İstanbullular, Dolmabahce Sarayında
\ Atatürk'ün manevî huzurunda
(Muharrir Salâhaddin Güngör'ün kalemiyle)
Boşlukta hıçkıran sesler, ağırlaşmış hava zerreleri üstüne birer yumruk gibi indi. Dan., dann.. dannn!..
Dolmabahce kulesinin ihtiyar saati dokuzu çalıyor. Acı feleâketten sonra, kalbi durup hareketten kesilmiyen bu duygusuz saate içim sızlayarak baktım ve sonra denizin, maviliğinden bir şey kay-betmiyen rengine, saray bahçesinde sıkılmadan 6bek, öbek açan ciciklere başımı çevirdim.
Bütün bir milletin; onu tavaf etmeğe hazırlandığı su tarihî dakikalarda, ne kadar isterdim ki yaşlarla sislenmiş gözlerim önünde, güzelliği ifade eden ne varsa perde perde şilinsin ve ben, bugün ondan başka hiç bir şey görmeyim.
Hayat!... Yeelkovanlar, akrebleri, akrebler, yelkovanları takibediyor ve zaman denilen, ırmak, hep böyle saatleri saatlere, günleri günlere boşaltarak şarıltısız, akıp gidiyor.
Atlı ve motosikletli polislerle çevrili saray kapısında sırmalı büyük üniformaları, güneşe kargı ışıldıyan yüksek rütbeli subaylar, dünyanın en büyük kumandanı huzurunda yapacakları son geçid resmine çıkmak üzereydiler.
Atatürk de hazırdır!
Estetik zevk sahibi vatandaşların, nezareti altında onun tabutunu bütün gece, sabaha kadar süs-lediler.
Orgeneral başta olduğu halde, kurduğu orduyu, rektörü, dekanları ve profesörleriyle yetiştirdiği münevver gençliği ve bu arada yedisinden yetmişine kadar, hasretinin ateşiyle tutuşturduğu şehir halkını, artık huzuruna kabul edebilir.
Bazan, ayakları dolaşan hâtıralarım, geri geri gidiyor ve kendi kendime:
— Bugün, ne var?.. Onun mütemadi bir hareket ve mütemadi bir yaratma kaynağı olan genç dimağının artık sönmüş olabilmesini, havsalam bir türlü almıyor. Şu yarım gövdesiyle, direkte asılmış gibi sallanan bayrak bile her şeyi ifşa ettiği halde, gene içimde şüphe var: Sanıyorum ki, beklenmedik bir zamanda, vaziyet birdenbire değişecek ve Atatürk, şu mermer merdivenlerin basamaklarında, lüzumsuz telâşımızı gülerek yüzümüze çarpacak!..
Ne yazık ki, ondan beklenen bu mucize, ilk defa olarak vukua gelmedi ve biz biçareler, on bir sene evvel, halk mümessillerini büyük muadeye salonunda, Atatürk'ün ancak manevî huzurunda kabul edilmek şerefine erebildik!
Kapıdan içeri girdiğim zaman, tesiri altında kaldığım his, tarif edilemez bir ürpermeden ibaret oldu.
Burada ürperen yalnız canlı mahlûklar değildi. Koca salon salkımları içinde gözyaşı damlatan gibi parlıyan geniş avizesinden tutunuz da yerlere kapanır tesirini veren muhteşem mermer sütunlarına kadar, tepeden tırnağa Urperme içinde idi.
Gözlerimdeki yağmur bulutlan sıyrıldığı zaman görebildiğim manzara şu oldu: Atatürk, salonu ilk Dil Kurultayı toplantılarını heybetli bakışlariyle ihata ettiği, her zamanki.köşesinde idi.
Fakat, Onun yüzünü artık göremiyorduk.
Ö, şimdi şerefini kurtardığı Türk bayrağı ile örtülmüş bir abanoz sanduka içinde idi. Bu sandukanın etrafında altı mes'ale nurdan perdeler örerek, durmadan yamyorlardı.
Atanın varlığını ihata etmek için, partisinin bu manalı altı okundan daha manalı remiz bulunamazdı-.
Zaten kendisi de hayatında, Türk milletinin en büyük meşalesi değil miydi? Ona gitgide yaklaşı yorum ve yaklaştıkça, yüreğimin" şigtiğini, gözlerimin büyülendiğini hissediyorum.
Ellerinde çekilmiş kılıçlariyle, Atatürk huzurunda şeref nöbeti bekliyen genç subaylara ve tunç yüzlü Mehmetçiklere, şakaklarımda, uğultusunu duyduğum bir heyacanla baktım. Ordular yaratan adama, ancak böyle kılıçlı türbedarlar yaraşırdı!
Üstteğmen Fuad Kaleci, asteğmen Sami Küçük,
1937 de Atatürk (Resim: Fotoğrafdan Sabiha Bozcalı eli ile)
ATATÜRK
— 1240 —
ÎSTANBÜL
ANSİKLOPEDİSİ
— 1241
sahneleri geçerken, hiçbir intizamsızlık vukua gelmiyor. Onu daha evvel görmek kaygusu ile, itişip kakışanlar yok!..
(Muharrir bu müşahedesinde yanılmış: İzdihamdan ölenler olmuştur):
Kudüsteki meşhur Süleyman mabedinin ayakta kalan tek duvarı önünde, tarih kurulduğu gündenberi, belM bu kadar ağlıyan olmadı! Ve Atatürk, geçmişte, gelecekte hiçbir kumandana hiçbir kahramana, hiçbir hükümdara, hiçbir fatihe nasip olmıyan bir manevî saadetle, bütün bir milletin önünde baş kesip, yas döktüğünü, ruhunun aynasından seyreden, tek bahtiyar Şef olarak tarihin huzuruna çıktı!
Atütürk'ün muhterem ve aziz nâşi İstanbuldan ebediyen ayrılıyor
19 teşrinisani • 1938
(Bu intibalar Cumhuriyet muharrirlerinden Faik Güneri tarafından tesbit edilmiştir).
Aziz ve ebedî şefimiz Atatürk dün İstanbuldan, bir daha dönmemek üzere, ebediyen ayrıldı.
İstanbullular bu elîm acıyı yürekler parçalayıcı levhalar içinde gördüler ve duydular. Onun mukaddes naaşım günlerdenberi bir Kabe gibi tavaf eden İstanbul halkı dün Atasından ebediyen ayrılmayı bir türlü havsalasına sığdıramıyor, ölümün elinden aldığı Atasını geri çevirmek ister gibi feveran ederek tabutuna sarılıyor, içine nasıl sığdığına akıl erdiremediği sandukasını örten bayrağa yüzünü sürüyordu.
Evvelki gece İstanbul, tarihte misli görülmemiş fevkalâde bir gece yaşadı. Gece yarısına doğru, her zaman şehrin tenhalaştığı bu saaterde caddelerin bilâkis kalabalıklaşmağa başladığı görüldü. Atasını son bir defa daha görmek içen İstanbulluların geçit yerlerinde, kaldırımlarda yer aldığı, kümelendiği görülüyor, saatler ilerledikçe bu kalabalığın kesafeti de artıyordu.
Şehirde fevkalâde inzibat tedbirleri alınmış, polis kuvvetlerine yardım etmek üzere geçit yerleri askerî kuvvetlerle tutulmuştu. Bilhassa dar caddelerde halkın durması ve geçmesi menedilmiş, ancak müsait yerler halka tahsis olunmuştu.
Saat dörtten itibaren caddeler büyük bir kalabalıkla dolmuş bulunuyordu. Kucağında iki aylık çocuğu ile Türk anası, en masum yaşındaki Türk yavrusu, güçlükle yürüyen ihtiyar Türk ninesi; ve Onun cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençliği, hepsi bu gecede Onun için uykularını bırakmışlar, Onunla veda için, Onu son bir defa selâmlamak için caddelere sıralanmışlardı.
Şurada çiseleyen yağmurdan sığınmak için bir şemsiye altında toplananlar, ötede bir mangalın etrafında toplanarak soğuğa mukavemete çalışanlar, beride kaldırımın kenarını yastık yapanlar görülüyordu.
19 iMnciteşrin 1938 sabahında güneş ilk ışıklarını yayarken bu şehir, halkını ayakta Atasını beklerken buldu. 1927 senesinde de İstanbul Onu böyle iştiyakla beklemişti.
asteğmen Avni Eksiz,, asteğmen Lûtfi Amas, asteğmen Bezmi Kişmirli...
İçeri girdiğim sırada, ordu namına andiçer gibi, dimdik vaziyet alarak, büyük ölünün basında nöbet bekliyenler, işte bunlardı.
Şu dakikada, tarif edilmez bir gurur içindeyim. Kalbim, mahfazasına sığmayacak gibi çarpıyor:
«Atatürk.. Atatürk., diye bağırmak istiyorum, bugün seni bekliyen ordu, bize bıraktığın mukaddes emaneti de böyle bekliyor Atatürk!.. Hiç bir kuvvet, Türk milletini, bu emanetin başından ayıramaz.
Senin adını taşıyan bayrak, şimdi sevgili arkadaşın İsmet İnönü'nün elinde eskisi kadar keskin bir silâhtır.
Türk milleti, bir nöbetçiden, diğer bir nöbetçiye devredildi. Emanet ise, yerli yeriende duruyor.
Müsterih ol! Vatan istikametinden kulağına hiçbir yırtıcı ses gelmiyecek ve seni derin uykudan uyandırmayacak. Silâh ve ülkü arkadasın İsmet İnönü, milletin, senin kadar -güvendiği adam, iş başındadır!»
Atatürk de, sanki, şu .dakikada, yahut güllerin ve türlü çiçeklerden örülmüş tacının ortasında altı meşalenin birbirine karışan ışığını içerek, bizi dinliyor, bizim içimizi dinliyordu.
Onun allara bürünen ebedî köşkünün bir hususiyeti de, üzerinde yası hatırlatacak hiçbir renk ve hiçbir nişane bulunmaması idi. Baştan başa koyu kırmızı kumaşlarla döşenmişti.
Türk milleti, onu başında gördüğü gündenberi, tatmamağa, yaslı olmamağa ahdetmiş değil miydi?
Onun, okadar acı olan ölümü bile, bize karalar bağlatmadı.
Saat 10... Muayede salonu kapısında kılıç ve mahmuz şakırtıları duyuldu: Ordunun «teşrifata dahil» olan erkânı geliyor!
En başta Orgeneral Fahrettin Aîtay... Daha geçen seneki manevralarda Atatürk'le yanyana görmeğe o kadar alıştığımız kumandan... Ve arkasında akademisinden başlıyarak, topçusu, piyadesi, makineli tüfeği süvarisi, nakliyesi, denizi ve havası ile bütün bir ordunun güzideleri...
Ebedî Şefin bulunduğu tarafa göz gezdiriyorum: Sandukanın üstündeki ipek bayrak, sanki arada bir kımıldıyor ve Atatürk, kapandığı penceresiz hücresinin içinden harikulade tevazuu ile, gruplar halinde ziyaretine gelenlere, «buraya kadar niçin zahmet ettiklerini» soruyordu.
Nöbetler bu sırada gene değişti. Ve iki general, biri Osman Tufan, öteki Nuri Yamut, kılıçlarını kınından çıkararak, Atatürk'ün tabutu etrafında yer aldılar.
İşte çelenkleri getiriyorlardı. En başta Cumhur Eeisi İsmet İnön'nün çelengi var. Biraz sonra, Büyük Millet Meclisinin, Meclis Reisinin, Başvekil ve Mareşalin çelenklerini de getirdiler.
Atanın dizleri dibinde yatan bu çiçek şekline girmiş sevgi sembolleri, onun manevî şahsiyetine:
— îşte biz buradayız!... Senin yanındayız!.. Görüyorsun ya, sana Ankaranın kalbini getirdi!..
der gibi ve tabutuna sarılıp onu teselli eder gibi idiler.
Büyük ölünün ziyaretçileri, program sırasiyle salonun kule tapısını geçerek bahçeyi dolaşıyor, muayede salonuna giriyor ve Atanın huzurunda eğildikten sonra öteki kapıdan çıkıyorlardı.
Geniş avizenin altında, çiçeklerin birbirine karışan kokusu ile burası bir kıs bahçesine dönmüştü.
Daha sonra aksama doğru, Orgeneral Fahred-din Altay'ı da, nöbet yerinde, çekilmiş kılıcı ile gördük.
Türbesi, şerefli Türk ordusunun, şerefli kumandanları tarafından birer emirber neferei gibi, beklenilen bu büyük Ölünün, ne kadar şerefli bir adam olduğuna bu manzaradan daha canlı şahidmi aranırdı?
Ordunun geçişini, sivil erkânın geçişi takibet-•ti ve nihayet, Rektör Cemil Bilsel'in yaşlı gözleriyle piştarlığını yaptığı büyük irfan kafilesi. Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlik göründü. Yüksek tahsil gençliği!.. Üniversiteli çocukların, hep bir arada, yüzleri, sandukaya dönük, yalnız gözlerini ve ruhlarım konuşturarak Atayı huşu ile öyle bir tevaf edişleri vardı ki, bu gençliğe güvenmemek, nankörlüklerin en büyüğü olurdu. Biraz sonra, orta tahsil çağındaki Atatürk kızları bu acıklı sahnenin dekoru arasında .göründükleri zaman kimse kendini tutamadı.
Şimdi, muayede salonunun geniş kubbesi altında, hıçkırıklarla sarsılan göğüslerinin iniltisi var! Bu hıçkırıklar, bize de sirayet etmekte gecikmiyor. Ve hep birlikte, kız erkek, ihtiyar, dünküler bugünküler, hattâ biraz sonra, yarinlikler başbaşa verip paylaşmağa çalıştığımız müşterek büyük acı için ağîaşıyoruz.
İşte bir adam M; onun huzurunda iğilmek için, kıt'alar asarak gelmiş: Eski Efgan Kralı Amanullah Han... Gözlerine sıçrıyan ruhunun ateşiyle âdeta kavrulmuş halde... Ona yaklaşırken sendeliyor. Nihayet o da Boşandı.
İpek bayrağın kollan arasında ebedî uykusuna varan Atatürk'ü, namaza duran bir mümin vecdi, ile, rükû edercesine selâmladı ve sonra, gözlerinde iri yas damlaları ile, mütevazi, sessiz kalabalık arasına karıştı.
Londradan Pekine, Nevyorktan Transuval'e kadar, beş kıt'anm alâka ve sevgisini Ankaranın üzerinde, kendi kalbiyle birleştiren Büyük adamın ölmediğine, ölmiyeceğine bu alâka ve sevginin engin tezahürlerini göstererek, müsterih olmak hakkımız değil midir?
Yalnız, bu ara, mazur görsün bizi.. -Taşkınız. İçimiz gam yükü ile doldu ve gözlerimiz, damla damla zehirle dolu birer kâse oldu. Bıraksın, bizi ağlıyalım! Halk, yavaş yavaş içeri doluyor. Çarşaf- . larını sırtından attığı, kafes ardından aydınlığa çıkardığı haminneler, avaz avaz, sarsıla sarsıla:
— Atamız! Atamız! diye bağrışıyorlar.
Aralarında bayılanlar da var. Bazıları sandukanın üzerine kapanmak isterken, güçlükle menedili-yor. Fakat asıl, mühim olan şey, bu acıklı matem
ATATÜRK
Sarayda: Saat yediye yaklaşıyor. İstanbul matbuatı mümessilleri sessiz adımlarla Dolmabahçe sarayının kapısından iç bahçeye doğru ilerliyorlar. Korkarak yürüyoruz. Onun manevî huzurunu rahatsız etmekten çekiniyoruz. Henüz aydınlanmıya baslıyan bahçeye sarayın büyük pencerelerinden elektrik ışıkları sızıyor; bahçede gölgeler kımıldanıyor.
Birden önde giden arkdaşlar, duraklıyorlar. Hepimiz toplanıp bakıyoruz. Mukadder bir şey olduğu halde gözlerimize inanmak istemiyerek tekrar terkkrar bakıyoruz:
Sarayın büyük kapısının önünde bir top arabası bekliyor. Onu alıp aramızdan ebediyete götürecek araba...
- İki Mehmedin, önünde nöbet beklediği arabaya yaklaşıp bakıyorum: üzerine konulan sehpada şöyle bir tarihî plâka:
«Atatürk'ün top üstüne nakline konulan sehpa, 19-11-1938»
«— 43 üncü alayın bu 10,5 luk obüsü müzeye konulacak.» diyorlar. Bu tarihî obüsün numarasını arıyorum: 18.
On. buçukluk, sarayın merdivenlerinin önünde duruyor. Onun her zaman beşuş çehresiyle göründüğü merdiven insan gene onu görecekmiş, şu büyük kapıdan çıkıp heybetli çehresiyle tekrar görü-necekmiş gibi geliyor.
Sarayın bahçesinde çıt yok. Gözler yere inik. Son vazifeler gürültüsüzce yapılıyor.
Büyük ölümün; huzurunda: Saat 7,58. Günlerdenberi İstanbulluların ziyaretgâhı olan büyük merasim salonundayız. Büyük Ölünün huzurunda bir defa daha el bağladık. 6 meş'alenin alevinden fışkıran ziya kubbede hüzünlü akisler bırakıyor.
Onun en sevdiği ve güvendiği arkadaşları şimdi her zamanki gibi Onun etrafında toplanıyorlar. bu defa Onun tabutunu kaldırmak için.
Orgeneral Fahrettin Altay, Korgeneral Halis Bıyıktay, Salih' Omurtağ, General Kurt Cebe, Ekrem Baydar, Osman Doğan, Hakkı Özgener, Zeki Erkoçay, Mustafa Hayri Ertoy, Salim Cevad Ayalp, Kemal Balıkesir, Enis Erkoçay, Ziya Erkinci, İshak Avni Akdağ, Nuri Yamut.
Salonun diğer cephesinde zabitlerden mürekkep bir ihtiram müfrezesi mevki almış. En baştaki zabitin elinde Onun son örtüsü olan atlas bayrak. Bir tarafta Onun İstiklâl madalyası, bir levha üstünde kırmızı ve yeşil kordelâsiyle duruyor.
Mes'aleîer artık son ışıkları saçıyor. Koca kumandanlar gözyaşlarını tutamıyorlar. Salonda herkesin gözü yaslı.
Namazı kılınırken: Tabut kolları takılarak salonun ortasına getirildi. Dinî merasim yapılacak ve cenaze namazı kılınacaktı. Tabutun arkasında saflar bağlandı.
İmamete İslâm Tetkikleri Enstitüsünden Ordinaryüs Profesörü Şerafeddin Yaltkaya geçti müezzinliği de Hafız Yaşar Okur aldı.
Namaz kılınırken salonun sessizliği içinde yalnız ağlıyanların hıçkırikları duyuluyordu.
ANSİKLOPEDİSİ
— 1243 —
ATATÜRK
1242 —
ATATÜRK
Generaller ve Muhafız Bölüğü erleri Onun tabutunu ihtiramla Dolmabahçe sarayından son defa çıkardılar. Saat tam 8,1. Uzaktan silueti gözüken filomuzdan ilk top sesi duyuldu. Merdivenler ağır ağır iniliyor. Merasim salonu kapısı önünde mevki alan kıt'a kumandanı keskin bir kumanda verdi.
— Süngü tak, tüfek as!..
Dünyanın en büyük kumandanı karşısında, Onun yarattığı kahraman ordu tekrar selâm duruyor.
Eller üzerinde yükselen tabut, tarihî top arabasının üzerine konuluyor.
Arabaya koşulu 6 siyah at, bu mukaddes tabutu taşımak istemiyormuş gibi yerlerinde tepini-yor, hırçınlaşıyordu. En büyüğümüzün "kaybı bu hayvanları bile teessüre sevketmişti. 18 numaralı obüsün kumandanı Teğmen Kemal kılıçla selâm vaziyetinde duruyor.
Bu sırada Eskisehirden gelen hava alayına mensup tayyareler sahanın üzerinden geçmeğe ve büyük ölüye karsı son ihtiram vazifesini ifaya başladılar.
Kara, Deniz ve Hava ordusu zabitleri tabutu arabaya yerleştiriyorlar. İhtiram kıt'ası el'an selâm vaziyetinde duruyor, donanma, topla Büyük Ölüyü selâmlıyor, havadan filomuz merasime iştirak ediyor.
Sehpaya yerleştirilen tabutun üzerine vişne çürüğü renginde kadife örtü ve ipek bayrak tekrar örtülüyor. Artık her şey tamam, Büyük ölünün etrafını önde birer sıra zabit ve birer sıra er, top arabasının iki yanında Generaller yer aldı.
Arabanın hemen arkasından. Muhafız alayından bir manga ve bundan sonra Büyük Başkumandanın kırmızı yeşil kordelâlı İstiklâl madalyasını taşıyan Tüm General İlyas Sami Aydemir, bundan sonra Riyaseti Cumhur Başkâtibi Hasan Rıza Soyak. Başvekil Celâl Bayar ve arkasında Kalemi Mahsus müdürü Baki Sedesle yaveri, Büyük Millet Meclisi namına gelen heyet ilerliyor. Biraz geride Atatürkü candan seven eski Afgan Kiralı Amanullah Han ve mihmandarları geliyor ve ondan sonra Trakya Umumî Müfettişi Kâzım Dirik, Vali Muhiddin Üs-tündağ, Üçüncü Kolordu Kumandanı Salih, İstanbul Kumandanı Halis Bıyıktay, diğer mülkî ve askerî erkân duruyor.
Merasim kumandanı Fahreddin Altay önde olduğu halde mevkib hareket etti.
Sarayın yan bahçesinden ön bahçesine geçildiği zaman Ebedî Şefin en yakın dostları büyük ölüyü hürmetle selâmlıyorlar, Merdivenin ön basamağından bir Kuleli talebesi dimdik selâm alıyor:
— Çoban Mustafa.
Gözlerinden sicim gibi yaşlar akan Mustafa, bu, 17 milyondan biri, Atasına ağlıyor ve onu son defa selâmlıyor.
Saraydan çıkılırken: Sarayın kapısından çıkıldığı sırada Dolmabahçenin tarihî saat kulesi dokuz buçuğu çaldı. İstanbulun senelerce bağrında, şu binada misafir ettiği büyük insan son defa kapıdan .çıkarılıyor.
Dolmabahçenin büyük kapısından iki hademe göründü. Eski bir millî âdete uyularak ellerindeki
İSTANBUL
süpürgelerle kapının, önünü süpürdüler ve iki büyük kanadı göz yaşları içinde kapadılar.
Alay hareket ediyor: Bu esnada caddede en önde bir atlı polis kıt'ası bunun arkasından mızraklı süvari kıt'ası, başlarında alay sancağı bulunduğu halde bir piyade kıt'ası, alay bayraklariyle topçu alayı olarak askerî birlik vücude gelmiş, bunun arkasına sayısı bine yaklaşan çelenkler sıralanmıştı. Celenklerin en önünde Cumhurreisimiz İsmet İnönü ve Meclis Reisi Abdülhâlik Rendâ'nın çelenkleri, bunun arkasında da Başvekilin ve Büyük Millet Meclisinin çelenkleri gidiyor. Hepsi büyük bir itina ile hazırlanmış olan, çelenklerin için^ de cidden fevkalâde olanları vardı.
Gelenklerin arkasından gelen top arabasını ta-kibeden zevattan sonra kor diplomatiğe mensup zevat, ordu erkânı, Şehir Meclisi, Vilâyeti Belediye ve hükümet erkânı, Üniversite talebesi, başlarında kumandanları General Ali Fuat bulunduğu halde Harb Akademisi profesörleri ve talebesi, sitajdaki zabit vekilleri, Topçu binicilik okulları, Şehir bandosu, başlarında bayraklar olduğu halde izciler, Yedek Subay Okulu ve diğer kıt'alar geliyordu.
Alay hareket ettiği anda sarayın karşısındaki bahçelerin içinden canhıraş feryatlar yükseldi. De-ni(z bandosunun çaldığı Şopen'in matem havasının ağır ahengi içinde alay ilerliyor.
Askerî bir inzibatla yollarda fevkalâde intizam göze çarpıyor, İstanbul, bir tek ağız halinde Atasına feryat ediyor, bir tek kalb halinde Atası için yanıyor. Her adımda bir feryat yükseliyor.
Güzergâhtaki heyecan: Büyük ölüyü hâmil olan top arabasının her geçtiği yerde bir tufan havası esiyor, halk onun tabutunu daha yakından görr mek, Ona yüz sürebilmek için büyük bir tehalük gösteriyor. Hemen her adımda bayılan insanlar, feryat edip kendini yere atanlar görülüyordu.
Bilhassa Tophanede bir ihtiyar ninenin ezilmeyi de göze alarak Onun tabutuna atılarak sarılmak istemesi, beş altı yaşlarında bir çocuğun tabutun üzerine örtülen bayrağı, yerinden bir anda fırlıyarak yüzüne sürmesi bu heyecanın ne dereceye yüksek olduğunu gösteriyordu.
Yollarda bulunan talebenin gösterdiği hassasiyet her türlü tasvirin fevkinde idi. İstanbul Kız Lisesinin hemen bütün talebeleri, Onun tabutu geçerken kendilerini yerlere atıyorlar, göz yaşlarını zap-tedemiyorlardı. Bir evin penceresinden sarkan ak-saçlı bir kadın bağrını döverek bağırıyor:
— Ah yavrum...
Cenaze alayı ağır ağır ilerliyor, Tophane ve civarı görülecek bir manzara teşkil ediyordu. Boğazkesen yokuşunda göz alabildiğine insan başından başka bir şey görülmüyor. Karaköyden Yük-sekkaldınma bakıldığı zaman İstanbulda hiçbir zaman görülmemiş bir kalabalığın dekoriyle karşılaşılıyordu. Karaköy ve Eminönü meydanında da askerlerimiz cidden örnek olacak bir intizam tesis etmişlerdi. Burada yer yer yükselen feryatlar Başbakan Celâl Bayan da büyük bir zorlukla göz yaşlarını tutamıyacak bir hale .getirmişti.
Dördüncü Vakıflar Hanının önüne gelindiği sı-
rada müthiş bir feryat yükseldi. İki tarafa sıralanan kız mekteplerinin bütün talebesi, hep birden ağlıyorlar. Kendilerini top arabasının altına atmak için çırpınıyorlardı.
Biraz önden ilerliyoruz. Tıbbi Adlînin önündeki kalabalık gözleri yolda bekliyor. El'an inanamaz görünüyor. El'an Atasını kaybettiğine gönlü kail olmuyor. Albayrağa sarılmış tabut, Soğukçeşmeyi döndüğü zaman bu kalabalığın içinden bir feryat daha yükseldi:
— Atam... diye ağlıyordu. Gülhanede: Saat 12,17. Büyük ölü Gülhane Parkının kapısından giriyor.
Parkın kumlu yolarında iki sıralı duran ihtiram kıt'alan arasından top arabası ağır ağır ilerliyor ve rıhtımda bekliyen Zafer torpidosuna yaklaşıyor.
Sarayburnunda: Ufuktan alaca karanlık sıyrılırken Türk ve misafir harb gemilerinin arasından Zafer muhribi süzülerek Salıpazan önüne kadar geldi ve oradan manevra yaparak Sarayburnu rıhtımına konulmuş olan dubaya yanaştı. Muhripte Büyük Atanın tabutunun konulacağı sancak cihe-tindeki yer hazırlandı. Arka tarafa yakın olan yerde menekşe rengi bir kadife örtü örtüldü.
Deniz zabitlerimiz, temiz, büyük üniformalarını giymişlerdi. Bu sırada Fransızların Emil Bertin kruvazörü merasim zamanına yetişmiş bulunuyordu. Şehri topla selâmladı. Selimiye mukabele etti. 19 tayyareden mürekkep bir hava filomuz bu umumî mateme iştirak etmek üzere İstanbulun matemli afakında dolaşıyordu. İstanbul motoru ile tabutun top arabasından kolaylıkla indirilmesini temin için gönderilmiş olan bir masa ve halılar indirildi. Halılar yerlere serildi. Bir müddet sonra Donanma Kumandanı Amiral Şükrü Okan, Harb Filosu Kumandanı Amiral Mehmed Ali Ülgen geldiler. Sarayburnu Parkının köprü kısmından itibaren sahilde yer almış olan Deniz Harb Akademisi talebeleriyle Deniz Gedikli Erbaş Hazırlama Orta Okulunu teftiş ettiler. Hazırlıkları gözden geçirdiler.
Bir müddet sonra bu talebeler de tamamiyle pajkın içine çekildiler. Saat on ikiyi geçmişti. Hemen dünynın her köşesinde bu merasimi takib için gelmiş olan yabanci sinemacılar, fotoğraçılar Saray-burnunun deniz kıyısında çalışabilmek için yer intihap ediyorlardı. Saat on ikiyi yirmi geçe ellerinde yüzlerce çelenk bulunan gençlik kafilesi göründü. Alayın önündeki kıtaat Sarayburnu Parkı kapışma geldikleri zaman orada tevakkuf etmişler, yalnız cenazenin bulunduğu top arabasını takibeden merasime dahil zevat ile genç zabitlerin ve Üniversite talebesinin parkın içerisine girmelerine müsaade edilmiştir. Beş dakika sonra cenazeyi Ankaraya götürmeğe memur merasim kumandanı Orgeneral Fahreddin Altay ile muavini General Cemil Cahid at üzerinde sahile geldiler.
Biraz sonra top arabasının üzerinde mukaddes ölünün şanlı sancağımıza sarılmış tabutu göründü. Top arabası evvelce hazırlanan binek taşının yanındaki masanın önünde durdu. Cenazeyi takibeden-ler muhribe giden yolun iki tarafına dizildiler. Mar-
mara istikametinde cenazeyi takip için Büyük Millet Meclisi namına gelmiş olan heyetle Atatürk'ü tedavi eden doktorlardan bazıları ve Atatürk'ün evvelce maiyetlerinde bulunan mebuslara mukabil kısmında ise Başvekil, Riyaseti Cumhur Başkâtibi Hasan Rıza, Seryaver Celâl ve diğer yaverleri, etrafta gençlik ve genç zabitler yer almışlardı. Donanma kumandaniyle Amiraller Zafer muhbirinin önünde mukaddes tabutu tesellüme intizar ediyorlardı.
Generallerin yardımiyle ceviz sandukanın üzerindeki ipek Türk sancağının çıkarılmasına çalışılıyordu. İpek sancak bu mukaddes ölüden ayrılmak istemiyormuş gibi iyice yapışmıştı. Bir müddet sonra sanduka da arabanın üzerinde çözüldü. Gençler son borçlarını ödemek, son vazifelerini ifa etmek üzere ateşli bir atılışla sandukanın müteharrik kolları yerinde oynadıkça tabut geriye kaçıyor. Saa-ki bu çok sevdiği şehirden ve kendisini çok seven şehirlilerden ayrılmak istemiyordu. Biraz sonra sanduka gene Onun yaratıcı kudretiyle ihya edilmiş olan Türk donanmasına mensup* Zafer muhribinin sancak kısmında hazırlanan mahalline konuldu. İpekli büyük sancak da sandukanın üzerine örtüldü. Başvekil, Amirala Atatürk'ün aziz naaşlanmn İzmi-te kadar donanmaya teslim edildiğini söyledi. Amiral, ona baş üstünde ve hürmetle her hizmetin yapılacağını söyledi.
Cenazeyi takibedecek olan Başvekille Büyük Millet Meclisi heyeti, Generallerle gazeteciler de Zafere bindiler. Çiçeklerden bir kısmı tabutun etrafına konuldu.
Tam saat birde Zafer, gözyaşları içinde Saray-burnundan ayrıldı.
Ebediyyen giden büyük ölü: Yaşlı gözler, Atasına son hasret yaşını döküyor. Onun en çok güvendiği ve övündüğü gençlik. •Sarayburnunun rıhtımında sıralanmış başlarında sert rüzgâra uyarak dalgalanan bayraklarının altında Ebedî Şeflerini son defa selâmlıyor ve hıçkırarak ağlıyorlar.
Bir taraftan Martı ve diğer taraftan Kuş hücumbotları tarafından takibedilen Zaferin üzerinde uçan tayyareler ona çiçekler atıyor. Kalbi yaralı İstanbullular, kara, deniz ve hava orduları onu selametliyor.
İki sahili hıncahınç dolu; ihtiyar kürenin iki eski kıtası Avrupa ve Asyanın bu kalabalığa daya-namıyacağı, çökeceği, bu matemle eriyeceği zan-nolunuyordu.
Yavuzda: Saat 13,27. Zafer, Yavuza yanaşıyor. Yavuz zabitan ve efradı selâm vaziyetinde, Evvelâ Büyük Millet Meclisi azalan Yavuza geçtiler ve sonra cenaze denizcilerimizin elleri üstünde Yavuza alındı ve mor kadifelerle hazırlanan sehpaya konuldu.
Yavuzdan atılan yüzbir pare top sesi Marmara-nm engin ufuklannda akisier bırakıyor. Bu esnada dost memleketlerden gelen gemiler de top atarak dünyanın büyük insanına son hürmetini gösteriyor. Suvat, Sus, Şirketi Hayriye ve Denizbankın 11 t numaralı vapuru filonun arkasında dizilmişler, vapurlardaki halk, Ebedî Şefinin tabutunu olsun son defa görmek için çırpmıyor.
ATATÜRK
1244 —
İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ
Şemsipaşa açıklarında motörler, takalar, kayıklar muntazam bir rota üzerine dizilmiş, Deniz Ticaret Müdürlüğü teşkilâtı cidden takdir edilecek bir şekilde denizde intizamı temin ediyor.
Büyük emaneti bırakan Zafer, Yavuzun yanından ayrıdı. Çelenklerin de Yavuza naklinden sonra saat 15,40 da Yavuzdan hareket işareti verildi.
Yavuz, mukaddes emanet sinesinde olduğu halde İstanbul sularından hareket etti. Arkasından Ha-midiye harekete geçti; onun dümen suyunu İngilte-renin Malaya, Sovyet Rusyanm Moskova, Almanya-nın Emden, Yunanistanm Hidro, Fransanın Emil Bertin, Romanyanın Recina Mana harb gemileri takihediyor. Biraz sonra Savarona yatı Yavuzun önüne geçti. Sus, Suvat ve halkı hamil diğer vapurlar harb gemilerinin iki tarafında yer aldılar.
Bu suretle alay Adalar açığına kadar ilerledi ve buradan bütün gemiler Türkün Ebedî Şefini son defa selâmlıyarak ayrıldılar.
Geri dönerlerken İstanbul kıyılarında sıralanan halk gözleri Marmaramn geniş ufuklarında, bağrından doğan ve ancak ölümün aman vermez eliyle cismi arasından alınan Büyük Şefine ağlıyor, ağlıyor, ağlıyordu.
Atatürk'ün öldüğü günden naaşınm İstanbul-dan ayrıldığı güne kadar İstanbul gazete ve mecmualarında imzalı ve imzasız şu makaleler yayınlanmıştır:
Dostları ilə paylaş: |