İstanbul ansiklopediSİ istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə37/91
tarix11.09.2018
ölçüsü5,85 Mb.
#80346
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   91

Dârülelhanm konservatura kalbi ve türk mûsikisi kısmının lagvi üzerine 29 aralık 1926 da Musa Süreyya Beyin muallimliği ve Meh-nıed Ekrem Beyin müdürlüğü sırasında Çapa Kız Öğretmen Okulunda imtihan vererek pek iyi derece ile diploma aldım. Konservatuvarm

Batı müziği bölümünde piyanoya başladım, piyano hocalarım Madam Heze ile Mösyö Manas' dır. Muhiddin Sadakdaıı solfej, Ekrem Besim Tektaşdan batı mûsikisi tarihi, Cemal Reşid Reyden armoni dersleri aldım.

«1928-1927 de ilk Telsiz Telefon Şirketi kuruldu. Orada hocalarım yerinde Mesud Cemil ve Ruşen Ferid Kem ile birlikde ilk mûsiki neşriyatına katıldım. 1928 de Yeni Postahâne binasının üst katında başlayan bu neşriyat 1938 yılına kadar devam etti. Kadrolu sanatkârlar arasında bulunduğum için hemen bütün secicin okuyuculara sazım ile refakat ettim. 1938 de Ankara Devlet Radyosuna çağırıldım ve 1935 yılma kadar Ankara Radyosunda çalışdım. 1953 de istanbul Belediye Konservatuvârının icra heyetine girdim. Oraya devam ederken istanbul Radyosunda ihdas edilen- öğretmen kadrosuna alındını. Şu satırları yazdığım 1966 yılı şubat ayında tekrar Ankara Radyosuna dönmekteyim. Radyolarımızdaki hizmetim fasılasız kırk yılı bulmuşdur.

«Yurd içinde ve yurd dışında seyahatlarım olmuşdur. 1955 de Iraka davet edildik; heyetimiz içinde musikimizin büyük otoriteleri vardı; kıral Faysal Konser Salonunda verdiğimiz konserler çok,çok mühimdir, 1959 da Kıbrıs Türk Radyosunun davetlisi olarak Kıbrıs'a gittim, konserler verdim.

«Kısa süreli bir evlilik hayatım oldu; Mînâ ve Erher adında iki kızım vardır, bir de torunum vart Minânın oğlu Hakan.

«Bir kaç söz ve saz eserim vardır; fakat bütün emelim, başlamış olduğum bir Kanun metodunu bitirmekdir.

«Kitablar en yakın dostlarımdır. İstanbul Konservatuvarında tanıdığım kıymetli musikişinas Vecdi Seyhunun özel kütüphanesindeki zengin koleksiyondan ve fikirlerinden de çok faydalandım» (V. Daryal, Mektub).

Mesud Cemil babası büyük sanatkâr Tan-bûrî Cemil Beyin hal tercenıesinde «Tanbûrî Gemilin Hayatı» isimli bir eserde tesbit etmişdir (B: Memil Bey, Tanbûrî; Cemil, Mesud); bu kitabın bir nüshasını Vecihe Daryal'a şu satırları yazarak vermişdir:



«Türk musikisini biraz öğrendikten sonra bugüne kadar hayranı olduğum aziz Vecihe'yi eğer Cemil de tanısaydı bu hayranlığı belki de benden daha ileride olacaktı. Ben Cemil'in oğlu olduğum kadar Vecihe de onun halis kızıdır.

Bu küçük kitap kızkardeşime armağan olsun.» .. DAÜLKELB .MÜESSES!, KUDUZ HATA-HANESİ — îstanbulda kuduz hastalığı- ile ilk savaşma merkezi 1887 yılında Sirkecide,'Gülha-ne Parkının Sarayburnundaki Tıbbiyei Askeriye Mektebinde Daülkelp Ameliyethânesi adı altında açılmıştır. Pariste meşhur Pasteur'ün kuduz aşısını keşfinden bir sene sonra, bu yeni bulusula yakından ilgilenen İkinci Sultan Ab-dülhamid, 1886 yılında Dr. Zoiros Paşa, Dr. Hüseyin Renizi ve Veteriner Dr. Hüsnü Beylerden müteşekkil bir heyetin Pasteur Enstitüsüne gönderilmesini irâde eylemişdi. Heyet o büyük adama Padişah tarafından verilmiş olan birinci rütbeden Mecidi Nişanı ile, kurulacak yeni enstitü, için, diğer medeni memleketlerin yaptığı yardım misi l i,-bin altın götürmüştü. Bu üç doktor. Pariste altı ay enstitüde çalıştıktan sonra îstanbula dönüşlerinde, edindikleri bilgileri Padişaha arz etmeleri üzerine, 1887 ocak ayında Zoiros Paşanın öğretmeni bulunduğu Tıbbiyei Askeriye Mektebinin iç hastalıkları kliniğinin .bir tarafında Daülkelp Amelyâthâne-si kuduz mücadele laboratuarı kurulmuşdur. Burada o. zamana kadar, .hayvanların ısırdığı .yerleri dağlamak sur etile yapılan iyi etme çabalamaları yerine, kuduz koruyucu aşısı hazırlanmağa başlandı. 1899 a kadar Daülkelp Müessesinde çeşitli hayvanların ısırdığı yüzlerce hastaya kuduz aşısı tatbik olunduğu gibi Bakteriyolojik araştırmalarda yapılmıştır. 1899 da Zoiros Paşanın müessesenin müdürlüğünden alınmasından sonra hem Bakteriyolojihanei Osmanînin müdür muavinliğini yapmak ve. hem de Daüîkelpin Müdürlüğünü ifâ etmek üzere Pasteur Enstitüsü şeflerinden Dr. Augus-te C. Marie İstanbula getirtildi. Bir sene sonra bu zâtin yerine enstitüden başka bir doktor istendi. Enstitücü Tunus askerî bakteriyoloji laboratuarı şefi Dr. P. Remîinger (Remlenje okunur) İstanbul'a gönderildi. Bu zat o zamanlar Bakteriyolojihanei Osmanînin müdürü bulunan Maurice Nicole'un 1901 de İstanbuldan ayrılması ile her iki müessesenin başında müdür ola. rak kaldılar. 1908 yıllarında Daülkelp Müessesi Suîtanahmedde Dizdariyede bir binaya nakil edildi. 1910 da Remlinger'nin memleketine dönmesinden sonra yerine muavini olan Dr. Haim Naum tâyin edildi. Birinci Dünya Harbinin sonunda İstanbul üzerine çöken facıa.îı karanlık günlerde müessese Sultanahhıed deki binasın-

DAV AK SOKAĞI

4272


istanbul



427» —
dan tekrar Demirkapıdaki eski yerine göç ettirildi. 1920-1923 yıllarında îstanbulî hükümetinin elinden bakımsız ve tahsisatsız çok güç dururnPara düşen müessese Türkiye Cumhuriyetinin teessüsünden sonra 1923 yılında şehrin Beyoğlu cihetine, Taksimde Sıraselvilerde Oli-vo Apartmanınına tasındı. 1926 dat memleket sağlık islerinde büyük başarılı hizmetlerile cidden temayüz etmiş Sıhhiye Vekili merhum Dr. Refik Saydamın alakasi ile müessese Beyoğlun-daki bu apartman katlarından çıkarılarak îstan-buîda Çapadaki Gurabâ Hastahaaesinin pavyonlarından birine yerleştirildi. Müessese burada, büyük bir bağlılıkla ve sedakatle ömrü boyunca hizmetini gördüğü emekdar müdürü büyük insan Haim Naum'un gayretlerile iyice yerleşerek verimli yıllar geçirmeğe başladı.

1931 de, Haim Naum'un yerine muavini Dr.


Eşref Tunca tâyin edildi, fakat müdürlüğü kısa
sürdü, müesesenin başına Fransada yetişmiş o-
lan Dr. Zekâi Muammer Tunçman getirildi. Bu
bukterİ3rolog, enstitünün başında yakın bir za
mana kadar kudretli bir müdürü olarak kaldı,
aynı zamanda o yıllarda müessesede Laboratu
ar şefi bulunan değerli ilim adamımız Prof. Dr.
thsan Şükrü Aksel ile yaptıkları ve yayınladık
ları ilmi çalışmaîarile Daülkelp Müessesesini
hakiki bir enstitü hâlinde inkişaf ettirmeğe
muvaffak oldular. Tıp Fakültesinin Haydar Pa
şadaki muhteşem binasile çeşitli Miniklerin
den kaldırılarak istanbul cihetine nakil ettiril
mesinden sonra Üniversiteye yer bulunmak
zarureti karsısında 1937 yılında Daülkelp Mü
essesi tekrar Beyoğlu cihetine, Kuledibindeki
ingiliz Hastahânesine. taşındı. 1948 devde-Tak
simde Sıraservilerde • Beyoğlu Zükür "Hastahâ
nesine nakil edildi. .

Bu binanın da başka islere tahsisinden sonra 1949 da Kuduz Müessesesi (Daülkelp) îstan-buldaki eski binasına, Cemberlitaştaki eski Bakteriyolojihâneye yerîeşdi. Göçebelik çilesinin artık sona ermiş olduğu temenni edilir.

DAVAE SOKAĞI — Yukarı Boğazda Rumeli yakasında Büyükdere Köyünün sokakla nndan (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 23) Köyün Sarıyer tarafı bitiminde, deniz kenarı boyunca uzanan Piyasa Caddesi üzerinde, bu caddeden gerideki kırlığa doğru uzanır. Yerine gidip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu teshit edilmedi (Şubat 1966).

DÂVER (Abidin) — Muharrir, İstanbul basının seçkin simalarından; 1886 da İstanbul' da doğmuştur. Şehremaneti Mümeyyizlerinden Ali Vahyi Beyin oğludur. Prenses Zeynep Kâ-mil'in manevî evlâdı olan ve iyi tahsil gören annesi Fatma Revan Hanım, Abidin henüz bir yaşında ikeıı kocasından ayrılmış ve oğlunu o yetiştirmiştir. Abidin Daver, ilk tahsilini Sul-tanahmt'te Çevri kafa Mektebinde yapmış, son-

Âbidin Dâver (Resim: S. Bozcah)

ra Burhanı Terakki, Numune! • Terakki, Raval Terakkide bir müddet okumuş ve Galatasaray, a girerek 1907 yılında oradan mezun olmuştur.

Gaîatasaraydan mezun olduktan sonra Matbuat Umum Müdürlüğünde vazife alan Dâver, bu arada gazetelere yazı yazmaya ve Sanayii Nefise Mektebine (Güzel Sanatlar akademisine) devama başlamıştır. 1908 den sonra kendini büsbütün gazeteciliğe vermiş, bir taraftan da Mebusan Meclis; zabit kaleminde mümeyyizlik yapmışj Fransız, Belçika ve İngiliz parlâmentolarında tetkiklerde bulunmuştur.

Türk basını içinde askerliğe ve bilhassa denizciliğe dair birçok yazılar yazmış olan Abidin Dâver, Tasviri Efkâr, Tevhidi Efkâr, Yeni

ANSİKLOPEDİSİ

. Gün, Tercümanı Hakikat ve Cumhuriyet gazetelerinde muharrilik : etmiş ve bu gazetelerin yazı isieri müdürlüğünü de yapmıştır. 1939 yılında İstanbul Milletvekilliğine seçilmiş ve 1943 yılında da îstanbul Belediyesi Neşriyat ve istatistik Müdürlüğüne tayin edilmiştir.

Uzun süre çalışdığı gazeteler Ebuzziyâzâde Velid Beyin Tasviri Efkâr ve Tevhid Efkârı ile Yunus Nadi Beyin Cumhuriyetidir, ki Yunus Nadi Beyle dostluğu Tasviri Efkârda başlaımş-dır. Cumhuriyetdeki günlük fıkra sütunun başlığı «Hem nalına, hem mıhına..» idi.

Halkın derdleri ile yakından ilgilenir, do-layısı ile okurlarının gönlünü kazanır; ağırbaşlı, gösterişli, melâhati vechiye sahibi, iyi giyinir, bir gazeteyi her yerde şeref ve vakarlı temsil ederdi. Türkiyede ilk güzellik müsabakasını Cumhuriyet Gazetesi ile tertib ve tehkik ettiren Abidin Dâverdir.

İstanbul basında denizcilik üzerinde çok geniş bilgi sahibi tek simadır, memleketde ge-nig şöhretlerin yanında «Sivil Amiral» diye anılır.

9 şubat 1954 gecesi kalb kifayetsizliğinden vefat etti, cenazesi, 10 şubat çarşamba günü namazı Bayazıd Camiinde kılınarak hakkı olan büyük bir törenle kaldırıldı ve Edirnekapıgı Şe-hidliğine defnedildi.

Kitab halinde çıkmış bir kaç eseri vardır.

DÂVEE BABA — Bektaşi fukarasından koz helvası satar bir arnavud idi aslı Mat kasabasından olup meşrutiyetin ilânı sıralarında, 1908, yaşı seksenin üstünde, uzun boylu, gaayetle dinçj sakalı matruş, beyaz pos bıyıklı, beyaz saçları babalık sânından uzun, omuzlarına dökülür, dâima ak şayakdan arnavud kesimi potur, cebken giyer, başında beyaz keçe külah, ayaklarında kaba kundura, güler yüzlü, cemal âşıkı, hoş sohbet, çok dolaşmış, çok görmüş, hattâ nevcivanlık çağında memleketinde Meto adında bir şakinin yamağı olarak bir kaç yıl dağlarda bile dolaşmıştı; yeminler eder: «Hiç adam kesmedik ama çok adam soyduk..» der, ve sekaavet hayatı üzerine pek çok vaka anlatırdı. Meto'nun jandarma kurşunları ile katlinden sonra kaçmaya muvaffak olmuş, Kalkandelen'rieki bektâşi tekkesine sığınarak izini kaybettirmiş, ki o sırada 18-19 yaşlarında imiş; tekkeye girdikten sonradır ki okuma yazma ile türkçe ve f arşça öğrenmiş; Mahmud Baba adında bir zâtin çalımlı dervişi olmuş,

DÂVER BABA

onunla beraber yirmi yıl kadar süren bir seyahate çıkmış, Arnavudluktan başlayarak Te-salyaya, Yunanistana, Mısıra; Suriyeye gitmişler, konak yerleri bektâşi tekkeleri olurmuş; Anadoluya geçtiklerinde Kırşehirde Mahmud Baba hastalanmış ölmüş, Dâver Baba dört sene kadar orada kalmış, sonra Istanbula gelmiş ve bir daha büyük şehirden ayrılamamış. Hiç evlenmemiş bekârdı, odası, mekânı yokdu, İ's-tanbulda da bektâşi tekkelerinde kalır, barı-nırdı; ekseriya da Çamlıca Tekkesi ile Merdivenli Köyündeki Şah Kulu Baba Tekkesinde olurdu; «Gençlere her kötülüğü parasızlık yaptırır» der, eli sıkı olduğu halde düşkün gençleri koruma yolunda parasını kalenderhâne harcardı. Üsküdar Çarşısında bir balıkçı Hidâyet vardı. «Yirmi yaşlarında bir gençtim, issiz ve parasız, bir gece hırsızlığa karar verdim, gireceğim konağı bile tasarladım, bir de bıçak tedarik ettim, konağa girdiğimde karşıma çıkan olursa vurarak kaatiî bile olabilirdim, gece yansından sonra tam konağa gireceğim sırada karşıma Dâver Baba çıktı, şaşırdım^ o hemen sağ bileğimi yakaladı: — Delikanlı., senin niyetin kötü., sen hırsızlık yolundasın!., diyerek sanki eliyle koymuş gibi evvelâ kuşağımdan bıçağımı aldı, sonra bana çıkardı beş altın verdi: — îşte sana helâlinden sermaye, •adam ol çalış, bana borcunu öde!., dedi, ve suratıma da öyle bir tokat attı ki yüzümden ateş çıktı sanki., işte ben o beş altın ve tokatla adam oldum.,» diye anlatırdı.

Dâver Baba içi mâmur kişilerdendi, kendi anlattığına göre Kalkandelen Tekkesinde hâmisi olmuş Mahmud Baba şâir imiş, ondan şiir tanzimi yolunda da bilgi edinmiş, vezin kaa-fiye öğrenmiş, cemal âşıklığı yolunda duygularını kalem diline de vermiştir; aşağıdaki manzumeleri dâima koynunda taşıdığı defterinden istinsah edümişdir:

Her köşede nevcivan bir civelek eksik

değil

Kaddi sem şad bıçkın ıneşreb bir melek



eksik değil Jyşü işret raksü ahenk leh beleb can

sohbeti Âşık baba santur düdük dünbelek

eksik değil

Nice aşkbaaı taze rûlar soyunmuşler

şûhâne

l

DA VER BABA

4274


İSTANBUL

DÂVEB BABA TEKKESİ

4275 —

İSTANBUL



Gümüş topuk ayaklarla dökülmüşler

meydâne Her kalender âguuşunde bir külhenî

mestâne Babayâne Iıû deyüb vasla dilek eksik

değil



Başda tacı elde teber yalın ayak sîneçâk Secdegâhı maşukunun nakşi pâyi olan hâk Şeyh köçeği hem sâkii meclis hem

dellâki pak Aşkına güî dağlarla çarhı felek

eksik değil

Şah Kuluna olmuş iken bir kaç gicecik

mihman Gaafil olma Dâver Baba fırsat

eydeyken he'nian Gör muntazir dâvetine sol kadar

dilber aman Ger hicab mâni olursa kıl elek

eksik değil

* ;

Keman kaşa âhû gözü Al dudağa tatlı sözü Söyle kim yaratmış yapmış Behey Allahm öküzü



*'

Her bir güzel ihsanı Hak ibâdettir ana bakmak Bu hikmeti bilmeyenler Gelmiş ahmak gider ahmak

•*• Mahbub nigâr kim ki güzel

Eseri nakşi Lemyesel Tanrım sânına münâcât Eserine türkü gazel

'-.-'* Hoş gör şu âşık dervişi Güzel sevmek dâim işi Her güzelde nakşi Hûda Arar âşık olan kişi

*

Ser tâ be pâ üryan dilber Yatsa âşıkla beraber Âşık eğer derviş ise Terbiye! nefse haber



*

Germâbede meyhanede Kâşanede viranede

Derviş güzel arar ise Misâli gör pervanede

•••••'*


Güzel sevdim her çağında Gül goncesi burçağında Namazgahın mihrabında Meygedenin ocağında

*

Hak yolunda gör dervişi Reviş muhabbet revişi Dellâk olur germâbede Hoşdur işi hoşdur işi



*

Baba olur postu vardır Âşık olur dostu vardır Bugün yaya aşk yolunda Gör ki yarın şehsüvardır

•'*

Gördüm bir gözleri âhû Yürekden çekdim de bir hû Didâm kaçma takdiri Hak Seni görmek sevmek yahu



*

Bir eyyam koz helva sattım Meygede külhanda yattım Sevdim güzel Allâhımı Nefsi emmâreyi attım

*

Sen beyzade ben bir gedâ Sende hüsün nakşi Hûda Severim güzel Allâhı Etmiş beni sana feda



* Gönüi tahtı senin şahım

Altun saçak dûdi.âhım Sen güzeli kim yarattı Sevdiğim güzel Allâhun

Meşrûtiyet şenlikleri içinde idi, bir gün Dâver Babayı Toptaşı Rüşdiyeyi Askeriyesinin kâpusu önünde gördüm, dilim dilim kesilmiş helvalarını mekteb çocuklarına parasız dağıttı, sonra helva câmekânı ile sehpâsını kahveciye b-ırakdı: «Bunları iş tutmak isteyen bir garibe ver, şu da sermâyesi!., diyerek kahveciye ayrıca bir altın verdi. Hemen koşdum elini öptüm: — Hayır ola Dâver Baba!. Memlekete yolculuk mu var?., diye sordum. Beni gördüğüne çok sevindi, koynundaki defteri de bana verdi, gözlerinde beliren yaşları elinin tersi ile silerek : •

— Güzel Allâhıma bin hamdü minnet göz



pınarlarımı kurutmadı,, diyerek şu kıt'ayı okudu ve Dâver Babayı son görüşüm o oldu : Tükendi kandilin yağı Gözümde yok gaflet bağı Heman îman nasib olsun Gördüm oğul son durağı!

Vâsıf HiÇ

DÂVEB BABA TEKKESİ — Anadolu yakası Maltepesinde Başıbüyük Köyünün kuzeyinde bir sırt üstünde çok eski bir bektâşi tek-kesidir. (B. : Başıbüyük, Cilt 4, Sayfa 2184).

Kurulduğu tarih kesin olarak bilinmiyor; . o civarın bektâşi tekkeleri ile beraber Istan-

1-1375 arasında bir keşij tesis edilmiş olacaktır.


\

Rivayete göre Dâver Baba XVIII. asırda yaşamıştır; tekkenin daha önceki ismi de öğrenilemedi. Zamanı-mızdaki bağdadî yapı tek katlı bina en çok yüz yıllıktır. Tekkeler kapandıktan sonra genişçe arazisi ile beraber vakıflar idaresince 1945 de satılığa çıkarılmış ve seçkin aydınlarımızdan Şükrü Güllüoğlu tarafından satın alınmıştır (B. : Güllüoğlu, Şükrü).

Son tekke binası olduğu gibi muhafaza edilmektedir; bir odasında Güîlüoğlunun bir bağçıvan-bek-çisi ikâmet etmekte idi. Meyilli bir zemin üzerine yapılmış olan tek katlı tekkenin ön kısmından bir parçası iki ahşab direk üzerine oturtulmuş, bir parçasının altında da bir bod-rum-odunluk bulunmaktadır. Cephesinden bakıldığına göre tekkenin kapısı sol yan tarafındadır. Kapıdan geniş bir taşlığa girilir; bu taşlık yemek odası ve belki de mutfak olarak kullanılmakda iken Şükrü Güllüoğlu burada küçük bir tâdilde bulunmuş, önünü bir camekân ile kapatarak mutfak ocağını da bina içine almıştır. Bu taşlıkda giriş kapısının tam karşısında gaayet geniş bir gusülhâne ile ayakyolu bulunmaktadır. Taşhkdan zemini tahta döşeli dar bir aralığa geçilir; bu aralıkdan

biı- derviş odası ile tekkenin türbe-mescidine girilmektedir. Türbe-Mescidde Dâver Babanın kabri (belki sembolik bir kabir) bulunmaktadır; sanduka, tekkenin satışında evkafça kaldırılmış, fakat yeri mülkün yeni sahibi Ş. Gül-lüoğlu tarafından muhafaza edilmiştir; mescidin ahşab mihrabı dışarıya doğru üç köşeli bir çıkıntı çıkıntılıdır, mihrabın iki yanında birer pencere, sağ yan duvarda da bir pencere vardır.


b

kadta"aS'mi1 yakl"mda " " •"»"'•*

tath bir suyu

sinin

rjne


vırdır.

Dâver Baba Tekkesi




— 4277 —

İSTANBUL


— 4276 —
DAVİT

Ayazma önünde küçük bir çeşme vardır, kitabesi şudur :



Ve minel mâi külli şey'in hay

Sene 1279

(M. 1862 -1863)

Tekkenin mezarlığından eser kalmamıştır. Şükrü Güllüoğlu bulduğu bir kabir taşını yerinde muhafaza etmişdir, bir kadına ait olan bu taşın kitabesi şudur :

Yâ Hû

Başıbüyükde sakin ermişlerden merhume hâce Kerim Ninenin ruhine el Fatiha, 1287 (M. 1870 . 1871).



Dâver Baba Tekkesi, 1826 da Yeniçeri Ocağının kaldırıldığında Türkiyedeki bütün bek-tâşi tekkeleri arasında kapatılmış, 1840 dan sonra Aldülmeeid zamanında nakşı tekkesi kisvesi altında yine bir bektâşi tekkesi olarak açılmıştı.

Tekkenin Maltepeye ve Marmaraya doğru harikulade nezâreti vardır; bilhassa ay ışığı olan gecelerde manzara pek muhteşemdir; inzivada safa yeridir. Şükrü Güllüoğlu burada bir çanı korucuğu yapmaya çalışıyordu (Şubat 1966).



Dâver Baba Tekkesi Plânı

Civar kırlar Karabaş çiçeği denilen yabanî nane ile kaplıdır, arıcılıkda çiçek balı elde etmek için pek makbul sayılır; yaygın rivayete göre Dâver Baba Tekkesinde arı kovanları varmış ve sarayın balı buradan yollanırmış. Hattâ balı pek seven Sultan Abdülaziz bal için bir gün Dâver Baba Tekkesine gelmiş; Ş. Güllüoğlu arıcılığı da ihya için bir kaç kovan kurmuş bulunuyordu.

DAVÎD (Balath Beli) — 1933 ile 1936 arasında İstanbul gazetelerinin zabıta sütunlarına

adı sık sık geçmiş bir mûsevî deli ve cinsî sapık serseri ve kaatil; 1933 senesinde Yedigün mecmuasında İstanbul Adlî Tıb müessesesinden bahseden bir yazıda «İkide bir müşahede altına alınan meşhur Balath David» diye bir resmi neşredilen mecnun serseri 1935 yılında Abdullah isminde taşralı garib ve güzel bir genci öldürmüşdür; ve vak'a, maktulün cesedinin Tophanede bir virane mahzende bulunması üzerine gazeteler tarafından şöylece ya-ymlanmışdır :

«David isimli bir adam, senelerdenberi beraber ihtiyaçlarını temin ettiği Abdullah isminde bir gene, kıskançlıkla öldürmüştür ve gencin cesedini Tophanede içinde kimse o-turrnıyan bir virane -mahzene bırakmıştır.


Deli David (Resim: S. B.)

«Abdullahı çok kıskanan David, onun her hareketini sıkı bir kontrol altına almış, arkasına gözcüler koymuştur. Nihayet, Abdullahın kendisinin istemediği bazı kimselerle düşüp kalktığını görünce hiddetlenmiş ve onu o kadar şiddetli doğmuştur ki delikanlı ölmüştür.

Dâima yanında gezdirdiği Abdullahı soranlara da : — Memleketine yolladım! De-mişdir. Fakat Abdullahın hasretme dayanamayan David, zaten evvelce cinnet getirmiş olduğundan akıl muvazenesi yenniden bozulmuş, Bakırköy hastanesine kaldırılmıştır.

«Aradan zaman geçtikten sonra, . cesed kokmuş, zabıtaya haber verilmiş ve kısa bir tahkikattan sonra katilin David olduğu anlaşılmıştır. David hakkında evvelâ Tıbbıadlî karar verecek, adlî takibat bilâhare yapılacaktır.»

Kaatil David bu vak'adan bir sene kadar sonra Akıl hastanesinde ölmüştür. 1933-1936 arasında Galata ve Tophanenin en azılı ve tehlikeli haşaratım yıldırmış bir serseri deli idi.



DAVİD (Gürcü) — 1880 ile 1885 arasında istanbul'a gelmiş bir Fransığ sirkinde gürcü asıllı mürâhik bir genç; asın derecede güzelliği ve boş zamanlarında başına fes giyerek ve ariyet aldığı İstanbul tulumbacılarının formaları ile dolaşarak avam biribâne nümayişleri

ANSİKLOPEDİSİ

ile ayak takımının ve bilhassa o tabaka arasındaki kalender külhânilerin geniş alâkasını çekmiş -ve halk kendisine «Şahpulad» lâkabım takmışdır; tulumbacılarla çiçek bahçelerinde, bağlarda, meyhaneler, hamamlarda, umumhanelerde gezmiş dolaşmış bu dilber canbaz yüzünden bıçaklı kanlı kavgalar olmuş, hattâ Beyoğlunda Çiçekçi sokağında bir umumhanede olan kavgada Olga adında bir kız kazaen vurularak öldürülmüşdür; çalıştığı sirkden ko-

Gürcü David (Besim: S. Bozcah)

vulmuş, zabıtaca hudud dışı edilmek üzereyken, müslüman olmuş, Hidâyet Davud adını almış, hâmî ve meclublarından ve saray tü-fenkcilerinden arnavud Destan Ağanın sayesinde îstanbulda kalmışdır; bu arada sirkin Fransız müdürü ile de gizlice barışıp anlaşarak kumpanya Istanbuldan kalkıp îskenderiyeye giderken içinde geldiği kaafileye katılıp -gitmiş-dir; islâmiyet! bir sünnet olmadan ibaret kalarak irtidâd etmiş midir bilinmiyor. Üsküdarlı halk şâiri Tophane ketebesinden Âşık Râzi-nin rivayetine göre mahbûbu Gürçü~ Davidin (nâmı diğer ile Şahpuladın, Cambaz Hidâyetin) Mısıra kaçtığını öğrendiğinde hiddet ve teessüründen divâneye dönen Destan Ağa delikanlıya hırsızlık bühtanı atmış, bir altın saati ile on napolyonunu (fransız altını) çaldığını, iddia etmiş ise de tutturamamıştır. Âşık Râzi anlatıyor: «Uzun boylu, ince yapılı, kara yağız denilecek kadar esmer, kara saçlı, kara

DAVİD (Gürcü)

gözlü, onyedi onsekiz yaşlarında idi; çok güzel fransızca konuşurdu ve anasının Parisli bir fransız aktrisi olduğunu söylerdi; türkçe öğrenmeye hiç heves etmemişdir, düşüb kalktığı tulumbacılar ve tüfenkci Destan Ağa ile panto-mima lisanı ile konuşur ve pek mükemmel anlaşırdı. Destan Ağa ile münasebeti (B.: Destan Ağa, Tüfenkci) Olganın katli gecesi tulumbacılarla beraber Galatasaray karakoluna sevk edildiği gece başlamışdır;. arnavud tüfenkci o gece o karakolda hemşehrisi olan komiseri ziyarete gelmiş imiş, üç nefer tulumbacılar nezâret altına alınmış,. Destan da kefil olduğu Gürcü delikanlıyı karakoldan alıp çıkarmış. Cinayet de umumhanede kurulan bir işret sofrasında Çeşmemeydanı Sandığından Tersaneli Çakır Mustafanm sekri hâl ile Davide bir tokat atması üzerine işlenmiş; (B.: Çiçekçi Sokağı) sofrada her birinin yanında birer kız oturuyormuş, tokatlanan David ağlamaya başlayınca aynı sandık uşaklarından ve Haddehaneden matrud sabıkalı şerirlerden Arab Abdullah hemen tabancasına sarılıp Çakıra ateş etmiş, kurşun yanındaki Olgaya rastlamış. Gürcü David aslında ip canbazıyd^ fakat fevkalâde güzel gürcü oyunları oynardı ki bizim en namlı köçeklerimiz tek adımını atamazlar. Bu günahkâr canbaz delikanlıyı îstanbula geldiğinin tezine tanımışdım, tulumbacılarla ülfet ve muhabbeti ileri götürdüğünde de alâkamızı kesmiş idik».


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin