Italyanca Aşk Başkadır Evening Class



Yüklə 2 Mb.
səhifə2/32
tarix18.08.2018
ölçüsü2 Mb.
#72583
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32
canlı bir sesle, sonra yüzlerine baktı. Kimsede en ufak bir değişiklik yoktu, anlattıklarını geçerli bir seçenek olarak gördükleri belliydi. İşin tuhafı artık kendisi de yavaş yavaş buna inanmaya başlamıştı. Belki o deli Tony O'Brien zannedildiğinden daha akıllıydı. Gerçek bir aileymişler gibi konuştular. Hangi düzeyde ders vereceklerdi ? Acaba tatilde İtalya'ya gideceklere yeterli günlük konuşma İtalyancası mı olmalıydı? Yoksa çıtayı daha yükseltmeli miy diler? Aidan'ın not alabilmesi için tabakları bir kenara itmişlerdi.
Sonra, çok sonra Brigid, " Müdür sen olmayacağına göre kim olacak peki?" diye sordu.
- Tony O'Brien diye birisi. Coğrafya hocası, iyi biridir. Mountain-view için iyi olacağına inanıyorum.
- Bir kadını seçmeyeceklerinden emindim, dedi Nell burnunu hafifçe çekerek.
- Adaylar arasında iki de kadın vardı sanırım, ama sonunda doğru seçimi yaptılar, dedi Aidan. Vereceği iyi haberi kutlamak için getirdiği şaraptan kadehlere biraz daha doldurdu. Yakında yeni odasına taşınacaktı. Bu akşam duvara yaptırtacağı rafların ölçüsünü alacaktı. Okuldaki öğretmen arkadaşlarından biri boş zamanlarında marangozluk yapıyordu, hem kitaplığını hem de İtalya'dan aldığı tabakları yerleştireceği rafları o yapacaktı.
Kimse sessizce yerinden kalkıp odadan çıkan Grania'yı fark etmemişti.
Oturma odasında oturmuş gelmesini bekliyordu. Gelecekti. Gelip ondan ne kadar nefret ettiğini söyleyecekti. En azından bunu söylemek için geleceği kesindi. Kapı çaldı. Grania, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı, karşısında duruyordu.
- Sana bir kahve makinesi aldım, dedi. Bir de en iyisinden Kolombiya kahvesi. İyi yapmış mıyım ?
Grania odaya girdi. Gençti, ama güven dolu değildi. Daha doğrusu artık güven dolu değildi. "Ne hergeleymişsin ama! Ne korkunç, yalancı bir hergele..."
- Hayır değilim. Sesi çok sakindi. Ben namuslu bir adamım. Buna inanmanı istiyorum.
- Sana inanmamı nasıl bekliyorsun? İçinden bana gülüyordun, babamla sinsi sinsi alay ediyordun. Kahve makinesine bile için için gülüyordun. İstediğin kadar gül... Buraya dünyanın en aşağılık adamı olduğunu söylemeye geldim. Temennim bir daha senin gibi birine rastlamamak. Çok uzun yaşamayı, çok insan ta-
nımayı diliyorum. Ama asla senin gibi karşısındakilerin hislerine önem vermeyen birine kanacak, öyle birine inanacak kadar gafil olmamak için dua ediyorum. Eğer bir Tanrı varsa, lütfen Tanrım karşıma çıkacak insanların en aşağılığı bu adam olsun! Üzüntüsü o kadar derinden geliyordu ki Tony elini uzatmaya bile cesaret edemedi.
- Bu sabah ben henüz senin Aidan Dunne'ın kızı olduğunu bilmiyordum. Bu sabah ben Aidan'ın müdür olmayı beklediğini de bilmiyordum.
- Bana söyleyebilirdin... Bana söylemeliydin, dedi ağlayarak Grania.
Tony birden kendini çok yorgun hissetti. Geride uzun bir gün kalmıştı. Alçak sesle, "Hayır, söyleyemezdim. Sana, 'Baban yanılıyor, o görev babanın değil karşındaki hürmetkarın' diyemezdim. Söz konusu olan vefa ise benim vefa borcum babana karşı. Onun komik duruma düşmemesini, hayal kırıklığına uğramamasını sağlamak zorundaydım. Ve hakkı olanı elde etmesini; ona güç verecek ve yeteneklerini kullanmasına olanak sağlayacak bir görevi..."
¦" - Anlıyorum, dedi Grania. Sesi alaycıydı. Sen de gece kursu diye bir şey icat ederek sırtını sıvazlamış oldun, öyle mi ?
Tony O'Brien'ın sesi buz gibiydi. "Öyle görüyorsan, öyledir. Düşüncelerini değiştiremem. Eğer gerçeği göremiyorsan, bunun babana verilen büyük bir fırsat olduğunu, hem kendi hayatını hem de genel olarak insanların hayatını değiştirecek kadar önemli bir iş olduğunu kabul edemiyorsan çok üzgünüm. Üzgün ve şaşkınım. Daha anlayışlı biri olduğunu sanıyordum."
- Sınıfınızda bir öğrenci değilim, Bay O'Brien. Hem de başınızı kızgınlık yerine üzüntüyle sallamanızdan da hiç etkilenmiş değilim efendim... Siz babamı da beni de gülünç duruma düşürdünüz.
- Ne yaparak ?
- Ne mi yaparak? Kızıyla yattığınızı, sonra beklentisini öğrenince koşarak okula gidip ona verilecek görevi elinden aldığınızı bilmiyor. İşte bunu yaparak.
- Sen de kendini daha iyi hissetmesi için bunları babana anlattın mı yoksa?
- Anlatmadığımı sen de biliyorsun. Kızıyla yatmak bölümü o kadar önemli değil. Hayatımda bir gecelik bir macera diye bir şey olacaksa işte oldu demektir...
- Fikrim değiştireceğini umuyorum, Grania. Senden çok çok hoşlanıyorum ve seni çekici buluyorum.
-Yaa!
- Hayır, "yaa" değil. Doğru söylüyorum. İstediğin kadar bana inanma, ama cazip bulduğum ne yaşın ne de güzelliğin. Bugüne kadar birçok genç ve güzel kız arkadaşım oldu. İstesem şimdi de öylesini kolaylıkla bulacağımdan eminim. Ama sen başkasın. Beni terk etmeye karar verirsen çok önem verdiğim bir şeyi kaybetmiş olacağım. Söylediklerime ister inanırsın, ister inanmazsın, ama ben gerçek hislerimi açıklıyorum.
Bu kez Grania suskundu. Bir süre birbirlerine baktılar. Sonra Tony, "Baban beni size davet etti, ailesiyle tanışmamı önerdi, ama ben 'Eylüle kadar bekleyelim' dedim. 'Eylüle daha çok var, o zamana kadar kim bilir neler olur' dedim." Grania omuz silkti. "Kendimi değil daha çok seni düşünüyordum. Ya bana karşı hâlâ kızgın olup beni hor görmeye devam edersin ve her aradığımda evde yok dedirtirsin ya da birbirimizi gerçekten sevdiğimiz için bugün olanların sadece büyük bir zamanlama hatası olduğunu düşünürüz."
Genç kız hiç sesini çıkarmıyordu
- Öyleyse eylüle kadar... dedi Tony.
- Tamam. Çıkmak üzere arkasını döndü.
- Aramayı sana bırakıyorum, Grania. Ben buradayım. Seni tekrar görmekten mutlu olurum. İstemezsen sevgili de olmayız. Benim gözümde bir gecelik bir macera olsaydın gitmene hiç üzülmezdim. Her şeyin yeterince karmaşık olduğunu, ilişkimizi şimdiden kesmenin daha doğru olacağını düşünürdüm. Ama ben bu evde senin bana geri dönmeni bekleyeceğim.
Genç kadının yüzünde hâlâ sert ve kapalı bir ifade vardı. "Daha önce söylediğin gibi başka bir arkadaşınla çakışmamak için önceden telefon etmeyi unutmamak şartıyla..."
- Sen bana dönene dek başka arkadaşım olmayacak, dedi Tony.
Elini uzattı ve, "Döneceğimi sanmıyorum" dedi Grania.
- Hayır, lütfen hiçbir konuda kesin bir şey söylemeyelim. Bundan kaçınmaya ikimiz de söz verelim. Gülüşü içtendi. Grania başı önünde, elleri ceplerinde yolun sonuna vanncaya dek arkasından baktı. Ne kadar yalnız ve kaybolmuş görünüyordu. Peşinden koşup onu kollarına alıp geri getirmeye can atıyordu, ama yanlış olur diye düşündü, daha çok erken...
Yapması gerekeni yaptığına emindi. "Aidan'ın arkasından, kızıyla hiç emin olmadığım bir konuda konuşsaydım hepimizin geleceğini yok etmiş olurdum" diye düşünüyordu. "Bir bahisçi genç
kızın dönüşüne kaçta kaç şans verirdi acaba" diye geçirdi içinden. "Herhalde yüzde elliden fazla değil."
"Gece kursunun başarı şansı bu kadar bile değil" diye düşündü. Gece kursu konusunda aklı başında kim bahse girerdi ki? O kurs daha başlamadan ölüme mahkûm değil miydi?..
 
Nora O'Donoghue uzun yıllar Sicilya'da yaşamıştı. Bu süre boyunca ülkesinden hiç mektup almamıştı.
Yine de sıcak, masmavi gökyüzünün altında daracık sokakta kendisine doğru ilerleyen il postino'ya1 her gördüğünde umut dolu gözlerle bakmaktan kendini alamazdı. Nora, her ayın birinde ailesine iyi olduğunu bildiren bir mektup yazardı, ama İrlanda'dan ona hiç mektup gelmezdi. Sonra karbon kâğıdı satın almaya karar verdi. Kâğıt, kalem, zarf satan dükkândaki satıcıya karbon kâğıdım anlatmak başlı başına bir sorun olmuştu... Daha önce yazdıklarını yalanlamaktan korktuğu için neler yazdığını iyice bilmek istiyordu. Ailesine mektuplarda anlattığı hayat baştan sona yalan olduğundan en azından aynı yalanlan söylemeye çalışıyordu. Onlar hiç cevap yazmıyorlardı, ama gönderdiği mektupları okudukları kesindi. İç çekerek mektubu elden ele geçirdiklerine, kaşlarını kaldırarak, başlarını sallayarak okuduklarına emindi. "Zavallı inatçı Nora" diyorlardı... "Kendini ve hayatmı nasıl rezil ettiğini göremeyen aptal kız, zararın neresinden dönülse kâr olduğunu anlamayan, yaptığı yanlışı kabul edip ülkesine dönmeye bir türlü karar veremeyen Nora..."
- Onunla öteden beri mantıklı konuşmaya imkân yoktu, diyordu annesi.
Babası da, "Çoktandır yardım edilecek halde değildi. Pişman olduğunu da sanmıyorum" diyordu. Çok dindar biriydi babası, onun gözünde Mario'yla evlilik dışı ilişki kurması, evlenmeyeceğini bile bile onun peşinden ücra bir köşede, ufacık bir köy olan Annunziata'ya kadar gitmesinden daha büyük bir günahtı.
Nora, ailesinin onunla asla ilişki kurmayacağını baştan bilsey-
I. Postacı, (ç.n.)
di belki de Mario'yla evlendiğini söylerdi. Hiç olmazsa yaşlı babasını Tanrı'yla karşılaştığında kızının evlilik dışı bir ilişki yaşadığını itiraf zorunda kalma korkusundan kurtanr ve babasının rahat uyumasını sağlardı.
Doğruyu söylemek gerekirse aslında Mario ailesiyle baştan beri açık yüreklilikle konuştuğu için yalan söylemesine olanak bırakmamıştı.
- Kızınızla evlenmeyi çok isterdim, demişti o kocaman, kara gözlerini bir annesine bir babasına çevirerek. Ama ne yazık ki... ne yazık ki olamaz. Ailem Gabriella'yla evlenmemi istiyor. Onun ailesi de bunu istiyor. Bizler Sicilyalıyız. Ailelerimizin isteğine karşı çıkamayız. İrlanda'da da durum aynı değil mi ? Ailesinden anlayış beklemiş, ufak da olsa bir onay alacağını ummuştu.
Aslında kızlarıyla iki yıl Londra'da birlikte yaşamıştı. Günün birinde karşılarında Nora'nın annesini ve babasını bulmuşlardı. Mario davranışını beğeniyor, son derece açık sözlü olduğunu söyleyerek "Daha ne istiyorlar" diye soruyordu.
Onların tek isteği kızlarının hayatından çıkıp gitmesiydi.
Nora'nın İrlanda'ya geri dönmesini ve hayatındaki bu talihsiz olayı kimsenin duymamasını istiyorlardı.
Nora ise ailesinin isteklerini anlayışla karşılıyordu. "Yıl 1969 olsa bile küçük bir şehirde yaşadıklarını unutmamak gerekir" diyordu. Onlar için Dublin'e gelmek büyük bir serüvendi. Bu insanların gözünde kızlarının Londra'da günah içinde yaşadıktan sonra bir erkeğin peşine takılıp Sicilya'ya gitmesi kadar korkunç ne olabilirdi ?
Bu sorunun yanıtı ailesinin gerçek bir şoka girmesi ve hiçbir mektubuna cevap vermesi olmuştu.
Nora, annesini ve babasım gerçekten affetmişti. Ama iki kız kardeşi ile iki erkek kardeşini affedemiyordu. Onlar gençti; her ne kadar evlendikleri insanlar hayatı öğrenmemiş olduklarını kanıtlıyorsa da en azından aşk denen şeyin ne olduğunu bilmeleri gerekirdi. Birlikte büyümüşlerdi, o ücra, ufak kasabadan kurtulmak için birlikte çabalamışlardı. Annelerinin yumurtalıkları alındığında birlikte korkmuşlar, babalan buzda kayıp düşünce birlikte üzülmüşlerdi. Hep geleceği düşünerek anneleri veya babalan tek başına kalırsa ne yapacaklannı tartışmışlardı. İkisi de tek başına yaşayacak yapıda değil, yalnız yaşayamaz, diye karar vermişlerdi. Küçük çiftliği satıp hayatta kalanı Dublin yakmlannda ufak bir apartman katına yerleştirmeye karar vermişlerdi.
Nora Sicilya'ya yerleşince o plan bozulmuştu. "Desteğimi yüz-
de yirmi azalttım" diyordu. Hiç evlenmediğinden kardeşleri, ilerde tek başına kim kalırsa Nora'nın ona bakacağından emindiler. Öyleyse Sicilya'ya gitmekle desteğini yüzde yüz çekmiş oluyordu. Onlardan hiç haber almayışının belki de gerçek nedeni buydu. "Annem veya babam hastalanmış olsa veya biri ölse herhalde haber verirler" diye düşünüyordu.
Zaman zaman bundan bile kuşku duyuyordu. Onlardan o kadar uzaklaşmıştı ki... Ölmüştü sanki. Arkadaşlanndan birine sormaya karar verdi. Oteldeyken birlikte çalıştığı güvenilir arkadaşı Brenda'ya. Brenda arada sırada O'Donoghue'lan ziyaret ediyordu. Nora'nın ne kadar aptalca davrandığı konusunda ailesiyle bir olup baş sallamak Brenda'ya hiç zor gelmiyordu. Geceler boyu, Nora'ya Mario'nun peşinden Annunziata denilen o köye gitmemesi için yalvaran, onu uyaran, tehdit eden Brenda değil miydi ? Köyde karşısına çıkacak iki ailenin öfkesiyle başa çıkamayacağını söyleyen o değil miydi ?
Nora'nın ailesi memleketini terk eden kızlanyla görüştüğünü bilmedikleri için Brenda'yı evlerine kabul etmekten çekinmiyor-lardı. Nora da yeni doğan yeğenlerini, çiftliğe eklenen binayı, satılan üç dönüm arsayı, aile otomobilinin arkasına alınan karavanı Brenda'nın mektuplarından öğreniyordu. Brenda ne kadar televizyon seyrettiklerini de çocuklann Noel'de annelerine hediye ettikleri mikrodalga fınm da anlatıyordu. Daha doğrusu reddedilmemiş çocukların...
Brenda, Nora'nın ailesini mektup yazmaya zorlamaya çalışıyordu. Nora'nın haber almaktan ne kadar mutlu olacağını söylüyordu. "Kim bilir kendini ne kadar yalnız hissediyordur" demişti. Ama annesi gülerek, "Yok canım. Ne yalnızlığı... Annunziata'da muhteşem bir yaşamı olan Lady Nora'nın yalnızlık hissettiğini de nereden çıkardın? O, insanlann gözünde bütün İrlanda'nın haysiyetini yerle bir etti ama, kraliçeler gibi yaşıyor işte" demişti.
Brenda eskiden gülünç bulup alay ettikleri biriyle evliydi. Çoktan unuttuklan bir nedenle adama Yastık Yüzü diye ad takmışlardı. Çocuklan olmamıştı, ikisi de aynı lokantada çalışıyordu. Patrick -Yastık Yüzü'nün gerçek adı Patrick'ti- aşçıydı, Brenda da yönetici. Lokantanın sahibi başka bir ülkede yaşıyordu ve yönetimi ikisine bırakmış olmaktan memnundu. "Parasal yükümlülük taşımadan sanki sahibi bizmişiz gibi" diye yazmıştı Nora'ya. Brenda, mektuplarında çok mutlu görünüyordu, ama Nora gibi yalan söylemediğinden nasıl emin olunabilirdi ?.
Nora Brenda'ya da gerçekleri anlatmıyordu. Doğduğu İrlanda
köyünden çok daha ufak bir yerde geçirdiği yıllardan, piazza'mn2 karşısında oturan adamın aşkından, onu görmek için başvurduğu yalanlardan, adama duyduğu tutkudan ve adamın yıllar geçtikçe onu görmek için daha az çaba harcamaya başladığından söz etmiyordu.
Annunziata adlı köyün güzelliğini, siyah ferforje balkonlu bembeyaz evlerini, her evin nasıl sardunya veya zambaklarla dolu saksılarla süslü olduğunu anlatıyordu. "Bizdeki gibi bir iki saksı değil, çiçek taşan bir sürü saksı" diyordu. Sonra köyün kapısını, orada durup nasıl vadiyi seyrettiğini anlatırdı. "Kilisenin seramikleri öylesine ünlü ki" diyordu, "Her gün onları görmeye gelenlerin sayısı artıyor."
Mario ile Gabriella köyün tek otelini işletiyorlardı. Son zamanlarda turistlere öğle yemeği de vermeye başlamışlardı. Sonuç çok başarılıydı. Bu gelişmelerden, kart ve kilise resimlerini kilisede satan o sevimli Signora Leone ile Annunziata yazılı toprak tabaklar ve çanaklar yapan Nora'nın yakın arkadaşları Paolo ve Gianna da çok memnundu. Sonra yol kenarında sepetlerde portakal ve çiçek satanlar da vardı. Nora bile yaptığı dantelli mendilleri ve masa örtülerini satarak veya İngilizce konuşanlara rehberlik yaparak turistlerden yararlanıyordu. Onları kiliseye götürüyor, tarihçesini anlatıyor, savaşların ve eski Roma kentlerinin yerlerini gösteriyor, asırlar önce yörede yaşanan maceralardan söz ediyordu.
Brenda'ya Mario ve Gabriella'nın beş çocuğu olduğundan hiç söz etmemişti. Onların piazza'mn karşı tarafından o kocaman, kara gözleriyle nasıl ciddi ciddi baktıklarını anlatmamıştı. Kim olduğunu, ondan neden korkup nefret etmeleri gerektiğini bilmedikleri halde, komşulan veya arkadaşlarından farklı olduğunu anlayacak kadar bilmiş o çocuklardan hiç söz etmemişti.
Brenda ile Yastık Yüzü'nün çocukları yoktu. Bu yüzden babalarının otelinin basamaklannda, karşıdaki küçük odanın penceresinde dikiş dikerek olup bitenleri gözleyen Signora'ya bakan asık suratlı, yakışıklı Sicilyalı çocuklar hiç ilgilerini çekmezdi.
Annunziata'da ona böyle diyorlardı... Sadece Signora... Geldiğinde dul olduğunu söylemişti. Aslında gerçek adına, Nora'ya o kadar benziyordu ki... sanki adı baştan Signora olmalıydı gibi geliyordu.
Gerçekten ona önem veren, nasıl yaşadığını gerçekten merak eden kimse yoktu. Böyle biri olsaydı yine de köyde nasıl yaşadığını anlatması zor olurdu. İrlanda'da olsa küçümseyeceği bir köy-
2. Meydan, (ç.n.)
de... Sineması, dans salonu, süpermarketi olmayan, düzensiz işleyen otobüs gelse bile en yakın yerin çok uzak olduğu bir köy...
Oysa bu köyün her taşım seviyordu, çünkü Mario burada yaşıyor, burada çalışıyor ve bu köyün otelinde şarkı söylüyordu. Çocuklarını bu köyde büyütüyor ve pencerede oturmuş dikiş diken Signora'ya bu köyde selam veriyordu. Nora ise yılların nasıl geçtiğini fark etmeden, zarif bir biçimde başım eğerek selamım yanıtlıyordu. 1969 yılında Londra'da sona eren o şehvet dolu yıllar da Mario ve Signora dışında herkes tarafından unutulup gidiyordu...
Mario da o yıllan özlem, pişmanlık ve sevgiyle anıyor olmalıydı. Öyle olmasa Nora'nın verdiği anahtarla usulca kapıyı açıp yatağına gelir miydi ? Karısının uyumasını bekleyip o sessiz meydanı geçer miydi?... Ay ışığı olduğunda gelmeyeceğinden emindi. Ay ışığındapiazza'yı geçen adamı görecek o kadar göz vardı ki... O gözler Mario'nun karısının yanından çıkıp o yabancı kadına gittiğini anlardı. Şu vahşi bakışlı, uzun kızıl saçlı yabancıya...
Signora zaman zaman "Acaba gerçekten deli miyim" diye sorardı kendine ? Ailesinin ve Annunziatalıların düşündükleri doğru olabilir miydi ?
Başka kadınlar erkeği terk ederlerdi. Bu kesindi... Sevgileri yok olunca ağlarlar sonra hayatlarına devam ederlerdi.
Nora, 1969 yılında henüz yirmi dört yaşındaydı. Otuzlu yaşlarını dikiş dikerek, gülümseyerek ve İtalyanca konuşarak geçirmişti. Ama başkalarının önünde sevdiği erkekle hiç konuşama-dan... Londra'da birlikte yaşarlarken İtalyanca'nın güzelliğini överek dilini öğrenmesi için yalvardığında Nora bir iki kelime öğrenmişti. Mario'ya asıl onun iyi İngilizce öğrenmesi gerektiğini söylüyordu. Sonra birlikte İrlanda'da on iki odalı bir otel işletecekler ve zengin olacaklardı. Nora bunları söylerken Mario gülüyor, "Benim kızıl saçlı pricipessa'm,3 dünyanın en güzel kızısın sen" diyordu.
Signora zaman zaman canlandırmaya çalıştığı anılarının bir bölümünü yok etmişti.
Mario'nun peşinden Annunziata'ya geldiği gün, otobüsten indiğinde -tarifinden babasının küçük otelini hemen tanımıştı- Mario'nun korkunç öfkesini hatırlamayı hiç istemezdi. Mario'nun yüzündeki o sert ifadeyi unutmak isterdi. Parmağıyla meydanda duran arabayı göstererek binmesini işaret ediyordu. Sonra arabayı çok hızlı kullanmış, virajlara büyük bir süratle girerek uzun bir sü-
3. Prenses, (ç.n.)
re gittikten sonra kimsenin göremeyeceği ücra bir zeytinliğin kenarında durmuşlardı. Nora özlem içinde sevdiği adama dönmüştü. Oysa Mario onu itmiş, aşağıda görünen vadiyi göstermişti.
- Gördüğün bu bağlar var ya... Gabriella'nın babasının. Şu taraftakilere, bak. Onlar da benim babamın. Baştan beri evleneceğimiz biliniyor. Gelip hayatımı berbat etmeye hakkın yok!
- Her hakka sahibim. Seni seviyorum. Sen de beni seviyorsun. Bu kadar basitti.
Mario'nun yüzü şaşkınlık içindeydi. "Sana açık sözlü davranmadığımı söyleyemezsin. Daha önce de söyledim. Ailene de söyledim. Gabriella'yla ilişkim yokmuş gibi onunla sözlü değilmişiz gibi davranmadım."
- Yatakta hiç de öyle davranmadın. Orada hiç Gabriella'dan söz etmedin.
- Kimse yatakta başka bir kadından söz etmez, Nora. Mantıklı ol. Git, evine dön. İrlanda'ya geri dön.
Nora sadece, "Geri dönemem" dedi. "Senin yanında olmalıyım. Ne yazık ki gerçek bu. Sonsuza dek burada kalacağım."
Dediğini yapmıştı.
Seneler geçmiş ve Signora sergilediği kararlılık sayesinde An-nunziata'mn bir parçası olmuştu. Gelişinin gerçek nedenini bilmeyen, sadece İtalya'yı sevdiği için geldiğini inandırıcı bulmayan köy halkının onu gerçek anlamda kabul ettiği söylenemese de hayatlarının bir parçası olarak görmeye alışmışlardı. Köy meydanında, bir evin iki odasında yaşıyordu. Evin sahibi yaşlı karıkoca-nm işlerini gördüğü için, sabahları dumanı tüten kahveler getirip alışverişlerini yaptığı için kirayı az ödüyordu.
Köydekilere hiç sorun çıkarmıyordu. Köyün erkekleriye yatıp kalkmaz, barlara gidip içki içmezdi. Her cuma sabahı küçük köy okulunda İngilizce dersi veriyordu. Süslü mendiller dikiyor, birkaç ayda bir diktiklerini satmak üzere daha büyük bir şehre gidiyordu.
İtalyanca'yı bir kitaptan öğrenmişti. Deyimlerin üstünden geçe geçe kitabı eskitmiş, lime lime yapmıştı. Kendi kendine sorular sorar, onları yanıtlardı. Zamanla o yumuşak sesli İrlandalı kadın İtalyanca'yı öğrenmeyi başarmıştı.
Mario ile Gabriella'nın düğününü, elindeki keten kumaşı göz yaşlarıyla ıslatmamaya gayret ederek odasında oturup hiç durmadan dikiş dikerek izlemişti. Mario'nun kilisenin çanı çaldığı anda başını kaldırıp gözlerinin içine bakması ona yeterli gelmişti. Yörenin ananelerine uyarak erkek kardeşlerinin arasında Gab-
riella'yla kiliseye yürüyorlardı. Tıpkı iki ailenin topraklarını birleştirmek için önceden planlanan evlilikler gibi yöresel ananelerdi bunlar...
Signora, Annunziatalı erkeklerin birçoğunun Mario'yla arasında bir şeyler olduğunu sezinlediklerini biliyordu. Onlar Mario'yu kınamıyorlar, aksine takdir ediyorlar, "Amma da erkek adam" diyorlardı. Kadınların ise aralarında bir aşk olduğundan kuşku duymadıklarına emindi Nora. Hep beraber pazaryerine gittiklerinde, sofralık üzüm topladıklarında veya festival için çiçek toplamaya gittiklerinde Nora'dan da kendilerine eşlik etmesini neden istemediklerini hiç anlamıyordu. Meryem Ana heykeline güzel giysiler yaptığında çok mutlu olurlardı.
Tökezleye tökezleye dillerini öğrenmeye çabaladığı onca yıl onu gülümseyerek izlemişlerdi. Ülkesine, arkada bıraktığı adaya ne vakit döneceğini artık sormaz olmuşlardı. Sanki gözetim altında tutuluyor ve bazı sınavlardan başarıyla geçtiğine karar veriliyordu. Nora kimseyi rahatsız etmiyordu, o yüzden gitmesine bir neden yoktu, kalabilirdi.
On iki yılın sonunda kız kardeşlerinden haber almaya başladı. Rita ve Helen'den gelen önemsiz mektuplardı bunlar. Onun yaz-dıklarıyla en ufak bir bağlantısı olmayan mektuplar... Doğum günlerinde yazmış olduğu tebrik kartlarından, Noel'de yazdığı mektuplardan hiç söz etmeyen, annelerine ve babalarına gönderdiği mektupları hiç okumamış gibi yazılmış mektuplar. Onun yerine evliliklerinden, çocuklarından, hayatın zorluklarından, pahalılıktan, baskı altında tutulduklarından söz ediyorlardı.
Signora önceleri haber aldığı için mutluydu. Kopuk iki hayatını birleştirecek bir şeyler olmasını o kadar uzun zamandır bekliyordu ki... Her ne kadar Brenda'nm mektupları biraz bu işlevi görse de geçmişiyle ve ailesiyle fazla bağlantı kuramıyordu. Signora hevesle kardeşlerinin mektuplarını yanıtlamış, nasıl olduklarını sormuştu, annesi ile babası olayı biraz olsun kabullenmişler miydi? Bu sorulara cevap alamayınca bir sürü başka şey sormayı denemişti. Örneğin İRA'nın açlık grevleri, Ronald Reagan'ın ABD cumhurbaşkanı seçilmesi ve Lady Di hakkındaki düşüncelerini sormuştu. Bu sorularına da yanıt alamamıştı. Annunziata'yı ve köy hayatını ne kadar anlatsa da en ufak bir ilgi göstermiyorlardı.
Brenda, gönderdiği kısa notta Rita ve Helen'in mektup yazmasına hiç şaşırmadığını söylüyordu.
"Yakında erkek kardeşlerin de yazarsa sakın şaşma" diyordu.
"Acı gerçek şu, babanın durumu pek parlak değil. Belki artık dev vamlı bir hastanede kalması gerekecek. Eğer hastaneye yatarsa annen ne olacak ? Nora, haberler iç açıcı olmadığı için sana katı bir dille açıkça yazıyorum. Seni sevdiğini söyleyen o adamın peşinden o cehennemin dibindeki dağın tepesine giderek orada ailesiyle sana caka satmasına izin vermen konusunda ne düşündüğümü biliyorsun... yine de seninle konuşmayan, mektuplarını cevaplandırmayan annene bakıcılık yapmak için geri dönmene razı olmadığımı Tanrı adına söylemek zorundayım."
Signora bu mektubu büyük bir hüzünle okudu. "Brenda yanılıyor" diye düşündü. Olayları yanlış yorumluyor. Rita ve Helen ilişkilerini sürdürmek için yazıyorlardı. Bir süre sonra babalarının hastaneye yatacağını söyleyen ve Nora'nın ne zaman her şeyi üstlenmek üzere geri döneceğini soran mektup geldi.
İlkbahardı. Annunziata hiç bu kadar güzel olmamıştı. Signora ise soluk ve yorgun görünüyordu. Köyde, kuşkulular, ona fazla güvenmeyenler bile merak içindeydi. Kartlar, resimler satan Leone ailesi ziyaretine geldi. Hafif bir çorbaya bir stracciatella'ya ne derdi? Yumurta ve limonla terbiye edilmiş et suyu çorbasına? İçtenlikle teşekkür ederken sesi yorgun, yüz ifadesi ise bıkkındı. Sağlığını merak ediyorlardı.
Bu haber, Signora'nın sağlıksız göründüğü haberi piazza'mn karşısına, yakışıklı esmer Mario ile onun görev bilinci gelişmiş tıknaz karısı Gabriella'nm kulağına da ulaştı. Dottore'ye4 haber vermek gerekebilirdi.

Yüklə 2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin