VATANDAŞLARIN YÖNETİME ETKİN BİR BİÇİMDE KATILMASINI SAĞLAYACAK ANAYASAL ARAÇLAR: HALK GİRİŞİMİ, HALK VETOSU, HALKOYLAMASI, GERİ ÇAĞIRMA
Örnek Tartışma Konuları:
Vatandaşların yönetime katılmasının sağlanmasında anayasal araçların rolü
“Halk girişimi”, “halk vetosu”, “halkoylaması”, “geri çağırma” gibi kurumların demokrasi ve uzlaşma kültürü zayıf veya eksik toplumlarda uygulanma imkanı
İki seçim arası dönemde, yöneticilerin yönetilenlere hesap vermesine, yönetilenlerin yöneticileri denetlemesine imkan verecek anayasal mekanizmaların tasarlanması
Tanımlar:
Doğrudan Demokrasi: Halkın egemenliğini doğrudan, herhangi bir aracı olmaksızın bizzat kullanmasıdır.
Temsili Demokrasi: Halkın egemenliğini seçtiği temsilciler eliyle kullanmasıdır.
Yarı-Doğrudan Demokrasi: Temsili demokrasi ve doğrudan demokrasinin bir karışımı olarak nitelendirilebilir. Esas olarak egemenlik halkın seçtiği temsilciler tarafından kullanılmakla birlikte, halk yarı-doğrudan demokrasi araçlarıyla (halk girişimi, halk vetosu, halkoylaması, geri çağırma gibi) yönetime katılmakta ve bu anlamda egemenliği temsilcileriyle paylaşmaktadır.
Katılımcı Demokrasi: Kamusal kararların alınması ve uygulanmasında vatandaşların geniş katılımını esas alan demokrasi anlayışı.
Bilgi Notu:
Günümüzde geçerli olan demokrasi tipi “temsili demokrasi” olmakla birlikte, temsili demokrasi; vatandaşların etkinliğini sadece seçim dönemleriyle sınırladığı, iki seçim arasında vatandaşların yönetime katılmasına imkan vermediği ve seçilen temsilcilerin bir kez seçildikten sonra kendilerini seçenlerin istek ve beklentilerine kayıtsız kaldığı gerekçesiyle eleştirilmektedir. Bu sorunlara çözüm olarak, vatandaşların yönetime daha etkin bir biçimde katılmasını sağlayacak yarı-doğrudan demokrasi mekanizmalarının oluşturulması önerilmektedir. Bu mekanizmalar esas olarak dört başlıkta incelenebilir:
Halk girişimi: Belli sayıda seçmenin imzalayacağı bir dilekçeyle ya da yerel meclislerin yapacağı bir başvuruyla belli bir konuda yasa veya yasa değişikliği yapılmasının istenmesidir.
Halk Vetosu: Parlamento tarafından kabul edilen bir yasanın halkın inisiyatifiyle düzenlenen bir halkoylamasıyla reddedilerek yürürlüğe girmesinin engellenmesidir.
Halkoylaması: Parlamento tarafından kabul edilen bir yasanın halkın onayına sunulmasıdır.
Geri Çağırma (Recall): Halk tarafından seçilmiş bir temsilcinin belli sayıda imza toplanarak görev süresi dolmadan görevine son verilmesidir.
YARGI BAĞIMSIZLIĞINA İLİŞKİN TARTIŞMALAR
Örnek Tartışma Konuları:
Yargıçların bağımsızlığını sağlamak için önerilen anayasal mekanizmalar
“Yargı Bağımsızlığı” ilkesi açısından “Yüksek Yargı Kurulları”nın işlevleri ve gerekliliği.
Hakimler ve savcılar için ayrı kurullar oluşturulması.
Özellikle, yargıçların atanması, yükseltilmesi, disiplin ve özlük işlerinde yasama ve yürütme organının etkisi.
Anayasa’da yargı organı düzenlenirken, savunma makamının da anayasal bir statüye kavuşturulması
Tanımlar:
Yargı bağımsızlığı: Yargı organının, yargı işlevini yerine getirirken, hiçbir organ, makam, merci veya kişiden, özellikle yasama ve yürütmeden emir ve talimat almaması, tavsiye veya telkinlere muhatap olmaması.
Hukuk Devleti: Yönetilenler gibi, yöneticilerin de hukuk kurallarıyla bağlı olması esasına dayanan ve yasama ve yürütme organlarının yargısal denetimi gibi yöneticileri etkin bir biçimde hukuka bağlı kılacak mekanizmaların kurulmasını öngören ilke.
Bilgi Notu:
Çağdaş liberal-demokratik rejimlerin anayasaları incelendiğinde, yargı bağımsızlığını sağlamaya yönelik hükümlerin önemli bir yer tuttuğu görülür. Bu düzenlemeler, “hukuk devleti” ilkesinin ön şartıdır. Bir başka ifadeyle, yargının bağımsız olmadığı bir yerde, yöneticileri (özellikle yasama ve yürütme organlarını) hukukla bağlı kılmak mümkün değildir. Yasama ve yürütme organlarına tabi, bu organların kontrolü altında bulunan, bu organların etkisine açık bir yargı organının; yasama ve yürütmenin hukuk kurallarına uygun davranıp davranmadığını denetlemesi ve eğer söz konusu kurallara aykırı davranıyorlar ise yaptırıma karar vermesi söz konusu olamaz.
1982 Anayasası’nda yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti açısından en çok tartışılan kurumlardan biri Anayasa’nın 159 maddesinde düzenlenen “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”dur (HSYK). Kurul’da, 5 yüksek yargıcın yanı sıra, Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı müsteşarı yer almaktadır. HSYK’nın anayasal konumunu değerlendirebilmek için karşılaştırmalı örneklerde Yüksek Yargı Kurulları’nın nasıl düzenlendiğini gözden geçirmek faydalı olabilir. Yüksek Yargı Kurulları, çeşitli uluslararası belgelerde ve özellikle Avrupa Konseyi bünyesinde yürütülen çalışmalarda, çağdaş demokrasilerinin vazgeçilmezi olan bağımsız yargı işlevinin sürdürülebilmesi için gittikçe daha fazla vurgulanan bir temel gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Gerçekten, daha 1994 yılında konuya ilişkin olarak Avrupa Konseyi’nce yayımlanan tavsiye kararında; yargıç atamaları konusunda kararlar veren kurulların prensip olarak hükümetlerden ve genel idare makamlarından bağımsız olmaları gerektiğinin altı çizilmiş; bu olmadığı takdirde ise, hükümetlerin bu yoldaki kararlarına ilişkin tavsiyeler sunan özel organların gerekliliğine dikkat çekilmiştir. 1998 yılında yine Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan “Yargıçların Statüsü hakkındaki Avrupa Şartı”nda ise; “en az yarısı yargıçlardan oluşan, yasama ve yürütüme organlarından bağımsız bir otorite” olarak tarif edilen yargısal konseylerin, yargıçların seçimi, atanmaları ve yükseltilmeleri de dâhil olmak üzere yargıçlık mesleğine ilişkin tüm kararlara katılmaları esasının benimsendiği görülmektedir (m.1). Uluslararası Yargıçlar Birliği Merkez Komitesi tarafından 1999 yılında ilân edilen “Evrensel Yargıçlar Şartı”nda da benzer bir tutum benimsemekte ve “yargı organı temsilcilerinin de kayda değer oranda temsil edildiği bir bağımsız organ”ın, yargıçların seçimi (m.9) ve yargısal idare ve disiplin süreçlerinde (m.12) etkin olmaları gerekliliğine işaret edilmektedir. Benzer ifadelere, Avrupa Demokrat ve Özgür Yargıçlar Birliği tarafından ilân edilen “Palermo Deklarasyonu”nda da rastlanmaktadır.
Bununla birlikte, Yüksek Yargı Kurulları’nın varlığının ve özellikle yargıçların atanması konusundaki karar süreçlerine katılımının, bütün demokratik ülkelerde genel kabul gören evrensel bir uygulama olmadığının da ifade edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, her şeyden önce, anayasal sistemleri içinde bu çalışmada kullanıldığı anlamıyla bir Yüksek Yargı Kurulu’na yer vermeyen kimi demokratik ülkelerin varlığından söz etmek lazımdır. Söz konusu ülkelere örnek olarak, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Almanya, Letonya, Lihtenştayn, Lüksemburg, Monako, İsviçre (federal düzeyde) ve Japonya gösterilebilir. İlginç olan, bu grup ülkeler arasında yer alan ve toplumsal/siyasal gelişmişlik seviyesi bakımından daha öne çıkan Almanya, Finlandiya, İsviçre ve Japonya gibi ülkelerde, anılan türden Kurulların oluşturulması yönünde herhangi bir güçlü talep veya tartışmaya rastlanmayışıdır. Buna karşılık, söz konusu ülkeleri daha gerilerden takip eden Avusturya ve Çek Cumhuriyeti’nde ise bu alanda sürekli gündeme taşınan ciddi öneriler bulunmakta; bu türden Kurullar’a duyulan ihtiyaç, özellikle yargı çevreleri ve kimi sivil toplum örgütleri tarafından sıklıkla dile getirilmektedir.
Yukarıdakilerin aksine, anayasal sistemleri içinde bir Yüksek Yargı Kurulu’na yer veren ülkelere bakıldığında da, bu Kurullar’ın yargıç atama yetkileri konusunda ikili bir ayrım yapılması yerinde olacaktır. Bu kapsamda ilk olarak değinilmesi gereken grup, hukuk devleti prensibinin ve çağdaş demokrasi standartlarının en üst derecede pekişmiş olduğu kimi ülkelerdir. Bu ülkelerde, yargı bağımsızlığı ve yargıçların atanmaları gibi konuların doğal süreçler içinde çatışmalı alanlar olmaktan çıkmış olmasının bir sonucu olarak, Yüksek Yargı Kurulları’nın da bu alanda ciddi yetkiler kullanmadıkları ve dahası, bu yönde güçlü bir ihtiyaç da hissedilmediği görülmektedir. Anılan ülkelere örnek olarak, en başta Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada ile Avrupa’dan Danimarka, İzlanda ve İsveç gösterilebilir. Yüksek Yargı Kurullarının oluşum ve işleyişi konusunda “Kuzey Avrupa Modeli” olarak adlandırılabilecek bu eğilimde, Yüksek Yargı Kurullarının daha ziyade yargısal idare, yargıda etkinlik ve verimliliğin arttırılması, iş yükünün dengeli dağılımı ile stratejik plânlama ve bütçe idaresi gibi konularda sorumluluk aldıkları görülmektedir. Bu manzara ise, yukarıda değinilen “Evrensel Yargıçlar Şartı”nda kullanılan ifadelerle; yargıçların seçimi ve atanmalarındaki objektif ve şeffaf ölçütlerin “…yerleşik ve genel kabul gören gelenek ve uygulamalar çerçevesinde” güvence altına alındığı toplumlardaki çatışmasızlık halinin ve bunun yarattığı kurumsal rahatlığın çarpıcı bir örneği olarak değerlendirilebilir.
Anayasal sistemleri içinde bir Yüksek Yargı Kurulu’na yer veren diğer grup ülkeler ise, anılan Kurullar’ın esas olarak yargı bağımsızlığının koruması ve güçlendirmesi işlevleri çerçevesinde düşünüldüğü ve daha ziyade yargıçların atanmasına ve diğer kariyer işlemlerine yönelik yetkiler kullandıkları ülkelerden oluşmaktadır. Sayısal olarak da büyük çoğunluğa sahip olan bu ülkelerin kimilerinde Yüksek Yargı Kurulları’nın yargıç atmalarında münhasıran yetkili oldukları kabul edilirken, kimilerinde ise bu süreçteki yetkiler, birer “tavsiyede bulunma yetkisi” olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu gruba giren kimi bazı ülkelerde ise bu tavsiye kararlarının bağlayıcı nitelik taşıdığı görülmektedir.