İstanbul ansiklopediSİ istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə35/91
tarix11.09.2018
ölçüsü5,85 Mb.
#80346
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   91

«Her yıl gazetelerle ilân edilen talebe kabulü şartları şunlar :


  1. — Müslüman evlâdı, ailesi namus erba
    bından olmar*

  2. — Yaşı ondan aşağı, onikiden yukarı ol
    mamak; ;

  3. — Anadan babadan, yahud yalnız baba,
    dan mahrum olmak. Müsabaka imtihanında nro.
    sâvi numara alanlar içinde anasız babasızlar
    tercih edilecek;

  4. — flk okulların en az dördüncü sınıfına
    geçmiş olanlarla o derece tahsil gördükleri im-
    tihanla anlaşılanlar arasında yapılacak müsa
    baka imtihanım kazananlar;

Dârüşşefaka Lisesi Üniforması ve Dârüşgefaka

Kolîeji kıyafeti 1950 - 19S5)

(Resim: Sabfta Bozcaiı)

5 — Sakat ve hastalıklı olmamak.

«Dârüşşefaka ilk mezunlarını 8 kişi olarak hicrî 1927 (M. 1880) yılında verdi; ki o yıl mektebin talebe mevcudu 125 idi; ilk mezunlar memleketleri veya semtleri ile isimleri şunlardır: îshakpaşalı Fahri Efendi (Anadolu Demir Yolları müfettişi olmuştur), Beşiktaşlı Mustafa Fuad Efendi (Telefon idaresi başkomiseri olmuşdur), Sultanahmetli Şevki Efendi (İstanbul Posta — Telgraf baş müdürü olmuşdur), GL ridli Tahsin Efendi, Yenibağçeli Rifat Efendi, Giridli Hâşim Efendi, Müftüyamamlı Mehmed Şükrü Efendi, Arablarlı Hakkı Efendi.

«Darüşşefakanm tarihçesi beş devreye^ ayrılır:

l — Yükselme Devri (1873 — 1894)

«Kurucularının canla başla çalışdıkları bu devirde Askerî mektebler ders nazırı Süleyman Paşa Darüşşefakanm da eğitim meclisi başkanlığını üzerine aldı. Askerî okulların en seçkin, muallimleri Dârüşşefakada vazife aldılar. Da-rüşşefaka Türkiyenin örnek okulu oldu.

«1876 Rus Harbinde Kümelinden binlerce muhacir îstanbula dökülmüşdü. Cemiyeti Ted-risiyei İslâmiye bunlardan binden fazla kız ve oğlan çocuğunu bir vatan hizmeti olarak Dârüşşefakaya alıp barındırıldı. Bu münasebetle tedrisat altı ay kadar aksadı. Anasız babasız kız çocukları İstanbulun hamiyetli ve temiz ailelerine dağıtıldı, yine anasız babasız oğlan çocuklar da Sanat mektebleri ile Tophanedeki Sanayi Alaylarına gönderildiler, ve mekteb eski intizamım aldı.

«Bu devre içinde Dârüşşefaka mezunları Posta - Telgraf ve Gümrükler idareleri tarafından ideal elemanlar olarak kabul edilmiş, her yıl Dârüşşefakalılar buralarda daima yer ve iş bulmuşlardır.

«Bu devirde mektebin günlük hayat içinde terbiye sistemi ve disiplini hakkında en güzel bilgiyi veren, Darüşşefakanm 1882 (üçüncü devre) mezunlarından büyük muharrir Ahmed Rasim Beydir (B.: Ahmed Rasinı ,cild l, sayfa 443):

«DarSşşefekada her izin günü 'büyük divan günüdür, öğle yemeğinden evvel bütün sınıflar resini rubalarını giymiş oldukları halele Divanhanede sıra ile, intizam ile toplanır. 'JVnMürün gelmesi beklenir. Müdür gelince . talebe

Banileri yâ rab ne büyükmüş,1 bu ne himmet! Şâkirdleri elbette olur sâkiri nîmet Elbette unutmaz bu büyük nimeti ümmet; Melce' bugün evlâdına fukaranın Ben sâyei sakfinde yetişdîm bu binanın!..

On altı yıl evvelce ki mahrum pederden, Bîvâye ü bîkes, yine vareste kederden; Masum çocuk, bihaber ahkâmı kaderden, Oldum burada fâriki her sûd u riyanın, Ben sâyei sakfinde yetisdim bu binanın!...

Mâmur olasın dembedem ey dâri emânim! Sayende saadetle mürur etti zemânım; Kâf imi teşekkür bu kadar deyne zamanım. Feyziyle olub namzedi hâli ganânın Ben sâyei sakfinde yetisdim bu binanın!...

Gelsem ne zaman yolda anınla mütenazır, Her revzeni çeşitti refkattir bana nazır; Tebrik ediyor sanki beni cümle menâzır, Bir şey diyorum savu hazîniyle cenanın Ben sâyei sakfinde yetisdim bu binanın!,.

6

Üç öksüz o mekteb bize mâder, perde oldu. Eyvâh~. Vefa, korkarım artık heder oldu! Lâkin tanıyan girye ile yâd ider oldu Birkaç seneler hemdemi Kami'yle Vefanın. Ben sâyei sakfinde yetisdim bu binanın!...



Yâ Rab o ne âlemdi sezâvâri tezekkür! Bilmezdim anin kadrini lâyıkdı teşekkür. Mazinin o hengâmını ittikçe tefekkür, Mahsûtü şu söz olmada bir hissi nihânın, Ben sâyei sakfinde yetisdim bu binanın!..

Dârüşşefaka... en büyük âsârâ zamîme, Dârüşşefaka... salibi ahlâkı zemime, Dârüşşefaka... calibi eşfâkı amime, Teskinine mahsus yetîmâna figaanin, Ben sâyei sakfinde yetîşdim bu binanın!»

Allah!., ae mektebdir o şayanı temaşa!... Banileri mensi mi kalır dehrde, hâşâ!.. Bir heykeli yekpare olunmuş demek inşâ Rahmet okumakdır demesi bunca lisânın: Ben sâyei sakfinde yeügdhn bu binanın!..

10

Eytama o, sermâyede nân ü nemekdir; Hami o, mürebbi o, müzekki o demekdm Takdis!., bu mekteb, bu ne kıymetli emekdüi. Tenvirine şâyeste uücûmiyle semânın Ben sâyei sakfinde yetisdim bu binanın!,.



II

Ey sâyei sakfinde bunun toplanan etfâl! Mes'udsunuz, tâlüniz gerçi siyehfâl; Gayret!... sizi hiç eylemesin nefsiniz iğfal, Gayret ki ider gıbta size kalbi sefâ'nın.. Ben sâyei sakbinde yetisdim bu binanın!..

ismail Safâdarr otuz iki yıl sonra, 1927 de, şâir Vasfi Mahir de Darüşşefakanm son sınıf talebesi iken kendisini yetiştiren bu irfan ve ve şefkat yurdu sânında şu manzumeyi yaz. mistir:

Dârüşşefaka annesi yüzlerce yetimin Onlarla ider milletin âtisini temin.

Hicranla giren koynuna şefkatle gülümser, Tahsile koşan milletin evlâdına: «Gel!..» der.

İnsanlığı telkin ediyor ,gün getecekdir Mutlak barınan sinesine yükselecekdir.

Mâbed gibi feyz almada Hakkın güneşinden, Mihrabının üstünde yanan ilm ateşinden

Kaç alnı açık nur alub etrafına yurdun Neşretti... bütün ilme ve insanlığa meftun

Koynunda yetişmiş nice kıymetli zekâlar: Salih Zekiler, Mehmed Eminler ve Safâlar...

Dârüşşefaka Bağçesinin gülleridir hep. Dârüşşefaka nur ocağı, sevgili mekteb,

Mağrur olurum, çünki yerim oldu benim de.. Yâ Rab o ne hicrandı ki hiç sönmez içimde:

Bin derd ile hışkırmada her parçası yurdun, Çstündeld her aile bu- derd ile solgun

ölmüş babalar cebhede, öksüzdü çocuklar, Her gün vatanın derdini söylerdi ufuklar.

Bin türlü dem kalbi günlerce kanatmış, Mektebliliğin zevkini, hicranını tatmış,

Düşmüş gibi bir ailenin şen kucağından Bir nazlı şocuk, ben de, bu şefkat ocağından

ÖÂKÜŞŞfiPAKâ

Hicranla yanan kalbime son çâreyi sordum. Mektebi... diye mecnun, mütehassıs geziyordum.

Dârüşşefaka tam o zaman karşıma çıkdı, Her derdi saran kolları şefkatle açıkdı,

Düşdüm açılan göğsüne, hicranı unuttum, Yıllarca süren derdimi koynunda uyuttum.

Ruhumda yaşar artık o şefkat ebediyyen. Ruhum kî bugün feyz alıyor her köşesinden.

îlmim, şerefim, her ne mi andımsa onundur; Nem varsa onun, her ne kazandımsa onundur.

Bâzan diyorum kendime ruhiyle safâ'nin: «Ben sâyei sakfinde yetişdim bu binanın!...».

Dârüşşefaka kuruluşundan zamanımıza kadar talebelerine her sene bir kat dahili esvab ile bir kat harici elbise (üniforma), l çift ayakka. bı, gömlek ve çamaşır veregelmiş, talebelerinin kitab, defter vesair okul levazımını da temin etmiştir, Büyük okulun yüz yıla yaklaşan tarihçesi boyunca, haricî elbise denilen üniforması beş defa değişmiş, Darüşşefaka 1955 yılında Kollej olduktan sonra da bu üniforma, üze. rinde Darüşşefakanm en küçük bir alâmetini taşımayan lacivert bir ceket ile gri bir pan-talondan ibaret olmuşdur. Bizce bir mektebli-nin göğsünde Dârüşşefaka arması, amblemi 6 çocuğa, o gence ancak şeref verir. Yetimlere öksüzlere yü zyıldan beri âguuşu açmış bir ilim ve irfan yurdunda bulunmaktan sıkılacak çocuğun, gencin, zekâ ve gayreti ne olursa olsun tıyneti üzerinde şübhe ile durmalıdır. Temiz büyük şöhretlerin şahikasına yükselmiş Salih Zeki Bey, ismail Safa Bey, Ahmed Râsim Da-rüşşefadan yetişmiş olmakla övünmüşler dir. Talebe ceketlerinin göğsünden Dârüşşefaka amblemini kaldıran sahte vekaar zihniyetin, bir gün Darüşşefa adını da kaldıran kolleje şatafatlı bir yeni isim takması da beklenir.

1920 den 1966 yılma kadar, Cumhuriyet devrinde şu zatlar Darüşşefa lisesi müdürlüğünde yahut müdür vekilliğinde bulunmuşlardır; 26-27 yıl içinde 18 müdürür veya müdür vekilinin değişmesi büyük mektebde büyük ve acı bir huzursuzluk alâmetidir:



1920 -1939 1939 1939 1939 - 1943

A. Kami Akyüz (Md.) M. Fuat Aral (Md. V.) Efdaletün Tekiner (Md,) Hasan Fehmi (Md.)



1944-1945

1945


1945-1946

?

1948-1948 1948 - 1950



? 1952 - 1952

Reşat Alasya

İ. Rıfat Sabar

V. Mahir Kocatürk (Md. V.)

? '


Mazlum Baysan (Md.) Vehbi Batu (Md.)

? M. Tevfik Ararat (Md.)

?


1955

1955 -


1957-

1958-


1959-

1960-


1963-

1964


1965

1957 1958 1959 1960 1963 1964 1965

Halit Gürol (Md. V.) Mesut Erginsav (Md.) M. Vefa Veznedaroğlu (Md. V.) Zeki Sezin (Md.) Hayri trdel (Md. V.) Nurettin Baç Bozlcurt Güvenç (Md.) Fettad Aytaç (Md. V.) Nazıma Antel (Md. V.)

Darüşşefa hakkında bize notlar veren ve istediğimiz bazı resimleri temin eden Darüşşefa, ka Cemiyeti (eski adı ile Cemiyeti Tedrisiyei Jslâmiye) ikinci başkanı .Fethi Sezai Türkmen ile umumî kâtibi İhsan Tekkan'ın isimlerini bu_ raya hürmetle kaydediyoruz.

Okul halatı hâtıraları — Bu büyük yatılı mektebin günlük hayatı üzerine en güzel, en şirin hâtıralar Ahmed Rasirn'in kaleminden çık, mışdır. Eserlerinde zamanını renkli ve sesli bir film gibi yaşatmış bu büyük yazar (B.: Ahmed Rasim) Darüşşefakanm üçüncü devre mezunla-rındandır, Dârüşşefaka, babası tarafından aranmayan, müşfik t>ir anani'n âguuşı muhabbetinde manen yetim Râsim'in hafızasında öylesine silinmez derin izler bırakmışdır ki muharrir zaman zaman o günleri anmakdan bir zevk duy, muş, hattâ Dârüşşefakadan bahsetmeyi, onun hâtırasını tazizi kendisine 'bir borç bilmişdir; «Gecelerim», gençliğinde, Dârüşşefakayı asla unutamıyacağını bildiren eseridir; «Falaka», «Muharrir bu ya», «Muharrir, Şâir, Edib», «Fuhşi Atik» de de biri öbüründen güzel acı ve tatlı okul hâtıraları vardır.

Aşağıdaki satırları «Gecelerim» den alıyoruz :

«Valide kapuda, ben içerde kaldım.

«Bir1 gömlek, don, keten uruba, kırmızı fes, bir lapçın verdiler, giyindim, bağçeye fırladım.

«Bir alay çocuk, oynayorlar. Ben durur muyum!.. Yarım saat içinde cümlesine alışdım, altısının adını bile öğrendim: Hüseyin, ihsan, Mehmed, Reşid, Ali, Salih, Fahri. Hep bunlar benim arkadaşım. Fakat burada birisi var, bir mi ya, beş altı kişi var, bize nezâret ediyorlar.

— 4261
ANSİKLOPEDİSİ

«Arif Ağa mübaşirimiz, Naki Eğendi müdürümüz. Ziyade haşarılık olmayacak, derhal kaş çatıyor. Bu iyi, bu mektebde dayak yok!... Ne idi o dayakh mekteb (B. Falaka), gık desem koca sopa başıma iniyordu.

«Valideyi üşüttüm. Aşkama kadar o geniş, çiçekli, muntazam bağçede oynadık. Bir düdük sesi!., Kim aldırır?.. O ne?.. Herkes toplandı, sıra düzüldü, Ben de onları taklid ettim. Bizden bir sene evvel giren efendilerden biri bizi tabur hâline koydu; kemâli gurur ile:

— Tabur ileri arş!... dedi.

«Yürüdük, doğru musluklara. Yine o efendi, bize abdest almasını tâlimetti, aldık; herkes havlularına silindi. Yine tabur olarak arş kumandası üzerine bir merdiven daha çıkarak camie geldik. Bizi sıra ile oturtdular. Ben namaz kılmasını bilmiyordum, validem öğretmişti. Fakat ikindi namazında kaç rekât kılınacağım bilmem; taklidle kıldım.

«Bir düdük daha, yine tabur olduk. Arş!., yürüdük. Yemekhaneye geldik, işte burası iyi! Böyle âlâ mekteb olmaz, yemek var, oyun var, esvab var, arkadaş var.

«Ben hâlâ akşam üzeri eve gideceğiz zannediyordum. Sular karardı. Arkadaşıma dedim ki:.



  • Sen eve gitmeyecek misin?

  • Hangi eve ?

  • Kendi -evine !

  • Artık biz eve gidecek miyiz ya.,

  • Burada mı kalacağız ?

«Boynunu bükdü, hazin bir eda ile dedi ki:

— Burada kalacağız!..

«Bu müdhiş!.. Ben annemi isterim!. Ben onsuz kalırsam ağlarım. Ağlar mısın?.. Bura ağlarsan dövecekler! Ötede ise döverek ağlatıyorlardı!

«Garlar yandı. Ben de elemi hasretle yandım. Annemin o güzel yüzü gözümün önünde. iki defa falaka yiyeyim, annemi göreyim, yirmi defa kulağımı çekisinler, ben annemin yanında bulunayım.

«Bir düdük daha, yatsı namazına!

«Namazdan çıkar çıkmaz merdivenlere tırmandık, ta üst kata çıkdık. Ayrı ayrı odalar^ sıra sıra kariyolalar. Zabitin biri yataklarımızı gösterdi: Soyunduk yatdık. Bir türlü uyuyamadım, yerimi yadırgadım. Yorgam çekdim, boğuluyorum sandım. Ağlayacağım!.. Artık dayanamadım, boşandım. Bir mübaşir derhal ba-

DÂBÜŞŞEFAKÂ

şıma dikildi, beni teselli etti, yarın anneme göndereceğini vaad ediyordu. Ağzımdaki tatlılık ne?.. Öksürük şekeri!.. Fena değil.. Hem gözümden yaş akıtıyorum, hem de o şekeri geveliyorum!.. Yarım saat sonra uyumuşum. Birden uçurumdan uçar gibi oldum. Karyolaya alışmamışım, o yanıma bu yanıma döneyim derken aşağıya fırlamışım! Bir hademe koşar, beni kucaklayarak yatağıma yatırdı. Ah o ilk gece !

«Tamam doksan gece geçti, ve bir gece rüyada annemi görerek bir perşembe günü saat altıda (alaturka saatle öğle vakti) bizi dershaneden aldılar, yukarı çıkardılar. Yeni esvab-lar giydik, yeni fotinler verdiler jkaput da var. Acaba ne olacak?.. Zabit ihtiyatsızlık etti, izine gideceksiniz dedi. Bugün mü? Bugün ya!.. Çıldırmak işden değil. Bir velvele kopdu!.. Bu meserret nümayişi bizi seyre gelmiş olan müdürü de şaşırttı.

«Müdürün huzuruna çıktık, tenbihâtı lâ-zımeyi dinledik.

«Ertesi gün (cuma günü) saat akşam on-birde mektebde isbâtı vücud edecekdim. Bir temenna!.. Kapıdan dışarı fırladım.

«Aman!., uruba-lar bana pek yakışmış!.. Minimini Mektebli!.. fotinlerim gıcırdadıkca ayağımın altında taşlar eziliyor zanediyorum. Kaputumun düğmelerini mahsus çözdüm, parlak toka görünmeli!.. Üzerimdeki mübarek Darüşgefaka ismi okunmalı!..

«Ben o mektebde sekiz sene okudum. Bir gün son imtihanı verdim; bilmeyerek girdiğim o kapudan bilerek çıkdım. Arkama dönerek o azametli binaya bakdım. îri pencereleri, genig merdivenli kapuları, ağaçlı yollan gözümde tüt. tu. Bana ne hoş göründü!..» (Gecelerim).

Ahmed Râsim «Muharrir, Şâir( Edib» isimli eserinde de Dârüşşefakadaki talebe hayatına geniş yer vermişdir; aşağıdaki satırları o eserden alıyoruz:

«.. evet, ben yetişdim ama çekdiğimi de yine ben bilirim. Badincan yazmamışım diye az kaldı bir patlıcan yüzünden sınıf geçemiyordum!

«O zamanlarda Dârüşşefaka lüzumundan ziyâdı sıkı idi. Hatırımda kalmadı, bilmem hangi rüşdiyei askeriye dâhiliye zabiti mekteb görmüş diye bize müdür tay in. edilmiş, bir taam-hâne onbaşısı da kıdemlidir imtiyazı ile mubassır olmuşdu. tşte biz bunların ellerinde sessiz sadâsız, hâifü sergerden büyüdük. Bereket ver-




4262
DÂRÜŞŞEFAKA

sin ki muallimlerin ekserisi seçme erbabı iktidardan idiler.

«..küçüklüğümde evimizde gazete, mecmua nedir bilinmezdi. Mekteb de, bunların ne demek olduğunu bildirmemek için mektebe girmelerini men ederdi (ilk gördüğüm, tanıdığım, aldığım mecmua Çanta'dır) Çocukluk bu ya, Çantada Gönüllü nâmında neşredilmiş bir piyesi oynamak için ittihad ettik. Nasıl oynadık bilemiyorum. Sahne, teneffü^hânede sıraların birer tarafa çekilmesi ile teşekkül etmiş idi. Mubassır için arkadaşlardan birini kapuya nöbetçi bırakmış, işe başlamışdık. Bir de kapu açıldı, içeriye müdür, iki mubassır, mektebin imamı girmesinler mi ?.. Cümlemiz dona kaldık. Seyircilere bir şey demediler, biz aktörlere birer güzel dayak attıkdan sonra iki gün de kuru ekmek yemeğe mahkûm olduk. Edebiyat yüzünden ilk uğradığım darbe budur:

«...mekteb müdürü bizi her izin. günü divanhanede topluyor, nasihat yollu sözler söy-ledikden sonra şu tenbihlerde bulunuyordu:



  • Galataya, Bey oğluna geçilmeyecek!, o
    semtde oturanlar bile sokaklarında gezinmeye
    cek!..

  • Tiyatrolara /çalgılı'kahvelere gidilmeye
    cek!..

-*• Düğmeler ilikli, tokalar belde olacak!..

  • Altıncı sınıfa kadar sokakda velîsiz ge
    zilmeyecek!..

  • Ellerde boğça, büyük paketler bulunma
    yacak!..» (Muharrir, Şâir, Edib).

Şiddetli yasağa rağmen Galatada Kuşlu Tiyatrosunda Ahmed adındaki bir arkadaşı ile yakalandıklarını şöyle anlatıyor:

«...katoları seyrettik. Aynı sistem, aynı eda aynı kızlar. Aynı dilsiz, aynı velvele. Pantomim başladı. Bir aralık gözlerime fıldır fıldır dönen iki gazablı gözün dikilmiş olduğunu fark ettim; vekilharç Hacı Şerif!..

«Birinci perde indi, Şerif her ikimize:

— Kalkın!., dedi.

«O önde, biz arkada kös kös ikindi üstü mektebin kapusundan girdik. Müdür ceviz toplatıyordu. Şerif bizi karşısına dikdi, vak'ayı anlattı. Benim sağ, Ahmedin sol yanağına birer tokat patladı:

— Bunları soy!., habsa tık!..

«Elbisehâneye çıkdık, soyunduk, gündelikleri giyindik, hademeden birinin yanında mek-teb mahbushsnesiriin höcrelerine tıkıldık üç

İSTANBUL


gün hapis yattık, üç ay izinsiz kaldık idi.

«Hacı Şerir mektebde talebeye çevir ve ezası ile tanınmış bir memur idi. O zamanlar memura da lüzum yokdu, her hangi bir kimse sokakda omuzdaki numarayı alıp müdüre bildir-se gittiğimiz yer mahbes idi. Musiki ile edebiyatı dayak yiye yiye ve hapis yata yata öğrenmek kadar fasıladan lezzet olan hiç bir ders bilmiyorum...» (Muharrir, Şâir, Edib)

«...mektebin defterini tanzim eden ve he-sablarma bakan bir Hayredin Bey vardı. Eski yeni, bizde hükümetlerin müfrit dediği adamlardandı; Şinasının, Kemal Beyin, Ahmed Mid-hat Efendinin, Hoca Tahsinin, Ziya Paşanın i-simlerini ondan öğrendik; sarayın istibdadından, hükümetin zulmünden bahsederdi, eski gazetelerden Bedir,ih, Muhbir'in, Devir'in nüshalarından getirirdi, Kemalin şiirlerini yaz-dırtır, sıkı sıkı saklamamızı tenbih ederdi; bizi sır saklamaya alıştırdı. Notlarımızı basmak için de mahailebi yapmak usûlünü öğretmişdi. Müzâkerehânenin pencerelerinden birinin sahanlığını Matbaa yapdık; el ayak tutkal, yüz göz mürekkeb içinde çalınıyorduk. Hattâ gazete çıkarmaya bile yeltendikdi.

«...biz üçüncü, dördüncü sınıflarda iken (1375-1877) meğer mektebde hüriyet varmış; her gazete her sınıfa birer tane yollardı. Sonra Darüşşefakaya gazete girmesi yasak edildi. Çç dört sene zarfında mektebin nizâmı başka bir mecraya çevrildi; talebenin de maneviyatı değişti. Bir gün rnüzâkerehâne kapısı birden açıldı. Müdür ile iki mubassır içeriye girdi; biri : — Yoklama olacak!., dedi. «Kitab dolaplarına, gözlerine bakdılar, bir şey bulamadılar. Üzerlerimizi aradılar, bir şey bulamadılar. Müdür:

—'Aradık, bulamadık... fakat ilerde hanginizin üstünde bir gazete çıkacak olursa hem döveceğim, hern hapsedeceğim, hem de aylarca izinsiz bırakacağım!., belki tard edilebilir!., dedi.

«Aman ya rab.. benim Redhavs Lügatinin kabı üstüne Tercemânı Hakikat Gazetesinin bîr yaprağını geçirmişim!.. Bir anda ne olduğumu bilemedim, müdürün de, mubesslrların da gözleri o taraf da idi. Bizi idare edenlerin garabetine bakın ki gazeteyi ancak müyezziden alınan şeklinde tanıyabiliyorlar...» (Muharrir, şâir, Edib).

«iyice hatırlayamıyorum, beşinci sınıf da

ANSİKLOPEDİSİ

mı, yoksa altıncıda mıydım, yeni ruba vermişlerdi.

«Dârüşşefaka kıyafetini tamamlayan tokalı kayış, kollarda beş altı sıra yeşil şerid, parlak düğmeler, zübaf kalıb fes, gıcırı bükme botin pek hoşuma giderdi.

«Yolda ikide birde toka düzeltilecek, sol kol üzerindeki yanpuru onbaşı, çavuş nişanına arada sırada bakılacak, semtine göre fes kaşlar üstüne yıkılacak cart curt yürünecek!., bizce o zamanın cakası böyle idi.

«Gaalibâ bir gün kendimi pek ziyâde aldırmışım ki yolda giderken hafif bir elin enseme nüvâzişkârâne temâsi üzerine birden bire döndüm, ihtiyar bir kadın mütebessimâne söyleniyordu :

— Kurumunu sevsinler., maşallah' evlâ
dım!., annene söyle de yavrum ceblerine çörek
otu koysun!..

«O zamanlar yırtık değildim, bozuldum, kızardım ,terledim. Kadın hem ilerliyor, hem dönüp bakıyor, hem de mırıldanıyordu:

— Erkek çocuk değil mi ?.. kurumlu olur.,
hem de yakışdırıyor!..

«Çattık, yolu değiştirmeden başka çâre yok, sapdım. iki dakika sonra kadınla yüz yüze gelmeyeyim mi?.. Hızlanıp kaçacağım, kadın :

—Bana bak oğlum!., unutma, annene söyle, eve gider gitmez seni tütsülesin!.. deyince, zahir kızmış, yüzüne dik dik bakmış olacağını ki:

— Yoook!.. öyle horozlanma!., diye o da


kaşlarını çatdı idi...» (Şehir Mektubları).

Aşağıdaki satırlar Dârüşşefakadan 1906 yı-hnda mezun olmuş Afuyon Asliye Hukuk Hâkimliğinden emekli İsmail Hakkı Ergüvencin mekteb hâtıralarından alınmışdır:

«Mektebin mahpushanesi onbir bölme idi. En başdaki bölmenin üstünde bulunan tek pencereden ışık alırdı1, öbür ucdaki bölmelerin içi gün ortasında bile hemen zifiri karanlıkdı. Teker kişilik bölmelerde bir ot minder ile bir battaniye vardı. Bu mahbushâne 1903ı senesinde Dârüşşefaka talebesinin mekteb idaresini şikâyet yolunda yapdığı Babıâli yürüyüşünden sonra yıkdmlmışdı.

«1903 de altıncı sınıf talebesi idim. Bir gün öğle yemeğinden sonraki teneffüsde sınıf basılarımız bizi bağçede topladı:

— Efendiler... düdük çalınca sınıflara gir-

DÂRÜŞŞEFAKA

miyeceğiz ve izin kapısında toplanacağız!., dediler.

«Derse-giriş düdüğü çaldığı zaman, başta bu işi tertipleyen yedinci sınıf olduğu halde bütün Dârüşşefaka talebesi izine çıktığımız kapının önünde toplandık. Durumu gören hademeler kapıyı kapatmağa koştularsa da talebenin bir kısmı hademeyi tutarak kapıyı açtı. Bundan sonra bütün talebe üzerlerinde dahili elbiseler olduğu halde Fâtihe ve oradan da arka sokakları takiben Bâbâliye yürümeğe başladı.

«Bizim Bâbâli kapısında toplanmamız et-rafda epeyce telaş yarattı ve o esnada herhangi bir hadiseye mani olmak üzere 40-50 kadar polis koşarak yanımıza geldi.

Bab-ı Aliden çıkan bir zat bize hitaben:

— Efendiler., niçin geldiniz? diye sordu.
«Evvelce bize tenbihlendiği veçhile bir

ağızdan: ,

— Mektebin idaresinden şikâyetçiyiz, me
seleyi sınıf basılarla görüşün!., dedik.

«Bunun üzerine Sadrazam Avlanyalı Fe-rid Paşa smıfbaşıları görüşmek üzere içeri çağırdı. Bu sırada polisler bizi guruplara bölmeğe başlayınca, o devirdeki ahvâle göre topdan hepimizin sürgüne gönderileceğini düşünerek, hep bir ağızdan feryadı basdık:

— Biz aynı vapurla sürgüne gideceğiz!., di
ye bağrışdık.

«Bu sırada kim olduğunu tanıyamadığımız siyah elbiseli bir zabit bize cevap verdi:

— Efendiler... o ne biçim lâf( sizin mekte
binize dönmeniz için irâdeyi seniye çıkdı... de
di.

«Bunun üzerine guruplar halinde Dâruşşa-fakaya dönmeğe başladık. Sınıfbaşılarımız da bu esnada bize elbise verilmediğini, iyi bakılma-dığınımızı ve bu sebebden mektebin müdürü Ferik Hüseyin Paşa ile muavin Zekeriya Beyden şikâyetçi olduğumuzu söylemişler.

«Mektebe girdikten sonra bütün talebe sınıflara girdi ve Ferik Hüseyin Paşa sıra ile bütün odaları dolaşmağa başladı Paşa, bizim sınıfa girdiğimiz zaman çok üzgün bir halde idi, gözlerinin yaşlı olduğunu gördük. Bize ezcümle şöyle hitab etti:

— Ötedenberi size söylerim, kimden şikâ


yetiniz var ise bana söyleyin, eğer benden de
var ise gene bana söyleyin!., dedi.

«Bundan sonrada bütün mektebe umumi



ANSİKLOPEDİSİ

— 4265


DÂEÜŞŞEFAKA



— 4264
DÂRÜŞŞEFAKA

bir emir verdi: — Efendiler yorulmuşdur, açın kapılan bu gün ders yok!..

«Bir müddet sonra biz bahçede iken, ismini bilmediğimiz bir başka paşanın o zaman kanun denilen bir inzibat ile birlik de bizim paşayı alıp götürdüklerini gördük. Sonradan öğrendiğimize göre, Ferik Hüseyin Paşanın rütbesi geri alınarak Diyârıbekire sürgün gönderilmiş. Fakat daha henüz Amasya civarında yolda iken padişahın öfkesi geçmiş ve paganın rütbesini iade ederek, 4. ncü orduda bir kumandanlığa tâyin etmiş.


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin