İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)


Güle gûg ittiremez boş yere bülbül inler Verakı mihrü vefayı kim okur kim dinler



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə48/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   75

Güle gûg ittiremez boş yere bülbül inler Verakı mihrü vefayı kim okur kim dinler

meali, muvafıki hal oldu».

Bir sene sonra, 1294 (M. 1878) de Ed-hem Paşa sadaretinde Erzurum mektupçusu oldu.

Aslı İnal arşivinde bulunup yukarıda adı geçen makalede neşredilen bir mektupda, Âyetullah Bey, îstanbulda bulunan dedesi Abdurrahman Sami Paşaya Erzurumdan şunları yazıyor:

«Samimî olarak arzederim ki Erzurum mektupçuluğunun uhdei âcizaneme tevcihi gününden beri mükedder ve münteşir olmuştum. Lâkin ne çare ki mevkii harbe git-

mekten çekinmek, hilâfgirlerimin türlü türlü taan ve teşniine sebebiyet vereceğini feh-metıniş olduğumdan mütevekkilen alâllah azimeti ihtiyara mecburiyet elvermişM. İnsan için görmediği yerleri görmek ve bilmediğini öğrenmek dahi çekilen sıkıntılara bedel oluyor. Mevkii harbi, harekâtı askeriyeyi, muharebeyi, muhasarayı hep görüp hallerini lâyıkiyle tetkik ettim.»

Fakat ne kadar yazıktır, genç ve münevver muharririn bu müşahedeleri, kalem diline verilemedi. Erzurumdan Erzincana gelirken tifoya tutuldu ve 12 rebiülevvel 1295 (M. 1879) de öldü; bu kasabanın mezarlığına gömüldü.

Aşağıdaki satırlar, Âyetullah Beyin amcası eski Basra valilerinden Abdurrahman Hasan Bey merhumun verdiği malûmata dayanarak merhum Abdurrahman Âdil Eren tarafından yazılmış makaleden alınmış notlardır:

«Âyetullah Bey, kâfi derecede fransızr çayı tahsil etmiş ve Fransa tarihine merak sarmıştı. Büyük ihtilâlin hukuku beşer beyannamesine takdirkâr, fakat birinci Napole-on'a da meftun ve perestişkâr idi. Beyannamenin ilân ettiği hürriyet ve Napoleon'un ilân ettiği kudret kendini mestederdi. Âh' Paşa hükümetine karşı daima itiraz eder ve Mo-narchie taraftarlığı dolayısiyle pederine karşı cidalcûyâne bahislerden çekinmezdi.

«Maharetle müştehir Granşan namında bir Fransız ressam, kendisine fenni tersim talim etmişti.

«Âyetullah Bey merhum, Namtk Kemal Bey gibi, devletin mühim bir büyük memuriyetlerinde bulunmadı. Her ikisinin mesleki müttehazi hükümete muhalefet oldıuğundan mutena memuriyetlere tayinleri .kabil değil-di.Kemal Beyin en büyük memuriyeti vali muavinliği ve sancak mutasarrıflığı oldu. Âyetullah Bey de ancak Şûrayı Devlet kalemi muavini ve vilâyet mektupçusu olabildi.

Âyetullah Bey, mahud Veli efendi." ça-yırındaki içtima meselesine gelinceye kadar Kemal Bey merhumla birlikte idi. O zamanın tâbirince «darünnedve» dedikleri Tasviri Efkâr matbaasına müdavemet etmekte idi. Fakat Veliefendi çayırı içtimaimin Âyetullah Bey tarafından haber verilmiş olması, ahvalde külli bir tagayyüre sebep oldu. Veliefen-

di içtimaında .istihdaf olunan gaye millî mi, .yoksa şahsî miydi, hangi ciheti iddia etmiş olsam elde vesaik olmadığından sözlerim ek-vali mücerrede addedilir. Bir gûna iddiada bulunmıyacağım. Erbabı insaf, Ebuzziya Tev-fîk Bey merhumun keyfî (Fantaisie) sözlerini bir tarafa bırakarak cemiyetin sureti teşekkülünü ve içtimain kararını nazarı mütalâaya alınca cemiyetin sof atı lâzimesini takrir eder. Bu cemiyete Namık Kemal ve Ziya Beyler (paşa) ve Suavi Efendi dahil değiller idi. Cemiyetin elebaşısı Mahmud Nedim Paşanın büyük biraderi Sağır Ahmed Beyin oğlu Mehmed Bey idi. Cemiyetin malî ve siyasî müdürü Prens Mustafa Fazıl Paşanın kethüdası Azmî Bey idi.

«Veliefendi çayırmdaki içtimada verilen karar, intihab ettikleri kırk nefer fedai tarafından Bafoıâlide vükelânın hali içtimada iken katli ve Mahmud Nedim Paşanın "sadarete tayini hususundan ibaret idi. İşte cemiyetin şekli, işte içtima karanının mahiyeti.

«Ebuzziya Tevfik Bey, bu cemiyete «Jön Türk Cemiyeti» demek için cemiyetin Meşrutiyet tesisi veyahut Tanzimatı hini tesisinde Gülhanede kıraat olunan ferman nev'in-den bir İslâhat tertibi ile iştigal ettiğim ispat etmesi iktiza ederdi. Cemiyetçe tanzim olunmuş bir kanunu esasî lâyihası veya bir İslâhat tertibi müsveddesi Ebuzziya Tevfik Beyin makalelerinde görünmedi. Ben görmedim; zannedersem kimse de görmedi. Böyle olunca nasıl oluyor da bu cemiyete Jön Türk Cemiyeti ismini veriyor.

«Bu cemiyetin Âyetullah Bey tarafından haber verilmesi hakkında tahkikatı hu-susiyem olmadığından malûmat ita edemem. Ancak Âyetullah Beyin kendini müdafaa eden sözlerini beyan edebilirim. Şöyle ki: O zaman ben ve birader Abdülhalim Bey meclisi valâ mektubî kaleminde huleradan bulunuyorduk. Ekser akşamlar Âyetullah Bey kaleme gelir, (birlikte gezintiye çıkardık; bir gün serhalife Atıf Bey beni yanına istedi. Bu Atıf Bey, Abdülâziz Han'ın hal'inde malbeyn başkâtibi olan Atıf Beydir. Yer gösterdi, oturdum. Bir sigara da ikram etti. Çağırıldığım kaleme ait bir iş için olmadığını anladım. «Ortalıkta hükümetçe bir cemiyeti hafiyye meydana çıkarıldığına ve bazı kesan tevkif edilmekte olduğuna dair rivayetler devran

ediyor. Siz de işitmediniz mi» dedi. Henüz bilmiyordum. Menfi bir cevap verdiğimde «acayip, Âyetullah Beyin haber verdiğini söylüyorlar» demesi üzerine büyük bir hayret içinde kaldığımı halimden anladı. Derhal «rivayetler ekseriyetle nefsül'emre tevafuk etmez» diyerek mükâlemeyi kesti ve elime kaleme ait kâğıt verip beni başından savdı.

«Akşam Âyetullah Bey kaleme gelince işittiğim rivayeti kendisinden sordum. Rivayetin bu kadar az bir zaman içinde meydanı şuyua atılmasına biraz hayret ettikten sonra meseleyi benden ketme artık lüzum görmiye-rek dedi ki: «Ben samimiyetle cemiyete dahil oldum. Ve, Veliefendi çayırmdaki içtimaa kadar işittiğim sözlere de inanmıştım. Lâkin İçtimada, başta prens Mustafa Fazıl-Paşanın müdiri umuru Azmî Beyi cemiyeti idare fider ve müzakeratı da vükelâyı katil ve Mahıaud Nedim Paşayı sadarete ik'at sadedinde devran eyler gördüğüm zaman hasıl olan nefret, bende zihnen tam bir inkilâba .sebep oldu. Ortada usulü hükümetin İslahına dair Mr tedbir ve menfaati memleket hakkında yapılacak bir hüsnü tesir görmediğimden başlı-yarak acı acı tenkidatta bulundum. Hey'eti içtimaiye bu cesaretime hayret etti. Mehmed Bey telâşla: «Bu cemiyete bir çok rical ve ezcümle pederiniz dahildir» dediğinde kendisinin 'bu mertebeye varmasına tahammülüm kalmadı. Hemen ayağa kalktım ve «Eğer şahsa hizmet ediyor ve menfaati şahsiye uğrunda insan katletmek istiyorsunuz. Allah sizi kahretsin» dedim. Atıma atıldım; atı süratle sürdüm. Nasıl olu da arkamdan bir kurşun göndermediklerine taaccüp ederim. Kurşun menzili mesafeyi geçinceye kadar buna muntazir olmuştum. Akşam pederime, onun da dahil olduğunu söyledikleri cemiyetin hal ve şanını anlattım. Pederimin böyle şeylerden ne kadar nefret edeceğini bilirsin, pek müteheyyiç oldu. Âli Paşa ile dargın olduğundan Serasker Mehmed Rüştü Paşaya gidip malûmat verdi. Mesele bundan ibarettir. Cemiyette sözümde hulf etmiş olamam.»

«Cemiyet inhilâl edince hükümetin te-dabiri tahaffüzkâranesi yalnız cemiyetin mü-rettiplerine münhasır kalmayıp umum muhalifine şamil olduğundan Jön Türklerin mü-teayyin olan liderleri de terki diyara mecbur kalmışlar idi.

ÂYETULLAH SÜMER

— 1530


istanbul

ANSÎKLOPEDÎSl

1531

AYGÜN MAĞAZASI


«Âyetullah Bey, Filip Efendinin tesis etmiş olduğu Vakit gazetesine makaleler yazardı. Başka bir gazeteye makale yazdığını hatırlamıyorum. Vakıa Basiret'çi Ali Efendi, merhumu kendine cezbetbek arzusiyle bazı mesaide bulunmuş ise de Ali Efendinin hal ve şanı pek amiyane olduğundan kendisine teveccüh göstermedi. Filip Efendiyi bırakmadı. Maamafih Filip Efendi, zemin ve zamanı gözetir ve hürriyeti fikriyyenin aykırı mertebede alemejfrazi olan makalelerin bilâ-hara kendisini perişan edecek derecede zarar vereceğini bilir bir adam olduğundan, Âyetullah Beye makalelerin münderecatında bazı tadilât icrasını rica etmişti. Âyetullah Bey gibi tam gençlik çağında ateşin fıtret bir adam, babasiyle (bahse giriştiği zaman baba-sımn biraz sert ve tekdire mail sözlerine «Bir sahibi fikre, oğlunuz da olsa hürmet etmeğe borçlusunuz» mukabelesinde bulunurken Filip Efendinin sözlerini nasıl havsalasına sığ-dıra'bilir. Filip Efendinin bu tarz düşünceleri az çok aralarında bir muhalefet zuhuruna sebep oldu. Musullu Sami Efendiyle müştereken ayrıca «Utarit» namiyle bir gazete neşrine başladı. Ancak Filip Efendinin düşünceleri pek muhik olduğu az zamanda filen sabit oldu. Çünkü «Utarit» tulûile beraber uful etti. Eğer hatıram beni iğfal etmiyorsa bir hafta yaşadı. Seddettiler».

Âyetullah Bey şiir ile de meşgul olmuş, fakat akran ve emsali arasında şairlik ile şöhret bulmamıştı. Ziya Paşaya takliden matbu bir terkibi bendi vardır ki bir parçasını naklediyoruz:



Bir kerre bu sahraya düsen desti kazadan Rehâyap olamaz pençei hunharı belâdan Rehâyap olayım dersen eğer kılma tehalük Bir gün geçinip gitmeğe bak milki fenadan Bir Mkesü biçâre bilüp zâtini elhak Hayr umma sakın bas eğerek ehli riyadan Her kahrına bir türlü tahammül olur amma Minnet çekilir şey değil asla cüheladan En muktedir addeylediğin âeizi busen Tefrik edemezdin o zaman bayı gedadan Bir âlet edüp herkesi bir kasdına gerdûn Başın alamaz kimse bu ahkâmı kazadan Bedbaht ana derler ki olup vehmine mağlûp Rehâyap olamaz dağdağai çûnü çirâdan Bu halka sen ahkâmı felekten ne sorarsın Bir doğru cevap almayıcak geç bu ezadan Bu kubbede bir gûş yok avazım duysun • Mânayı alırım sanma sakın aksi sedadan Bir ınelceü me'men bulamazsın bu fezada

Gaflet edüp ayrılma sakın babı rizâdan Allaha sığın kimseye ram olma cihanda Âdemde vefa umma sen illâ bu zamanda

ÂYETULLAH SÜMER — (B.: Sümer,

Âyetullah).

AYGIR FATMA — Büyük muharrir Osman Cemal Kaygılı'nm romanı, İstanbulun kenar mahalleler hayatını tasvir eden, orijinal bir üslûîb, coşkun bir samimiyet, zengin şiir malzemesi, harikulade zengin mahallî renkler ve sesler, harikulade kuvvetli tipler, yakın geçmişe ait fevkalâde kıymetli rengârenk İstanbul tasvirleriyle kaleme alınmış bir şaheserdir; bazı ilâveler ayrklanabilirse, Aygır Fatma, muharririn gençlik devrinin bir otobiyoğrafisidir; Osman Cemal, en yakın arkadşalarmdan biri olan Reşad Ekrem'e, romanın kahramanı olan Hasan adındaki delikanlı tipinde kendi hayatının altın çağını naklettiğini söylemiştir (B.: Kaygılı, Osman Cemal).

AYGIR İMAM — ikinci Mahmud zamanında Boğazıçmda Beylerbeyi Camii imamlarından iri yapılı bir adam idi, biri Beyler-, beyinde, biri Kartalda, ikisi de Beylerbeyi ile Kartal arasındaki köylerde dört karısı varmış. Beylerbeyi Camiinde yatsı namazını kıldırdıktan sonra eline bir sopa alıp yola çıkar, tâ Kartala gider, orada yatıp kalktıktan sonra sabah namazını kıldırmağa da Beylerbeyine yetişirmiş!!!.. Yol üstündeki karılarına da şöyle bir uğramağı ihmal etmezmiş... Aygır İmamın bir marifeti de gayet âlâ yoğurt yapmak imiş.. Ağız tadına düşkün İstanbullular, Beylerbeyine sureti mahsusada yoğurt almağa gelirlermiş... Zamanında İmam yoğurdu diye meşhur imiş..

Bibi.: Kethüdâzâde Mecmuası.


(B.: Derviş Efendi, Ay-

AYGIR İMAM

gırimam).

AYGÜN (Abdülkadir) — Muallim, kartograf; İstanbulun eski ve namlı bir müessesesi olu-p «Necati Memduh Biraderler, Mektepliler Pazarı ve Ay-Gün» isimleri ile tanınmış ticarethanenin sahipleri Necati ve Memduh Aygun'ün babası; 1869 da İstanbulda doğdu, medreseden yetişti, garb kültürüne otodidakt olarak intibak etti, hususî ve resmî mekteplerde ve bilhassa müessisleri arasında bulun-

duğu Mektebi Saadette çalıştı, Türkjyede ilk defa olarak mektepler için coğrafya, duvar haritaları yapıp bastırdı ki, bu haritalar 18 pafta olarak piyasada el'an satılmaktadır. Natuk ve hoş sohbet bir zât olarak âşinâlarına kendisini sevdirmiş ve bir iş adamı sıfatı ile kendisine servet ve refah temin etmiş olan Abdülkadir Aygün, 1947 de yetmiş sekiz yaşında olarak Yakacıkta öldü ve bu köyün mezarlığına gömüldü.

AYGÜN (Kemal) — İstanbul Ansiklope
disinin bu baskısının tahkiki şurasında ve bu
satırların intişar ettiği 1959 yılında İstanbul
Belediye reisi ve Demokrat Parti İstanbul
İl Başkanı; 1915 de Divriği'de doğdu, babası
Mülkiye Kaymakamlarından Mehnıed Ali Ay-
gündür; İlk tahsilini babasının kaymakam
bulunduğu Karamanda yaptı; Orta mektebi
Konyada bitirdi, Konya ve İstanbul Liselerin
de okudu, babasının mesleğine intisap ede
rek yüksek tahsilini mülkiye mektebinde
yaptı; memuriyet hayatına P.T.T. müfettişli
ği ile başladı, sonra İstanbul Vilâyeti maiye
tinde çalıştı, kaleıni mahsus müdürü oldu,
oradan Adalar kaymakamlığına tayin edildi,
Bozca kaymakamlığına nakledildi, 1941 de
Emniyet Umum Müdürlüğü hizmetine geçe
rek îstanbulda muhtelif şube müdürlükle
rinde bulundu, İstanbul Emniyet Müdürü ol
du, 1950 de Amerikaya gönderilerek millet
lerarası polis teşkilâtında staj yaptı; bir se
ne kaldığı Amerikadan avdetinde Türkiye
Emniyet Umum Müdürlüğüne tayin edildi;
bu umum müdür
lük uhdesinde kal
mak üzere Ankara
Valisi oldu; 1954
sonlarında Emni
yet Umum Müdür
lüğünden çekile
rek yalnız Ankara
Ankara Valisi ola
rak kaldı, kısa bir
zaman sonra uhde
sine Ankara Bele
diye Reisliği vazi
fesi de verildi; gö
rülen lüzum üzeri
ne tekrar Emniyet Kemal Aygün
Umum Müdürü Ol- (Resim: Nezih)

du, bir sene sonra yine Ankara Valiüği ve Belediye Reisliği vazfelerine döndü. İstanbulda Vilâyet ile Belediyenin ayrılması üzerine Belediye Reisliği ile İstanbula geldi. 1959 da Demokrat Partinin İstanbul İl Başkanı oldu İstanbul Belediye Reisliği bir fâninin adını, icraatiyle ebedîleştirecek makamlardan biridir; İstanbul Ansiklopedisi Kemal Aygü-ne bu yolda muvaffakiyet diler.

ÂY-GÜN MAĞAZASI — Ankara Caddesinde 105 numarada, Büyükşehrin, ressamlara ait malzeme satan en eski ve namlı müesseselerinden biridir; 1908 de Memduh Aygün ile büyük kardeşi Necati Bey merhum tarafından kurulmuş, müessese ilk şöhretini «Necati Memduh Biraderler» adı ile yaparak uzun zaman bu isim ile anıla gelmiş, iki kardeş Veznecilerde olan ilk dükkânlarında kazandıkları ile Yeni Postahane karşısında yeni bir dükkân yaptırmışlar ve buraya «Mektepliler Pazarı» adını vermişler, fakat müşterilerinin ağzında yine «Necati Menıduh» ismi yaşamış, Postahane karşısına «Yeniva-lide Hanı» yapılırken Mektepliler Pazarının yeri de satın alınmış, çok daha evvel kardeşinden ayrılmış bulunan Memduh Aygün de Ankara Caddesindeki dükkâna nakletmiştir.

Memduh Aygün, İstanbul Ansiklopedisine şu tarihçeyi tevdi etmiştir:

«1893 de İstanbulda Fatihde Altay mahallesinde doğdum, babam Haritacı diye anılan muallim Abdülkadir Efendidir. Ağabeyim Necati Bey merhum ile beraber Ticaret Mektebi Âlisinden ayni zamanda sınıf arkadaşı olarak mezun olduk; ve 1908 de, ki iben henüz on beş yaşımda idim, harçlıklarımızdan biriktirdiğimiz ellişer lira yani topu yüz-lira sermaye ile ve babamızın bulunduğu hususî mektebin adına nisbetle «Kütübhanei Saadet» i kurduk, fakat zevklerimiz kitapçılıktan ziyade kırtasiyeciliğe olduğundan pek az zaman sonra kütüphaneyi bir kırtasiye-dükkânma tahvil ettik, firmamızı taşıyan kalemler, defterler, merakımız, titizliğimiz, tatlı dilimiz, babamızın haritaları bizi kısa bir zaman içinde İstanbulun Necati Memduh Biraderleri yaptı, Veznecilerdeki bu ilk dükkânımız, ki yerinde şimdi bir tatlıcı vardır, devrin yaşlı ve genç ressamlarının bir mahfili halini aldı, diyebilirim ki, vitrinlerinde: Türk ressamlarının karakalem, sulu boya,

AYI

— -1532


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 1533 —

AYI BALIĞI




yağılı boya, pastel etüdlerini,' poşadlarını, tablolarını satılmak üzere ilk teşhir eden Necati Memduh Biraderlerdir. On dokuz sene kadar Vezneciler —Sehzadebaşında kaldık, 1925 -1926 arasında Yeni Postahane karşısına kendi yaptığımız mağazaya geldik, tezine de ayrıldık, ağabeyim Ankaraya nakletti, ayni muvaffakiyet ile orada yürüttü, maalesef çok yaşamadı, 1929 da Ankarada vefat etti. Ben de 1940 da Ankara Caddesine geldim, Vakit Kitabevinden aldığım şu daracık yerde Ay-Günü açtım».

Ay-Gün müessesesinin 1911 denberi her yıl muntazaman çıkara geldiği takvimli muhtıra defterleri vardır ki, yalnız îstanbulda değil, Türkiyede tanınmıştır. Son on iki yıldan-beri bu eski ve namlı müessesenin günlük işlerini Reşad Bulaner idare etmektedir ki, çok sevimli ve tatlı dilli ve ayni zamanda marifetli bir zattır, yerli yağlı boya yapar, iddiasız amatör bir ressamdır, bilhassa tiyatro dekorları imâlinde hüner ve zevk sahibidir; ilk ve orta okul talebelerinin vazife defterlerine yapıştırdıkları kâğıt üzerine ka'bart-ma renkli hayvan resimlerinden bir seri yapıp bastırmıştır ki, maarif hayatımız bakımından kaydedilmeğe değer bir hizmettir.

AYI — İstanbul ağzında teşbih edatı «gibi» ile beraber kullanıldığında iri yarı, kuvvetli adam:

—• Kim bu ayı gibi herif yahu!..

— Yeni Bağçivan...

Bu teşbih edatı kaldırıldığında kaba, terbiyesiz adam :



  • Senin Nazmiye çok kırıldım..

  • Hoş gör canım, ayılığına (bağışla...
    Külhâniler arasında gücüne kuvvetine

güvenerek münasebetsiz, yersiz kaba şakalar yapan, her hareketinde aşırı aksayan, düzeltirken yırtan, çekerken koparan, silerken kıran:

  • Ulan ayı!!..

  • Ayılaşma be!..

darbı meselleri arasında istanbul ağzında kullanılanlar da şunlardır:

Basit adamın her zaman her yerde kendi menfaatinin bağlandığı bir meseleden (bahsetmesi; yahut, yine basit adamın her zaman her yerde zevk aldığı bir mevzu üzerine kokuşması, meselâ daima pek açık saçık fıkra-

lar gibi nakletmesi: «Ayının kırk masalı varmış, kırkı da ahlat üstüne..»

Haddini bilmezlik, meselâ sıvacının ressamlık iddiası karsısında: «Ayının kaval çalması».

Bir cemiyette, kaba adamların yerinde ve zamanında lüzumlu olduğuna işaretle: «Ayı da bir dağın şenliğidir!..»

Cemiyet hayatında muvaffakiyet için münasebetsizliklere tahammül gerektiği yolunda: «Ayıya dayı demesini bilmeli...»

AYIBALIĞI — Frenklerin Fok dedikleri mahlûk; et yiyen hayvanlardan hem karada, hem denizde yaşar; ön tarafı dört ayaklı bir hayvana, arka tarafı balığa benzer; başı yuvarlak, kulakları kesilmiş bir köpek başını andırır, ön ayaklarında siyah tırnaklı beşer parmak vardır, bunları kürek gibi kullanır; arka ayakları ise ayaklıktan çıkmış, araların-

Ayı balığı (Resim: Behçet)

da kalmış kuyruğu ile beraber arkasından sürünür. Gözleri iri ve yuvarlak, dudaklarında kedi bıyığına benziyen kıllar vardır, vücudu tüylü, ağzında muntazam dişleri vardır. Rengi sarıya çalar koyu sincabidir; sırtında bir takım siyah ebruları vardır, karnı tüyleri de beyaza yakındır. 27 ikineikânun 1329 (8 şubat 1914) de Büyükada civarındaki torik ağlarına sarılmış olup balıkhaneye getirilen gayet büyük bir ayıbalığının siyaha yakın esmer renkte olduğu görülmüştür: Bu hayvan, burun deliklerini tıkamak suretiyle deniz içinde uzun zaman kalabilir; karada güç hareket eder, denizde kolaylıkla ve sür'atle yüzer; köpek ulumasını andıran bir ses çıkarır. Bâzı tenha sahillere çıkıp yavrularını emzirdiği görülür. Sahile yakın sularda sürü ile dolaşır, balık yiyerek yaşar; içinde balık bulunan ağları, dalyanları parçalar, büyük zararlar verir; balık avına da bilhassa geceleri çıkar. Karada iken kurşun ile vurulur. Aslında pek uslu ve terbiye edilebilir bir hayvandır. Diri olarak

ele geçirilenler, bâzı istanbul kopukları tarafından «Deniz canavarı» diye halka beş on kuruş karşılığı seyrettirilir.

A. Câbir Vada, «Boğaziçi Konuşuyor» adındaki eserinde, ayıbalığı hakkında şu müşahedeleri kayd ile bir fıkra nakleder:

s «Boğaziçinde senelerdenken fok görülmektedir. Bir zamanlar Kanlıca Vahayı körfezindeki metruk kayıkhaneler, bunların yatak yeri olduğundan Prenses Rukiyenin korucusu Muyu Mustafa çifte ile vurarak iskele yanındaki rıhtıma getirmiştir.

«Boğaziçinden gayri denizlerde yaşıyan-larmın hangi balığı gıda olarak yediklerinden malûmatım yoksa da, Boğazda gezenler levrekle taayyüş etmektedirler. Siyah veya sert etli balıklar, herhalde midelerine rahatsızlık veriyor ki, levreği tercih ediyorlar.

«Foklar gıdalanmak için tuttukları balığı denizin sathına çıkarmadan yemek veyahut yutmak imkânına malik olmadıklarından, avladıkları balığı behemehal denizin yüzüne çı-çıkarmak mecburiyetindedirler. Avı ağzında da iken, kara cihetinden kimsenin göremiye-ceği hizada denizin sathına çıkabilirce kemali iştahla ve karadan bir tecavüze uğramadan şikârını midesine indirmektedir. Lâkin ekseriya buna muvaffak olamadıklarından sahile yakın ve insan kalabalığı olan mevkide, ağzında avı ile beraber yüzdükleri görülünce, sandalla üzerine gidenlerin taarruzundan kendilerini kurtarmak hülyasiyle ağzındaki balığı bırakırlar ve hemen dalarak oradan uzaklaşırlar.

«Fokun dişleriyle yaptığı tazyik tesiri yüzünden, az çok sersemleşmiş olan levrek birdenbire yüzmek kudretini iktisap edemediğinden, sandaldakiler elle ve kolaylıkla yakalarlar. Kanlıcalı Ali ile sandalcı Şerif ve daha bâzı kimseler bu suretle birer levrek elde etmişlerdir.

«Kanlıcada, kış mevsiminde boş kalan yalılardan ikisinin kayıkhanelerini, kendisine mekân yapan bir foku canlı olarak tutabilmek için kurulan tuzaklar, gülünç surette neticelenmişlerdir.

«Sahaflarşeyhizâde vakanüvis Esat Efendi yalısının altındaki kayıkhanenin, 25 metreden fazla karaya doğru uzunluğu olduğu gibi, yanındaki aralık sokağında da müstakil kapısı vardır. Yalıda kıs bekçisi olan adam,

bir gece henüz yatağına girdiği sırada altındaki kayıkhanede hâsıl olan homurtudan fevkalâde korkarak sokağa fırlar ve iskeledeki kahvehanelere gelerek istimdad eder. Ekserisi balıkçı olan bir hayli kimse, meseleyi tetkik etmek için yalıya giderler. Kayıkhanenin fok tarafından işgal edildiği anlaşılması üzerine, bekçiye korkulacak bir şey bulunmadığını telkin ve ertesi gün, foku avlamak için tuzak kurulacağından, tekrar gelmesini temin için hiç patırdı çıkarmaması tenbih ve muvaffakiyet hâsıl olduğu takdirde satış bedelinden kendisine de pay ayrılacağını ilâve ederler.

Köydeki balıkçıların her biri foku öldürmeden ve kimseye zarar verdirmeden ele geçirebilmek için fikirlerini beyan ederler ve tarif edilecek plânın tatbikine karar verirler,

«Mustatil şekilde olan Kayıkhanenin zemini, karaya doğru yükseldiğinden esasen al-) çak olan tavama gerilerde büsbütün alçaldı-ğı ve fokun da nihayetteki sokak kapısının mukabil köşesini yatak mahalli yaptığı görüldüğünden, bu köşenin üstüne tesadüf eden tavan kirişlerine menteşelerle ve mailen raptedilecek bir kapı kanadına, kayıkhanenin üzerindeki odanın döşemesine açılacak delikten bir ip sarkıtılarak bu kanadın diğer kenarına bağlamak suretiyle tavana kaldırılması ve fok yatağına gelip tatlı uykusuna daldığı hengâmda, ipin başında bekletilecek kimse kanadın sukutu için ipi birdenbire salıvermesi ve sokak kapısının dışında pusuda bekli-yenleri de haberdar etmesi muvafık görülmüş ve bu tuzak ile fokun herhalde ele geçirileceğine kanaat getirilmiştir. Akşama kadar bu ameliyeyi itmam eden balıkçılar, gece deniz ve karada her nevi hareket nihayet bulduktan sonra, fokun her türlü iştibahını önlemek için son derece sükûn ve ihtiyata riayet ederek, hayvanın kemali emniyetle kayıkhaneye girip yatağına uzanmasını, sokak kapısının dışında be-klemiye başlamışlardır.

«Kayıkhanenin içi ziyade karanlık olduğundan lüzumu halinde kullanılmak üzere arkadaşlarından birinin eline mumlu bir fener verilerek, artık odada bulunan ve ip başında bekliyenin vereceği kumandaya intizar ederler.

«Fok yatağına girip sükûnet bulduğuna kanaat getiren odadaki balıkçı kapu kanadının

AYIBETMEK

1534 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

—1535 —


AYICI ÇİNGENELER


ipini koyuvererek sokaktakilere seslenmesi akabinde, ordakiler . tehalükle kayıkhaneye tuzağa yüklenirler. Neye uğradığını birdenbire anlamıyan zavallı hayvan, nefsini kurtarmak kaygusu ile, hapsedildiği mahalden olanca kuvveti ile kanadı zorlamağa ve hızlı hızlı nefes alıp vermeğe ve keskin tırnaklı ellerini de, kanadın tamamiyle etrafa intibak etmemiş olan aralıklarından dışarı çıkarmağa ve rastgeldiğini koparmağa baslar. Bu arbedede avcıların birkaçının elleri tırnak darbesinden yaralanır. Herkes fenerden istifade etmek üzere, ışığın kendi bulunduğu tarafa tutulmasını istediğinden, fenerci verilen her emri ifa edebilmek için feneri sağa sola gezdirirken Tıâsıl olan hava cereyanı, esasen kırık olan camından içeri girerek mumun hemen sönmesine ve etrafı zifirî bir karanlığın istilâsına sebep olur.

«Fokun müdafaası ile uğraşanlar, etrafın birdenbire karardığını görmeleri ve içlerinden birinin de o sırada acı acı feryadı hepsinin cesaretini kırdığından, kendilerini fokun salvetinden kurtarabilmek için tuzağı terk ve sokak kapısının söğelerini yerinden koparırcasına dışarı atılırlar. Ve fok da insan eline düşüp itlafından evvel bir zaman halka teşhir edilmek suretiyle maskara olmaktan kurtulur.

«Muvaffakıyetsizliğe bais olan esbabın münakaşası devam etmekte i-ken fokun, Mek-tupçu Ali Beyin yalısındaki kayıkhaneyi yatak yeri yaptığı haberi alınması üzerine, buraya başka türlü bir tuzak kurulması mütalâa edilir. Artık bunda muvaffakiyetin yüzde yüz olacağına hükmolunur.

«Fokun yatak ittihaz ettiği mahaldeki kumların altına belirsizce yerleştirilecek olan bir tuzağın, beş altı kat kılıçba.lığı ağının dört köşesine bağlanmış olan halatları, yüksek olan tavanda ihzar olunacak makaralardan dolaştırıp foku yukarı kaldırmaktan ibarettir.

«Bu tuzak da evvelki gibi önce muvaffakiyet hâsıl etmişse de neticesi alınamamıştır. Çünkü zeminden terfi edilen fokun ağırlığı ve tırnaklariyle sicimden mamul ağlara yaptığı hasar neticesinde büyük bir delik açılmış ve bu delikten denize düşen fok, bir daha buralarda yatakhane tutmamak azmiyle kaçmış ve avcıların hevesleri de kursaklarında kalmıştır».

Bibi.: Karakin.

AYIBETMEK — îstanbulun külhânî, hâ-neberduşlar argosundan avam ağzına da geçmiştir; bir yerde yemeğe veya içki sofrası başına davet edilmiş olup hem yaşça, hem de mevkice ve kese tâkatmca üstün olduğu için davet edene meydan bırakmadan her hangi bir masrafı ödeyene karşı ve müf-red muhâtab olarak kullanılır: «Ayıbettin baba!.. Ayıbettin abi!..» gibi, bazan da, bilhassa bir içki sofrası masrafı ise: «Bu masanın şerefi, namusu benimdi!..» diye ilâve olunur; tam olmamakla beraber «mahcub ettiniz!» karşılığıdır. Ferid Develioğlu «Türk Argosu» adlı kitabında: «Ayıb sallamak» şeklinde alıyor ki biz bu şekil hitaba hiç rastlamadık.

AYICI ÇİNGENELER — Büyükşehirde artık görünmez olmuş simalardan iken 1950 den bu yana tekrar ortaya çıkmışlar ve gaayet ibtidaî hünerleri göstermeye başlamışlardır. Maalesef İstanbulun yeni zenginler tabakası tarafından da rağbet görmektedirler. Sermed Muhtar Aluş, İstanbul Ansiklopedisine verdiği notlarda şunları yazıyor:

«1908 Meşrutiyetinin ilânına kadar istanbul sokaklarında, sayfiyelerde, yanlarında, ayı, ayının burnuna takılmış demir halkanın zinciri ellerinde, zilsiz çingene tefini çala çala, yayık yayık türküyü tuttura tuttu-ra dolaşırlardı. Kırk paraya, altmış paraya ayıyı oynatırlar, yahut da etraftakilerden onar para parsa toplarlardı.

Bunlar, İzmit, Adapazarı taraflarından gelip çerge kuran göçebe çingenelerden, yahut da Usküdarda Selâmsızda, Büyükdere çayırında teneke evlerde barınanlardan çıkardı.

«Koca sırığı kakıştıra kakıştıra, ayıyı iki ayak üstünde zıp zıp zıplatırlar, «Oyna kara oğlan» sayhalarını basa basa «Oğlan kolunu da sallama, nafile benim için ağlama» kabilinden türküleri avaz avaz basarlardı. Sonra ayıya güya bâzı taklitler de yaptırırlar: —• Yeni gelin hamamda nasıl utanır? dedi mi ayı yüzünü eliyle kapatır; — Kocakarı kaynanalara nasıl kızar? denilince, feomur homur ho-murdanır. Oyun bittikten sonra kırk para daha verilince soyunup ayı ile güreşir, ekseriya yenilirdi».

Büyük muharrir Osman Cemal Kaygılı merhum da, ölmez şaheserlerinden «Çinge-

neler» romanında Litros civarındaki göçebelerden bahsederken şunları yazıyor:

«Aman Allahım, burası büsbütün başka bir âlem idi. Ben Ömrümde bu kadar çok çingene çadırını ve bu kadar çok çingene kalabalığı bir arada görmemiştim. Buradaki çukurda karşı karşıya ve takım takım kurulmuş belki kırk beş elli çadır ve bu çadırların etrafında karınca gibi kaynayan irili ufaklı yüzlerce çingene vardı. Bir tarafta sepetçiler, bir tarafta kalpazan dedikleri demirciler, tarakçılar, değirmenciler, bir tarafta ayıcılar, şebekçiler, iskemle kuklacılar...».

Kazıklıbağda geçen bir sahneyi de şöyle naklediyor:

«Artık gece olgunlaşmış, önümüzdeki Ed-hem'in getirdiği koskoca kalaylı bakır tepsiye benziyen ay tepemize yaklaşmıştı. Ed-hem birden çadırlara doğru fırladı.. — Nereye Edhem?

—• Sırasıdır tam... Getireyim bizim koca oğlanı' da bir azıcık ta böylece eğlenelim! «Ve biraz sonra Edhem, yedeğinde başka bir yerden emanet almış olduğu koskoca bir ayı, kolunda tulum ve yanında eli defli bir delikanlı ile yanımıza geldi. Emine ayıyı görünce ağlamayı, sızlamayı, iç çekmeyi unuttu ve kalktı, delikanlının elinden defi kaparak :

— Siz, dedi, koca oğlanı oynatırken onu ben çalayım!



Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin