Gümüş topuk pâyinde kamerçinler rugandır Akran emsal içinde gaayet süslü oğlandır
Tezgâhında işlerken pırpırıların mâhı Dilberânı esnafın seyranda olur şahı
Atup keçe külahı, kondurmusdur dalfesi Perçeminin cünbüşü hayran ider herkesi
J'i^-.
Bağlar boyun 'bağını güvez ya narçiçeği Kolalı gömlek Ue olur bir kalem beyi
Cebde ipek mendili elde kiraz bastonu Bıçkınımın eksiği altında yok paytonu
Beyoğluna 'çıkarak satar kurumla caka Lüksemburgda bilardo kafeşantanda polka
Alafıranga kesim, kibarlık taslaması Yakışır ki çapkına hoş görüyor ustası
Sırıtan tarafı çok dikkat ile bakarsan Şehbazımda en büyük özür avâmî lisan
Gariblik alâmeti hep o çorab o gömlek Aynı pantol kravat aynı setreyle yelek
Bir nişanda ayakda tamam esnaf işidir
Kundura ardı basıp topuk nümayişidir ;
Birinci Cihan Harbinde asker olmuş ve Galiçya Cebhesine gönderilmişdir; Bitli Tevfik Efendi o zaman şu manzumeyi yazmışdır:
Galiçya Cebhesinden geldi hele mektubu Arslan gibi bir asker olmuş saraç mahbubu
Çıkdı bir de tasviri mektubunun içinden Gözlerimin yaşları boşandı sevincinden
Moskof ile dövüşüb şöyle pür sân ü şeref Başçavuş olmuş benim enîsi ruhum Eşref
Sultan Mehmed Reşadla Fıransuva Jozefin Nişanlan göğsünde o kahraman askerin
Kapan neman secdei şükrana sen ey Tevfik IVIeleküssiyâneler olsun o şaha refik
Sürmeneli Eşref
(Besim: Sabura Bozcalı)
Ey Habîbi Kibriya başdan aşağa nursun Şehberinin sayesi Eşrefimizi korusun
Aşkın ile yanarak Ra'bbim senden isterim Sağ selâmet yurduna dönsün şanlı askerim
Vâsıf HİÇ
EŞREF (Sürmeneli) — 1885 ile 1890 arasında Galatanın Çöp iskelesi kayıkçılarından bir şehbaz delikanlı; devrinin yüzme şampiyon-larındanmış; kalender halk şâiri Üsküdarlı Âşık Râzi'nin kaydine göre, 5 altınlık bir iddia üzerine Sarayburnundan denize girmiş ve Kınalıadaya kadar yüzmüşdür ki şehir ile adalar arasını yüzerek ilk geçen, kimsedir. Âşık Râzi'nin evrakı metrûkesi arasında bu gencin sânında Nebil Kaptan tarafından yazılmış bir manzume vardır ki onun kenarına da «Eşrefin Çöp iskelesinde Ermeni Hırant'a Nebil Kaptanın çektirdiği resmine tarihtir» kaydi vardır; tarih manzumesi şudur:
«Kayıkçı Eşrefim gencin irisi» Altun pullu şahin esmer
derisi
Yalın ayaklarla topuk vur-dukda
Demir gülle gibi güm güm-dür sesi
Bıçkınlık sânından kaşlar üstüne Ne de hoş yıkar o şehbazıtn
fesi
Fotoğrafını çekdirdim anın HaşrCdek f ahretsin Çöp İskelesi
Altmış beş yaşımla nakşol-du tarih
1237 + 65 = 1302 (M. 1884 - 1885)
Vâsıf HİÇ
EŞREF AĞA — I-kinci Abdülhamid devrinin pek namlı tulumbacılarından; 1900 ile 1905 arasında 30 - 35 yaşlarında ve Üsküdar Karakol-lularm reisi idi; gençliğinde gaayetle yakışıklı olub yorgancı kalfası
EŞREF* BABA (Yajıyalı)
ÎSTANBIİ
ANSİKLOPEDİSİ
EŞREF ETENDİ
imiş, o devirde bütün akran ve emsali gibi tulumbacılığa heves etmiş ve o âlemde kısa zamanda şöhret sahibi olmusdur; aşağıdaki manzume (şarkı) kalender şâirlerden Nebil Kaptanındır :
Var mı senin gibi eşbeh civelek Hem güzellikle misâli melek Karakollularm Eşrefisin sen Bir getirmiş seni dünyaya Felek
Koşarlı ayaklar metanet sende Levendâne reviş zerâfet sende Aklü irfan sende, nezâket sende Bir getirmiş seni dünyaya Felek
Hey be tulumbacım topuklu uşak Dizlik keçe külah belinde kuşak Halkı cihan alkış tutuyor şak şak Bir getirmiş seni dünyaya Felek
tstanbulu teşrif eyle bir hele Gel Nebil kulunla gel işret eyle Nâmım eflâke yazam hey heyle Bir getirmiş seni dünyaya Felek
\%~" ••*><•?*-•
Seni ben Mevlâya emânet idem Başıma tacı saadet idem Râlü müstakimde nezâret idem: Bir getirmiş seni dünyaya Felek
(Tarih)
Koşarlı ayakla çalımlı şehbaz Bir tulumbaciyle oldum müşerref Didiler tarihin cevher ile yaz «Karakollularm baş tacı Eşref» 1305 (M. 1887 - 1888).
Hiç evlenmemiş, mekteb medrese görmediği halde kalb gözü açık, hoş sohbet, rind meş-reb bir adam idi. Bir yangında bir kedi yavrusunu kurtarmak için kendi hayatını tehlikeye attığı ve o hayvancığı kurtardığı söylenirdi.
Bibi.: Vâsıf Hiç, Not; Âşık Râzi evrakı metrû-kesinde Nebil Kaptan defteri.
EŞEEF BABA (Yanyalı) — Geçen asır sonları ile asrımız başlarında yaşamış kalender bir bektâgi şâir; 1908-1910 arasında hayli
yaşlı olup Tahtakalede bir bekâr odasında oturur seyyar berberlik yapardı, nefes kılıklı bir manzumesi biliniyor :
Pirsin dedin yâri dilkeş isterim Nevcivâmm nevcivan eş isterim Şöyle çapkın bıçkın serkeş isterim Aşılama diyemem ammim atam Pırpından zeberdest bir dost tutam
ihtiyarım ak sakallı dervişini Gönül taze tazeleri sevmişim Sen de gel ram ol bu pîre serkeşim Kalenderim hem şakîi pelidim Aldatmasını seni rîşi sefîdim
Yar peşinde yollar kesüp han başdık Dergâhı aşk kubbesine pul asdık Toprak döşek oldu taşlar da yasdık Sînemdeki yârelere baksana Benden özge âşık bulunmaz sana
Pîrimizdir Şah Hacı Bektaş Veli Kuzgun Baba mürşidimden aşk eli Severim hû gördüğüm her güzeli Biz soyunduk aşk Öe hem soyarız Pîriz amma nevcivana uyarız
Tacı atdık sırtda bir köhne aba
Yalın ayak yollar aşdık merhaba
Hû dedi bu Yanyalı Eşref Baba.
Râhi aşl Hâkim hem berberim ,
Gel soyun dfl külheninde dilberim
: Bibi.: Râzi Defter; Vâsıf Hiç, Not.
EŞREF DAYI — Geçen asır sonlarında yaşamış Tophane iskelesi kayıkçılarından üm-mî bir saz şâiri; istanbul kayıkçılarının hayatı üzerine üç koşması biliniyor ki îstanbulda kırk seneye yakın denize kürek çalmış Eşref Dayının hayli maceralı rindâne bir hayatı olmusdur. Koşmaları şunlardır :
Geldim İstanbula şebabet çağı Efkarü fukara öksüz hem yetim Hemşerim Ahmed Ağa açdı kucağı Kayıkçılık oldu rızık kısmetim
Gene idik güzeldik sevdik sevildik Nice nigâr ile murâde erdik Nice dilberâne yârimsin dedik Amma pâ bürehne mühmel âfetim
Gelmedi bir yere hiç iki yakanı Yere geldi bahtın elinde arkam Şebabet hüsnü an boş gurur cakam Bahtı dûn iledir benim şirketim
Tam kırk yıl deryaya çalmışım kürek Paslandı dîdeler dağlandı yürek Yoksul âşıklıkla mihnet çekerek Gün günden büküldü gönder kaametim,
Bahar yaz güz geçdi şimdi şifâdır Sanma Eşref eski zorbaz fetâdır Havâyü hevesler gayri hatâdır Nidem güzel sevmek huyum illetim
Z
Güzel sevmek bizim meşrebimizden Yalı uşağıyız kayıkçı dâyl Rûzü şrib çıkmayız kayık denizden Çekeriz âguuşe bir mehlikayı
Yalun ayaklarla kayıkçı fetâ Aşkbazlıkda amma cümleden yekta Güzeller oturttuk gönülde tahta Çalarız ummanı aşkda palayı
Sikan görünce işmar çakarız Heman yelken kürek kapub kaçarız Anafor akıntı yoldan saparız Süreriz kayıkda zevku saf ay ı
Rûyi derya emin ağyar dikizden Gel hoşnud olalım birbirimizden Ser gider bedenden sır 'çıkmaz bizden At mersâyı aşka teman çapayı
Üstümüz gök yüzü altımız derya Kitabı aşk okur tûtii güya Güzel yağmasından rakîban duya Hissemize düşer bir arslan payı
Don paça topukla nümayiş tamam Kümeni çalımla verilir selâm Emre amadeyiz hâsılı kelâm Yârine kul olur şu Eşref Dayı
Bahariye Eyyub Balçık Zalpaşa Defterdar Yâvedûd hem Ayvansaray Çakanz işmarı bir samurkaşa Alınz efendim haddimizce pay
Balatdan Fenerden sonra Gibâli Unkapanının mûlûmdur hâli Anların da meşhur elhak güzeli Vechi dilberinde ebruvâm yay
Kerestecilerden geldik Yemişe /unlarda güzeller kânı hemîşe Bak topuk vuran şu dayı revişe Her adımına nakdi cam say
Karaağaç ile Sütlüce meşhur Haucıoğlu da nûri âlâ nur Hasköyde de pek çok güzel 'bulunur Amma Kasımpaşa amanın vay vay
Tersane çıplağı esnaf dilberi Gazali pelengi derya hizberi Çıkarub âdemi başdan her biri Sonra uşşakıyle idcrler alay
Galata şehrinde tersâzâdeler Hepsinin elinde gülgûn badeler Kâfir nigâhiyle yürekler deler İflâssın olsan da ger Hâtemi Tay
Şanlı Tophanemiz bize iskele Hûbânı çok amma düsmüşdür dile Rastlanmaz onlarda dikensiz güle Hele birin kapup çekelim halay
Çekdik kürekleri be aşkı baban Kavak yellerine açdık bâdiban Bıçkın serkeş kopuk hem bey ile batt Yârim oldi nice to.urşid ile ay
Eşrafa kâm aldın kaime felekden Geçirdin hûbânı şehri elekden Aç gözün doyrnadı vuslat dilekden Nene yetmez dayı senin bûsi pay
Bibi.: Âşık Râzi, Evrakı metruke, defter.
EŞREF EFENDi (Gülcâmili Abdullah) Mühendishânei Berrîi Hümâyûnun en eski
EŞREF EFENDİ (Mehmed)
5382 —'
ANSİKLOPEDİSİ
EŞREF PAŞA (Mustafa)
mezunlarından kıymetli bir kartograf zabit; aynı okulda muallimlik yapmış Hacı Ahmed Emin Efendinin oğludur; 1838 de Belgrad civarı ile istihkâmlarının haritalarını resmetmeye memur edilmiş; 1844 de Bosna sınırı baş mühendisliğinde bulunmuş, 1853 de Kırım Harbine iştirak etmiş, binbaşı rütbesinde iken 1859 da Tırhala'da ölmüşdür.
Eşref Efendinin 24 paftadan mürekkeb Belgrad haritası son zamanlara kadar Mühen-dishâne kütübhânesinin müze kısmında saklanmış, haritacılığın pek çok emek ile yapılmış en güzel eserlerinden biri olarak gösterilirdi.
Bibi.: M. Esad, Mir'ât-ı Mühendishâne
"EFENDi (Mehıned) — Geçen asrın ikinci yarısında ve asrımız başında yaşamış ve kuvvetli, pervasız hicivleri ile zamanında çok geniş şöhret sahibi olmuş bir şâir; aşağıdaki hal tercemesini İbrahim Alâeddin Göv-sa'nm «Türk Meşhurları» isimli eserinden alıyoruz: «1847 de Kırkağaç kazasının Gelembe (Yayaköy) köyünde doğdu, Usuloğlu Hafız Mustafa adında bir zâtin oğludur; muntazam tahsil görmedi, medreseyi ilk kademelerinde terketti, biraz arabca, f arşça okudu; avam tabakasına mensubdu, yirmibeş yaşma kadar zeybek kıyafetinde gezdi; sonra kâtib olarak kıyafetini değiştirdi, mal müdürlüklerinde ça-lışdı, 1878 de Istanbula gelerek imtihanla Fat-
Mehmed Eşref Efendi
(Resim: Kemal Zeren)
sa kaymakamlığına tâyin edildi; Çapakçur, Hizan, Ünye, Tirebolu, Karaağaç, Kula, Kırkağaç, Gördes kaymakamlıklarında bulundu. İkinci Abdülhamid devri aleyhinde yazılarından dolayı İstanbul'da iki sene habsedildi, 1901 de İzmire gönderildi, oradan Mısıra kaçdı, bir ara Avrupada bulundu; 1908 de meşrûtiyetin ilânı üzerine îstanbula geldi, «Eşref» adında bir mizah gazetesi çıkardı, devam ettiremedi; Adana vali muavinliğine tâyin edildi, az sonra memuriyeti lâğvedilerek açıkda kaldı. Aslında varlıklı bir aileden değildi, yıllarca gur-betde kalmış, perişan, sıhhati bozukdu, içki ib-tilâsı vardı, doğduğu kasaba olan Kırkağac'a çekildi ve 1911 de orada öldü. Doğru özlü, doğru sözlü, kimsenin hakkını yemez, fakat cimriliği ile de meşhurdu. Hiciv yolunda edebiyatımızın en yüksek sîmâlarındandır; hususiyeti, hicivlerini şahsî garazla değil, memleket ahvâlinden duyduğu teessürle yazmış olmasıdır. Hicviyelerinin içinde çirkin kelimeler, açık benzetişler vardır, fakat hiç bir bayağı ve iğrenç değildir..».
Eserleri: «Tercemâni Millet - yahud- Ka-sîde-i Hürriyet», «Gibidir redifli resmî dâire ve memurları hicveden kasidesi», «Arif Paşa kasidesi», «Şitâiye» kasidesi, «Teresiye» kasidesi, «Şah - Pâdişâh» kasidesi; kıt'alar, gazeller, beyitler.
Bizce Eşrefin en kuvvetli hicviyeleri «çirkin kelimeler», tenasül uzuvları isimleri, ve «açık benzetişler» kullanılmış yazılandır; fakat o hicviyeler I.A. Gövsa'nın verdiği hükmün tamamen aksi, bayağı ve iğrencdir; Iranda ve Türkiye'de hükümdarlar tarafından millî meclislerin dağıtılıp kapatılması üzerine ya-ziîmiş şu beyitde olduğu gibi bayağı ve iğrenç olmayanları pek azdır:
Bir kolundan Şah tuttu, bir kolundan pâdişâh
ler cebren den Mâderi Hürriyeti
Aynı kabilden şu kıt'asım da Kırkağaç kaymakamı iken; bir adamın tapuya havale ettiği dilekçesi altına yazmışdı:
Herkesin kârhânei âlemde bir gavgaası var Kırkağaçh Ahmedin de bir kenef darası var Tam mayıs'da vaz'ı icra et bokun ilâmına Çünki bok davasıdır anhâsı var minhâsı var
Kendisi istemediği halde emekliye sevke-dildiğinde söylediği beyit:
Önde gençler, maslahatlar (!) hep temiz ellerdedir Biz tekaaüdlükle pîr olduk çekildik arkaya
Meşhur bir gazelinden:
Erganun dinlemem bir rindi fevkalâdeyim Dâima kaanunu berbâd etmeye amadeyim
Müstakilleri bir hükümdarım kanaat mülkine Kaydi ikbâlü saadetden fakat azadeyim
Hür değildir kimseler hürriyetim malûm iken Bak belâya Eşrefâ ben de esîri badeyim
Bir kızı ve bir oğlu olmuşdur; kızının ölümü acısını tattı; oğlu Mustafa Şâtim babasının yolundan giderek hicivler yazmışdır, şu kıt'a oğlunundur:
Hicvin ıslah eylemez hâinleri Çünki artık ihtiyar oldun peder Rahat et, meydânı gavgaadan çekil Badema alçaklara oğlun yeter
Eşref oğlunu da hicvetmişdir:
Ben ölünce demeli ahbabım Behresi sövmek için eksikdi Siçdı şairliğe Eşref, gitti Üstüne oğlu gelip tüy dikdi
!
Fakat babadır, oğlunun hiciv yolunu tutmasını istememişdir, kendi çekdiği derdü mihnet, perişanlık dilinin belâsı olduğunu bilmiş-dir:
Gitgide kesbeylesin mahsûli tab'ın intizâm Olsun eş'arm dahî kuvvetli îmânın gibi İsterim AUâh'dan oğlum hıüûsi kalb ile Sen perişan olma eş'ârı perişanın gibi
Bibi.: 1. A. Gövsa, Türk Meşhurları; F. Uğun,
Şâir Eşref -
EŞREF EFENDi SOKAĞI — Beyoğlu ilçesinin Şişli Nahiyesinin Bozkurt Mahallesi ile aynı ilçenin Taksim Nahiyesinin Eskişehir
Mahallesinin müşterek sokaklarından; Eskişehir Mahallesinde Peşkirağası ve Lâlezar sokakları ile Bozkurt Mahallesinde Ergenekon Caddesi arasında uzanır uzun bir yoldur; Seymen-Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir; Ak-taş Sokağı, Kınalı keklik Sokağı, Feriköy Baruthane Caddesi, Pangaltı Deresi Sokağı, Poyraz Sokağı ile kavuşakları vardır (1934 Belediye Ş.R. Pafta 18/152 ve 19/153).
Ergenekon Caddesi tarafından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde, paket taşı döşeli, meyilli olarak başlar; arada düzleşerek bayır aşağı iner ve tuğla basamaklı merdivenli yol olarak sona erer. Ahşab ve kagir evler ve apartmanlar arasından geçer; 7 bakkal, l buzdolabı tamircisi, l kuru sistem esvab temizleyicisi, l kadın berberi, l kasab, l berber, 2 balıkçı, l tavukçu, l manav, l kâğıtçı, l inşaat malzemesi satıcısı, l kundura levâzımatı satıcısı, l elektrik - bobinaj atölyesi, l özel dispanser (Osmanbey Dispanseri, T. Mescid Seylan), vardır, kapu numaralan 1-255 ve 2 -242 dir (Mayıs 1967).
Hakkı GÖKTÜRK
EŞREF NEŞ'ET BEY ÇEŞMESİ — «Ey-yubda Bahariye yolunda Şahsultan Camii ve Ebûbekirağa Çeşmesinin ilerisinde mezarlık önündedir. Kitabesi yeni Türk harfleri ile ya-zılmışdır:
Eşrefin Çeşmesi
Doktor Neşet Osman Beyin mahdumu merhum Eczacı Eşref Neşet Beyin ruhu için hayrat olarak refikası Nilüfer Hanım tarafından ihya edilmişdir. 17 temmuz 1932.
«Kitabe, düz bir ayna taşına konmuş basit musluğunun üstüne gelen yerde sekiz satır üzerine yazılmışdır» (İbrahim Hilmi Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I; 1943).
EŞREIPĞLU SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Kadı köyünde Yeldeğir-meni semtinde Recâizade Sokağı ile İzzettin Sokağı arasında bir aralık sokakdır (1934 ş. R. Pafta 29/Yeldeğirmeni).
EŞREF PAŞA (Mustafa) — «Ondokuzun-cu asrın sonlarında elçilik ve valiliklerde bu-
ANSİKLOPEDİSİ
ET
— 5384 —
EŞREF BUSEN BEY
lunmuş ve şâir olarak da tanınmış bir Osmanlı müşiri (mareşali); Bursalı Ahmed Sıdkı Efendinin oğludur, 1819 da Bursada doğdu, biraz medresede okudukdan sonra Harbiye Mektebine girdi, mülâzım rütbesi ile mezun oldu, 1853 de binbaşı rütbesi ile Serdânekrem Ömer Paşanın yaverliğinde bulundu, ferik (tümgeneral) iken 1871 de Tahran elçisi oldu, 1876 da müşir ve selânik valisi oi'du; Rus harbinde Tuna ciheti kumandanlığına tâyin edildi, fakat dört ay sonra azledilerek mağlûbiyetden kabahatli görülenler arasında Linini Adasına sürüldü, bir müddet sonra affedilerek ikinci Sultan Abdülhamidin selâmlık resmi (cuma namazları merasimi) nin idaresine memur edildi; 1894 de istanbul'da öldü. Şiirleri divan hâlinde 1861 de basılmışdır; nazım tekniği kuvvetlidir, fakat gürleri bir incelik, seçkinlik tapmaz. Nâmık Kemal'e «Nâmık» mahlasını bu zât vermişdir.» (î. Alâeddin Gövsa, Türk Meşhurları) .
EŞREF RUŞEN BEY — «Gülhânede uzun zaman ders okutmuş, eserler bırakmış hekimlerimizden, edib ve diplomat Ruşen Eşref Ünaydm'ın babası (B.: Ünaydın, Ruşen Eşref); 1865 de Bosnada doğdu, altı yaşında iken Is-tanbula geldi, 1893 de Askerî Tıbbiyeyi hekim yüzbaşı olarak bitirdi, Berime gönderilerek cild
Eşref Ruşen Bey
{Resim:-Kemal Zeren)
İSTANBUL
hastalıkları ve zührevî hastalıklar ihtisası yapdı; Gülhânede Dr. Viding Paşanın muavinliğinde bulundu, sonra muallim oldu; Balkan Harbinde ve Birinci Cihan Harbinde askerî has-tahâneler başhekimliğinde bulundu, 1919 Haydarpaşa Askerî Hastahânesi deri ve frengi hastalıkları mütehassısı iken vefat etti; «Frenginin Tecelliyâtı Hârikası» isimli bir eseri basılmışdır» (1. Alâeddin Gövsa, Türk Meşhurları).
EŞEEF SAAT — Yümünlü, uğurlu an, saat, gün, zaman içi'n kullanılmış bir deyimdir. Yıldızların, burçların, seyyarelerin, ayın ve güneşin mevki ve hareketlerinden insanların hayatı üzerine bâzı hükümler çıkarıldığı, «ilmi Nücum»un, «Yıldızlar llmbnin rağbet-de olduğu devirlerde «Eşref Saat»e inananlar pek çokdu; o devirlerde bu hükümler, ilmi nü-cum ile uğraşan, bu ilimde mütehassıs bilinen «müneccim»ler tarafından çıkarılır, verilir idi; uyanık istibdad, Tanzimat devrine kadar Osmanlı imparatorluğunda Müneccimbaşılık adı ile büyük bir devlet memuriyeti vardı; «Eşref Saat» bilhassa bir işe başlar iken aranır, devlet işlerinde Eşref Saati de müneccim basılar tesbit ederdi.
Kız oğul nişanlanırken, nikâh kıyılır iken; yola çıkılır iken; Ordu ve Donanma seferlere çıkarken; bir ziyafet verileceği zaman, bir binanın temeli atılır iken; bir kişinin sorumluluğu ağır büyük bir memuriyete tâyininde ve işe, başlamasında, yeni bir pâdişâhın resmen tahta oturma merasiminde ve daha bunlara benzer türlü hususlarda mutlaka «Eşref Saat» aranırdı. Yine müneccimler tarafından tesbit edilen ve Eşref Saatin tamamen aksi olan «nü-hus», «uğursuzluk», «şeamet» anları, saatleri de vardı, ondan da dikkat ve dehşetle çekini-lirdi.
Saat imalcüeri yapdıkları saatleri, ilk defa olarak bir müneccime tesbit ettirdikleri Eşref Saatde işletirlerdi; en önemli ve zengin tarih kaynaklarımızdan Peçevili ibrahim Efendi tarihinde Kapuağası Gazanfer Ağa için yapılmış kıymetli bir saat üzerine dehşet verici bir fıkra vardır (B.: Cellâd Mezadı, cild 6, sayfa 3428; Gazanfer Ağa).
EŞREF SAAT SOKAĞI — Üsküdarda Şemsipaşa semti sokaklarından; Doğancılar
Cadde g i ile Ş-emsipags Caddesi arasında uzahıf; Şems i-paşa Caddesi ile biv-leşdifi noktada Parlak Bakıcı Sokağı ile de kavuşafı vardır; Tekbifhâne, Velîoğlu ve Çeşmei Cedid sokakları ile de kâvuşakları vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi Pafta 27/ Şemsipaşa) Şemsipaşa Caddesi tarafından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde, ka-bataş döşeli, yokuş bir yol olarak başlar, sağ kolda Rum Mehmed Paşa Camiinin mihrab duvarı ile paşanın türbesi görülür, sola bir dirsek yaparak düzleşir. 1-3 katlı ahşab ve beton övler arasından geçer ve yine sola doğru geniş bir kavis çizer .Kapu numaralan 1-31 ve 2 -20 dir.
Şemsipaşa Caddesi ile olan kavuşağı başında XIII. yüzyıl yapısı bir çeşme vardır (Is-maiîağa Çeşmesi; H. 1114, M. 1702). Çeşmei cedid Sokağı ile olan kavuşağında da Üçüncü Sultan Ahmedin kızlarından Ümmügülsüm Süitinin çeşmesi bulunmaktadır (Şubat 1967).
Hakkı GÖKTÜRK
ET — «Türkçe isim; insanda ve hayvanda vücudu teşkil eden yumuşak ve kanlı madde; bâzı meyvalarda çekirdekleri örten ve yenilen yer» (Türk lügati).
istanbul ağzında bu kelime ile deyimler ve darbı meseller vardır:
Ahmak, gabî anlamında «Et Kafa», «Et Kafalı»; semiz, tonbul anlamında «Etine Dolgun»; semizlemek, şişmanlamak anlamında «Et Tutmak»; bilhassa gençlerde etden yana gaayet düzgün, ahenkli, karârında topluluk, dolgunluk anlamında «Balık Eti, Balık etinde; Geyik Eti, Geyik Etinde»; darbı mesellerden, yakın dostlar veya akrabalar arasındaki çekişmelere yabancıların bir tarafı tutarak girmelerinin doğru olmayacağı hakkında: «Etle tırnak arasına girilmez»; Mürebbîye, muallime çocuk velîsi tarafından verilen geniş yetki anlamında meşhur darbımesel: «Eti«senin, kemiği benim..», bu söz «hiç acıma, dilediğini yap» ye rinde daha geniş anlamda da kullanılır; münakaşalara, mücâdelelerle, siyâsete karışmamak, kendi hâlinde olmak anlamında: «Etliye, sütlüye karışmamak».
ET — Ekmekden sonra gıda maddelerinin başında gelen Et, büyük şehir Istanbulun günlük hayatında asırlpr boyunca §ok önemli bir
yer almışdır. Uyanık Mutlakiyet dediğimiz Tanzimat devrine kadar Istanbula et teminini hükümet üzerine almış, Istanbula koyun ve sığır getirilmesi, celebler ve kasablar için nizâmnâmeler yapılmışdı. Istanbulun eski iaşe usûlü gaayet geniş bir konudur. Teferruatı ile mütalâası bu ansiklopedinin konusu dışında kalır. Şu kadar kaydedelim ki celeblik, Istanbula kemiklik koyun ve sığır getirme işi büyük sermâyeye muhtaç idi, onun içindir ki zenginler hükümet emri ile celeb kaydedilirdi, ve celebler şâir vergilerden af edilirlerdi. Ba-zan da, iş ehli olduğu bilinen fakat sermâyesi olmayan kimseleri, muslini ve gayri müsl'im zenginlerden «celeb sermâyesi» olarak para toplanırdı. Istanbula gelen sürülerden evvelâ sarayın, sonra askerî birliklerin, sonra imaretlerin ihtiyacı sağlanır, geri kalan hayvanlar da, günlük kesim tesbit edilmiş, halk ihtiyacı için kesilirdi. Bugünkü yazı dilimize çevirerek üç ferman sureti alıyoruz:
«Rumeli kadılarına hüküm ki: «Istanbulda et sıkıntısı vardır. Kazanızda, olan eeleblerin koyunları ne miktdardır ve Istanbula ne kadarım göndereceklerini bilmemiz lâzımdır. Her biriniz bu işle bizzat meşgul olunuz, koyunları îstanbuîa zamanında ve noksansız göndertiniz. Muharrem sonu 967 (M. ekim 1559)».
«Diyarbekir Valisine ferman,
«Istanbulda et hususunda ziyâde sıkıntı vardır. Geçen sene olduğu gibi türkmen aşiretlerinden koyun çıkartıp Istanbula göndere-sin. Şevval 967 (M. temmuz 1560)»
«Istanbuldan Eflâk ve Bogdana kadar yol üzerindeki bütün kadılara hüküm,
«Eflâk ve Boğdandan gönüllü eeleblerin Getirdikleri sürülere yollarda kimse müdâhale ftmevecekdir, muhafızları için gönüllü eeleblerin vanına yarar adamlar koyacaksınız. Zî-ra.. îstanbuîa götürülen sürülere aslaa müdahale edilemeyeceği hakkındaki hükümlerin devletçe ceîeb yazılmış kimselerin sürüleri içindir diverek gönüllü eeleblerin sürülerine yollarda müdahale edenler çıkabilir. Zilkaade 967 (M. ağustos 1560)».
ET, YENİÇERİ KIŞLALARININ GÜNLÜK ETl — Yeniçeri kışlaları hayatının bir cümbüşlü curcunalı sahnesi de her sabah kış-
-Ş*%-"V-N^.
ET
— 5386 —
İSTANBUL
ANSlKLOPEDlSl
5387 ~
ETEK ÖPMEÎİ
la önündeki meydanda ortalara et dağıtılması idi, meydan da bu münasebetle «Et Meydanı» adını almıştı.
Ocağa sığır eti verilirdi; sığırlar Yediku-le dışındaki salhanede kesilirdi, etler beygirlere yüklenerek her sabah bu işe memur kara-koliukcui'ar tarafından, tırıs sürülen hayvanlara ayak uydurularak koşa koşa getirilirdi. Karakullukçuların başında bulunan usta = aşçıya da «Seğirdim Ustası» denilirdi ki, kafilenin başında koşar ve koşarken de: — Savulun., bre savulun!, diye bağırırdı. Ocağın etlerini getiren kaafilenin önünden geçmek, ocağın kısmetini kesme, uğursuzluk bilinirdi, Yedikule ile Aksaray arasındaki yolda halktan bu gafleti gösteren kimse kıyasıya, öldüresiye dövülürdü.
Tarihimize geçmiş facialardandır; anlatan; Yeniçeri Ocağının kaldırılması üzerine «Üssü Zafer» adında bir tarihçe kaleme almış olan Vak'anüvis Sahhaflarşeyhizâde Esad E-fendidir:
Bir sabah Yeniçeriler et getirirken Koca-mustafapaşa semtinde Çınar Mescidinin ihtiyar imamı dalgınlıkla kaafilenin önünden geçmiş, Seğirdim ustası hemen:
-
Bre herif, ocağın uğurunu kestin!..
diye gürliyerek imamı ayağının altına almış
ve baş, göz, rast gele tekmelemeğe başlamış;
zavallı ihtiyar:
-
Müslüman yok mu!... diye feryada baş
layınca, üç kişi koşmuş. Bunlar onsekizinci
asrın namlı vezirlerinden Hekimoğlu Ali Paşa
nın torunu Sadullah Beyin imamı ile yine o be
yin çuhadarları Hacı Salih ve Hekimoğlu Ca-
miinin imamı efendiler imiş, Seğirdim Ustası
na:
-
Ağa bu adam ihtiyardır ve hem şu
mescidin imamıdır, bilmezlik ile geçmiş, yeter
artık vaz geç, dövme!, diye gazablı adamı tu
tacak olmuşlar, usta büsbütün kızmış, onlara
da küfretmiş, berikilerin de insanlık gayreti
galeyan edip:
—• Dinsiz imansız bektaşiler, siz de, ocağınız da kara yere batın!, diye mukabelede bulunmuşlar, îş büyümüş, Ocağa hakaret şeklini almış. Seğirdim ustası, yanında karakoilukcu-lan şahit, «Ocağımızın namusuna tecavüz edildi» diyerek kışladaki bütün ustaları ayaklandırmışlar, ve toplanarak Ağakapusuna gitmişler. Sefer zamanı ve yeniçeri ağası da. orçiu
ile seferde bulunduğu için ağa vekili Sekban-başının huzuruna çıkmışlar, bu adamların idamını istemişler. Sekbanbaşı:
— Bunlar ulemadandır, ben el uzatamam deyince ağayı ölümle tehdit etmişler.
Üç masum adamın katli vebalinden kurtulmak ve kendi başını da kurtarmak kaygusu-na düşen Sekbanbaşı Babıâliye müracâat ederek kendisinin azlini rica etmiş. Babıâli de İs-tanbulda bir yeniçeri kıyamından korkmuş, iki imam ile bir çuhadar efendiyi Ağakapusu civarındaki Süleymaniye Tâbhân esine getirmişler, Yeniçerilerin gözleri önünde cellâda verip boğdurmuşlar, cesedleri de denize atılmış.
Esad Efendi bu vak'ayı yeniçerileri kötülemek ve bu suretle ikinci Sultan Mahmudun gözüne girmek için her akla gelen şeyin söylendiği bir devirde yazmıştı. Kendisi de gözü şeyhülisâlmlık makamında, ve muhayyilesi bu çeşit vak'aları rahat uydurabilecek kadar geniş adam olarak tanınmıştır. Üssü Zaferden, ve bu eserde yeniçeriler aleyhinde yazılmış diğer hayretler verici vak'alardan ileride bahsedeceğiz. Bir seğirdim ustası ile sekiz on nefer karakullukçunun sözü üzerine ulemadan üç kişinin idamı kolay inanılır şey değildir, kaldı ki, ocağın Sekbanbaşı idaresi altında bulunduğu seferi zamanda îstanbulda bir yeniçeri ihtilâli de asla düşünülemez. Sahhaflarşeyhizâ-denin naklettiği bu müthiş vak'a hakikaten olmuş ise, üç masum adamın can vebali sekiz -on nefer yeniçeri haytasının boynuna değil, haytalar karşısında âciz ve zei'îl kalmış Bâbı-âlideki devletlilerin boynuna geçer.
Yedikule salhanesinden getirilen et yeniçerilere Et Meydanındaki kasap dükkânlarından satılırdı. Bu dükkânlardaki kasapların hepsi, ustası çırağı hıristiyandı. Yeniçerilerle uğraşmak cefalı iş olduğu için bu dört dükkân gediği gayri müslimıere verilmiş olacaktır. Fâtih Sultan Mehmed devrinden Ocağın kaldırıldığı tarihe kadar sığır eti yeniçerilere, asla değişmez an'anevî narh olarak, okkası 3 akçeden satılır idi. Her ortanın istihkakı kaç okka ise tesbit edilmişti, fazlası alınamazdı, et parası da orta sandığından verilirdi. Et fiatla-rı zamanla yüksele durdukça aradaki fark devlet hazinesinden ödenir, kapatılırdı.
Her sabah kışlanın ihtiyacı mikdan sığır eti yukarıda anlattığımız merasimle et mey-
dam kasaplarına getirilirken kesilmiş bir de semiz koyun gelirdi.
Meydana et geldi mi içeriye haber verilir, her orta o gün et alacak neferlerini seçer, bu neferler kışla kapusunun önünde bir sıra halinde dizilir, kasablardan biri semiz koyunu kucağına alarak meydanın öbür uçundaki kasap dükkânlarının önünde durur; Seğirdim ustası meydandaki gülbank taşının üstüne çıkar, meşhur yeniçeri gülbankini söyler, gülbank, orada hazır bulunan yeniçerilerin bir ağızdan «Huuuu!» âvâzesi ile sona erince Seğirdim ustası:
— Hazır olun ağalar., et geldi! Bildik bilmedik demeyin!, diye bağırarak eliyle işaret verir, bir sıra halinde dizilmiş yeniçeriler kucağında koyunu tutan kasaba doğru koşmağa başlar, kim önce varıp koyuna el vurursa, o bütün koyun o gün cabadan o neferin ortasının mutbağına giderdi. Ortasının mutbağma cabadan bir âlâ koyun kazandıran koşucu nefer, atlet yeniçeri muhakkak ki, ortasının göz bebeği olurdu.
Bu şirin hâtıraları değerli bilgin Uzunçar-şılının devlet arşivindeki azametli mesâisine borçluyuz.
Dostları ilə paylaş: |