapanmasını emretti. Bir sipahi kafilesi Ahırkapıya hücum ederek kapıyı kırdılar. Oradan Üsküdara Bıyıklı Mahmuda sandal ile haber gönderdiler. Bıyıklı Mahmud Üsküdarda ne kadar sipahi varsa fitne ve fesada iştirak edebilecek ne kadar ayak takımı, serseri varsa hepsini başına toplryaral| gemilerle İstanbula geçerek Ahırkapıdan şehre girdi ve Atmeydanma gitti. Şevvalin dokuzuncu günü sipahiler içlerin-, den birkaç kişi intihap ederek küçük padişaha gönderdiler:
— Padişahım bizi Yeniçeriye kırdırmak
isterler, bize garezi olmayan 'birini vezir tâyin
etmeni rica ederiz! dediler.
Dördüncü Mehmed:
— Yeniçeri ile sipahi kullarımın birbi
riyle cenk ve adavet ettiklerine rizayı hümâ
yûnum yoktur, siz cemiyetinizi dağıtın ben
sonra ikisini de azlederim, hatırını hoş tutun!
Diye bir hattı hümâyûn gönderdi. Padişahın hattı sipahileri ve acemi oğlanlarını tatmin etmedi. Sarı Hüseyin Ağa, Kara Kethüda, Bıyıklı Mahmud, Talaklı Ali, Oruç Ağa, Kara Abdullah, Pandor Ali Efendi, Deli Birader Ahmed Ağa, Hezarpare Ahmed Paşa- s nın kardeşi Oruç Bey, Bengi Mehmed Efendi f
vesaire sipahi rüesası, adamlariyle beraber Sultanahmed Camiinde gecelediler.
Sipahiler Sultanahmedde toplanırken, ocak ağaları da Ortacamide toplanmışlardı. Sadırâzam da can başına sıçrayarak Ortaca-mie koşmuştu. Bütün ulemaya haber gönderilerek davet olunmuş, müftü ile Rumeli ve Anadolu kazaskerleri ve İstanbul kadısından maadası, türlü türlü mazeret ve bahanelerle gelmemişlerdi; Müftü ile kazaskerler ve İstanbul kadısı gece Yeniçeri odalarında kalmışlardı. Müftü, hayatının korunması şartiy-le, içinde kendisine taraftar kimseler bulu-naa Ellinci Yeniçeri ortası yoldaşlarına on bin kuruş bağışladı ve Ortalarına beş yüz kuruş vakfetti. O gece şiddetli bir rüzgâr esiyordu. Sipahilerin ortalığı karıştırmak için yangın çıkarmasından korkan İstanbul halkı sabaha kadar uyuyamamıştı.
Bazı Yeniçeriler, Sipahilere: «Biz de sizin ileyiz, hiç elem çekmeyin!» diye haber yollamışlardı. Sipahilerin başında bulunan Sarı Hüseyin Ağa: «Tulü kameti hamakatine delâlet edüp (!)» Yeniçerilerin iğfaline mağrur olmuş, «asker birbirine kılıç çekmez» diyerek silâh ve cenk âleti hususunda ihmalkâr davranmış, sipahilerin ekserisi silâhsız ve perişan oturmuşlardı. Ancak içlerinden bazıları Hâs ahırda bulunan at oğlanlarına altışar akçe sipahilik vâdederek adamlar göndermişler ve kandırarak camiye getirmişlerdi.
Sultanahmed Camiinde şamdanlar kandil ve meşaleler yakarak sohbet etmeğe başlamışlardı; hattâ aralarında mansab tevzi ve tevcihine bile başlamışlardı; Bıyıklı Mahmuda Selanik emaneti verilecekti; Sarı Hüseyin Kethüdaya Sipahi Ağalığı, Talaklı Ali Ağaya münasip bir mansab verilerek, sair ileri gelenler de muratlarınca taltif olunduktan sonra Hasahırdan gelen at oğlanlarına altışar akçelik birer sipahilik verilecekti. «Yarınki günde vezir katlolunacak, yeni vezirden bekam oluruz!» diye sabaha kadar eğlenip söyleşmiş-lerdi. Ertesi günü, 10 Şevval salı, vezirden tekrar dağılmaları için adamlar geldi; fayda vermedi.
Sipahiler ileri gelenlerden Kara Abdullah üe birjcaç ihtiyarı saraya gönderdiler; padişahın huzuruna çıktılar. Padişah çocuktu. Sarayda bütün nüfuz büyük annesi Kösem Sultanda idi. Kösem Sultan Sofu Mehmed Paşa-
nın kendi bildiğine hareketlerinden endişede idi. İbrahimin saltanatını deviren ihtilâlin meydana çıkardığı simalardan biri de Kara Çelebizade Aziz Efendi idi, Aziz Efendi de celâdeti ile ocak ağalariyle Kösem valideyi kuşkulandırmakta idi. Bilhassa Kösem ondan nefret ederdi. Bununla beraber onun heyecanlarından, nüfuzundan, celâdetinden istifade edileceği cihetle Efendiyi büsbütün uzaklaştırmak da istemiyorlardı.
İhtilâli müteakip Rumeli kazaskeri olmuştu. Bütün bunları hisseden Aziz Efendi bir gün tenhada Sofu Mehmed Paşaya:
— Cenabı hak saadetlû pâdişâhımızı mu
ammer eylesin, validelerini de sayei devlet
lerinde berkarar eylesin, Büyük Valideye ge
lince, size teveccüh üzere idi, fakat şimdi mu
habbetini adavete çevirmiş, kanınıza aş erer.
Bana ise aksayülgaye adavet üzeredir, idamı
mıza çalıştığı muharrerdir, âdet üzere Eski
Saraya nefyedilse onun kin kemendine ben-
doîmak ihtimali bertaraf olsa olmaz mı?
Demişti. Fa-kat Sofu Mehmed Paşa, Küçük padişahın anası Turhan Sultanın gençliğinden ve tecrübesizliğinden korkuyordu:
— Gerçek hakikat buyurursunuz, şimdi
ik'mize dahi adaveti olup mekir ve gadir fik
rindedir amma kale gelmez, ehveni şerreyn
yine sarayda durması ahsendir! demişti.
İşte Sipahiler saraya müracaat edince, Dördüncü Mehmed büyük anasının tertibi ile onlara Ben kullarımın niza ettiklerine ve birbirlerine seyf çektiklerine razı değilim, mâkul ve münasib kim ise vezir etsinler» diye Orta Canıie Vezir ile Ocak ağalarına gönderdiler. Vezir ağalara sığınarak hattı hümâyûnu getirenlere:
— Emir pâdişâhındır ve orayı ağalar
bilir, eğer azlimizi mâkul görürlerse mührü
teslim edelim!
Dedi. Bu söz üzerine Ocak Ağaları:
— Vezir ile müftünün katline değil, az
line bile razı değiliz, hücum ile hat çıkartmak
ne demektir; tez dağılsınlar, ve illâ elimizde
olan fetva mucibince cümlesini kırarız!..
Diye kükrediler. Dördüncü Mehmedin hattını yanlarında alıkoydular. Yeniçeriler, pür silâh tüfek fitilleri yanar, cenge hazır olmuşlardı. Bütün mahalle imamlarına haber gönderildi. Yer yer dellâllar bağırmağa başladı:
ÂTMEYDANI VAK'Aâî
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 1321 —
AT MEZARI
— Bu cenge hazır olmayan kendi kâfir,
avreti boştur!..
Ağaların cevabını sipahilere Beşinci Deveciler Çorbacısı Mehmed Ağa tebliğ etti. Bunun üzerine Sipahiler:
— Allah Allah!..
Diye bağırmağa başladılar. Sultanahmed Camiinin etrafında sokak başlarına kadar siperler kazdılar ve müsellâh Sipahiler ve acemi oğlanlarından güzide kemenkeşler bu metrislere girdi; biçare çorbacıya kılıç düşürüp katlettiler. Bu kan, bütün Yeniçerileri Sipahilere karsı yürütmek için kâfi geldi.
Bilâhara rivayet olunduğuna göre Çorbacının katli Vezir Sofu Mehmed Paşa tarafından tertip edilmişti, kendi adamlarından birkaçını Sipahi -kıyafetine sokmuş ve Çorbacıyı paralatmıştı; çünkü Yeniçeri kanı dökülmeyince Yeniçerilerin Sipahiler üzerine yürü-miyeceğini anlamıştı.
Ocak Ağaları yollu yolunca sıralandılar. Geride ulema ve daha geride de Sofu Mehmed Paşa geliyordu. Müftü Abdürrahim Efendinin oğlu Galata Kadısı Mehmed Efendi, sırtına zırh, başına miğfer giymiş, etrafında, pürsi-lâh iç oğlanları sanki Girid çengine gidiyormuş gibi, vezirane darat ile gelmişti.
Yeniçeriler iki fırkaya ayrılıp Atmeyda-nmm iki tarafından hücum ettiler. Meydan ağzına geldikleri zaman vüzeradan Kenan Paşa ile Fatih Camii vaizi Veli Efendi Sipahilere gönderildi. Fakat Sipahiler bunlara söz bile açtırmadılar. Camiin içinde bulunan rüe-sa ile temas edemediler; Sipahilerin arazil takımı ise sual ve cevap bilmez: «Bre urun!..» diye bir ses yükselince ortalık karıştı. Veli Efendi bu civarda-ki bir eve kaçarak canını kurtardı. Kenan Paşanın satırı ile matracısı-sını paraladılar; Kenan Paşa bir cami penceresi içinde mahsur kaldı.
Yeniçeriler Ayasofya yolundan yürüdüler. Ağalar da arkadan geliyordu:
Kimi aldı kemanın deste, kimi tîği bürrâni Biri birine kattı ikisin igvayı şeytani.
Yeniçeriler kılıçlarını çekerek önlerine gelen sipahileri doğramağa başlamışlardı. Sipahiler ve iç oğlanları arasındaki kemankeşler Yeniçerilerin üzerine yağmur gibi ok yağdırıyorlardı. İlk hamlede birçok'Yeniçeri yaralandı ve telef oldu.
Bu şiddetli müdafaa üzerine Yeniçeriler durakladı. Hattâ . bozulmak mertebesine az kalmıştı. Yeniçeri Ağası ile kethüdası ileride bulunuyorlardı. Geride bulunan Koca Musli-hiddin Ağa hemen atını ileriye sürerek tereddüt eden Yeniçeri Ağasına:
— Bre korkak, geri dur!
Diye çıkıştı. Yeniçerilerin önüne düştü:
— Koman şahbazlarım bu bir avuç âciz
lerin cengi ne olsa gerektir ve onların gerisi
dağılmağa başladı. Gayret eyleyin!
Diye bağırmağa başladı, ihtiyar Musli-hiddin atını sürmesi üzerine Yeniçeriler kılıçlarını çekerek ikinci bir hücuma geçtiler; önlerine gelen Sipahileri doğramağa başladılar. «Cüsseleri ayakları altında kalıp payimâl oldu» onların cesedlerine basa basa meydanın ortasına kadar ilerlediler.
O zamana kadar cenk yüzü görmemiş olan ulema efendilerin eli ayağı titremeğe başladı; herbiri bir tarafa çekildi. Dört bir taraftaki sokaklardan meydana dolan Yeniçeriler, caminin harimine sığınmış olan Sipahilere tüfenk tanesi yağdırmağa başlamıştı.
Sultanahmed meydanı «ak sakallı ve kara sakallı ve taze acemi ve iç oğlanı kelleleri ile malâmal olup» cesedler tepeler gibi yığılmıştı. Geri kalan Sipahiler ile acemi oğlanları, kendilerini idare eden bulunmadığından camiin harimine dolmuşlardı. İçlerinde beha-dır olanlar ok atıp ve kılıç çalıp merdane cenkleşiyorlardı. Bilhassa iç oğlanları arasında tüvâne ve bahadır ok atıcılar pek çoktu. Hattâ vaktiyle Cafer Paşa tarafından saraya çırak edilmiş Maksut namında bir yiğit, ok torbasındaki her ok ile bir Yeniçeri mıhla-mıştı, bunlardan yedisi derhal can vermişti, nihayet okları tükenince üzerine kılıç ile üşüşen Yeniçeriler Maksudu parça 'parça etmişlerdi.
Sipahilerin ileri gelenlerinden, serçeşme-lerinden olan Sarı Hüseyin Ağa, Kara Kethüdası cami içinde idiler:
-
Varalım kapıları kapatalım!
Bunda ne dururuz, emir Allahındır, varalım
cenk edelim!
-
Abdestimi tazeliyeyim!
Diye birer bahane bularak dışarı- çıktılar, eceli erisemeyüp bahtı açık olanlar kaçıp kurtuldu. Zorbabaşı Bıyıklı Mahmud, daha. evvelden hazırlanmış, Ahırkapıyı Sipahilerle
muhafaza altına aldırmıştı. Yeniçerilerin hücumu başlar başlamaz Sarı Hüseyin Ağa ile beraber ve arkalarından gelen neferleriyle Ahırkapı iskelesinde hazır bulunan bir iki kayığa atladılar, Üsküdar yakasına can attılar.
Bu kayıklardan bir tanesi sipahilerle dolu olarak sahilden açılırken içine birkaç kişi daha atlıyarak kayığı devirdi, içindekiler denize dökülerek güçlükle karaya çıkabildiler. Geri kalanlar, caminin iç ve dış hariminde, şadırvan etrafında, kapı ve pencere içlerinde, minber ve mihrap önlerinde kılıçtan geçirilmişlerdi. Bu vak'ayı bütün fecaati ile nakleden Müverrih Naima «Camii şerifin ol nazenin musanna kapıları ve camları tüfenk fm- ' dığı ile delik delik oldu, el'an bazı yerlerinde meşhuddur» diyor.
Bu satırların yazıldığı sırada, Sultanahmed Camiinin dış ve iç kapılarında, bu kanlı vak'anın hâtırası olan kurşunlar durmakta idi.
Yeniçeriler ölüleri soymağa başlamıştı^ Kara Murad Ağa, sanki Geride Venediklilerle cenkleşiyormuş gibi, baş getirene bahşişler veriyordu. Sipahiler ile iç oğlanlarından bazıları minare kapılarını -kırarak minarelere çıkmışlar, nıinaralerden aşağıdaki ağalarına:
— El'aman, bizi affedin! diye bağırıyor-
lardı.
Ortaya yine Muslihiddin Ağa atıldı; Yeniçerilere:
— Yetişir yoldaşlar, çekin elinizi!..
Diye emir vererek bu korkunç kıtali durdurdu. Minarelerden ve camiin köşe bucağından çıkan Sipahiler ve iç oğlanları Muslihiddin Ağa ile Sofu Mehmed Paşanın atları ayağına kapandılar, affedildiler.
Bu korkunç katliamda kılıcını vatandaş ve dindaş kanı ile lekeleyen Yeniçerilerin arasında bazı civanmertler de çıkmıştı. O gün orada bulunan bir çavuş anlatmıştı:
-
İç oğlanlarından iki taze civan, başı
açık, zülüfleri akılları gibi perişan kaçmağa
başlamışlardı; aman vermiyerek seğirdip bun
ları katletmek üzere arkalarına yalın kılıç
sekiz Yeniçeri düşmüştü. Tam erişecekleri va-
-
Yoldaşlar, kıymayın kardeşler, bana
bağışlayın, onların yerine beni oldurura!
kit bir alçak boylu kara sakallı Yeniçeri aralarına girmiş:
Diye yalvarmağa başlamıştı; iki genci bu suretle Yeniçerilerin elinden kurtarmış, her ikisinin de ellerinden tutarak:
— Gelin oğullar!
diye o civarda bulunan bir şerbetçi dükkânını açtırmış ve oğlanları şerbetçiye emanet bırakmıştı. Bir tanesinin yirmi altını vardı, çıkarıp bu kara sakallı Yeniçeriye vermişti; vak'a yatıştıktan sonra şerbetçi dükkânına tekrar gelen bu adam delikanlıları almış, Na-kılbend mahallesi tarafına götürerek tama-miyle selâmete çıkmış, sonra aldığı yirmi altını sahibine geri vererek:
— Al oğul, elinden şerbetçi alır diye al
mıştım, benim ihtiyacım yoktur, varın selâ
metle! demişti. .
Gaile tamanıiyle yatıştıktan sonra da, Sultanahmed Camiinin. içinde ve dışında yatan cesetlerin akrabası olanlar gelip ölülerini aldılar ve defnettiler. İki yüzden fazla kimsesizlerin cesetleri de «bagilerdir diye» namazları kılmmıyarak denize atıldı.
Ocak Ağalan ve zabitleri, Yeniçerilere şiddetli emirler verdiler: «Olan oldu. Yaramazlar cezasını, buldu. Sipahiler de bizim karındaşlarımız, sefer ve hazerde yoldaşları-mızdır, bundan sonra her kim onlara dil uzatır ise bilâ aman hakkından gelinüp deryaya atılur, herkes edebile gezüp harfendazlıktan ziyade hazer etsün!» dediler
Bibi.: Naimâ tarihi, IV; Mehmed Halife Tarihi Gilmânî.
AT MEZARI, AT EVLİYASI —. İkinci Osmanın (Genç Osmanın) «Sisli Kır» adındaki sevgili atının mezarıdır ki, öldüğü zaman, bu hükümdar tarafından Üsküdarda sarayı bahçesinde bir yere gömülmüş ve mezarına da kitabeli bir taş diktirmişti. Üsküdar Sarayının bozulup bir kısım arazisi üzerinde Selimiye kışlası ve camiinin yapıldığı sırada at mezarı da açıkta kalmış ve o civar halkı ağzından başlıyarak bütün İstanbula bir «At Evliyası» şöhreti olarak yayılmıştı; sancılı atlar şifa dileği ile bu mezarı ziyarete getirilmeğe, etrafında üçer defa dolaştırılmağa başlamıştı. Selimiye mahallesinde Harem iskelesi caddesinde bir evin bahçe duvarına dayalı dururdu; rivayet edildiğine göre, taş evin bahçesin-iken, hasta atların ziyaretini kolaylaştırmak kasdiyle sökülüp sokağa konulmuştu. Müze müdürü Halil Edhem Bey haber alınca, bu
ATOĞLANI
1322 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
ATPAZARI
kıymetli kabir taşını oradan Müzeye naklet-tirmişti. Yüksekliği 98, eni 72 santim olan bu tasın kitabesi şudur:
Zilli Hak Hazreti Osman Hanın Sislikır nam atı öğülmügtür Emri Yezdanüe mevt irişieek Bu mekân içre o gömülmüştür. Sene 1028 (M. 1619)
ATOĞLANI, ATOĞLANLARI — Topka-
pu ve Üsküdar Sarayı Hümâyûnlariyle istan
bul ile etrafında âhiri bulunan sair miri saray
ve kasırlarda; Sultan, vezir, ayan ve eşraf sa
ray ve konaklarında ahır uşaklarına verilmiş
isimdir. - ;.
Ahır küreyip temizlerler, hayvan timar ederler, hayvanların yemini, suyunu verirler, gezdirirlerdi; -sefer zamanlarında da velinimetlerinin maiyetinde sefere giderler, mek-kâre hayvan ve arabalarının sevk ve idaresi, muhafazası bu atoğlanlarmın. vazifesiydi. Ağır ve kaba hizmet olduğu için atoğlanları istisnasız gayet sağlam yapılı genç irisi çocuklardan şehbaz ve tüvânâ gençlerden seçilip alınırdı; baslarında keçe külah, yalın ayak, yalın ayağında tomak, en kaba kumaştan çağşır, şalvar giyerler.
Yılda iki bayram da kendilerine kaba bezden ve iki don iki gömlekten ibaret çar ınaşır verilirdi. İstanbuldaki askerî ihtilâllerde konak ve saray yağması için ihtilâlci askere büyük şehrin ayak takımı ve eclâfiı arasında bu bekâr uşağı atoğ-laniarı da katılırdı.
On yedinci asır or
tasında Sultan İbrahim
devrinin en büyük şöh-
lerinden, bu pâdişâhın
silâhdarı ve damadı,
Kapdâmderya ve Girid
adasında Hanya fâtihi,
zekâsı, malûmatı ve na
musu ile mümtaz bir
devlet adamı, ayrıca son
derece güzelliği ile meş
hur Dalmaçyalı Yusuf
Paşa 14-15 yaşında
iken memleketinde Na-
din kasabası sancak be
yinin ahırında bir atoğ-
lanı idi; İstanbuldan bir Atoğlam
vazife ile gelen bir ka- (Resim: Hüsnü)
pıcıbaşmın nazarı dikkatini çekmiş, bu adam tarafından İstanbula getirilerek Enderunu Hümâyûna verilmişti. (B.: Yusuf Paşa).
On sekizinci asırda İstanbulda pâdişâhlara mahsus saraylarda 600 nefer atoğlanı vardı. Yasları ilerleyince seyis olurlar, sonra da bir nanpâre ile saraydan çıkarılırlardı; nanpâreleri de daima memleketlerinde yevmiye hesabiyle alacakları küçük bir emekli aylığı olurdu; bir kısmına da -küçük bir timar verilirdi.
AT0MBOMBAS! — İstanbul külhânîleri argosunun yeni tâbirlerinden; iki ayrı mânâ-,da kullanıldığı tesbit edilmiştir.
1: Gaayet dolgun, sert, başları ileri ileri bakan kadın memesi, bilhassa yosma karı memesi; misal:
-
Bırak ulan, işkenbe suratlıyı..
-
Boş ver surata, atombombalarma bak..
2: En azılı serseri, şerirleri dahi son derece cür'et ve harikulade cazibeleri ile şaşırtan, sersemleten, ve girdiği meclisdeki hayranlarını birbirine düşüren, etrafına verdiği vuslat ümidleri ile cinayetlere sebep olan güzeller; misaller:
-
Düşelim peşine, fırsattır..
-
Ben atombombasmdan korkarım...
-
Piçe bak, atombombası..
-
Zehir Mehmedin başını o yedi...
ATP AZARI — Biri Fatihte, diğeri Üsküdarda iki tanedir; İstanbul Atpazarları hakkında türlü toplu malûmat, Emrullah Efendinin «Mufitül - Maarif» inde verilmiştir ki aşağıdaki satırlar bu eserden nakledilmiştir:
«İstanbulun Atpazarı Fatih civarında bir meydandadır ki burası kadimden yani Bizans İmparatorluğu zamanında sığır pazarı iken fetihten sonra bilhassa atpazan ittihaz olunmuştur. İdaresi Şehremanetine tâbidir.
«Atpazarınm tarihi tesisi Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri zamanına müsadiftir. Elyevm bir mahalleyi andıran ve dört beş sokakla büyükçe bir meydanın dairei tahdidinde mahsur kalan bu es-ki pazar yeri vaktiyle pek vâsi imiş. Sonra vüsatini kaybederek 25-26 ahırdan ibaret mahdut bir daireye münhasır kalmış. Fakat devri tesisinden az bir müddet sonra 170 ahır ile iki büyük meydana sı-ğamıyacak derecelere geldiği tarihten sabit-
tir. Atpazarıhın sekli sabıkı namına elde edilen malûmat burasının Saraçhane cihetinden Fatih meydanına kadar imtidat ettiğini gösteriyor. Şu sahai vesiayı işgal eden mebanii ticariye bittabi yalnız at ahırlarından ibaret değildi. O zaman semerciler aşağı meydanda, ınutaflar atpazarının arka sokağında, sebeş-c'ler Saraçhane cihetinde, yani şimdi (1901 = 1317) arabacı dükkânlariyle muhat olan ke-meraltı tarafında bulunur imiş. Şu taksimat Atpazarı denilen mahallin yalnız hayvan alım satımına mahsus bir yer olmadığına delâlet eder. Atpazarı o halinde ata, yahut daha vazıh tâbiri ile süvariliğe müteallik ne kadar sanat varsa cümlesini cami bir ticaretgâhı umumî şeklim' haizmiş. Müruru zamanla bu san' atla iştigal edenler öteye beriye dağılarak el-yevm Atpazarı civarında bir iki muytabhane ile birkaç semerci dükkânından başka bir şey kalmamıştır. Maamafih tebeddülat vakıa Atpazarınm şekli kadîmini bir tağyire uğratmamıştır. Buraya sonradan ilâve edilen bir şey varsa o da Cennetmekân Abdülmecid Han Hazretlerinin zamanı saltanatlarında bir timsali lâtif mimarî olarak meydanın ortasına yaptırılan dört taraflı bir çeşmedir. Elyevm Atpazarı ahalisinin pek ziyade istifade eylediği bu çeşmenin, üzerindeki tarihi manzumdan 1269 tarihinde Padişahı Müşarünileyh tarafından ihya buyurulduğu anlaşılıyor. At-pazarında bulunan hayvanların bundan başka sulağı olmaması çeşmenin, mevkiinde haiz olduğu derecei lüzumu ispat eder.
«Atpazarının yukarı cihetinde bir de dua meydanı vardır ki her sabah dükkânlar açılmazdan evvel esnaf ve ahaliden bazıları oraya gelir. Mahalle camiinin imamı tarafından güzel bir dua okunur. Hâzinin duayı dinler. Ondan sonra dükkânlar birer ikişer açılmağa, atlar öteye beriye götürülmeğe, pazarın muamelâtı mutadesi görülmeğe başlar. (İkinci Ab-dülhamid tarafından) buraya bir de dilnişin namazgah ilâve edilmesi dua meydanının letafeti ruhaniyesiyle mütenasip bir şekli zarife girmesini mucib olmuştur. Üsküdarda bulunan Atpazarı Fatihteki kadar meşhur değildir. Orada ne böyle âdetlere, ne de daimî bir alışverişe tesadüf edilebilir. Ahz ve ita pek mahduttur. Zaten Üsküdarda pazar ittihaz edilen mahal birkaç handan ibarettir. Yalnız Cuma günleri açılır. Pazar muamelesi, alım
satım uf dört saat devam eder. Fatihteki Atpazarı bir vakitler süvari atlarının mubayaası için de yegâne mahreç olmuştur. Asrı Sultan Mahmud Han Sanide Nizamı Cedidin ikinci defa olarak ihdası üzerine asker için alman ilk hayvanlar oradan iştira edilmiştir.
«Atpazarının sureti idaresi, muamelâtı, hayvanlardan alınan rüsum pek büyük tebeddülata uğramıştır. Ötedenberi Atpazarının bir kethüdası ile bir de Yiğitbaşı dedikleri kethüda vekili vardır. Bunlar alelusul esnaf tarafından intihab edilir. Yiğitbaşı müzayede yerine nezaret eder, kethüda umuru esnaf ile meşgul olur. Burada mezada çıkarılan hayvan dellâl elinde gezdirilirse resmi mîrî namına beş kuruş alınır. Başka bir şey istenilmez. Ahır sahipleri hariçten gelen tüccarın atlarını muhafaza ederler. Bunun için yevmiye, yahut aylık namiyle ücret vermek mutad değildir. Hayvan ne zaman satılırsa ahu- sahibi müşteriden 30 kuruş alır. Satılan atların bir özrü makbul üzerine iadesi için 39 günden ibaret bir müddet tâyin edilmiştir. Bu müddet zarfında hayvanın sıraca, tıknefeslik, sar'a gibi illetlerden biriyle musab olduğu anlaşılırsa hayvan iade edilir. O zaman esnafın ileri gelenleri birleşirler. Hayvan tetkik edilir. Hasta olduğu tebeyyün ederse satan adam parayı iade etmeğe mecburdur. Hayvanlarda Belediyece bir ihtisab resmi alınır ki bunun mahalli tatbiki yalnız Atpazarı değildir. Dersaadet ve Bilâdı selâsenin hangi tarafından hayvan satılırsa —köyler müstesna— ihtisab resminin istifası için hususî memurlar vardır.
«Atpazarındaki hayvanlar her gün bir baytar müfettişi tarafından muayene edildiği gibi alınıp satıldığı zamanlarda dahi müşteri arzu ederse bunu memuru mumaileyhe muayene ettirebilir.
«Atpazarında senevi otuz bin manda, öküz, yedi bin kadar da beygir satılırmış. Rumen'den Anadoluya. yahut Anadoludan Ru-meliye getirilen hayvanlardan (geçid parası) namiyle beşer kuruş daha alınır ki bu ihtisap resmine dahil değildir. Memaliki ecnebiyeden getirilen hayvanat zaten gümrük resmine tabi olduğundan bunlardan rüsumu mîrî istafası ikinci defa satılmasına mütevakkıftır.
«İhtisab resminin ihdasından evvel yani 1265 tarihlerine kadar satılan hayvanlardan
A.TPAZARI KERVANSARAYI
— 1324 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 1325
ATSIZNEFER SOKAĞI
Maliye Nezareti memurlarınca (şercin, perçin) parası namiyle birer kuruş alınırdı. Bu resim hâlâ kethüda aidatı makamında alınıyor».
ATPAZARÎ KERVANSARAYI — İstan-bulun büyük kervansaraylarından biri idi; Pertev Paşa tarafından yaptırılmış, Mimar Sinan binası idi. İstanbula gelen sipahilerin indikleri başlıca yerlerden biriydi.
ATPAZARÎ MEYDANI — Fatihte, Eski-mutaflar Sokağı ile Mıhcılar Caddesi arasında, [] şeklinde çoğu tuğla ve kagir iki yapı kümesiyle çevrilmiş küçük bir meydan olup, eskiden ortasında Abdülnıecidin; meydan çeşmesi bulunmakta idi ki sekiz on yıl «kadar evvel yıktırılmış, kaide izi kalmıştır. Tam ortasında Belediyenin bir elektrik feneri, iki ağaç vardır. Üç ağaç da Eskimutaflar Sokağı med-halinden girildiğine göre sağ kenarında görülüyor. Günün hemen her saatinde tenha bir meydancık olup etrafındaki istikamet, doğruluk, Yeniyıl Marangoz evleri ile Tekirdağlı Yakub Pehlivanın araba malzemesi atölyesinden gelen bıçkı makineleri sesinden gayri bir ses de işidilmez.
Dostları ilə paylaş: |