Erenler Şeyh Şa'bâni tariki müstakiminden Bu Aydınoğlu Dergâhı açıldı dîdeler rûşen
1095 (M. 1684).
Dört beş yıl kadar evvel kaldırılmış olan bu kitabeyi, Avni Bey, Alay Köşkündeki telgrafhanede genç bir memur iken yazmış idi.
Aydınoğlu Dergâhı, uzun yıllar, bir küçük mescid, iki oda, bir sofa ile arka taraf-daki hazire ve taştürbeden ibaret küçük bir çevre içnıde kalmıştı. Bu satırların yazıldığı sırada görülen şekli, zamanını büyük şöhr reti İzzi Effedinin irşad makamına geçtikten sonraki devamlı hizmetlerinin mahsulüdür.
Aydınoğlu Dergâhında şehlik makamında bulunmuş zevat sırası ile şunlardır: Hicrî 1075 (M. 1664) yılında vefat eden Halvetiy-yeden «Kutub Şeyh» denilen Ahnled Efendi, adını tekkeye bırakan Kaadiriyyeden Aydınoğlu Şeyh Mehmed Efendi, Şaabaniyye büyüklerinden Hasan Ünsi Efendi, Mehmed Garib Efendi, İbrahim Has Efendi, Şeyh Seyyid Hacı Ali Efendi, Şeyh Seyyid Hacı
Sun'uHah Efendi, güzel sesi ile tanınmış Enderun hanendelerinden Seyyid Mehmed Esrar Efendi, yine Halvetiyyeden ve Nureddin Cerrahi kolundan «Usturacı» namı ile maa-ruf Şeyh Seyyid Hilmi Efendi, şügl ve ilâhide mahfuzatı zengin ve zamanının kudretli bir hayal üstadı olan Şeyh Fehmi Efendi, Niğde eşrafından Kârbanzade Hacı İsmail Efendinin oğlu Mehmed İzzi Efendi, Şeyhülislâm Turşucuzâde torunu Saadeddin Süheyl Efendi ve dergâhların şeddi tarihine rastlayan son şeyh İspartalı saatçi ve gül-yağcı Hafız Bekir Sıdkı «Ateşli» Efendi.
Yukarıdaki tertipten de anlaşılacağı veçhile, Aydınoğlu Dergâhı önce Halvetiyyeden bir tekke iken Aydınoğlunun şeyhliği zamanında Kaadiriyyeye geçmiş, Hasan Ünsi Efendinin gelmesiyle Şaabaniyyeden olmuş, daha sonra Cerrahilere verilmiş, 1310 da irşad makamına geçen İzzi Efendi ile de Kaadiriyyenin Üveysiyye - Enveriyye kollarına intikal etmiştir.,
Sarayda hayal oynatan Şeyh Fehmi Efendi de dahil olduğu halde bu dergâha konup göçen bütün meşayih, titiz bir tarikat asalet ve kibarlığı ile tanınmış âlim ve mu-tasavvif şahsiyetlerdir. Bu dergâh, Hasan Ün-
Aydınoğlu Dergâhında Semahane (Plân: Reşad Sevinçsoy)
si ve İzzi Efendiler ile de iki riyazet hârikasına şahid olmuştur.
Hicrî 1095 (M. 1684) de Karahasanoğlu
vezir Mustafa Paşanın önayak olması ile ir
şad postuna getirilen Şaabaniyye büyük
lerinden Hasan Ünsi Efendi, ömürlerinin so
nuna kadar kırk bir sene devamlı bir inziva
sessizliği içinde şeyhlik etmiş, zamanında
Aydınoğlu Dergâhı, bir dershanei ilmü irfan
halini almıştır. Aydınoğlu Dergâhının tasav
vuf bakımından feyizli havasını, irtihallerin-
tfen sonra teessürü dolayısiyle kendileri de
dergâhtan ayrılmıyarak inzivayı ihtiyar eden
müteaddit eser sahibi İbrahim Has Efendi
den dinlemek en doğru yoldur; Hicrî 1160
(M. 1747) da tarikdaşı Büyükçekmeeeli Nesi-
mîzâde Şeyh Lûtfi Efendiye yazdıkları mek
tupta : .
«... Birbirimizi unutmak' mümkün değildir. Bilirsiniz ki, kürk seneden mütecaviz bir zamandır sizinle bu dergâhda bende olduk. Bu dergâh, ne dergâhdır ki, beyanı akli külden haricdir. Kendimizi burada bildik, burada bulduk. Kendi yüzümüzü ande gördük, varlığı ande bitirdik, yokluğu ande şikâr ettik. Hususa sizinle hemderd idik. Ande pak olduk, ande taze can bulduk. Ande her müskil fetholdu; ol ki ayni mürşidden câri feyzi hakikatdir. Nasıl unutalım. Cümleden kat'ı nazar bir pınar sızmtısıyız, ol pınardan sızıb zuhur etmişiz, ondan bir katre-yiz, mahvü fenamız yine ol pınarda fena bulur. Alelhusus hubbi sivâ, sahibi Hudaya bu kurbiyyetde mübeddel oldu. Bu muhabbet ne muhabbettir ki, beyanü imâsı kabil değildir...» diyor.
Mehmed İzzi Efendi, Hicrî 1295 (M. 1879) de /büyük mutasavvif ve şair Osman Şems'e intisab etmişlerdi; Şehiremaneti meclisi idare başkâtipliğinden tekaüdlüğünü isteyerek Üsküdarda Hüdâi Dergâhı civarındaki evinde telifat ile meşgul bulunuyordu. Şeyh Hayali Fehmi Efendinin vefatı ile Aydınoğlu Dergâhı meşihati de inhilâl etmişti. Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi, Osman Şems'in feyiz nazarı ile yetişen İzzi Efendiye bu dergâhın postnişinliğini ısrar ile kabul ettirdi. İzzi Efendi, Hicrî 1310 (M. 1892) zelzelesinde harab olan dergâhı yeniden yapmak ve uyandırmak için büyük emek ve himmet sar-fetti; damadı bahriye kaymakamı Şükrü Be-
yin «Menakibiazizan» adlı yazma eserlerinde şeyhin mesaisi şöyle anlatılmaktadır:
«Harab olmak üzere olan dergâh, müddeti hayatları zarfında tebdilen, tevsian ve tecdiden ihya suretiyle üç defa tamir görmüştür. Semaahane üç defa tevsi edilmiş, daireler, höcreler ilâve, küçük, büyük selâmlık ve harem odaları inşa ve zayi olmuş bulunan vakıfları ihraç ve ayrıca vakıflar ilâve edildi. Esnai tamir ve inşaatda İzzi Efendi bellerine bir kuşak bağlayarak etrafındaki yakınlarına: — İzzet kuşağı kuşandık!.. İltifatı ile. bezli mürüvvet eyliyerek ustaların başında sabah namazından akşam ezanına kadar bulunurlar ve bu hali gören bendegan ve defvişanı da, mevki ve rütbelerine bak-mıyarak toprak, kiremit, tuğla, kereste taşımağa kalkışıp rencberlik ederler ve bu gibi hidematı şakkeyi cana minnet bilirlerdi. Filhakika Hak, arzuyi kalbiye ve mey k' zâtilerini ihsan buyurdu. Yüzlerce müslüman, meclisi bezmi muhabbetde elbirliği, gönül niyazlığı derde çâresazlığı ile râhi aşkü mü-veddette soyunmuş, üstünde beyaz gömlek veya tennure, sırtda haydariyye, başda beyaz takke olarak kâffesi bir vücuddan bir ağız ve bir dil ile namı Hüdayı yad eylemişlerdir.
«Dergâhda pazar günü öğle namazından, pazartesi gecesi yatsıdan sonra, cuma ve geceleri namazı müteakip, haftada dört defa Şaabani, Kaadiri âyini yapılır, hem kuuden zikredilir, hem kıyama kalkılır, hem de Hal-vetilere mahsus olan şekilde devranlar olurdu. Semaahanede iç içe halkalar teşkil edilerek genç ve ihtiyar, dinç ve nâtüvan yüzlerce âşıkan ortasında, İzzi Efendi, pervane misali dönerlerdi. Alayemini zâkir Mustafa Bey, Büyükefendi Osman Şems'den:
Gözü dünya m» görür âsıkı dîdâr olanın Dilberi sen gibi bir mâhi dilâzâr olanın
neşidesini okudukça her dilden envarı muhabbet berk urmağa başlardı.»
İzzi Efendinin terbiye ve irşadı devresi, Aydınoğlu Dergâhının kapusundan tam yirmi sekiz sene dışarı çıkmamak suretiyle seleflerinin çoğundan fazla devam etmiştir, şahsındaki ulviyetin tesiri ile burayı «mec-mai uşşak» denilecek hale getirmişti. Burada, İzzi Efendinin, göçmeden evvel, iki mânası ile acı bir ifşasını kaydetmek lâzımdır:
AYDINOĞLU DERGÂHI
— 1524 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 1525
AYDINOĞLU DERGÂHI
Meş'um 1918 mütarekesi başlangıcında, îzzi Efendinin oğlu Kurmay Albay Süleyman Fethi Bey, İzmir Askerlik Dairesi Reisi idi. Bir gün huzurlarında çok sevdiği, emniyet ve itimadını kazanmış yegâne halifeleri Kuleli Askerî Lisesi müdürü Kaymakam Ressam ibrahim Bey, ömrünü ve bütün varım yoğunu dergâha vakfeden damadları bahriye kaymakamı Şükrü Bey, mümtaz dervişlerinden Trabzon Mebusu Servet Bey otururlar iken, Şeyh Efendi, bu üç güzide dervişi hayrete düşüren acı bir gülüş ile: — Fethiyi kaybediyoruz! dedi. İbrahim Bey, bir gün evvel Fethi Beyin el yazısı ile kendilerine yolladığı mektubu gösterdi. İzzi Efendi aynı endişeyi işaret ile milletin bekaa ve selâmetine dua etti. Aradan çok geçmeden, İstanbul gazeteleri, İzmir işgalini, karaya ilk çıkan Yunan zabitinin Miralay Fethi Beyi makamında nâmerdee şehid ettiğini yazdılar. İzzi Efendi 6 Şubat 1336 (M. 1918) pazar gecesi 79 yaşında vefat etti, vasiyeti üzerine Üsküdarda Aziz Mahmud Hüdai Dergâhı naziresine defnolundu. (B.: İzzi Efendi).
İzzi Efendiyi, Turşucuzâde torunu Saa-deddin Süheyl Efendi istihlâ'f etti, fakat, sü-lûkünü Osman Şems Efendiden tamamlayan ve İzzi Efendiden irşada me,zun olan bu zâtin meşihati kısa sürdü, 1341 (M. 1923) de vefat etti; yerine postnişin olmak İttihad ve Terakki mebuslarından Ubeydullah Efendi bir hayli uğraştı ise de, Osman Şems ve İzzi Efendiler ile bir gûna alâka ve rabıtası olmadığından, kendisinde tarikat şemmesi namına da bir şey bulunmadığından muvaffak olamadı; Aydınoğlu Dergâhı şeyhliğine, yine Osman Şemsin haliflerinden İspartalı Hafız Bekir Sıdkı Ateşli davet edildi, ve dergâhların kapandığı tarihe kadar âyin icrasına riyaset etti.
Aydınoğlu Şeyh Mehmet Efendi Tophanede Kaadirihane çevresinde gömülüdür. Hasan Ün-si Efendi, dergahda, yukarıda zikredilen müstakil türbesindedir. Hicrî 1174 (M. 1760) de göçen Seyyid Muhiddin Efendi de tekkede gömülüdür. Hicrî 1175 (M. 1761) de irtihal eden İbrahim Has Efendi, Hasan Ünsi türbesinin yanında, şeyhinin ayak ucunda yatar. Mehmed Garib Efendi, çevirmenin ortasında, sed üstünde parmaklık içindedir; 1203 (M. 1789) de ölen Hacı Mehmed Rüşdü Efen-
di de tekkenin çevirmesinde ve yine ortada parmaklık içindedir, yazılı taşı vardır. 1210 (M. 1795) da vefat eden Hacı Ali Efendi tekkenin mezarlığında parmaklık içinde, 1228 (M. 1813) de ölen Hacı Sunullah Efendi naziresinin ortasında parmaklık içinde yatmaktadır. İrtihal tarihleri 1282 ve 1321 (M. 1894) olan Seyyid Hilmi ve Hayali Fehmi Efendiler keza dergahda medfundurlar; Hayali Fehmi Efendinin kabri cümle kapusu arkasında içeri girerken sol tarafa düşen köşededir, taşı yoktur. Turşucuzâde Saadeddin Süheyl Efendi 1341 (M. 1923) de Üsküdarda Selimiye Camiinin karşısına defnedilmiştir. Der-gâhdan sonra Haseki Hastahanesi karşısındaki Keçihatun (Kişihatun) Camii imamlığında bulunmuş olan son şeyh saatçi ve gülyağ-cı Bekir Sıdkı Ateşli 4 ikinciteşrin 1942 de vefat etmiş, Üsküdarda Karacaahmedde şeyhi Osman Şemsin ayak ucuna gömülmüştür.
Meşayihinden hulefasma ve nukegasına kadar bir çok âlim, şair, müellif ve kâmil mânası ile derviş yetiştiren bu feyizli dergâha aid, Hüseyin Vassaf Beyin Mahfil mecmualarında, Cemaleddin Serverin henüz basılmamış olan «İstanbul Tekkeleri» adındaki eserinde gerekli malûmat verilmektedir. İzzi Efendinin damadı kaymakam Şükrü Yücel tarafından ihlâskâr bir himmetle kaleme alınan «Manakibi azizan» da, Salkımsöğüdı Dergâhının ele geçmez âlemleri arifane bir dille canlandırılmaktadır. Bu satırların muharriri de küçük yaşda bu dergâha intisab etmiş olub bundan duyduğu fahr ile İstanbul Ansiklopedisine bu maddeyi yazar iken o eserlerden faydalanmıştır.
M. Baha Kâhyaoğlu
Aydınoğlu dergâhında bir Kandil gecesi
— Aşağıdaki satırlar, M. Baha Kâhyaoğlu'-nun: «Bir Dervişin Notları» adındaki gayri matbu hâtıralarından alınmıştır:
Adadan Kandil münasebetiyle inmiştik; harem kapusuna varmadan tramvay yolunun sağ tarafındaki konak arabaları arka arkaya sıralanmış duruyordu... Dergâha yürüyerek gidilmek lâzımdı.. Bu bir edeb ve saygı işi idi.
«Kalabalığın içinde itilen, kakılan, birbirinin ayağına dokunan olmadı; gelenler, tanışmadıkları halde karşılıklı saygı gösteri-
yorlar, kapulardan yavaşça kayar gibi giriyorlardı..
«Alt katta koridorun iki tarafında abalarına bürünmüş, kolları göğüslerine çaprazlama kavuşmuş, başları eğik mihman bekli-yen dervişler, içeri girenleri karşılıyor, tanıdık ihvan ile yaş farkı aranılmadan el ele öpüşüyorlar, yeni ziyaretçileri odalara götürmek için rehberlik ediyorlardı.
«Odalar, koridorlar misafirle dolu idi..
«Kahve ocağında bir köşe buldum, oturdum.. Yuvfû'lak, deve tüyü renkli ficanlarla kahvelerini içen dervişler birer birer uzaklaştılar.. Duvarları kaplayan dolaplar, hiç yadırganmadan sırtlarından çıkardıkları elbiselerle doldu.. Para çantalarını, ipek tur keselerini, saatlerini, gelişi güzel bıraktılar... Bu işde kimsenin kimseye hizmeti ve yardımı olmadı... Müşterek bir iman ve ruh baskısı altında, herkes kendisinin efendi ve uşağıdır.
«Abalar giyinmiş, dervişler hazırlanmıştı.. Bir kaynaktan feyz alan yüzlerce genç ve yaşlı insan aynı kıyafeti taşıyordu.. Müderris, talebeden, kumandan, neferden, efendi uşaktan, zengin fakirden, ay ir d edilemiyordu. Hemencecik hal ve hamur oluverdiler..
«Sonradan gelen arasında yaşlı, yorgun bir zat paltosunu çıkarırken:
Olalı müntesibi dergehi aşkın ey mah,
Tekkeden tekkeye gezmekten usandım billâh! dedi.
Karşısında oturan arkadaşı, gülümsiye-rek:
— Eyvallah! diye mukabele etti.
«Allahü Ekber!
«Dergahda bir ezan sesi.. Bunu, uzatılarak söylenen «Namaza yahuuu!» daveti ta-kib etti..
«Dervişler, geniş mermer şadırvanın etrafında abdest aldılar.. Mermer sütunun üstündeki büyük fenerin ışığı, bahçedeki ağaçların yaprakları üzerine düşerek eriyordu., sır olan canların mezar taşları gölgelenmişti..
«Dervişlerde, başkalarını rahatsız etmekten korkarak, dikkatli bir sükûtla, odalardan, kahve ocağından Semaahaneye doğru bir ilerleme başladı..
«Odalar ve koridorlarda kimse kalmamıştı. Tekkenin aşçıbaşısı, kahve ocağından bir yorgunluk kahvesi içmeden kalkamıyaca-
ğım anlatmak için, Ahmed Dedenin yüzüne yalvarır gibi bakıyordu:
Pınar buldum, tası yok Yanı var, ortası yok Yıkma gönlümü güzel Yapacak ustası yok'.
diyor ve boş fincanı ocağa doğru uzatıyordu Bolulu aşçıbaşıya kahveci Ahmed Dede yumuşak bir tebessümle bakmıştı..
«Dervişler, eller göğüste çaprazlanarak gövde ve başlar biraz öne eğilmiş, Semaahaneye niyaz halinde giriyorlardı.. Hiçbiri, 'ka-punun eşiğine basmadı..
«Buradaki ibadet şeklinde bir başkalık var, camidekine benzemiyordu... Nefsini müdafaa için etrafının rengini alan kuşlar gibi, herkesin yüzü, tavrı, sesi muhitin tasavvuftu ifadesine uyuyordu..
«Bu ibadet yorgun bir itiyadla tekrarlanmadı.. Sevdiğine ve sevildiğine inananların dileğindeki güzellik gibi... Herkes kendinden geçerek namaz kılıyordu..
Önünde secdede zayıf bir ihtiyar gördüm, İhlasın, feragatin, vuslat iştiyakının müşahhas bir misali idi; yanarak, yakılarak bir «mahvi kül» ancak-böyle ifade edilebilirdi..
«Yüzü yerlerde sürünen adamdaki bu ahengi, rubûbiyyet eşiğinde nasıl eriyip kayıyordu.. Vücudunda maddeye benzer fâni bir unsur kalmamış gibi namaz kıldı, ne gayretli tazallüm idi Allahım?.. Allaha bu kadar kendini verebildikten sonra, -bu adama, ömründe bir daha namaz kılmak lâzım gelecek miydi?..
«Âyin başlıyor.. Nalân olub Allah diyelim.. Hû diyelim Hû!..
«Gözler yerde, içli ve şuurlu bir sükût.. Cihangirî usulde Tevhid, Semaaahanede coşkun bir havaya başlangıçtı.. «Asri şerif» den sonra:
«Ey nübüvvet tacının gâhı Habib-i Kibriya»
okunurken abalar, külahlar çıkarılıyordu..
Cem oldu âşıkları Pîrim Abdülkadirin
«Şeyh, Tevhidhaneye, yavaşça, sol taraftaki küçük kapıdan girdi; ve «Allah» ismi
AYDIN VAPURU
1526
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
1527
AYETULLAH BEY
celâline «Hay!» lâfziyle mukabele etti, bu, pürüzsüz ses, şelâleden dökülür gibi kalblere akdi: Allah Hay! Allah Hay!..
«Âyine iştirak etmiyenler, ecnebi ziyaretçiler, kadınlara mahsus dairelerin altında sıralanmış duruyorlardı.
«Kıyam zikrinde daha ince bir ifade belirdi; her esmada ayaklar değiştiriliyor ve yine esmanın âhengine göre cazibeli kavisler halinde ağır lasıy ordu..
«Bursalı genç bir hafız, sesinde dinleyenleri doyuran bir uzanış ve yayılışla Bü-yükefendi Osman Şems'den şu coşkun parçayı okudu:
Ey âşıkı sebzinde seher bülbüle karşı Nalân olub Allah diyelim, Hû diyelim Hû! Olmaz uyumak âşık'a, Allah yoludur bu, Nalân olub Allah diyelim, Hû diyelim Hû!
«Bu ilâhî beş kıt'adır.. Bu ses ve bu mânâ büyük bir kaynaşma yaptı -millî r akışlarsınız hakkında büyük bir üstadın izahı gibi -dervişler, bazan ellerinden kuvvet alarak omuzların sağdan sola birbirlerine yaslanı-şiyle, bazan da gövde ve başlar biraz öne eğilmiş, eller biraz öne doğru yanlara konularak tekrar edilen hareketleriyle dönüyor, insana sanki renkli kandilleriyle, kubbeleriyle, avizeleriyle Semaahanenin de birlikte döndüğü hissi geliyordu..
"Allah Hû, Allah Hû, Allah HûûûL
«Bu âyin ve bu darbı esma, kalblerdeki coşkunluğun bir aksi gibi, adale nümayişi yapılmadan, mehabetli ve ilâhî Mr vecd-i beden halinde devam etti. Ve sonra bir aralık eller göğse çaprazlanarak, alınlar gökleri arıyor gibi geriye yaslanışlar oldu...
«Kalbi zikirde Ulûhiyyete içden bir yalvarma yapıldı.. >
«Âyin devam ederken, gönüllerinin mahşerinde gülerek ağlayanlar, ağlıyor gibi gülenler vardı..
«Nihayet, Semaaahanedeki aydınlığa, ta-biatin sabahı yaklaşıyordu..
«O saatte Adaya dönülemiyeceği için, bütün uzak yerlerden gelen misafirler gibi, bizimkiler haremde,* ben de Ahmed Dede'denin göstereceği bir odada yatacaktım..
«Tekke, derin bir sükûta gömüldü.. Az sonra Sirkeciden, Ayasofyaya atlı tramvaylar ilk seferlerini yaptılar.»
AYDIN VAPURU — 1884 - 1908 arasında İdarei Mahsusanın, en süratli vapuru idi; yazları Adalar hattına verilirdi; Adalılar, 1889 kışında, sözleşip İdarei Mahsusaya yüzlerce mektup göndermişler, Aydın vapurunun kışın da işletilmesini dilemişlerdi. Devrinin bir şöhreti olan bu vapur hakkında, Sermed Muhtar Alus, İstanbul Ansiklopedisine tevdi ettiği notlarda şu malûmatı veriyor:
«Aydın vapurunun numarası 14, rüsum tonası 55, hamule tonasi 82 idi. Emsalleri arasında en yollulardan, hattâ 5rt?psini geçenlerden sayılırdı. Fiyakalı bir şekli vardı. Tek direkli; bacası kalın, kısaca, biraz arkaya eğri, yukarı kenarı mızıkacıların pirinçten boruları gibi dışarıya taşkın; kaptan köşkü bacanın önünde değil, arkasında, yani dışarıda, gezıilecek, oturulacak yer bırakılmamış, üstü de güverteli idi.
«Ezanî saatle Köprüden tam saat 10 da kalkar; doğru Heğbeli ve Büyükadayı tuttuktan sonra Kartal ve Pendiğe gider; geceyi Pendik iskelesine bağlı geçirir; ertesi sabahı yine Pendikten kalkıp, Kartala uğrayıp saat l de Büyükadadan hareket eder, Heğbeliden de müşteri aldıktan sonra dosdoğru Köprüye gelirdi.
Köprüden Heğbeliye l saatte, hattâ beş, altı dakika daha evvel de varırdı. Bugünkü, yani 40 yıl sonraki vapurların da bu mesafeyi bu müddette aşabilmeleri, içler acısıdır.
«Vapur ötekilerden çok daha yürük, yolu da kestirme, az çok direk olduğundan Ay-dm'a rağbet pek fazlaydı. Güverteleri, salonu, yan kamaraları tikimi tıklım dolardı. Adada oturan kerli ferli zatlar, mahdumları, damadları, haremleri, kızları, gelinleri hep ona koşarlar. Ahbapları tarafından gece yatısına davet edilen beyler, erken buyurmaları İsrarına rağmen saatin 10 olmasını beklerler, Aydın'a kapağı atıverirlerdi. Başka bir vapura düşüp saatlerce denizde bocalamamak için değil yalnız.. Aydın'daM çeşmi çerezlere doyum olamayışından, en kibar, en şık hanımların girip çıkışlarını seyrederler; görüşleri, kollan dekolte, tırıl tırıl fistanlı madamların, matmazellerin, kokonaların karşısına oturup gönül ferahlatırlar, keşke yol biraz daha uzasa diye de tasalanırlardı. İki saat Önceki vapur saatlerce Marmarada pala
çalmada, sâde o olsa âlâ ama içinde dediğimiz dilberleri de arama».
AYDOĞAN MOTORU İNFİLÂKI —
Köhne gemileri satın alarak parçalamak suretiyle gemi enkazı ticareti yapan Ali Meral ve Gaffur Meral adında iki kardeşin malı olup işleri için seyyar depo-atölye olarak kullandıkları Aydoğan motoru -9/10 Ağustos 1959 pazar - pazartesi gecesi saat 22,20 de Haliçte bağlı bulunduğu Fener iskelesinde, içindeki 300-400 kilo dinamitin infilâki ile parçalanarak battı; etrafında bulunan teknelerden de 8 kayıkla dört motorun batmasına sebep oldu.
Aydoğan motorunun sahibi enkazcı kardeşler tarafından ıssız sahillere çektikleri köhne gemilerin paralanmasında kullanıldığı söylenilen bu dinamitlerin infilâk sebebi anlaşılamadı, bir tayfanın dikkatsizlik eseri attığı yanar cıgaradan olabileceği söylendi; Fener iskelesi etrafında üçyüz kare metrelik sahadaki evlerin camlarını kıran ve içlerinde de hayli tahribat yapan bu müthiş infilâkte karada bir şoför ağır yaralanarak kaldırıldığı hastahanede öldü, Aydoğan motorunda iki gemici feci şekilde parçalandı; iskele civarındaki parkımsı meydanda bulunan halktan da on üç kişi yaralandı.
Bir yaz gecesini dehşete veren facia sahnesini Yeni Sabah gazetesinin muhabirlerinden Teoman Orberk şu satırlarla tesbit etmiştir:
«Dün akşam Fener İskelesi yanındaki park yine her zamanki gibi serinlemek isteyen yüzlerce semt sakini ile doluydu. Saat 22 yi bulduğu zaman uykusu gelenler ağır ağır dağılmağa başlamışlardı. Parkın önüne yanaşmış bulunan yük motörlerindeki zayıf ışıklar da sönmüştü. Saat tam 22.20 de korkunç bir infilâk ve onu takibeden tarraka Fener semtini yerinden oynattı. Kısa bir sükûtu müteakip çığlıklar, feryatlar başladı. Herkes bir kenara büzülmüş korku içinde feryat ediyordu. Yavaş yavaş alevler yatıştı, dumanlar dağıldı. Fakat hâlâ gökten taş, toprak ve enkaz parçaları yağıyordu. Kendinde bir parça cesaret bulanlar, deniz kenarına doğru koştular. Daha on dakika evvel rıhtıma bağlı bulunan ve hafif çırpıntılarla ağır ağır sallanan iki büyük motor yok olmuştu. Manzara tüyler ürperticiydi. Deniz üzerinde
ayakta kalabilen bir kaç enkaz hâlâ yanıyordu. Büyük bir tahta parçasmın üzerinde denize doğru uzanmış vaziyette kafası ve yer yer vücudunun derisi soyulmuş çıplak bir ceset yatıyordu. Denizdeki bir tahta parçasının üzerinde de bir kafatası yüzmekteydi. Bu kafatasında ne et, ne göz, ne de burun hiçbir şey kalmamıştı, ait olduğu vücuttan ortada hiçbir eser yoktu.» Bibi.: Günün gazeteleri.
ÂYENDE NÜMA — Eski İstanbul evlerinde sokak kapısının tokmağı vurulduğu zaman kapuya gelenin kim olduğunu göstermesi için alt katta sokak kapusu yanındaki pencerenin münlasip bir yerine konulan aynanın adı zamanımızda ayende nümalı o eski ahşap İstanbul evlerinden tek eser kalmamıştır.
Bibi.: M. Zeki Pakalın, Tarih deyimleri ve Terimleri, I.
AYETULLAH BEY — (Subhipaşazâde
Mehmed) — Muharrir, edib; Tanzimat ricalinin temsil ettiği münevver . mutlakiyyete karşı Meşrutiyet idaresini kurmağa çalışan o devrin uyanık gençliğinin seçkin simalrın-dan; Abdurraıhman Samipaşazade Subhi Paşanın büyük oğlu; Abdülvahhab Subhi ve Hamdullah Subhi Beylerin büyük kardeşleri; 30 cemaziyelevvel 1262 (M. 1846) de Mısırda doğdu. Üç yaşlarında iken dedesi ve babası ile beraber İstanîbula geldi. Büyükşehrin en kibar kapularmdan .biri, bir ilim ve edebiya-t mahfili olan konaklarında hususî ve pek itinalı bir tahsil ve terbiye ile yetiştirildi.
Ebuzziya Tevfik Bey «Yeni Osmanlılar Tari
hi» nde Âyetullah
Beyden bahsederken
der ki: «Sayei peder
de zamanındaki erba
bı şebabın kâffesinin
fevkinde iktisabı ma
rifet etmiş ve hanei
pedere müdavim olan
ulemayı garptan Av
rupa usulü siyasiye
içtimaiyesi hakkında
bir hayli malûmat
edinmiş ve >bu ma
lûmatını ve mesaile Âyetullah Bey
müteallik müdevvena- (Resim: Nezih)
AYETULLAH BEY
— 1528
istanbul
ANSÎKLOPEDİSİ
— 1529 —
ÂYETULLAH BEY
ti mütalâa ile tevsi ve ikmale çalışmış, hasılı bugünkü günde faile o sinde 'bugünkü mekâ-tibi aliyyenmden yetişmiş gençlere ispatı tefevvuk edecek iktidarı ihraz eylemişti. Kendi ise fıtraten artist olduktan başka filozof (Kritik), şair, diplomat, politik bir muharrir olmak istidatlarını haiz idi. Fakat hiç birinde bittabi tekemmül edememiş ve fakat her birinde tekemmül istidadını haiz bulunmuş idi. Hilkaten natuk ve bir lisanı ateşin beyana malik, derecei müfritade sevdayı hürriyetle serder hava idi.»
On beş yaşlarında iken Defteri hakanı kalemi kâtipliği ile intisab ettiği devlet memuriyetinde süratle terakki ederek Tahriri emlâk dairesi tahrirat kalemi müdürü, az sonra da Şûrayi Devlet kalemi muavini oldu. Âli Paşanın ölümü üzerine sadrazam olan Mah-mud Nedim Paşanın yaptığı tensikatta açıkta bırakıldı. Suriye valisi bulunan babasının himmetiyle ayni vilâyetin evvelâ BaalSbek, sonra Bukaülaziz kaymakamlığına bir müddet sonra, Midhat' Paşa sadaretinde, Kendisinden her nedense hoşnut olmayan vali Âsim Paşanın şikâyeti üzerine azledildi. Asrızımm ediib biyografi Mahmud Kemal İnal, Türk Tarih Encümeni mecmuasına yazdığı «Mehmed Âyetullah Bey» makalesinde bu azil hâdisesini yazarken, Mr de telgraf fıkrası naklediyor ki, genç muharririn şahsiyetini belirtmek bakımından mühimdir:
«O vakit makamı sadarette bulunan Midhat Paşaya çektiği telgrafta: Vazifesini ifa , etmediği için bir padişah hali' ettik; vazifesini ifa eden mektupçu niçin azlediliyor, cevap itası mürüvvet muktezasıdır! dedi. Fakat:
Dostları ilə paylaş: |