§655 —
FERDAĞ (Ferda)
birine dolaşır, karışır, püskül güzelliğini kaybederdi. Bunu önlemek içindir ki «ferahı» kullanıldı; püskül takılıp fes tablası üstüne intizamla yayıldıktan sonra onun da üstüne bu dairevî ince pirinç levha kondu ve dikildi; böylece püskülün dağılıp bozulması önlendi; fesin etrafına fırdolayı dökülen püskülün telleri karışdıkça da, bir tarakla kolayca taranıp düzeltildi.
Tel ipek püsküllerden sonra burma top top püsküller çıkdı (Bakınız: Püskül). Bunlar ibiğe geçirilip bağlandıktan sonra fesin tablası kenarının bir noktasından aşağı salındı, tabla kenarına da bir kaç ilmek dikiş ile tesbit edildi; püskül dağılması, karışması diye bir şey kalmadı, dolayısı ile «ferahı» de lüzumsuz bir yük, ağırlık oldu. Fakat, fesin başda güzel durması için, kalıplarım muhafaza etmesi lâzımdı. Burma püsküllerle beraber ortaya fes ka-lıbcısı esnafı çıkdı. Az da olsa fes kalıplatmak bir masraf idi. Askerin ise fes kalıbının düzgünlüğünü koruması çok zordu, sık sık kalıplatma imkânını sağlayamayacağından, burma püsküller çıkdıkdan sonra, ferâhî, fesin dâima kalıplı durmasını sağlayan bir faydalı şey olarak, asker feslerinde muhafaza edildi, ve 1908 meşrutiyetine kadar askere beylik bir fes ile beraber bir de ferâhî verildi.
Ferâhî, feslerin kalıpları pek tez bozulacağı aşikâr olan çocuk feslerinde de kullanıl-mışdır; hattâ çocuk feslerinde, evlerde kesilip yapılan mukavva ferâhiler de kullanılmışdır. Madenî olsun, mukavvadan olsun, ferâhiler kaba, düz bir levha olarak bırakılmamış, zarif oymalarla tezyin edilirlerdi.
Cumhuriyetin ilânına kadar imparatorluğun son yıllarında askerî inzibat erleri ve subayları, boyunlarından bir kordon ile göğüslerine hilâl şeklinde madenî bir levha asarlardı ki bu levhanın üzerinde «Kanun» yazılı idi; M, Z. Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» isimli eserinde Kanun yazılı hilâl şeklindeki bu madenî levha-plâklara da «ferâhî» denildiğini yazıyor.
FERAHI SOKAĞI — Şişlinin Paşa Mahallesi yollarından, Batı Caddesi ile Bahâdır Sokağı arasındadır, Ferace Sokağı ile kavuşa-ğı vardır (1934 Belediye Ş. R. pafta 18/155) Batı Caddesi tarafından gelindiğine göre iki a-raba geçecek genişlikde kabataş döşeli bir yoldur, çoğu birer katlı evler arasından geçer, ü-
çer-dörder katlı bir kaç apartıman vardır, ka-pu numaralan 1-15 ve 2 -18 dir (temmuz 1968).
Hakkı GÖKTÜRK
FERAHNAK SOKAĞI — Şişlinin Paşa Mahallesi yollarından, Avukat Caddesi ile Yalvaç Sokağı arasındadır. Ruşen Sokağı ile kavuşağı vardır (1934 Belediye Ş. R. pafta 18/ 155). Avukat Caddesi tarafında gelindiğine göre dar ve mıcırtaşlı toprak yol olarak başlar, birer katlı gece kondular arasından geçer ve taş basamaklı bir. merdivenle Yalvaç Sokağına bağlanır. Kapu numaraları 1-13 ve 2 -12 dir (temmuz 1968).
Hakkı GÖKTÜRK
FERAH SOKAĞI — Üsküdarda İnâdiye semti sokaklarından; 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Gündoğdu Caddesi ile Toptaşı Caddesi arasında uzanır uzunca bir yoldur; ü-zerinde beş tane isimsiz çıkmaz sokak vardır, Âyin Sokağı, Pırnal Sokağı ve Beygirciler So-«kağı ile kavuşakları vardır (1934 B.Ş.R. pafta 27/İnâdiye ve İmrahor arası). İkişer-üçer katlı ahşab ve kagir evler arasından geçer. 2 bakkal dükkânı, l garaj ve hâlen kullanılmayan bir yazlık sinema .vardır. Beygirciler Sokağı ile olan kavuşağında ye 13 numaralı evin altında hicrî 1141 (1728) de yapılmış Üçüncü Sultan Ahmedin oğlu Şehzade Numan'ın bir çeşmesi vardır, tamir görmüş bir akar çeşmedir. Kapu numaraları l - 87 ve 2 - 76 dır (1969)
M. HAKER
FERAH TİYATROSU — Asrımız başında Şehzâdebaşmm en meşhur ve büyük tiyatrolarından biriydi, Veznecilerden Saraçhâneba-•şına doğru .giderken sağ kolda idi; bu tiyatronun tarihçesi hakkında M.N. Ozon ve B. Dür-der (B.: Dürder, Baha; cild 9, sayfa 4829) tarafından yazılmış «Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi» isimli, eserde şu kısacık kayde rastladık: «Şehzâdebaşında bulunan beş tiyatrodan biri; yanmış ve tekrar yapılmış, Yeni Ferah adı ve-rilmişdir».
FERÂİZCİ SOKAĞI — Fatih ilçesinin merkez nahiyesinin Kirmasti mahallesindedir; îslâmbol Caddesi ile Fatih Caddesi arasında bir aralık sokakdır, Boyacıkapusu Sokağı ile kavuşağı vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi pafta 6/95). Bir araba geçecek genişlikde, pa-
ket taşı döşelidir. Arabacı Mektebi denilen eski mahalle mektebi bu sokak üzerinde olup kapusunun üstünde kitabesi ile durmaktadır, taş ve ince tuğladan yapılmış, altı dükkân fev-kaanî üç odalı bir yapıdır, mesken olarak kullanılmakta idi. Bu sokakda 5 manav, 2 kasab, l şekerci - tatlıcı, l kâğıtçı, l kuruyemişci dükkânı, l kahvehane, l lokanta ve l odun - kömür depou vardır. Kapu numaraları l - 17 ve
2-30 dur (ocak 1968).
Hakkı GÖKTÜRK
FERAY (Ayfer) —- «Tiyatro ve sinema san'atcısı, 1928 de İzmirde doğdu, tiyatro san'-r atçısı Gülfer Ferayın ablasıdır. Tahsilini orta okulda iken terketti, 1946 da evlendi, fakat mes'ud olamadı, ayrıldı, Ali (doğ. 1947) ve Sü-edâ (doğ. 1949) adında iki çocuğu vardır. 1952 de İzmirde çevrilen «Bergama' Sevdâlıları» filminde rol alarak sinemaya intisab etdi; ikinci filmini de İzmirde çeviren Ayfer Feray Is-tanbula gelerek yerleşdi; rol aldığı filmlerden bazıları şunlardır: «O Adam Kim?», «Efelerin Efesi», «Sönen Yıldız», «Drakula İstanbulda», «Âşık Veysel», «Çakırcalı Mehmed Efenin Definesi».
«Tiyatro sahnesine 1955 de «Papaz Kaçtı» piyesinde çıkmışdır. Bir süre Dormen Tiyatrosu kadrosunda çalışdı, bir yandan da film çevirmeye devam etti» (Ses Mecmuası; San'-atcılar Ansiklopedisi, Ses Yayını).
1966 yılı mayısında film çevirirken büyük bir kaza geçirdi, vücudu ve yüzü tehlikeli bir
Ayfer Feray (Resim: S. Bozcalı)
şekilde yandı; aşağıdaki satırları günün gazetelerinden alıyoruz:
«Dadaş Filim hesabına Bomonti'deki bir filim setine «Çingenenin Aşkı» isimli filmi t oynayan eski güzellik kıraliçelerinden Ayfer Feray, çingene kıyafetinde ateşe bakması icab eden bir sahneyi çevirirken, ispirtonun parlaması neticesinde yanmıştır. Kirpikleri, kaşları, boynu, elleri, ayakları ve vücudunun yüzde 25'i yanan Ayfer Feray, derhal Amerikan has-tahanesine kaldırılarak tedavi altına alınmıştır.» (Cumhuriyet, 29 mayıs 1966).
Haldun Dormenin ve bilhassa Betül Mar-dinin (B.: Dormen, Haldun, cild 9, sayfa 4707, Mardin, Betül) pek asîlâne yardımları ile Londra'ya gönderilerek orada dünyanın en ünlü yanık tedavi merkezi olan East Grimstead Mc Indoe Burn Centre'da başarılı bir ameliyatdan sonra altı ay süren bir tedavi görmüş, memlekete döndükden sonra yine sahne hayatına başlamışdır. Nisa Serezli ile birlikte bir topluluk kurdu; N. Serezlinin ayrılması üzerine kendi adı ile devam ettirdi; tiyatrosunda sahneye koyduğu başlıca oyunlar şunlardır: «Ni-na», «Fare Kapanı», «Cengiz Hanın Bisikleti», «Hepimiz Parisde», «Pasifik Şarkısı», «Ayı Masalı», «Sevgilime Göz Kulak Ol», «Monserrat», «Şahane Züğürtler», «Yedi Kocalı Hürmüz».
FERAY (Günler) — «Tiyatro san'atcısı, 1942 de İzmirde doğdu; Ankara Devlet Kon-servatuvarı Bale Bölümünü bitirdi; tiyatro san'atcısı Ayfer Feray'ın küçük kardeşidir. 1970 de henüz evlenmemişdi. İlk oyunlarını a-matör sahnelerde oynadı, profesiyonel olarak ilk defa Oda Tiyatrosunda «Tapılacak Kadın» piyesinde sahneye çıkdı. Münir Özkul topluluğunda «Generalin Aşkı», Dormen Tiyatrosunda »«Bulvar», «Dün Gece Yolda Çok Komik Bir Şey Gördüm», «Yer Demir, Gök Bakır», ve Ayfer Feray topluluğunda «Kadın ve Balık» oyunlarında oynadı. Bu satırların yazıldığı 1970 de Ayfer Feray Tiyatrosu kadrosunda idi» (San'atçılar Ansiklopedisi, Ses Yayım) .
FERÂYE — (Hafif batı müziği solisti, 1947 de İstanbulda doğdu, ünlü ses san'atkârı Müzeyyen Senar'm kızıdır, lise mezunudur, Fransızca ve İngilizce bilir, duldur. San'at hayatına 1967 de annesinin teşviki ile başlamış-
FERDAĞ (Sevdlâ)
__ 5656 —
ÎSfAKBtîl
ANSİKLOPEDİSİ
— 5657 —
FERDİ (Yeniçeri)
dır, kulüblerde şov'a çıkmaktadır» (San'atcı-lar Ansiklopedisi, Ses Yayını).
FERDAG (Ferda) — «Sinema ve tiyatro san'atcısı, asıl adı Fikriye Dulrul'dur; 1937 de Edremitde doğdu, Üsküdar Paşakapusu orta okulunu bitirdi, Sevda Ferdağ'ın ablasıdır, evlenip aynlmışdır; sinemaya girmeden önce bir süre tezgâhdar olarak çalışmışdır; ilk filmi 1952 de çevrilmiş olan «Sarı Zeybek» dir; «İstiklâl Harbi», «Fakir Kızın Kısmeti», «Anjelik Osmanlı Sarayında» filmlerinde oynamış, «Pos-
Sevdâ Ferdağ
"(Resim: S, Bozcalı)
bıyıkllar» piyesinde de ilk defa sahneye çık-mışdır, Muammer Karaca ve Vahyi Öz topluluklarında çalışmışdır, 1970 de hiçbir tiyatronun kadrosunda değildi» (San'atcılar Ansiklopedisi, Ses Yayını).
FERDAG (Sevda) — «Sinema san'ateısı ve Türk müziği solisti, asıl adı Lütfiye Dum-rul'dur, Ferda Ferdağ'ın kardeşidir; 1942 de doğdu, Erenköy Kızlisesi öğrencisi iken tahsili terkederek sinema âlemine girdi, baş rolünde oynadığı ilk film «O Günden Sonra»dır, yüze yakın filmde rol almışdır; 1968 de şarkıcılığa başlamış ve ilk defa İstanbulda Luna Park'da sahneye çıkmışdır; oynadığı filmlerin başlı-caları şunlardır: Kelebekler Çift Uçar; Gurbet Kuşları (1964); Menderes Köprüsü (1968); Ga-latalı Fatma (1969)» (San'atcılar Ansiklopedisi, Ses Yayını).
Aşağıdaki satırları da günlük gazetelerden alıyoruz:
«1942 de İstanbulda doğmuşdur; 1,68 boyunda, 60 kilo ağırlığında, siyah saçlı, kahve rengi gözlü, eğitimi orta derecededir» (Kimlik Kartı; Hürriyet Gazetesi)».
«Şöhreti gün geçtikçe artan Sevda, perdeye geldiği ilk günlerde, sadece açık saçık sahneler için tercih ediliyordu. İşte bu bakımdan vücuduna ihtimam göstermeye başladı. Ölçülerini en ideal şekle sokabilmek arzusu ile, rejim ve spor yaptı. Kilosunu düşürdü ve bugünkü. ölçülerini elde etti. Gurbet Kuşları'nı çevirirken rejisör, onu soymakta hiç tereddüt etmemişti. (Oturmuş olarak yandan çekilmiş tamamen üryan bir resminin altında; Hürriyet Gazetesi, 1964).
«Sevda Ferdağ çok açık kalbli kızdır; güzel olan bir şeyin de mutlaka teşhir edilmesi gerektiği inancındadır; iyi giyinmesini seven, artist: — Hayranlarımın karşısına dâima güzel olarak çıkmayı isterim!., diyerek yeni aldığı ve göğsünden beline kadar açılabilen fer-muarlı mayosu ile fermuarı açık Ses objektifine poz verdi. Maçkada Spor Caddesinde o-turduğu apartımanın terasında mayolu resimleri çekilirken civardaki apartmanların pencerelerinde görülen meraklı başlara aldırış etmiyor: — Gizlenecek hiç bir şeyim yok!., diyor» (Ses Mecmuası).
«Mümkin olduğu kadar açık mayo giyen Sevda Ferdağ: — Ben çıplaklıkdan hoşlanırım!., diyor» (Son Gazetesi).
FERDİ fArayıcızâde Hüseyin) — Onseki-zinci Yüzyıl şâirlerinden; İstanbulludur; sadı-râzam Rami Mehmed Paşanın kapusundan ye-tişmişdir. Rami Mehmed Paşanın damadı olan Mırzâzâde Salim Efendi kendi adına nisbetle anılan şuerâ tezkiresinde bu zât için: «erbabı meârifden hoş sohbet, pür marifet bir şâiri mahir, lugaz söylemede pür iktidar idi» diyor; eserlerine göre verilecek hüküm ise emsali sayısız alelade bir nâzım demekden ileri geçmez. Mesnevi tarzında yazılmış «Şapurnâme» ve «Esmâi Buldan» (Şehirlerin İsimleri) diye iki manzumesi zamanında şöhret bulmuşdu. Şu beytini adı geçen tezkireden alıyoruz:
Görüb ani ruhin öpdünı elin ol şuh fetânm Dehi yâdımdadır billâh Ferdi çıkmaz o el'an
Hicrî 1121 (M. 1709-1710) de öldü. FERDİ (Yeniçeri) — Kanunî devrinin
Yeniçeri Ferdi
(Resim: S. Bozcalı)
başlarında zerâfeti, inceliği ve fevkalâde güzelliği ile meşhur bir yiğittir. Emekli bir yeniçerinin oğlu olarak İstanbulda doğmuşdu; babasının bunca yıllık hizmetine karşılık bir taze civan iken Ocağa alınmıştı. Tahsile heves etmiş, ocak an'anesi imkân vermiş, okumuş, şiire heves etmiş, güzellik âşıkı şâirler tarafından iltifat ve teşvik görmüş, adı şuerâ tezkirelerine geçmiştir. Ferdi için «hoş tab' yiğittir» diyen muasırlarından Sehî Bey, kendi adına nisbetle anılan şuerâ tezkiresine genç yeniçerinin şiirine örnek olarak şu beyti almış tır:
Hiç yerde gökde zerrece yokdur karârımız Hercai oldu kevn gibi çün mihribânımız
Yine o asırda yaşamış muharrirlerden Kastamonulu Lâtifi, kendi adına nisbetle anılan şuerâ tezkiresinde: «Nevcivan ve nevhe-ves iken ölen Yeniçeri Ferdi şiir ile hayli iştihar ve itibar bulmuşdu» diyor, ve tezkiresine onun şu beytini alıyor:
Benim mâhî siyehçerdem giyer bir şeb-
külâh eğri.
Anınçün başımın üstünde olur dûdi si-
yeh eğri
Ve bir gün bir kalenderin gene ve güzel yeniçeriye lâtife yollu söylediği şu beyti kaydediyor:
Yalnızlık bir Allaha yaraşır Gel ey Ferdî seninle çift olalım
Gene yaşında ölen Yeniçeri Ferdinin adı İstanbulun rindler âleminde asırlar boyunca unutulmamış, bu yeniçeri güzelinin hâtırası etrafında pitoresk bir şark zevki ile macera hikâyeleri yazılmış ve bu hikâyeler meddahların ağzında ballandırılarak anlatılmıştır. Onseki-zinci asır muharrirlerinden Nergisi Efendi «Meşak-ul Uşşak» adındaki meşhur eserinde Yeniçeri Ferdi ü-zerine şu macerayı naklediyor:
«Zamanının Yeniçeri Ağası emri altındaki ocağın neferlerinden genç ve güzel şâiri kendisine nedim ve musahip edinmek istemişti, bir gece mahremlerinden biriyle işret ederken:
FERDİ (Yeniçeri)
— 5658 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 5659 —
FERDİ (Yeniçeri)
-
Varalım Ferdiyi alalım, bize gazel ve
kıt'a söyleyip ruhumuza cila versin!, diye kalk
mış, tebdili kıyafetle Gökturna adındaki meş
hur atma binmiş ve o mahrem arkadaşı ile be
raber Ferdinin evi semtine varmıştı. Ferdinin
babası yağız çehreli uzun ak sakallı, âdem ej
derhası misâli bir ihtiyar askerdi; yeniçeri a-
ğasının arkadaşı ihtiyarın elini öpmüş:
-
Mahdumunuz Ferdi Çelebiyi Ağa haz
retleri dünyâ ve âhirette oğul edinmek ister,
edep ve erkânına ve hüsnü ânına meftun olup
çırağ edinmek ister, ocağımız hakkı ve pirimiz
Hacı Bektaşi Velî rûhâniyeti için ihsan edin,
şimdi alıp Ağa hazretlerine götüreyim.. demiş.
Babası tarafından izin verilen Ferdiyi alarak koş başında beklemekte olan Ağaya götürmüş, Ağa da onu Gökturnanm terkisine bindirerek sürür içinde menziline dönmüşdü. Ve o gece sabaha kadar bâdenûş olup saz ve söz ve köçek seyri ile felekden gereği gibi kâm almıştı.
Meğer o yeniçeri ağası gençliğinde pâdişâh sarayının zülüflü iç oğlanlarından imiş, padişahın gözde nedimi imiş, sandığında mücevherli bir altın kemer varmış ki Âli Osman Pâdişâhına Acem şahı tarafından hediye edilmiş, pâdişâh da gözdesi olan o ağaya hediye etmiş. Ağa hazretleri o gece rindâne ve âşıkaane biri öbüründen güzel gazeller okuyan Ferdiden o kadar hoşnud olmuş ki o muhabbet gecesinin sabahı hükümdarlar yadigârı bu kıymetli kemeri Ferdinin beline bağlamış.
Ertesi gün delikanlı çarşı ve pazarda belinde bu mücevherli kemerle dolaşmış, kışlaya da onunla gitmiş, fakat kışlada yoldaşları etrafını almışlar:
— Bre Ferdi, bu ne haldir?!. Bu kemer cihanın malûmu olup pâdişâhımıza Acem Şahı tarafından gönderilmiştir, o da ağamız olacak ayyaş herife vermişdir, böyle bir muteber yadigârı belinde taşıyabilmek için sen kim o-lursun?!. Bu kemer senin beline dolanmış mücevherden bir ejderhadır! Senin gibi şâir bir gence böyle sefihlik yaraşmaz!. Çıkar o kemeri belinden ve götür babalığın olacak o herife ver!., diye azarlamış ve zorlamışlar.
Ferdi de mücevherli kemeri götürmüş Yeniçeri Ağasının önüne atmış:
—-Böyle babalık olur mu?., kendi malın olmayan kıymetli bir yadigârı başkasına nasıl verirsin, kışlada yoldaşlarımın arasında rezil oldum, al hediyeyi başına çal, gayri ben sana
ne oğul, ne de nedîm ve musahip olurum!., demiş ve hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Delikanlının bu halinden fevkalâde müteessir cilan Yeniçeri Ağası:
— Ferdi!, sen melek gibi güzel ve melek gibi saf ve temizsin!, şâirsin, bir hükümdarın diğer bir hükümdara hediye ettiği bu kemeri elbet ki taşımaya lâyıksın., seni dilleri ile zehirleyen yılanları bana söyle, şu anda hepsinin kafasını ezeyim!, demiş.
Ferdinin kırık gönlünü tamire muvaffak elan Ağa onu Beşiktaşda bir gülistana götürmüş, denize karşı bir işret sofrası kurulmuş, ve tamam üç gün üç gece sakiler kadeh döndürmüşler.
Beri tarafda yeniçeriler bakmışlar ki ağaları görünmez, meydan bizimdir demişler, • ya-hudi mahallesini yağma etmişler. Ağanın dostları bre aman diyerek Beşiktaşa koşmuşlar, fakat görmüşler ki Ağa kendinden geçmiş, sızmış yatar. Kmi eline, kimi ayağına yapışıp denize sokmuş çıkarmışlar, yine ayırmamış. Derken semâdan inen yıldırım gibi Bostancıbaşı gelmiş, Ağayı kayığına koyup götürmüş ve o haliyle pâdişâhın huzuruna çıkarmış, _ gazaba gelen pâdişâh da Yeniçeri Ağasını hemen cellâda vermiş..».
Nergisi Efendi şatafatlı ve tantanalı üslûbu ile Yeniçeri Ferdi üzerine bir menkıbe daha kaleme almıştı; eski Yunanistanın trajedi muharrirlerinin muhayyilesi ile yazılmış garip bir faciadır, Yeniçeri Ferdinin ağzından şöylece nakledilir:
«Pek sevgili bir arkadaşım vardı, benden iki üç yaş büyüktü, ekseriya beraber gezer dolaşırdık, ülfet ve muhabbetimiz dâima letafet ve nezâket içinde geçerdi. Bir gün:
— Ferdi, seninle Müderris Köyü tarafla
rına teferrüc ve seyrana gidelim!, dedi.
Teklifini kabul ettim, sabahleyin erkenden atlarımıza bindik, kale kapusundan çıktık, sahralar temaşa ederek, zamana ve yere münâcib şiirler okuyarak Müderris Köyüne gittik. Arkadaşım o civarda seyredilmeğe değer bir mağara bulunduğunu söyledi:
— Varalım o mağarayı da görelim!, dedi.
Fakat mağaraya girer girmez hâli ve tavrı birden değişti, gözlerinin ışığı, bakışı başka-laştı, derhal anladım ki, tecennün etmiştir. Firar etmek istediğimde yoluma geçdi, belinden hançerini çıkarıp göğsüme dayadı:
— Ferdi!. Ben sana mecnun misâli âşı-
kım, kara sevda dedikleri derd benim basım
dadır, Mecnunun Leylâsı bir kızdı, sen ise er
keksin, güzel olduğun kadar da masumsun ve
temizsin, güzelliğine revnak veren de senin is
metin ve iffetindir., sana el süremem, benim
için en büyük lütuf ölmek ve hem de senin
elinde ölmektir, haydi Ferdi, hançerini çek ve
beni öldür, sen beni vurmaz isen ben hem sa
na, hem de kendime kıyacağım, iki masum ka
nı birden dökülmesin!., dedi, ağlamağa başla
dı.
Ben de ağlayarak ayaklarına kapandım:
-
Ey benim refiki azizim efendim, bana
kıyma, gencim, gençliğime doymadan öldür
me, ve benim elimi dahi senin kardeşimden ile
ri arkadaşımın kanı ile kızartma! dedim.
-
Kalk ve dediğimi yap, zira ki, sabrım
kalmadı!, diye bağırdı.
Baktım ki, halâs yokdur, hançerimi çekerek mecnun arkadaşımı kalbinden vurup öldürdüm, sonra ben dahi deli gibi Müderris Köyüne giderek vakayı köylülere naklettim, sözlerime inanmadılar, yalakayıp Ocağa teslim ettiler. Mağarada öldürdüğüm arkadaşımın koynundan bir mektup çıktı, o günkü macerayı evvelden tasarladığı için olduğu gibi yazmış, bu mektup masum olduğumu isbat etti ve beni siyasetten kurtardı, fakat o günden beri bir can ejderi içimi kemirmektedir, ve bana bu dertten halâs olmak yoktur.»
Nergis' Efendi bu müthiş faciayı Yeniçeri Ferdinin genç yaşında ölümü sebebini bir vicdan azabına bağlamak için yazmış olacaktır. Halbuki yine onsekizinci asırda yaşamış namlı meddahlardan Şehlâ Hasan Çelebi, güzel yeniçeri neferinin ölümünü Nergisi gibi vahşi ve sapık bir sevgi sonunda değil, munis ve tabiî bir aşk hikâyesi içinde anlatıyor:
«Aksarayda Muradpaşa Hamamının karşısında Cevizli Konak denilen saray yavrusunda oturur Gülyağı Abdi Çelebinin dâridünyada bir dâne ve güzellikte müstesna Hayâl Bânu adında bir kızı vardı.
Güzel delikanlı bir gün arkadaşları ile Muradpaşa Hamamına gider. Başında ak keçeden yeniçeri börkü, börkünün kaşıklığına altın yaldızlı turna telleri sokulmuş, sırtında beyaz üstüne al çubuklu bürümcük gömlek, ak kadife zıbbın, ve sırma işlemeli al çuhadan cebken, belinde şal kuşak, kuşağında gümüş kabzalı ya-
tağan bıçak, kuşağın üstünde mücevherli kemer, kemerinde kabzası mercanlı hançer, al çuhadan sırma işlemeli kısa diz çağsın ve baldırlarında tozluklar, ayaklarında kırmızı sahtiyan filâr, şehbâzâne reftar ile hamama girerken şöyle bir dönmüş, can alıcı gözlerle Cevizli Konağa bakmış, ve kafes ardından sokağı temaşa eden Hayâl Bânuyu o anda âteşi aşkına yakmış. Kız bu âfeti devran çocuğun hamamdan çıkmasını beklemiş. Yeniçeri Ferdiyi bu sefer de gül gül olmuş yüzü ile görünce, büsbütün çileden çıkmış, divâne olmuştu.
Gülyağcının kızı mahbubunun Yeniçeri Ferdi olduğunu öğrenince ser verir sır vermez emektar bir ayvaz ile oğlana bir aşk nâmesi gönderir, genç şair de yüzünü görmediği kıza nâmesinden âşık olur. Kızın mahremi dadısı meseleyi anasına söyler, anası da kocasına açar. Fakat Gülyağcı Çelebi hemen parlar.
Yeniçeri ağasına gülistanda şakilik
eden, küstahlık idüb'belinde mülûkâne kemer ile dolaşan ve refikini mağarada katleden oğluna kız vermem!, der.
İkinci bir engel de ocak tüzüğü olmuştu, yeniçeriler ocaktan emekliye ayrılıncaya kadar evlenemezlerdi ;genç Ferdinin ocaktan ayrılmasına imkân yoktu, bir kız için yeniçeriliği bırakması ocağa hakaret sayılır ve oğlan ortası yoldaşları tarafından katledilirdi. İkisi de aşk hastası olup yatarlar ve gün günden sararıp solarlar. Nihayet imdada bir hintli tabib yetişir, kızla oğlana bir macun yedirir, ikisi de aynı günde ölürler. Acı haber İstanbulda yayılınca herkes gözyaşı döker, sevgililer yanyana iki kabre defnedilir. Gömüldüklerinin üçüncü gecesi Yeniçeri Ferdinin üç mahrem arkadaşı birer kat kadın ve erkek çamaşır ve esvabı alıp mezarlığa giderler, evvelâ kızın kabrini açarlar, yine o hintli tabibin verdiği bir ruhu kok-latirlar, Hayâl Bânu bir uykudan uyanıyormuş gibi gözlerini açar, verilen çamaşırları, esvabı feracesini giyer, yaşmağını sarar. Sonra Ferdinin kabrini açarlar, fakat hayat iksirim koklatacakları sırada ruh şişesini elinde tutan şişeyi düşürür, kırar, ruh da toprağa dökülür, uçar. Bre medet diyerek hekimin misafir kal-dığr hana koşarlar, hancı:
— Molla Cevadı mı sorarsınız? dün gemiye bindi, ve İstanbul'dan bir semti meçhule
gitti., der.
Ferdinin arkadaşları yakalarım yırtarak
_ 5661 —
perişan bir halde mezarlığa dönerler ve bu kara haberi Hayâl Bânuya söylerler. Kız da bir âh çekerek Ferdinin nâşma kapanır ve ölür. Bu sefer her ikisini aynı kabre, koyun koyuna tekrar defnederler.»
FERDİ BABA — Kalender meşreb bir bek-tâşi şâir, aslı Mostarlı idi; 1266 (1849-1850) da doğmuş, 1282 (1865) de onbeş yaşlarında İstanbul'a gelmiş, kırk yıldan fazla Merdivenkö-yündeki Şahkulu tekkesinde yaşamış, bağçıran-lık ve hamamcılık yapmış, 1917-1918 arasında Mısır'a gitmişdir. Şahkulu Tekkesinde bulunduğu sırada yazılmış bir manzumesi biliniyor:
Tekkemizde gonca güller dereriz O gülleri soyar aşka deneriz O aşk ile mertebeye ereriz Erenleriz güzellerdir dostumuz Güzellere döşek yorgan postumuz
Makbulümüz zeberdesti fetânın Hâli vahşet revnakıdır bütanın Narhı yokdur bizde ahzu atanın Gül kokarız güller olmaz dikensiz Yar sararız tüm üryan pîrehensiz
Erenlere bir şehlevend yar gerek Pervâneves yâ aşk diye dönerek Güzel yalım ayakları çark direk Âşık sarhoş maşuk sarhoş hey baba Merhaba ey sahi hûban merhaba
İşte oldum pîr evinde hamamcı Çıplak gedâ cihan değer kazancı Kâm almaya-Jbak şu dünyâ yalancı Hizmetimiz güzel güzel canlara Ham gümüşden üryan üryan hanlara
Gül varakda duman duman siyeh hat Virmiş httsni yâre revnak kat bekat Aguuşe çek hicabını heman at Ferdi Âşık yalnız olan bir Allah Güzellerden kısmetine eyvallah
Dostları ilə paylaş: |