Vâsıf HİÇ
FANİ — 1900 de Beyoğlunda Çubukçu Sokağında bir apartımanda oturur 25 yaşlarında ve güzelliği dillere destan olmuş hafif meşreb bir rum kadını; Beyoğlunun namlı serserilerinden 30 yaşlarında Kız Panayot'u sevmiş ve bir sene kadar bu gene ile yaşamışdır, fakat Panayotun güzel metresinden sık sık
para istemesi Faniyi bıktırmış ve onu bir akşam apartımandan kovmuşdur; Panayot bunu, o sıralarda apartımana yeni alınan Van-gel adında gene bir kapucu ile Fani arasında başlamış bir aşk ve alâkaya hamletmiş, bir akşam oraya giderek Vangeli bir bıçak darbesi ile öldürdükten sonra Faniyi de aynı kanlı bıçakla vurmuş ve kaçmışdır, güzel kadın da hastahâneye nakledilirken ölmüşdür. Çifte cinayetin faili kaatil Panayot Beşiktaşda serse-riyâne dolaşırken yakalanmışdır. Faninin ölümü Beyoğluda derin teessür uyandırmış ve güzel kadın için bir destan çıkmışdı ki bir kıt'a-sı biliniyor:
Kız Panayot dedikleri hergele Savurdu bıçağı vurdu rast gele Harcandı Faninin yolunda civan Arada pek yazık oldu Vangele.
Vâsıf HİÇ
FANİ — Zamanımızda esrar kaçakçısı ve satıcısı bir rum kadını; 22-23 nisan tarihli satıcı bir rum kadını; 1968 de yaşı altmışın hayli üstünde idi. Harab olmuş bir güzelliğin izleri vardı yüzünde. Hayli maceralı olması gereken, ve bir kaç defa yakalanmış ve hapse girmiş Faninin hayatı tesbit edilemedi.
BürJıâneddüı OLKER
FÂNÎ EFENDİ (Ömer) — Onyedinci asır başlarında yaşamış Sünbülî tarikatı şeyhlerinden, arnavud, Debrelidir; tefsir ilmi ile meşgul olduğundan «Tefsiri» lâkabı ile anılır; Drağman Tekkesi şeyhi Bosnalı Abdülmü'min Efendinin halîfesi ve damadı idi; Üçüncü Sultan Mehmed'in Eğri seferinde bulunmuş, uzunca bir zaman Ayasofya Camiinde vaizlik yap-mışdı; «Kıyâfetnâme» adında bir eseri vardır; 1032 (M. 1622 - 1623) de vefat etdi, Drağman Tekkesi naziresine defnedildi.
Bibi.: Mr Tâhir, Osmanlı Müellifleri.
FANİLA — «Fransızca Flanel (Flanelle) kelimesinden; teri içmek ve sıcak tutmak için ten üstüne giyilen yünden dar (vücuda sıkı olarak intibak eden) gömlek veya don» (Şem-seddin Sami, Kaamûsi Türkî).
Zamanımızda «Fatila» adı yalnız belden
yukarı gövde üzerine giyilen malûm iç çamaşırı için kullanılır; aynı kumaşdan yapılmış iç donları için ayrıca belirtilerek «Fanila Don» denilir.
Yünden yapılmayan, pamuk veya keten ipliğinden iç çamaşırı da yine fanila adım taşımaktadır; şöyle ki yünlüsüne «Yün Fanila», pamuk veya keten ipliğinden olanına da «Fil-dikos, Fildekos Fanila» denilir. Bu isim de fransızca Fil d'Ekos (Fil d'Ecosse), îskoçya ipliği isminden alınmışdır.
Yünlüsü, Fildikosu, zamanımızda uzun kollu, yarım kısa kollu, hiç kolsuz, düz dokunmuş, balık ağı gibi dokunmuş türlü çeşidleri vardır. Bu iç çamaşırı o kadar yaygındır ki hem mağazalarda, hem seyyar satıcılar eli ile işportalarda satılmaktadır.
Fanilanın memleketimize girmesi Tanzimat devrinde olmuşdur ve bol iç, ten gömleklerinin yerini alarak sür'atle yayılmışdır. Fanilayı ilk giyenler de, yangınlara giderlerken, koşarlarken tulumbacılar olmuşdur:
Başda keçe külah ayaklar yalın Bir dizlik fanila gaayet civelek Tulumbacı şahım merdâne sahn Bahtını küşâde eylemiş Felek
Yangını sanma oyun Soyun küçük bey soyun Bir fanila dizlikle Görelim fidan boyun
Vücûdun çâlâk hareketlerine en elverişli iç çamaşırı olduğu için zamanımızın gençleri de alafranga serbest veya greko-romen güreş, boks, koşu, kürek, futbol ve şâir çeşidli spor hareketlerine kısa donlar üzerine fanila giyerek çıkarlar. Takım hâlinde çıkılan futbolda, her takınım oyuncuları aynı renkde fanila giyerler, umumiyetle de iki renkli fanilalar giyilir, böylece futbolcu fanilaları üniformalaştığı için, fanila yerine de «Forma» adı kullanılır. Meselâ istanbul'un üç büyük spor kulübünden Galatasaraylılar sarı-kırmızı, Fenerbağçeliler sarı-lâcivert, Beşiktaşlılar da siyah-beyaz fanila (forma) giyerler.
FANUS SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Beşiktaşda Abbasağa Mahalle-
FAR
— 5510 —
İSTANBtÎL
ANSİKLOPEDİSİ
— 551İ
FARRERE (Claude)
si sokaklarından, Kalkan Sokağı ile Çeşme Sokağı arasında bir aralık sokakdır (1934 B. Ş.R. Pafta 20/175). Yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi.
FAE — «Hâneberduş pırpırılar argosunda kız yahut kadın memesi» (F. Devellioğlu, Türk Argosu). Fransızca phare (fener) isminden alınıp bilhassa motorlu vasıtaların ö-nündeki bir çift fenerden kinayedir.
FÂRÂBI SOKAĞI — Taksimin Şehid Muhtar Bey, Bülbül ve Kocatepe mahalleleri arasında sınır sokakdır; Turan Caddesi ile Fe-ridiye Caddesi arasında uzanır. Şehid Muhtar Bey Mahallesinden Çorbacı Sokağı, Kocatepe Mahallesinden Çaylak Sokağı ve Kocatepe Mahallesi ile Bülbül Mahallesi arasında sınır olan Di vara Âdem Sokağı ile kavuşaklan vardır. (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 19/ 147, 148, 149). Feridiye Caddesi tarafından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde kabataş döşelidir, Çaylak Sokağı kavuşağın-dan sonra merdivenli yokuş olur, 'kagir evler ve apartımanlar arasından geçer, kapu numaraları 1-25 ve 2-28' dir; l bronz-pirinç iğler atöliyesi, l tornacı atöliyesi ve yeni yapılmış beş dükkân vardır (haziran 1968).
Hakla GÖKTÜRK
FARLEY (S. Lewis) — Geçen asrın ikinci yansında Türk dostu bir ingiliz yazarı, gazeteci ; devrin ünlü türk diplomatı Keçecizâde Puad Paga ile Avrupada tanışarak dost olmuş ve evvelâ «Türkiyenin Kaynakları» isimli eserini yazmış, «Türkiyenin Yükselişi» ismindeki ikinci eserini de Fuad Paşaya ithaf ederek ya-ymîamışdı; 1862 de bu ünlü vezirin misafiri olarak îstanbula gelmiş, ingiltereye döndükten sonra da «Modern Türkiye» adındaki üçüncü eserini yazmış ve bu kitabda kapitülâsyonlara şiddet hücum etmişdi. Hayatı hakkında bilgi edinilemedi.
Bibi.: Halûk Y. Şehsüvaroğlu, Not.
FARMASON — Halk ağzı argo; F. Devellioğlu «Türk Argosu» isimli eserinde: «Lâ-übâli, rind: harifçioğlu farmason, dünyâya boş veriyor» diye tarif ediyor. Istanbulda, bilhassa mahalle karıları ağzında, yukarıdaki târif-den biraz farklı, karısının kızının ve oğlunun.
ahlâkî ahvâline kayıdsız adamlar hakkında kullanılırdı; misâl: «Ana sürtük, kız fingirdek, oğlan apiko, ne olacaklardı ki evin erkeği farmason.»; bazan «aksilik, inadcılık» karşılığı sıfat olarak kullanılır: «Farmasonluğu bırak!..», . «Oğlanın yine farmasonluğu tuttu», «Ak dersin kara der, farmasonun biridir..» gibi (B.: Firavun) .
FARBERE (Claude) — Asıl adı ile Fre-deric-Charles-Pierre Bargone (Klod Farrer; Frederik - Şarl-Piyer Bargon), tanınmış Fransız edibi, Türklerin sadık dostu, îstanbulun gönülden âşıkı ünlü romancı, Korsikalı bir ailenin çocuğu ve genç yaşta ölen deniz piyade albayının oğlu olarak 1876 da Lyon'da doğdu. 1894 de Deniz Llisesine girdi. 1899 da mezun oldn.
İlk defa 1902 yılı Temmuz ayında Mes-gagerie Maritimes'in «Saghalien» vapuru ile îstanbula geldi. 1903 Eylülünde Pierre Loti (Lucian Viaud) idaresine geçen «Le Vautour»
Claude Farrere
(Resim: Sabiha Bozcalı)
gemisi ile îstanbula ikinci defa gelen Farrere, burada daha uzun bir süre kaldı ve batı kapitalizminin etkisi altına girerek bir çok değişikliğe uğramakla beraber henüz eski karakterini muhafaza eden îstanbulun mistik ve tarihî atmosferine bağlandı. 1904 de ilk eseri olan «Fumees d'Opium» yayınlandı. 1905 de ikinci romanı «Leş Cİvilises» 108 bin basıldı ve yılın Goncourt mükâfatını aldı. Fakat konusu îs-tanbulda geçen büyük romanı «L'Homme qui assasine» 1906 da Farrere'e asıl şöhretini sağladı. Bir heyecan ve cinayet romanı olan bu eserinde, kitabın konusunu teşkil eden olaylar zinciri içinde, yer-yer, îstanbulun tarih ve tabiat peyzajları bütün zenginlikleri ile anlatılır. Büyükderedeki yazlık sefaretlerde balolar, Küçüksu mesireleri, Beyoğlu'nun Farrere'in hiç sevmediği kozmopolit cadde ve mağazaları, cami avluları, mezarlıklar, iç içe açılır. 19. Yüzyıl sonu Istanbulunu, o çağın Avrupalısı gözü ile en iyi veren eserlerden biri bu romandır. Romanın edebî çerçevesinin içinde, Türk ekonomisine hâkim olan yabancı ve azınlıklar kapitalizminin tenkidini yapmış olması da, dikkate değer.
1908 ve 1909 da yayınlanan «Mademoiselle Dax, jeune fille» ve «La Bataille» eserleri de aynı yılların Goncourt ödüllerini kazandı.
Farrere önce «Bbuvet», sonra «l'Amiral
Aube» gemilerinde bulundu; 1916 yılında
Fransız Harbiye Nezaretinin emrine girdi. Her
vesile ile îstanbula gelmeye can atıyordu. 1911
de Beyrouth'a giderken yine'büyük şehre uğ
radı ve Kandillide kaldı. .
1914 ile 1918 arasında Birinci Cihan Savaşının Avrupayı ateşe boğduğu yıllarda, dünya, medenî cesaretin, dostluk ve bağlılık duygularının pek ilginç bir örneğini, Türkler ise soylu dostlarının göz yaşartan ve cesaret veren bir işaretin igördüler: Türkiye Fransa ile savaş halinde olduğu halde, birer asker olan Loti ve Farrere yazıları ile, konuşmaları ile şiddetle Türkleri savunmakta ve Fransanm Doğudaki büyük, asîl ve tarihî dostuna karşı yaptığı hatâdan bir an önce dönmesi için ısrar etmekte idiler. 1919'da Farrere emekliye sev-kedildi.
Cihan Savaşından sonra Türkler asıl ölüm kalım savaşlarına giriştiklerinde, Farrere Türkiyeye geldi. Kendisine Savaş sırasındaki
dostluğuna karşı halkın ve aydınların yaptığı tezahüratı gören Fransız yüksek Komiseri General Pelle, onu, Anadoluya geçerek Mustafa Kemal Paşa ile görüşmeye teşvik etti. O sıralarda Anadolu hareketine karşı yumuşak bir politika izleyen Fransız Cumhuriyet Hükümetinin de bu temasda bilgisi ve isteğinin bulunduğunu tahmin etmek zor değildir.
Farrere, Joubert Kumandasındaki T>ir fransız destroyeri ile izmit'e geçti. Orada Gazinin yolladığı özel bir tren kendisini Adapaza-rına götürdü. Sakaryada savaş henüz kazanılmıştı. Mustafa Kemal Paşa kendisini askeri törenle karşıladı. Farrere hatıralarında, bu kabulü, ve izlenimlerini anlatır. Bunlardan anlaşılacağı gibi, ünlü romancının, yeni Türkiye'nin kurucusu ile münasebetlerindeki ilk zıddiyet ve dramın tohumu, daha bu görüşme-^de tarlasına düşmüş olur: Sadece egzotizme düşkün olan ve ulusal menfaatlerin gerektirdiği sosyal operasyonları anlamayan yabancı, Mustafa Kemal'in keskin ve azimli çehresini ve ateşler içinde yoğrulan iradesini yadırgar ve daha önce kendisini kabul etmiş olan Halîfe Mecid Efendi'nin Çanılıcadaki köşkünü, çevresini ve saltanatını özler!
Kurtuluşu izleyen yılların devrimleri ve reformları, Farrere ile yeni Türkiyenin yöne^-tici kadrosu arasındaki mesafeyi daha da açtı. Comte de Chambrun'ün Ankarada Büyükelçi bulunduğu yıllarda ve onun tavsiyesi ile, içişleri Bakanlığının Türkiyeye gelmemesi yolundaki bir mektubunu almamış gibi, yola çıkarak yeni Ankara'yı görme merakını tatmine çalıştı. 1930'da General Gouraud ile Sed-dültaahir'e gelerek kendisinin de çalıştığı ve daha sonra Çanakkale savaşlarında batan ve «Le Bouvet» zırhlısının ve Fransız ölülerinin hâtıralarını anma törenine katıldı. 1931 Martında Hugo Arditty tarafından davet edildi, istanbul ve Ankarada konferanslar verdi. Sosyal reformlar ve kadm hakları konulan ilgisini çekmekte idi. 1934'de yayınladığı «Leş Quatre Dames d'Angora» Romanı bu seyahatin mahsulüdür. 1935'de Löuis Bart-hou'nun yerine Fransız Akademisine üye seçildi, îstanbula gelen bir turistik kruvaziyer'e katılıp, burada Çanakkale hakkında bir iki konferans verdikten sonra, Istanbuîa son gelişi, 1950 ağustosundadır. Ankara vapuru ile
FARREKE (CÎaude)
— 5512 —
İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ
gelen yaşlı romancı Türkiyenin Fransız kültürüne yakın çevrelerince iyi bir kabul ile karşılandı. Yine Kandillide Kont Ostrorog'un yalısına indi, fakat sahildeki aşı boyalı asıl yalıda değil, yukarıdaki sette, bir çınarın altındaki beyaz boyalı küçük evde oturdu ve kendisini ziyarete gelen sayısız hayranları ve okuyucularına, anılarını anlatmak ve resim ve eserlerini imza etmekle günlerini geçirdi.
21 Haziran 1957'de Paris'de vefat etti.
Val de Grâce Hastahanesmde 26 Haziran 1957'de yapılan törende Mareşal Juin başta olmak üzere general ve amirallerle bir çok yazarlar, Türk ve Japon elçileri ve dostu Reşid Saffet Atabinen hazır bulundu. Cenazesi Sainte -Foy-les-Lyon'a gömüldü.
Başlıca eserleri:
Fumees d'Opium (1904) — Leş Civilises (1905) — L'Homme qui assasma (1906) — La Bataille (1909) — Leş Petites Alliees (1911) — Thomas l'Agnelet (1913) — Dix sept histoires de marins (1914) -— La derni-
ere deesse (1920) — Leş Hommes nouveaux (1923) — Leş condamnes â mort, combate et Imtailles sur mer (1925) — Cent millions d'or (1927) — L'autre cote (1928) — La marche funebre (1929).— Loti et le Chef (1930) — Shahrâ Sultane et la Mer (1931) — L'Atlantique en rond (1932) — Leş quatre Dames d'Angora (1934) — L'Inde perdue, le quadrille deş mers de Chine (1935) — Silla-ges, Mediterranee et Navires (1936) — For-ces spirituelles de l'OHent (1937) — Le grand drame de l'Asie (1938) — La onzieme heure (1940) — L'Homme seul (1942) — La sona-te heroique (1947) — La sonate tragiqüe (1950) — La sonate â la mer, l'Election sen-timentale, le Traître (1952) — Leş petites cousines (1953).
Çelik GÜLERSOY
C, Farrere'in 1922 haziranındaki Türkiye ziyareti istanbul gazeteleri tarafından günü gününe ve adım adım tâkib edilmiş ve gaze-
11 haziran 1&22 pazar tarihli ve 361/3389 numaralı Tevhidi Efkâr Gazetesinde Claude Farrere sütunu. Gazetenin altı sütunluk sayfasında hergün sol başda iki sütunu Türk dostu edibin ziyaretine tahsis edilmişti. Yazılar: Yukarıda band içinde «Klod Farer İs-taribulda»; onun altında «Altıncı Gün», onun altında da üç satır hâlinde: «Dostumuz muhacirlerimizi teessürle ziyâre tetti, Klod Farer, mazlum ve malûl müslüman muhacirlerini ziyâretden sonra Yunanlılara karsı büyük bir hissi nefret duymuştur».
Claude Farrere'in R.E. Koçuya 31 Ağustos T950 tarihli mektubu
Terceınesi ^metln. içindedir,.
FARUK BAYÜLKEN
— 5514
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 5515 —
FASULYACİYAN
telerin birinci eayfalannda bu ziyaret için özel sütunlar yapılmışdı.
Claude Farrere Istanbula, dolayısiyle Tür-kiyeye son defa olarak 1950 yılının ağustos ayı başlarında geldi ve Kont Ostrorg'un Bo-ğaziçinde Kandillideki yalısında misafir oldu. Kendisini Cumhuriyet Gazetesi adına ziyaret eden Metin Toker şunları yazıyor:
«Kont Ostrorog'un, Boğaziçinin bu küçük ve şirin köyündeki, sırtını tepeye dayamış, ahşab, tertemiz evinin sofasında rahat bir koltuğa yerleşmiş oturan bu adam, muhakkak ebedî gençlik iksirinden içmişti. Bemjbeyaz sakalı, bembeyaz saçları, iki büklüm, olmuş iri vücûdüne rağmjen içinde, harareti hâlâ dışarıya kadar vuran bir muazzam! ateş yanıyordu. Her sözünde, her hareketinde bu ateşin emarelerini görmek kabildi. Üzerinde beyaz bir bahriyeli elbisesi, ayaklarında üstü açık, bezden, gene beyaz, çarık tertibi ayakkabılar vardı. Önünde bir masa ve köylü sigarası bulunuyordu; siyah ağızlığa da bir sigara takılmıştı.
«Yetmişin bir hayli üstündeki yaşına rağmen pırıltılarım kaybetmiyen gözleri ışıl ışıl' yanıyordu. Sesindeki canlılık, kendisini dinliyenlerde âdeta ürpertiler uyandıracak kadar fazlaydı. Bir hayli yüksek sesle ve elleriyle hareketler yaparak konuşuyordu...».
Aşağıdaki satırlar Türk dostu büyük fran-sız yazarının o gün Metin Toker ile konuşması arasından alınmışdır:
«Türkiyeyi ve Türkleri nasıl seviyorum bilseniz... Dünyanın en iyi insanlarısınız; 1902 denberi defalarca geldiğim meleketinizde taunun türlü delillerini gördüm ve hepsini, hayatımın en tatlı hâtıraları olarak saklıyorum,. Bir gün mekteblerinden çıkan çocuklarınıza rastladım. Yeryüzünün bütün çocukları gibi çantaları ellerinde, hoplaya zıplaya, neşe içinde cıvıldaşarak sokağa, boşanan yavrular... Az ileride bir kahve vardı ve orada aksakallı ihtiyarlar oturuyordu. Çocuklar gittiler ve onların ellerini öpüp, başlarına koydular. Belki dedeleriydi, belki değil. Fakat bu hareketi öyle asil bir şekilde yaptılar ki, gözlerimin yaşardığım hissettim).
«Ya cesaretiniz; o harikulade kahramanlığınız! Sizden kat kat kuvvetli düşmanlarınızla merdce vuruşmanız! Her şeyi bırakınız, sadece bunlar bir inşam ömrü boyunca size bağlamağa yeter.
«Aziz dostum ve büyük dostunuz Pierre Loti ile beraber Balkan harbi sıralarında Edirnenin mutlaka size verilmesi gerektiği yolunda yaptığımız mücadelelerden bu yana çok zaman geçti. Loti ölüm döşeğinde idi, bana, git, demişti, Edirneye git ve Sultanselimı camiinde beni hatırla. Gittim. Gittim ve orada size bir kat daha bağlandığımı hissettim. Beni tanıdılar ve hocalar, o mübarek yerde, Allahın şefaatinin benim, sizin dininizden, olmıyan benim üzerimden hiç eksik olmaması için dua ettiler. Bü-
tün mü'minlerle beraber âmin derken, boğazıma hıçkırıkların düğümlendiğini hissediyordum.
«Aradan yine seneler geçti. Beni artık unuttuğunuzu zannediyordum- Bundan daha tabiî de bir şey olamazdı. O günleri yaşamıyan sizlerden müteşekkil yepyeni bir nesil meydana gelmişti. Ama, aranızda bulunduğum su birkaç gün içinde bana gösterilen sıcak misafirperverlik... Oh, bu hakikaten harikulade "bir şey!
«Ahşab evleri, dar sokakları, yaşmaklı, feraceli kadınları ile şarkın esrarlı güzelliği içindeki pitoresk İstanbulu elbet ki arıyorum. Fakat Atatürkt'ün yaptıklarına da hayranım. Bütün pitoresk sevgime rağmen bunu başarmiya mecbur olduğunuzu kabul ediyorum. Artık tahta evler, dar sokaklar içinde, yaş-miaklar ve feraceler arasında yaşayamazdınız. Onları gene de aramıyor değilim, ama... Ne yaparsınız, dünya dönüyor.
«Dünyaya kendinizi gereği gibi tanıtmanız için yabancıların gelip buraları görmesi lâzım. Türkiye-ye turist celbi için yapacağınız çok şey var. Ama bakın su tepelere., çıplak., nerede eski korularınız?. Yapacağınız çok şey var, ama yapmamanız gereken bir şey var: Ağaçlan kesmieyiniz!.. Bu sizin gibi bir millete hiç yakışmıyor!..» (M. Toker, Cumhuriyet, 13 ağustos 1950).
Büyük dosta İstanbulu bu son ziyareti sırasında istanbul Ansiklopedisinin _ilk baskısının üç cildi R.E. Koçu'nun imzası ile ve posta ile takdim edilmişdi; ve Istanbuldaki Fransız hâtıraları için, istanbul Ansiklopedisinin kendilerine dâima açık olduğu bildirilmişdi; büyük yazardan şu mektubu aldık (Muzaffer Esen tercemesi):
«Kandilli, 31 ağustos 1950
Azizim efendim,,
Bana göndermpk lûtfunda bulunduğunuz bu güzel ve kıymfetli İstanbul Ansiklopedisinden dolayı size daha çabuk teşekkür etmek isterdim^ fakat bende adresiniz yokdu, onu ancak dün elde edebildim.
Hududsuz hayranlığımı canlandıran bu gönderiş vesilesi ile samimî minnettarlığımı ifâdeyi her şeyden evvel şiddetle arzu ediyorum. Bu, muasır Türkiyenin muhtaç olduğu muhteşem bir teşebbüs-dür. Bunu daha evvel elde edememiş olmanın hüznü ile sizi tâkib ediyorum.
Artık size sonsuz teşekkürlerimi ve en candan hislerimi temin etmekden başka benim için yapacak bir is kalmamışdır azizim efendim.
C. Farrere».
FARUK BAYÜLKEN — Çağdaş Türk hekimliğinin kıymetlerinden, bu satırların yazıldığı sırada Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi başhekimi ve müdürü bulunuyordu; 1912 de İstanbulda doğdu, babasının
adı Hasan Necib Beydir; Bakırköy İlk okulunda ve Ankara Lisesinde okudu (1931); 1938 de istanbul Üniversitesi Tıb Fakültesini bitirdi; seçkin bir genç hekim olarak aynı yıl içinde Bakırköyündeki büyük hastahâneye asistan olarak alındı ve bütün meslek hayatı orada geçdi, 1942 de mütehassıs hekim, 1952 de başhekim yardımcısı, 1960 da başhekim ve müdür oldu. '
1959 Helsinki Akıl Sağlığı Konferansında Türkiyeyi temsil eden ve 1961 de Dünya Akliye Kongresinde başkan vekilliğine seçilen Dr. F. Bayülkenin Türkçe, Almanca ve Fransızca tıb dergilerinde yüze yakın makaale ve tebliğleri yayınlanmışdır.
Almanca ve fransızca bilir; Müzeyyen (Gültoprak) Hanımla evli olup Pınar (doğ. 1949) ve Hasan (dbg. 1957) adında iki evlâd sahibfidir. Deniz sporlarını, at yarışlarını ve balık tutmayı sever, posta pulu koleksiyoncu-lanndandır, güzel sanatlara ve resim sanatına çok meraklıdır. Meslekî ihtisas ve kudretinin yanında hekimliği şefkat yönünden de temsil eden-bir sımadır (1970).
FÂRÜKÎ MAĞAZASI'— (B,: Ahmed Fâ-rûkî Mağazası, cild l, sayfa 364).
FASAFİSO — Halk ağzı argo; önemsiz, faydasız iş; gevezelik, boş lâf; misâl:
-
Baş başa neler konuşuyorsunuz?
-
Fasafiso!
*
-
Yine nutuklar çekilmiş..
-
Boğ ver., hep fasafiso!.,
*
— Benim oğlanın bir ciddî şeyle uğraş-
dığını görmedim, işi hep fasafiso!..
FASARYA — Halk-ağzı argo; fasafiso anlamında kullanılır (B.: Fasafiso); talebe ağzında «önemsiz ders», misâl:
-
Bugün ne var?
-
Geometri, üst tarafı fasarya, beden,
müzik, iş bilgisi...
F. Devellioğlu «Türk Argosu» isimli eserinde «naz, cilve, çalım» anlamlarında da kullanıldığını kayderek şu misâli veriyor: «Şu pa-gozun (karının) fasaryasına bak..».
FASİH — (B-.: Ahmed Dede, Fasih; cild l, sayfa 350).
FASİHİ AHMED — İstanbullu bir sazende, hanende, şâir ve seyyah; Ramazan Pehlivan adında birinin oğludur; hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi; XVII. asırda yaşamış-dır, şu iki beyitini Salim Tezkiresinden alıyoruz :
Beni tîğ bendi miyan etti o cananım Beli yanındayım amma ki kıl üstündedir canım v?
Meylidüb kıblenüma gibi bir az sağa sola Âkibet kûyine doğruldu gönül geldi yola.
FASİHİ MEHMED EFENDİ — Onseki-zinci yüzyıl şâirlerinden ve Dîvân-ı Hümâyun kâtiblerinden; 1105 (M. 1693-1694) de öldü; aşağıdaki iki beyit bir na'tinden alınmışdır:
Vücûdun dürri nâyâfoı safadır yâ Resûlallah Anınçün nâmı pâkin Mustafdır yâ Resûlallah Cebini tâbnâkin reşkbahşi mihrü mâh eyler Cemâlin per.'evi nûri Hüdâdır yâ Resûlâllafe.
Bibi.: Slim Tezkiresi.
FASİHİ MUSTAFA EFENDİ (Niğboto-lu) — Onsekizinci Yüzyıl şâirlerinden; tahsilini memleketinde yapdı, genç yaşında İstan-bula geldi, Dîvân-ı Hümâyun kalemine girdi; devri vezirlerine divan kâtiblikleri yapdı, Defteri Hâkaanî eminliğinde bulundu, sonra inzi-vâyi tercih ederek Beşiktaşdaki Yahya efendi zaviyesinde derviş oldu ve o civarda yerleşdi; 1106 (M. 1694) da öldü; aşağıdaki gazelini Salim Tezkiresinden alıyoruz:
Sahbâyi nâz kim ola peymâne âşinâ Olur rau ya niyaz ile mestâns âşinâ
_ Bir tâb var ki söyündürmez bir şeraresin Deryalar olsa bu dili sûzâne âşinâ
Biz câki çâki sine firakız Fasihâ Geysûyi yâr ile olalı şâne âşinâ.
FASULYACİYAN (Tovmıas) — Ermeni asıllı sahne artisti; 1843 de Istanbulda doğdu; ermeni azınlığının avam tabakasına mensub-
FA-TEK
5516 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSI
5517 —
fâtîh cinayet!
du, çocukluğu haylaz olarak geçdi, talebesi olduğu Kumkapu Ermeni İlk Okulunu bile bitiremedi. Kendisini yakından tanımış olan kalender halk şâiri Nebil Kaptanın Fasulyaciyan olduğu muhakkak aynı adı taşıyan mürâhik bir ermeni genci hakkındaki yanm kalmış bir manzumesi şâirin sevgi ile yazılmış bir hicvi-yesidir:
Kumkapuda Ermeni bir civelek şah gördüm Siyehçerde mürâhik nazlı narin ahbardır Saçlar kara, kaş kara, kara gözleri mürdüm Pâ bürehne serâzâd Baronzâde kibardır.
İsmi şerifin sordum, Tomas dedi şehbâzım Haylazlığı aşikâr, serkeş şûhi tannâzım, Yalın ayaklar ile elbet nümayiş lâzım Böyle çalımlı civan sayanı itibardır.
Dostları ilə paylaş: |