İstanbul ansiklopediSİ



Yüklə 5,06 Mb.
səhifə45/76
tarix04.01.2019
ölçüsü5,06 Mb.
#90131
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   76

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 5533 —


FÂTİH SULTAN MEHMED


ki bir köprünün tamiri» bahanesiyle şehirden çıkarıp kale kapularım kapatmışdı; Sultan Çayırı ordugâhmdaki askerin de, pâdişâhın avdetine kadar bir yere ayrılmamalarını tenbih etmişdi; fakat kendisi ordudan ayrıldıkdan bir müddet sonra, asker, büyük vak'ayı öğren-mişdi; Solakzâde: «Tedârik mesleğine sâlik olmadıklarından amelleri bâtıl olup sırrı ni-hanları gün gibi ayan oldu.» diyor. Takım takım, Pendik ve Kartal iskelelerinden kayıklara dolan asker Galatada Kurşunlu mahzen önüne çıktı, oradaki gemileri zorla kaldırıp Üsküda-ra geçirdi ve Üsküdara karadan gelmiş olanlar da bu gemilerle Istanbula geçdiler.

Evvelâ Sadırâzamın sarayı basıldı ve kendisi paramparça edildi, sonra yahudi mahalleleri yağma edildi, arada kan da döküldü ve bazı İstanbul zenginlerinin konakları soyuldu. Fakat Sadırâzam Mehmed Paşa telef edilir edilmez, Fâtih tarafından istanbul muhafızı olarak bırakılmış olan îshak Paşa askerî sür'atle ve kolaylıkla yatıştırdı. Amasyada bulunan veliaht Şehzade Bayazıd gelinceye kadar, îstanbulda dedesinin yanında bulunan oğlu Korkud hükümdar vekili olarak tahta oturtuldu.

Vak'anüvisler, Fâtihin ölüm haberi ile Sultan Bayazıdı Istanbula davet mektuplarını, Kapucubaşılardan Keklik Mustafa nâmında «bir merdi rüzgârın» götürdüğünü yazarlar ki bu kayıtda bir nevi baş korkusu gizlidir. Tahtın meşru vârisine bu mektublar kimler tarafından yazılmıştır? Şehzade Cem Karaman valisi idi ve bu memleket halkı tarafından çok sevilmişti, ki, babasının ölümiyîe başlıyacak olan isyanlarında ve saltanat kavgalarında hep bu memleket halkının kuvvetine dayanacaktır; Sadırâzam da Karamanlı idi ve bu memleketin hanedan sahiplerindendi, Mevlânâ Ce-lâleddin-i Rûmî ahfâdındandı. Solakzâde, açıkça yazıyor: «Maktul Mehmed Paşa Cem Sultanı ser-îri saltanata geçirmek hususunda fikr-i nâmâkul etmeğin mukarriblerinden birini taht-nişîni' diyarı Karaman olan Cem Sultan tarafına gizlice revân idüb taht mahlûldür deyû sür'atle lüzumu vusulünü mektupta dercetmiş idi. Tedbiri makûsu takdire muvafık gelmeyüb mektub götüren şahıs esnâyi râhda Anadolu Beylerbeyisi Sinan Paşanın eline girüb herifi mezburu adem diyarına revân ve bînâm ve ni-

şan eyledi. Şehzade Bayazıd dergâhına giden Keklik Mustafa uçar kuş gibi Amasya şehrine erdi» diyor. Şehzade Cem, Karamanlı Pîrî Mehmed Paşa tarafından, boş kalan tahta mı davet edilmiştir, yoksa, koca Fâtih, İmpara-. torluk tahtına Şehzade Cemi oturtmak için mi feda edilmiştir? istanbul Muhafızı îshak Paşanın da, Sadırâzamın katline kadar İstanbul-daki askeri ihtilâle seyirci kalması ve ancak Mehmed Paşanın ölümünden sonra askeri teskini şayanı dikkattir.

Karamanı Mehmed Paşanın Şehzade Cem ile yakın münâsebeti hatırlandıktan sonra, Fâtih'in Kanunnâmei Âli Osmanının da Mehmed Paşa sadâretinde hazırlandığı göz önüne getirilirse, bu kanunnâmede, pâdişâhlar tarafından şehzadelerine yazılacak fermanlara örnek olarak kaydedilen suret dikkati çekecek bir mâna alır: Kanunnâmedeki örnek ferman veliahd Şehzade Bayazıd'a değil de Şehzade Cem'e hitaben yazılmıştır. Hükümdarın zehirlenmesi ihtimali üzerinde durulursa, Sultan Mehmedin Bayazıdı saltanat hakkından mahrum etmek gibi bir kararının sezildiği ve mahut tabiblerin Bayazıd tarafını tutanlara hizmet ettiği de düşünülebilir. Bu takdirde, Şehzade Bayazıdın îstanbulda bulunan oğlunun hükümdar vekili olarak alelacele tahta oturtulması da ayrıca bir mâna alır; ve bu ikinci ihtimal daha kuvvetli görünür.

Fâtih Sultan Mehmedin tahnit edilen naşı Mayısın 22 nci salı gününe kadar, yâni yirmi gün istanbul sarayında kaldı.

Babasının ölüm haberini alan Şehzade Bayazıd, dört bin atlı ile, 21 Mayıs Pazartesi günü Üsküdara gelmişti, îlk işi, îshak Paşayı Sadırâzam tâyin etmek oldu. Ertesi günü de muhteşem bir alayla Sultan-ül-mücâhidîn Sultan Mehmed Han Gaazi merhumun cenazesi kaldırıldı.

Bu cenaze merasimi hakkında bildiklerimiz, hiç denilecek kadar azdır. Cenazeyi, evvelâ, siyah matem elbiseleriyle Sultan Baya-zıd ve vezirler taşımış ve sonra ulema ve me-şâyihin parmakları üzerinde tekbir ve tehlil-îerle ve İstanbul halkının feryad ve figanı arasında Fâtih Camii musallasına götürülmüşdür; ve orada, cenaze namazını, devrin_ derin ulemâsından Şeyh Vefa kıldırmışdır; ve haya^ tında iken hazirlatdığa türbesine tevdi edil-

mişdir. Ne garib tesâdüfdür ki, bir salı günü fethetdiği şehrin toprağına yine bir salı günü defnedildi.

Fâtih Sultan Mehmedin otuz yıllık pâdi-. gahlığında sadırâzamlık yapmış olan vezirler şu zatlerdir:

Çandarlı Halil Paşa; ikinci Sultan Murad zamanında 1438 de sadırâzam olmuşdu, 1453 de İstanbulun fethinden az sonra azil ve idam olundu (B.: Halil Paşa, Çandarlı; İstanbulun Fethi).

Mahmud Paşa; 1453 - 1466.

Rum Mehmed Paşa; 1466-1469, azil ve idam edildi (B.: Mehmed Paşa, Rum; Rumî Mehmed Paşa Camii; Eski Hamam, cild 10, sayfa 5285).

îshak Paşa; 1469 - 1472 (B.: îshak Paşa)

Mahmud Paşa; ikinci sadırâzamlığı, 1472 - 1473, azil ve idam edildi (B.: Mahmud Paşa; Mahmudpaşa Camii; Mahmudpaşa Hamamı).

Gedik Ahmed Paşa; 1474-1477; (B.: Ah-med Paşa, Gedik, cild l, sayfa 406; Gedikpa-şa; Gedikpaşa Hamamı).

Karamanı Mehmed Paşa; 1477-1481, Fâtih Sultan Mehmedin ölümünü müteakip yeniçeriler tarafından parçalanarak öldürüldü (B.: Mehmed Paşa, Karamanı).

Fâtih Sultan Mehmedin üç oğlu olmuşdu; Şehzade Mustafa, babasının hâli hayatında 1473 de öldü; Şehzade Bayazıd kendisinden sonra pâdişâh oldu (B.: Bayazıd II., cild 4, sayfa 2216; ve müteâkib sayfalarda Bayazıd Camii, Hamamı, Medresesi v.s.); Cem.

Ölümünden bir sene evvel, torunlarının düğünü, Fâtih Sustan Mehmedin son mürüvveti olmuşdu; Bayazıdın oğulları Abdullah, Şe-hinşah, Ahmed, Korkud, Mahmud, Alemgah ve Selimi, Cemin oğlu Oğuzu ve Mustafanm kızını îstanbula getirtmiş; Abdullah ile Mustafanm kızını evlendirmiş, öbür oğulları da sünnet ettirmişdi. Düğünler Eski Sarayda yapılmış ve bir ay devam etmişdi. Kemalpaşazâde: «Şehrin içi pür ziyb-ü ziynet oldu; Divânı Sultanî, münakkaş ve müzehheb kadife ve kemhalarla gülistan gibi donandı; sadâyı safa ile semâ doldu; her kişi, erkek ve dişi, işini gücünü bıraktı, ol düğün şevkine zevk ve sohbet bahrına daldı; selsebili cennet gibi leziz ve na-

zif şerbetler sebil olup hâs çinilerle lâtif taamlar celil ve zelile âm oldu.» diyor. Düğünden sonra Abdullahı, karısı Sultan ile beraber Manisa valiliğine, Şehinşahı Menteşe valiliğine, Ahmedi Çorum valiliğine. Selimi de Amasya-ya babasının yanına göndermiş, diğerlerini îstanbulda yanında alıkoymuştu.

Sultan Mehmed, Gedik Ahmed Paşa Sadâretine kadar, Divânı Hümâyuna riyaset ederek devlet işleriyle bizzat meşgul olmuştu; bütün ilim ve iktidariyle Mahmud Paşa dahi, pâdişâhın ancak emirlerini tatbika memur muavinleri olmuşlardı ve yine büyük askerin direktifleri çerçevesi içinde ordu kumandanlıkları yapmışlardı. Divana riyâsetden çekilmesine küçük bir vak'a sebep olmuşdu: Bir gün ancak pâdişahdan medet uman bağrı yanık bir Yörük, yırtık şalvarı ve çarıklariyle Divana girmiş, kaba şivesi ve saf edâsiyle:

— Delvetlû Hünger kangunuzdur?.. diye

sormuşdu. (-

Bunu fırsat bilen Gedik Ahmed Paşa, «Bundan böyle mesâlihi dîvâniyyeyi vezirlere tırkmanm daha münasib olacağına» Sultan Mehmedi ikna etmişdi; divanda riyaset makamının arkasına bir kafes yapılmış ve pâdişâh, divan toplantılarında onun arkasına çekilerek müzakereleri takip etmiş, müdahale etmesi gerektiği zaman, kafese vurduğu bir iki fiske, müzakerenin durdurularak Sadırâzamın talimat almak üzere huzura çıkmasını temin için kâfi geîmişdi.

Asrının büyük' riyaziye âlimi ve feylesof Ali Kuşçuyu memleketine davet ettiği zaman, îlk gönderdiğinden başka, hududu geçtiğinden îstanbula ayak basıncaya kadar, her konak için'bin altın harcırah vermişdi; ve bu mütevazı büyük âlim, îstanbulda te'lif eylediği şaheserine, pek yerinde olarak «Muhammediyye» adını koymuşdu. İlimlerini vakarlariyle süslemiş olan pâdişâhın delikanlılık çağından hocası ve mürebbisi ve büyük şair Molla Hüsrev Mehmed ve Nasraddin Hocanın torunu, şâir Sinan Paşanın babası İstanbulun ilk kadısı Hızır Bey Çelebi Pâdişahdan daima sonsuz hürmet görmüşlerdi. Asrının muhakkak en büyük şairi ve Sultan Mehmedin hâs nedimlerinden ve şehzadelerinin hocası Bursalı Veliyyüd-din oğlu Ahmed Paşanın, ki rind ve laubali

F

FATİH SULTAN MEHMED

— 5534 —

İSTANBUL


ANSlKLOPEDÎSl

— 5535


FÂTİH SULTAN MEHMED


meşreb bir adamdı, bir ara 'büyük hükümdarın • gazabına uğrıyarak Yedi kule Zindanına atılmışdı, nakledilen fıkra pek zarifdir: Hâs-oda gılmanlarmdan bir Üveys vardır, gayet güzel, zeki bir g'ençdir; bir gün pâdişâh ile §âir bir kır gezintisine çıktıklarında Üveys de hendilerine refakat eder. Bir ara pâdişâhın atının ayağından sıçrayan bir çamur parçası delikanlının yanağına yapışır, bunu gören Ahmed Paşa, Kur'an-ı Kerîmin, âhiretde küffâ-rın nasıl eza ve cefâ göreceklerini tasvir eden yerinden bir parça mırıldanır:

-^- Yâ leytenî kuntu türaba!.. (Ben keski toprak olaydım) der. Sultan Mehmed pek işitemez, Üveyse:



  • Paşa ne dedi? diye sorar.. Kültürlü ve
    zeki çocuk cevap olarak âyeti tam ola
    rak okur:

  • Ve yekulül kâfirü yâ leytenî kuntu tü
    raba (Kâfir der ki ben keski toprak olay
    dım) ...

Çocuk denilecek bir yağdan itibaren çok kuvvetli bir şark kültür havası içinde yetişmiş olan İkinci Sultan Mehmedin minyatürden pentüre çevrilen gözleri büyük mânâ ifâde eder. Bizde batı medeniyetini hakikî değeriyle benimseyenlerin öncüsü olduğu muhakkakdır.

Venedik sulhundan sonra, 1478, onbeşin-ci asrın bu en kuvvetli hükümdarı tarafından Istanbula davet edilen ressam Gentile Bellini'-nin riyasetindeki İtalyan sanatkâr kaafilesi, doğu Avrupanın bu muazzam beldesinde öyle bir insanla karşılaşmışlardı ki, kafasının eşi, ne şarkde ve ne de garbde vardı; Fâtih Sultan Mehmedin kafasında, bu iki ayrı âlem harikulade bir imtizaç ile kaynaşmışdı.

îstanbulda bir yıldan pek az fazla kalan ve bu müddet zarfında büyük hükümdarın muhabbetini kazanan, «Sizin sihir kâr bir fırçanız var..» gibi sözler ile iltifat gören, muhteşem ihsanlara nail olan Bellini Fâtih Sultan Mehmedin meşhur portresini bitirdikden az sonra İstanbuldan ayrılmış., bu nefis tablonun hitanımdan ancak beş ay sonra da Sultan Mehmed vefat etmişdi.

Rivayet edilir ki Sultan Mehmed, ressam, 25 Kasım 1480 tarihi ile imzasını koyduğu gün portresini uzun uzun seyretmiş, kendisini azameti, vekarı ve kalbinin şair hassasiyetiyle asırlar boyunca yaşatacak olan bu resim için:

— Bu, benim!..

Demişti; ve Belliniyi alnından öpmüştü. Ressamın kendisine veda ettiği gün de, Belli-ninin boynuna, kendi eliyle, ucunda girenba-ha bir elmas bulunan murassa bir gerdanlık takmış ve Venedik senatosuna hitaben, ressam hakkında pek sitayişkâr cümleleri ihtiva eden bir teşekkür mektubu vermişdi ki; İstanbul fâtihinin bu mektubu üzerine, Venedik Senatosu ressama, kaydı hayat şartiyle 200 altın aylık bağlamıştı.

Bellini, büyük adamın karşısına geçip resmini yapmış tek san'atkâr değildi; Ragozah P'aolo ve ondan yıllarca evvel Veronalı Matteo da, Sultan Mehmedden, yüzünün çizgilerim tesbit etmek müsaadesine nail olmuşlardı ve ayrılırken, Bellini gibi murassa gerdanlık almasalar bile, italya hükümdarlarından hiç birinin temin edemiyeceği bir servetle dönmüşlerdi,

Rönesans çağının büyük Meşen'lerinden biri olduğu muhakkakdır.

Fâtih Sultan Mehmed, «Avnî» Divânı — Bu ansiklopedide «Avnî» mahlası ile şiirler yazmış ve bir dîvan bırakmış Fâtih Sultan Mehmedin edebî şahsiyeti ve şiirleri üzerinde sözü, salâhiyet sahibi kalemlere bırakıyoruz; aşağıdaki satırlar Refik Ahmed Sevengil'in bir makaalesidir:

«Fâtih Sultan Mehmed, Türk fikir ve sanat âleminin mühim sımalarından biridir. 0-nun yaşadığı Onbeşinci Asırda Türk dîvan edebiyatı, denilebilir ki hemen hemen teşekkül devrinde idi. Ne Fuzulî, ne Baki, ne Nef'î ve Şeyh Gaalit-, yâni şahikalar, dîvan edebiyatının büyük tepeleri henüz sanat tarihimizin üstüne doğmamışlardı.

«Arab ve Fars kültürünün potası içinde kaynatılıp cîgunlaştmlmaya çalışılan Türk şiir zevki, Onbeşinci Asırda dîvan edebiyatının temellerini atmış, fakat âbidelerini henüz ta-maırüyle yükseltmemişti. Fâtih Sultan Mehmed, bu sırada, genç yaşından itibaren klâsik kültürün havasiyle sarılı, şiir söyleme alışkanlığı içinde yetişdi; şehzadeliğinde ve padişahlığında devrinin ilim ve san'at adamlarını etrafına toplayıp onların meclisinden tad alarak yaşadı; bu arada o edebiyat toplantılarına da daima revnak vermiş olduğunu, bırakmış ol-

düğü beş asırlık şiirler bize fesahat ve belâ-gatle söylüyor.

«Fâtihin şiirle dostluğu, zaman zaman gazeller yazdığı, şiirlerinde Avni imzasını kullandığı ötedenberi yazılıp gelmiş olan şuarâ tezkerelerinde, biyografi kitaplarında ve eski tarihlerde kayıdlıdır; bazı şiirlerinden vücuda gelmiş küçük dîvanı ilk defa 1904 yılında Ber-linde Profesör Doktor Georg Jaeob tarafından basdırılmışdı. îstanbulda Fatih Millet Kü-tübhânesinde Ali Bmirî tarafından vakfedilen kitablar arasında da yazma bir dîvanı bulunuyordu. Son zamanlarda çeşitli eski mecmualarda ve bu divanlardaki gürleri bir araya getirilerek biri Ahmed Halid Kitabevi, öteki Kemal Edib Ünsel tarafından toplanarak iki defa ayrı ayrı basdırılmışdır.

«Fâtihin bugün elimizde bulunan şiirleri sayı bakımından azdır, bazı gazellerden ve bir kaç münferid beyitden ibâretdir; fakat bunlar bize şairin ustalık değeri hakkında fikir vermeğe yeter mahiyettedir. Bu şiirlerde zamanın hususiyetlerini taşıyan ve aruz veznine maharetle uydurulan oldukça renkli bir lisan kullanılmışdır. Fâtihin şiir lisanı, edebî san'atîarla süslüdür. Dîvan edebiyatına daha önce ve daha sonra hâkim olan bütün fikir, bilgi, hüner kaynaklarından bu şiirlerde de faydalanmışdır. Resmî hayatında pek büyük bir kahraman, asker ve kumandan olarak takdir etdiğimiz Fâtih Sultan Mehmed, şiirlerinde hemen daima ince, alçak gönüllü, sıcak ve samimî; ve oldukça kuvvetli bir lirizmle .bizi sarıp bir kere daha kendisine hayran etmek-dedir.

«Dış hayatında müstesna şa'şaasiyle göz kamaşdıran ve yaklaşılmaz zannedilen büyük Hünkârın azameti, pırıltısı, debdebe ve tantanası içinde özlü, samimî ve âşık bir kalb, bana öyle geliyor ki bu şiirlerin havasında İstanbul kalelerinin üstünde ve yıldızlı gök altında, Marmaranın mavi sularına bakıp ağlamaktadır; bu, güzellikden anlayan bir ruhdu, içi hisle, istekle, aşkla dolu bir insandır, Fu-zûlîden bir asır önce:

Âşıka dünyâ ü can terkeylemek asan olur Lîk canan terkini etmek gelübdür cana güç

diyen bir şâirdir. Âşık için dünyadan da, can-

dan da vazgeçmek kolay ama sevgiliyi terket-mek mümkin mi? Cihanın taç ve tahtını ve devletini verseler, o yine sevgilisinin olduğu yerden ayrılıp gitmek istemez; orada, yüreği sevgi çarpıntıları ile dolu olarak kendi başına sultan olmayı üstün tutar. Başka müstesna ve muhteşem bir beytinde de:

Benim, sen sahi mehrûye kul olmak fledür fahrim Gedâyı dilber olmak yeğ cihanın pâdişâhından

diyor. Okuyucular mânâsını elbetde anlıyor


lar: Sen ay yüzlüye kul olmakla övünüyorum;
sevgilisinin kapusuna fakir bir âşık olup gö
nül bağlayıp 'kalmak cihâna pâdişâh olmak-
dan âlâdır. !

«Bu çeşid sözleri şunun bunun ağzından işitmek belki de o kadar mühim sayılmaz; fakat bunu söyliyen Fâtih Sultan Mehmed gibi bir pâdişâh, şöhreti dünyâyı tutmuş, adı sam tarihi kaplamış bir büyük adam, müstesna ya-radılışda bir hükümdar olursa, işin rengi elbet de değişir.

«Şâir hükümdar bir başka, gazelinde bize bahar havası ile sarılı pek muhteşem bir neş'e hâlinde görünüyor: Bahar oldu. güller açıldı; ey saki, kadeh getir! Bu mevsimde şara/b içmek gerekir. Günümü, gönlömıü aydjnl&tnnak için ışığa ihtiyâcım yok, içki veren güzelin ya-nağındaki'pırıltı bana yeter!

«Avnî (Fâtih Sultan Mehmed) bir şiir üstadı değildir, fakat bu şâirin ortayı çok aşan değer taşıdığı da inkâr edilemez; dîvânı, ki tamam olduğunu sanmıyoruz, kültür olgunluğunun aynasıdır. Bâzı gazellerinde Ondokuzun-cu Asrın, hattâ Yirminci Asrın ilk yirmi beş yılının şiir diline yaklaşan sadelik görülür. Şiirlerinde sağlam seciyesi pek aydındır; riya, müdâhene, zulüm ve irtişa gibi kötülükleri veciz bir dil ile anlatır...».

Aziz dostlarımızdan ve değerli edebiyat muallimlerinden Rifat Necdet Evrimer bize şu notları vermişdir:

«Büyük adamlar mizaçlarının türlü kÖşe-leriyle yaşarlar. Ruhları daima med halindedir, akıllariyle bütün muhalleri kendilerine râmeder; hisleri mahmuzlandığı zaman heyecan bir şelâledir. Dış görünüşleri sakin, içleri bir mahşerdir. Her arzu, her heves, onları



FÂTİH SULTAN MEHMED

_ 3536 —


istanbul

ANSİKLOPEBİSİ

_ 5537 —


FÂTİH SULTAM MEHMfâD


~ ihtiras grafiğinin son noktasına götürür. En büyük eserlerini ıztırar anlarında yaratırlar. Dehâları bir sahada daha ziyade hükümrandır amma bu dehânın uzantıları diğer sahalara da girer. Büyük adam odur ki kendisinden ötesi için yaşamayı gerçek yaşama bilir; kalbi en az kendisi, en çok cemiyet için çarpar; görünüşte en muhteşem yalnızdır. Fâtihin dîvanında yer tutan gazelleridir. Şairliğini orta dereceden üstün sayanlar çoktur. Vezin ve kafiyede aksaklıklar görülüyor. Temalar malûm: Bütün divan edebiyatı şairlerinde olduğu gibi sevgili, aşk, hicran ve hüsran... Bütün gazellerini okuduğumuz zaman hususiyetlerini şöylece sıralayabiliriz: Şiirlerinde lirizm hâkimdir, şiirde vuzuh taraftarıdır, ekseriya fevkalâde samimîdir; harabatîliğe meyyal görünür; istediği saatlerde, kalbinin sesini mısralara aksettirmiş, böylece şair bir babanın oğlu ve iki şair evlâdın babası olan Fâtih, bir nevi irsî kabiliyetle mücehhez olan bu büyük pâdişâh, fütuhat aşkı, ilim aşkı yanında bir de şiir aş-kiyle muttasıf olan Fâtih, zaman zaman yazdığı şiirleriyle XV. inci asır şairleri arasında kendine bir yer ayırmışdır. Böylece kılıçla kalemini beraberce kullanmasını bilen Fâtih, birçok cepheleriyle beraber şairlik tarafı da incelenmeye değer. Filhakika bugün elimizde mevcut olan şiirleriyle Fâtihi büyük bir şair olarak kabul etmek pek de mümkün değildir.

XVI. ncı asır tezkirecüerinden Ş e h i Bey, Âşık Çelebi gibi fikir adamları ve en son ve en büyük tezkireci olan Ali Emîri Efendi, ilimde, fetihlerde, politikada, ilmî tesislerde fikir ve sosyal münasebetlerinde büyük bir kudret gösteren Fâtihi şiir sahasında da ayni büyüklükte görmek isterler. Fakat bu gün elde bulunan şiirlerine göre Fâtihin şairlik cebhesi-ni çok objektif bir şekilde inceleyen Profesör Fuad Köprülü Yeni Mecmuanın 44 üncü sayısında çıkmış bir makalesinde: «Fâtihin dîvanı, hattâ en seri ve sathî bir nazarla tedkik olunsa bile, istanbul fâtihine, mütevassıt şairlerimiz arasında müstesna bir mevki ayırmak lüzumu derhal îtiraf edilir.», diyor.

«Fâtihin şiirleri ilk defa 1904 yılında Profesör Doktor Corc Jakob tarafından Berlin-de kitab hâlinde basılmışdır.

«İlk defa Fâtihin şiirlerini ilim âlemine tanıtan bu âlimden sonra bizde bu tab'edilnıiş eser hakkında ilk söz açan Faik Reşad olmuş-

dür. O, edebiyat tarihinde pek kısa olarak bu eseri medheder. Bundan sonra Şahabeddin Süleyman ve Fuad Köprülü tarafından yazılan Osmanlı Edebiyat Tarihi eserinde bu kitabdan bahsedilmiş, daha sonraları yukarıda işaret etdiğimiz gibi Yeni Mecmuada Fuad Köprülü bu Fâtih dîvânının eksik ve yanlış olduğunu ileri sürmüşdür.

«Kitabı basdıran Profesör Doktor Corc Ja-kobun esere yazdığı ön sözde: «Neşredilen ilk en beş şiirin Upsala Krallık üniversite Kitap Sarayında bulunan el yazması bir küçük mecmuadan alındığı, bu mecmuanın 1834 te ölen tanınmış âlim «J. Hallenberg» in metrûkâtm-dan olduğu Toroberg katoloğunda 191 numarada kayıtlı ^bulunduğu...» yazılıdır.

«Bugün elimizde bulunan iki kitapta ayrı ayrı mahiyette Fâtihin şiirleri toplanmış bulunuyor. Bunların ilki, Saffet Sıtkı'nın hazırladığı ve Ahıned Halid Kitabevi tarafından basılan Fâtih Dîvânı ki, ;bu yalnız Ali Ejmirîmn Millet Kütübhânesinde yazma eserler arasında numara 305 de kayıtlı bulunan eserin kopye-sidir ve baskıda arkasına bir de lügatçe ilâve edilroigdir. İkincisi de Tarih Kurumunun bastırdığı ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih -Coğrafya Fakültesi Kütübhâne Müdürü Kemal Edib Ünsel'in hazırladığı «Fâtihin Şiirleri» eseridir. Bu ikinci eser de Ali Emîri Efendinin Millet Kütübhânesindeki yazma nüshada Fâtihin 65 tam gazeli, 3 eksik gazeli, l muhammes, bir tereiîbend, l kıta yine Fâtihin bir ımsraıyla buna yapılan nazireler.

«Kıymetli müellif Kemal Edib Ünsel'in eserine gelince, derin ve yorucu araştırmalarla elde etdiği Fâtihe âid olduğu kabul edilen birkaç şiiri Ali Emîrinin yazma nüshası kopyasına ekliyerek eseri büyütmüş ve ayrıca eserin taş tarafına eser hakkında kıymetli bir inceleme ilâbe etmiş, şiirlerin altında gerekli izahları yapılmış, bunlardan başka esere, bir sözlük eklenmiştir. Bu ikinci kitapda müellifin dediği gibi 85 şiirden 83 ü Türkçe, diğerleri Farsçadır. Böylece Fâtihin şiirleri hakkında mevcut emniyet edilir eserlerden faydalanarak kısaca izahlarını verdikden sonra biraz da şiirleri üzerinde duralım:

«XV inci asırda gür dili daha ziyade Arapça ve bilhassa Farsçanın tesiri altında bulu-

nuyordu. Esasen XV inci asır, dîvan şiirinin daha henüz teşekkül devirlerine rastladığı için, Fâtihin şiirlerindeki dil munisleşmiş değildir. Filhakika bu asırda Şeyhî, Ahmed Paşa gibi kuvvetli şairlerin eserlerindeki kıvrak dil, mıs-raların içindeki duygu ve hayal kesafeti Fâtihin şiirlerinde yoktur. Fâtihin şiir dili, pek katıdır,. Onun şiirlerinde Türkçenin estetiği, kelime dizisinin seyyaîiyeti teessüs etmemişdir. Maamafih XV inci asırda ve Fâtihin şiirlerinde, Türkçe kelimeler aruzun kalıplarına göre hazırlanmamış, ayni zamanda aruz da Türkçe için bir gelişme ve serpilme yolunu tutama-mıgdır. -Fakat yer yer kelimeler, aruz vezninin kalıpları içinde tam mânasiyle kaynaşa-mamasma rağmen bu şiirlerin içinde bulunan bazı güzel parçalardan yine derin bir ruh ür-permesini duyuyoruz. İşte gelişigüzel bir şiiri:



Kime yâr ola m cihan içinde yârum var iken Kime kul olara o şâiı-ı tâc-dârum var iken

Hâr-ü-has neşv-ü nema 'bulur bakâı irince âh Ben hazân-ı hecre düşdüm nev-bahârım var iken

Bülbül-ii gül îşi nâz ile niyaz illâ benüm Hâsılım dâğ-ı cefâdur îâlezârum var iken

tntisâbum hidmetüm bî rağbet .oldu akıbet Hâr-u-zâr oldum azîz-ü-kâmkârum var iken

Leşker-i gam şâh-ı âşka nice bulsun dest-res Avniyâ meyhane gibi bir Msârıım var iken.

«Şair ağlıyan bir gönül, yalvaran bir ruh tesîimiyetiyîe terennüm ediyor. Aşk önünde insan ister hükümdar, ister çoban olsun derece derece zaafını duyuyor. Zaten sevmek, biraz- da insanın gönül kuvveti önünde kendinden geçmesi, kendini kaybetmesi demek değil midir ?

«Sevmek, hakikatlerden ayrılmak, bir hayal dünyası içinde küçüle küçüîe yok olmak demektir. Dünyayı emirlerine münkad kılan koca hükümdar sevgilisine karşı tazallüm ediyor, şikâyet ediyor, ümitsizliğini bildiriyor!.

«Burada şair, dünyaları fethe çıkan büyük hükümdar değildir. Aşk mevzuunda o çelikten iradesini çoktan kaybetnıişdir. Bütün şiirlerinde ince ruhlu şair, aşk âleminin deria melali içinde kendinden geçiyor.

«İkinci bir şiirinde onu dinliyelim : Bağlamaz Firdevse gönlünü Kalatâyı gören Servi anmaz anda ol serv-i dil-ârâyı gören

Bir firengî şîvelü İsâi gördüm anda kim Lebleri dirilmişi der idi Isâyi gören

Akl-ü fehmin din-ü îmânın nice zabteylesün Kâfir olur mu müselmanlar o tersâyı gören

Kevseri anmaz ol içdüğü mey-i nâbı içen Mescide varmaz c varduğı kilisâyı gören

Bir firengi diî'ber oldığın bilürdi Avniyâ Beli-

Galatalı dilber, şairin can evinde neler yaratıyor.



Yüklə 5,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin