Italyanca Aşk Başkadır Evening Class



Yüklə 2 Mb.
səhifə5/32
tarix18.08.2018
ölçüsü2 Mb.
#72583
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32
- Nora O'Donoghue! diye bağırdı heyecanla. Arkadaşını görmeyeli koca bir ömür geçmişti sanki... Genç garsonlar ile kasadaki Bayan Dunne, Brenda'nın, o kusursuz Brenda Brennan'ın bu acayip görünüşlü kadına koşarak sarılmasını şaşkınlıkla izliyorlardı. "Tanrım, sonunda orasını terk ettin demek... Uçağa bindin ve geri döndün!.."
- Evet, dedi Signora. Döndüm.
Birden Brenda'nın yüzü değişti. Canı sıkılmışa benziyordu. "Şey, yani... baban ölmedi, değil mi? Onun için döndüğünü söyleme de..."
- Hayır, öldüyse de haberim yok.
- Demek henüz onlara gitmedin, öyle mi?
- Hayır, hayır. Kesinlikle onlara gitmedim.
- Yaşa! Senin kolay pes etmeyeceğinden emindim... Peki, hayatının aşkı nasıl, anlat bakalım ?
Signora'nın yüzü birden değişti. Yüzünde ne hayat ne renk kalmıştı. "O öldü, Brenda. Mario öldü. Yolda, bir virajda öldü. Şimdi, Annunziata'da bir kilisenin bahçesinde yatıyor."
Bu sözlerle sanki son gücünü de harcamıştı. Bayılacak gibiydi. Kırk dakika sonra lokanta dolacaktı. Brenda Brennan'ın görevi gelenlerle ilgilenmek, onları karşılamaktı, sevgilisini kaybeden arkadaşıyla bir olup ağlamak değil... O, Quentin's'in dışa açılan penceresiydi? Brenda hızla düşündü. Loca gibi bir girintideki masa gözüne ilişti. Genelde orayı sevgililere veya gözlerden uzak olmak isteyenlere ayırırdı. Nora'yı o masaya oturtacaktı. Arkadaşını kolundan tutarak usulca yerleştirdi, sonra garsondan büyük bir konyak ile bir bardak buzlu su getirmesini istedi. "İkisinden biri işe yarar" diye düşünüyordu.
Deneyimli gözleri ve elleri ayırtılmış masaların düzenim değiştirdi; Nell Dunne'dan yeni düzenin fotokopisini çekmesini rica etti.
Nell, olanlarla gereğinden fazla ilgileniyordu. "Bizim... bu durumu düzeltmek için... yapabileceğimiz bir şey var mı Bayan Brennan?"
- Evet, var, Nell. Yeni oturma düzeninin fotokopisini çek, gar-
sonlara ve mutfağa birer kopya ver, lütfen. Sesi sert ve nezaketten yoksundu. Nell Dunne, zaman zaman nedenini anlamadığı bir biçimde sinirine dokunuyordu.
Sonra, hem çalışanların hem de müşterilerin Buzdan Bebek diye isim taktıkları Brenda Brennan arkadaşının yanına oturdu ve birlikte uzaklarda kalan o köy meydanını geçerek Nora'nm evine gelen ve ondan ülkesine, ait olduğu yere dönmesini isteyen kadının kocasının ölümüne ağladılar.
Signora'nın yaşadıkları yer yer kâbus gibi, yer yer çok dokunaklıydı. Brenda bir süre bu kadar sevmenin nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalıştı. Böylesine delicesine, sonuçlarına aldırmadan sevmek, geleceği hiç düşünmeden sevgisi uğruna hep beklemek, sonsuza dek beklemeyi göze almak...
Diğer müşteriler Signora'yı göremiyorlardı. Tıpkı devlet bakanının hanım arkadaşıyla yemeğe geldiği günlerdeki gibi veya iş adamlarının rakip şirkette çalışan birini iş teklif etmeden önce daha yakından tanımak amacıyla buraya getirdikleri günler gibi... Nora o masada yalnız kalsa kimseden rahatsız olmazdı.
Brenda gözlerini sildi, makyajını tazeledi, yakasını düzeltti ve işinin basma döndü. Arada sırada etrafına bakan Signora arkadaşının o zengin, kendinden emin insanlan nasıl masalarına yönelttiğini, onlara aileleri hakkında, işleri konusunda nasıl sorular sorduğunu şaşkınlık içinde gözlemliyordu... Ya mönüdeki fiyatlar! Onlara ne demeliydi ? Quentin's'teki bir kap yemeğin parasıyla Annunziata'da bütün bir aile bir hafta boyunca doyabilirdi. Bu insanlar böyle paraları nereden buluyorlardı?
- Şef bugün taze kalkan balığı öneriyor, bir de yaban mantarı var... Seçimi size bırakıyorum. Hazır olduğunuzda Charles siparişlerinizi alacak...
Brenda böyle konuşmayı nereden öğrenmişti? Ya Yastık Yüzü'ne "Şef diyerek onu hayranlık duyulacak bir konuma getirmeyi? Sonra böyle dik durmayı?.. Böylesine kendinden emin davranmayı? Demek ki o, alttan alıp kendim geri planda tutmaya çabalayarak yaşamaya çalışırken başkaları öne çıkmanın savaşım vermişlerdi... Demek ki yeni yaşamında öğrenmesi gereken şeylerden biri bu olacaktı... Yaşamını yitirmeyip başım dik tutmak istiyorsa...
Signora burnunu sildi ve sırtını dikleştirdi. Artık mönüye korkuyla bakmıyor, kamburunu çıkartarak oturmuyordu. Domates salatası ve dana eti ısmarladı. Et yemeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki... Bütçesi et almaya elverişli değildi, uzun bir süre de olmayacağı kesindi. Mönüdeki fiyatlara tekrar göz attığında bayıla-
çakmış gibi hissetti kendini, ama Brenda ısrar etmişti. "Ne istersen ısmarla, bu benim hediyem sana; hoş geldin yemeği" demişti. Signora bir şey söylemeden bir şişe Chianti şarabı belirivermişti. Şarap listesinde o şişenin fiyatına bakmamak için kendini zor tutuyordu. Bu bir hediyeydi, o da hediye gibi kabul edecekti...
Yemeğe başlayınca ne kadar acıkmış olduğunu fark etti. Uçakta o kadar heyecanlı hatta sinirliydi ki ağzına fazla bir şey koymamıştı. Dün akşam Sullivan'larda da bir şey yememişti. Domates salatası enfesti. Tabağa taze fesleğen serpiştirilmişti. "İrlanda'da bu tür tabaklar hazırlamayı ne zaman öğrendiler" diye düşündü... Et az pişmişti, yanındaki sebzeler de tam kararında, gevrek ve diriydi. "Nerede o eski günlerdeki su içinde yüzen, yumuşacık, cansız sebzeler" diye düşündü Signora.
Yemeği bittiğinde kendini çok daha güçlü hissediyordu.
Öğle servisi sona erip son müşteriler de lokantayı terk ettikten sonra yanına gelen Brenda'ya, "Merak etme, artık ağlamayacağım" dedi.
- Annenin yanma dönmek yok, Nora. Aile arasına girmek istemem, ama senin ona ihtiyacın olduğunda gerçek bir anne gibi davranmadı, öyleyse onun sana ihtiyacı olduğunda sen neden ona gerçek bir kız evlat gibi davranasın?
- Hayır hayır, ben de bu konuda kendimi sorumlu görmüyorum doğrusu.
- Tanrı'ya şükürler olsun, dedi Brenda. Sesinden rahatlamış olduğu seziliyordu.
- Ama bir iş bulmam gerek. Hayatımı kazanmam, masraflarımı karşılayacak parayı bulmam lazım. Sizin patates soyacak veya temizlik yapacak birine ihtiyacınız yok mu ?
Brenda arkadaşına nazikçe burada çalışmasının doğru olmayacağını, o işler için genç yamaklar tuttuklarını anlattı. Tıpkı onların yıllar önce yamaklık yapmaları gibi. Her şey... her şey değişmeden önce.
- Hem bu işler için yeteri kadar genç değilsin, Nora. Hem fazla deneyimlisin. Senin elinden o kadar çok şey gelir ki... Örneğin bir ofiste çalışabilirsin, belki İtalyanca öğretebilirsin.
- Yok, fazla yaşlıyım. Sorun da burada zaten... Bilgisayarı bırak ömrümde daktilo makinesi bile kullanmadım... Sonra, öğretmenlik yapmak için gerekli hiçbir şartı yerine getirmiş değilim.
- Her şeyden önce biraz yardım almak için işsizlik sigortasına yazılman gerek, dedi Brenda her zamanki gibi işin pratik yönüne öncelik veriyordu.
-Yazılmak mı?
- Evet, işsizlik parası almak için, yardım almaya...
- Yapamam, buna hakkım yok benim.
- Evet, var. İrlandalı değil misin sen?
- Evet, ama o kadar uzun süre dışarda yaşadım ki... Ülkeme hiçbir katkıda bulunmadım. Signora çok kararlıydı.
Brenda'nm keyfi kaçmıştı. "Şimdi Rahibe Teresa'lık taslamaya kalkma... Gerçekçi olman, kendi menfaatlerini düşünüp, verilen haklardan yararlanmayı öğrenmen gerek."
- Benim için merak etme, Brenda. Güçlüklere rağmen paçayı kurtarmayı başarırım. Çeyrek asırdır nelerin altından kalkmayı başardığımı bir düşün... Başkası bunu yapamazdı. Dublin'e ayak basalı birkaç saat olmadan kendime kalacak bir yer bulan ben değil miyim? Korkma, çok geçmeden iş de bulurum...
Signora, Patrick diye hitap etmekte zorluk çekmediği Yastık Yüzü'nü görmek için mutfağa gitti. Yastık Yüzü, resmî bir edayla kocasını kaybettiği için taziyelerini bildirdi ve "Hoş geldin" dedi. Bütün bu sözleri büyük bir nezaket ve ciddiyetle söylüyordu. Ma-rio'nun gerçekten kocası olduğunu mu sanıyordu, yoksa etrafında her sözünü büyük bir saygıyla dinleyen onca gencin yanında olmak mı böyle konuşmasına yol açıyordu, Signora anlamamıştı.
Hepsine o enfes yemekler için teşekkür etti, ilerde kendi imkânlarıyla geleceğini söyledi.
- Yakında İtalyan yemeklerinden oluşan bir mönü hazırlayacağız. Mönüleri İngilizce'ye çevirmeye ne dersin? diye sordu Patrick.
- Memnuniyetle yaparım, dedi Signora. Yüzü parlıyordu. "İki hafta çalışırsam ancak, bu lokantada yiyecek kadar para kazanırım. Bu tercüme işiyle hiç olmazsa güzel bir yemeğin bir bölümünü karşılayacak param olur" diye düşündü.
Patrick, ciddiydi. "Bunu resmî olarak, para karşılığı yaparız" dedi. Brennan'lar nasıl böylesine kibar ve bilinçli davranmayı öğrenmişlerdi ? Patrick ianeymiş gibi görünmeden ona para teklif etmeyi ne güzel başarmıştı...
Signora gitgide güçleniyordu. "Sırası gelince konuşuruz. Sizi daha fazla meşgul etmeyeyim. Haftaya uğrar yaptıklarımı anlatırım." Sonra uzatmalı vedalara fırsat vermeden hızla lokantadan çıktı. İtalya'da köyde yaşadığı yıllarda birini ziyarete gidince çabuk kalkmanın, birine rastlayınca uzun uzun konuşmaktan kaçınıp kısa kesmenin daha fazla takdir gördüğünü anlamıştı.
Poşet çay ve bisküvi aldı, sonra kendine ek bir lüks olarak kaliteli bir el sabunu aldı.
Birkaç lokantaya uğrayarak mutfakta yardımcı olarak çalışmak istediğini söyledi, ama her yerden nezaketle geri çevrildi. Bir süpermarkette raf düzenleyici olarak iş istedi, bir gazetecide de gazete ve mecmua paketlerini açıp dizmeye talip oldu. Herkes şaşkınlıkla bakıyordu. Kimi neden İş Bulma Kurumu'na başvurmadığını sordu. Onlara öylesine boş boş bakıyordu ki haklı olarak geri zekâlı olduğunu düşündüklerini gözlemliyordu..
Signora pes etmedi. Saat beşe kadar iş aradı. Sonra annesinin oturduğu mahalleye giden otobüse bindi. Evlerin etrafında çiçek tarhları ve bodur bitkilerden oluşan çitlerle düzenlenmiş bahçeler vardı. Kapıların çoğunda hem merdiven hem rampa vardı. Bu site yaşlılara göre planlanmıştı. Sitenin sınırını çevreleyen yaşlı ağaçlar, bitkiler ve kırmızı tuğla duvarlar evlerini satıp buraya yerleşmeyi düşünenlere büyük bir güven duygusu veriyordu.
Signora büyük bir ağacın arkasına saklanarak sessizce beklemeye koyuldu. Elinde kâğıt torbası, uzun süre 23 numaralı evin kapısına bakarak bekledi. Hareketsiz oturmaya o kadar alışıktı ki zamanın nasıl geçtiğini fark etmedi. Hiç saat takmadığı için, zamanın geçmesinin hiç önemi yoktu onun için... Annesini görünceye dek bekleyecekti. Bugün olmazsa zararı yoktu. Kararını annesini gördükten sonra verecekti. Onun yüzünü görmeden hiçbir karar alamazdı. Kalbinde belki çok güçlü bir merhamet, belki de geçmişteki sevgiyi duyacak veya affetmek isteyecekti... Belki de annesini eskiden tanıdığı bir yabancı, geçmişte sevgi ve arkadaşlık beslediği biri gibi görecekti.
Signora hislerine güvenirdi. Ne yapması gerektiğini bileceğinden emindi.
O akşam 23 numaraya ne giren oldu ne de çıkan. Saat onda Signora nöbet tutmaktan vazgeçti ve otobüse binerek Sullivan'la-ra döndü. Usulca kapıdan girdi, yukarı çıkmadan avaz avaz bağıran televizyon odasının önünden geçerken içeriye "İyi geceler" diye seslendi. Jerry'yi aralarına oturtmuş televizyon seyrediyorlardı. "Gecenin bu saatine kadar kovboy filmleri seyrederse derslerine önem vermesi nasıl beklenir?" diye düşündü Signora.
Odasına eski bir çaydanlık ile elektrikli su ısıtacağı koymuşlardı. Çay yaptıktan sonra dağlan seyretmeye koyuldu.
Aynlalı otuz altı saat dolmadan, hem Annunziata'nm üstüne hem de Vista del Monte'ye doğru yaptığı yürüyüşlere ince bir tül örtülmüştü sanki. Acaba bir gün gelir Gabriella onu gönderdiğine pişman olur muydu ? Acaba Signora Leone, İrlandalı arkadaşının o denizaşırı ülkede nasıl yaşadığını, başına neler geldiğini merak
1
eder miydi ? Bunları düşündü, sonra güzel kokulu sabunuyla yıkandı ve yatağına uzanarak uykuya daldı. Vahşi Batı barlarında silah çeken kovboyları, çıkan kavgalan ve kapalı arabalara binip kaçanlann seslerini duymadı... Uzun, derin bir uykuyla uyudu.
Uyandığında evde kimse kalmamıştı. Peggy süpermarketine gitmişti, Jimmy şoförlüğüne, Jerry de okuldaki derslerine. Signora, yola koyuldu. Bu kez annesinin evini sabahleyin gözetlemeye karar vermişti. Tanışıklık kurduğu ağacın arkasına yerleşti. Fazla beklemesine gerek kalmadan ufak bir araba 23 numaranın önünde durdu. Şişmanca, orta yaşlı, permalı, kızıl saçlı bir kadın çıktı arabadan. O kadının küçük kardeşi Rita olduğunu anladığında elinde olmadan hayret dolu küçük bir çığlık attığını fark etti. Rita kırk altı yaşında olmasına karşın öylesine orta yaşlılığa alışmış görünüyordu ki... Signora buradan ayrıldığında Rita küçük bir kızdı, arada ne bir resim göndermişlerdi ne de sıcak bir aile mektubu... "Bunu unutmamalıyım" dedi. Sadece ihtiyaçları olunca mektup yazmışlardı. Deliler gibi sevdiği evli adamın peşinden Sicilya'ya giden kadına sadece kendi ufacık hayatlarının konforu bozulma tehlikesiyle karşılaşınca mektup yazma zahmetine girmişlerdi. Bunu unutmamalıydı.
Rita gergin ve sert görünüyordu.
Rita'yı Gabriella'nın annesine benzetti. Ufak tefek, hırs içinde bir kadındı, gözleri durmadan etrafı kolaçan eder, kusur arardı. "Sinir hastası bir kadın" derlerdi onun için. Sinirliydi... Bu kadının, bu omuzları çökmüş, kamburu çıkmış kadının, ayağım sıkan ayakkabılarla dört adımlık yeri on adımda yürüyen bu kadının küçük kardeşi Rita olması mümkün müydü ? Signora, ağacın arkasında ağzı açık şaşkınlık içinde bakıyordu. "Arabanın kapısı açık, demek ki annemi getirecek" diye düşündü. Annesini görünce hissedeceği şoka kendini hazırlıyordu. Rita böylesine yaşlandığına göre kim bilir annesi ne haldeydi ?
Aklına Annunziata'daki yaşlılar geldi. Ufak tefek, çoğunlukla ellerinde bastonları köy meydanında oturup geçenleri seyrederler, gülümseyerek kızların eteklerini ellerler ve "Bella, bellisima"9 derlerdi.
Annesi böyle bir yaşlı değildi. Annesi iyi korunmuş yetmiş yedi yaşında bir kadındı. Kahverengi bir elbise ve kahverengi bir hırka giymişti. Saçları, sımsıkı arkaya toplanmış, modası geçmiş bir topuz yapılmıştı. Mario'nun yıllar önce, "Saçlarını serbest bı-raksa annen çok daha hoş olur" dediği günkü gibiydi saçı.
9. Güzel, çok güzel, (ç.n.)
"Düşün" dedi kendi kendine, "O günlerde annem şimdiki ya-şımdaydı. Ne kadar katı, ne kadar inatçı, dediğim dedik biriydi, içten hissetmese bile dinî kurallara uymakta ne kadar ısrarcıydı... Annesi ondan yana olsaydı, cesaretle Signora'yı korusaydı her şey ne kadar başka olurdu... Signora yıllarca yalnız olmaz, evi ve ülkesiyle bağlan kopmazdı. Öyle olsaydı annesi ile babasına bakmak için seve seve geri gelir, köyde otursalar da onları yalnız bırakmaz, hayatlarının son günlerini ayrılmak istemedikleri çiftliklerinde geçirmeleri için elinden geleni yapardı.
Şimdi ise... Şimdi ondan birkaç metre uzaktaydılar... istese seslenir onlar da sesini duyarlardı.
Annesinin sert bir sesle, "Peki, peki, tamam giriyorum işte! Acele ettirmene gerek yok. Bir gün sen de yaşlanacaksın, unutma" diye Rita'yı azarladığını duydu. Rita'nın sinirden daha da gerginleşen vücudunu görüyordu. İki kadının birbirlerini görmekten hiç zevk almadıkları belliydi, Annesinin kızıyla hastaneye gitmekten hiç mutlu olmadığı anlaşılıyordu. Evinde kalamayan yaşlı adamı görmeye giderken ikisinin hiçbir ortak duyguyu paylaşmadıkları, beraberlik içinde olmadıkları gözlemleniyordu.
"Bu Rita'nın günü olmalı. Yarın da Helen'in günü olsa gerek" diye düşündü. Sonra sıra gelinlere geliyordur, onlar da bu zevksiz görevi neşesiz bir biçimde yerine getiriyorlardır. İtalya'daki deli kadının geri dönmesini istemelerinden daha doğal ne vardı? Araba, içinde yan yana ve dimdik oturan ve hiç konuşmayan iki kadınla yola çıktı. Sevgiden yoksun bir aileden gelip de böylesine sevmeyi nereden öğrenmişti ? Signora bunu merak ediyordu. Gördükleri karar vermesine yetmişti. Signora bahçe düzeni çok güzel olan siteden başı dik ayrıldı. Her şey açıklığa kavuşmuştu. "Pişmanlık yok, geçmişten gelen suçluluğa da yer yok" dedi.
İş bulmak konusunda o gün de bir gün öncesinden farksızdı, ama Signora umutlarının kırılmasına izin vermemeye kararlıydı. Yolu Iiffey Nehri'ne düşünce Suzi'nin çalıştığı kahveye gitti. Genç kızın onu görmekten mutlu olduğu belliydi.
- Gerçekten gittiniz demek! Annem durup dururken bir kiracı bulduklarını söyledi.
- Evet, çok güzel bir yer. Teşekkür etmek için geldim.
- Hayır, hiç güzel değil, ama şimdilik idare eder.
- Yatak odasından dağları görüyorum.
- Evet, üstüne bir sürü kutu ev yapılmasını bekleyen çorak toprak.
- Yine de tam bana göre bir yer. Teşekkür ederim.
- Rahibe olduğunuzu sanıyorlar. Öyle misiniz ?
- Hayır, hayır. Korkarım rahibelikten çok uzak biriyim.
- Annem kocanızın öldüğünü söylediğinizi anlattı.
- Bir bakıma doğru.
- Bir bakıma öldü... bunu mu demek istiyorsunuz?
Signora çok sakindi. İnsanların onu rahibe sanmalarını anlamak çok kolaydı. "Hayır, bir bakıma kocam sayılırdı demek istiyorum. Ama bütün bunları annene ve babana anlatmaya gerek duymadım."
- Hiç gerek yok. Anlatmamakla akıllılık etmişsiniz, dedi Suzi Signora'ya bir fincan kahve doldurdu. Müessesenin ikramı, diye ekledi fısıltıyla.
Signora kendi kendine gülümsedi ve "Akıllıca davranırsam Dublin'de bedavaya yemek yiyebileceğim" diye düşündü. "Quen-tin's'te bedava öğle yemeği yedim. İşim iş" dedi Suzi'ye.
- Çalışmak için can attığım yer orası, dedi Suzi. Garsonlar gibi siyah pantolon giyerdim... Bayan Brennan'ın dışında orada çalışan tek kadın ben olurdum.
- Bayan Brennan'ı nerden tanıyorsun ?
- O bir efsanedir, dedi Suzi. Üç sene kadar onun yanında çalışmak istiyorum... Her şeyi öğrenip kendi lokantamı açmak için.
Signora, hasetle içini çekti. "Benim gibi bulaşıkçılık yapmak için başvurup her seferinde reddedilmek yerine böyle bir olasılığın gerçekleşebileceğini düşünmek ne güzel" diye düşündü. "Söyler misin, ben neden basit bir iş, temizlik yapmak, ortalık toplamak gibi herhangi bir iş bulamıyorum? Neyim eksik benim? Yoksa çok mu yaşlıyım ?"
Suzi dudağını ısırıyordu. "Bana kalırsa başvurduğunuz işlere göre fazla mükemmelsiniz. Nasıl bizimkilerin evinde oturmayacak kadar gösterişli biriyseniz, aynı şey. İnsanları rahatsız ediyor, tuhaf geliyor. Onlar tuhaf insanlardan korkarlar."
- Peki, sence ne yapmalıyım?
- Belki biraz daha yükseği hedeflemelisiniz. Resepsiyon memurluğu gibi veya... annem insanı çıldırtacak güzellikte bir yatak örtünüz olduğundan söz etti. Belki o örtüyü bir dükkâna gösterseniz. Uygun bir dükkâna götürürseniz...
- Bunu yapacak kadar kendime güvenmiyorum.
- Sizin yaşınızda, kocanız olmayan bir erkekle İtalya'da yaşa-dıysanız, yeteri kadar kendinize güvendiğiniz kesin, dedi Suzi.
Sonra birlikte en kaliteli işlemelerin satılabileceği modacıların
ve tasarımcıların listesini hazırladılar. Suzi'nin listeye ekleyecek isimleri düşünürken elindeki kalemi emdiğini gören Signora hayal gücünü çalıştırmaya başladı. Belki bir gün bu güzel kızı An-nunziata'ya götürür, "Yeğenim" diye tanıştırırdı. Nasıl olsa ikisi de kızıl saçlı değil miydi ? Böylece İtalyanlara İrlanda'da da bir hayatı olduğunu ispat eder, İrlandalılara da İtalya'da hatırı sayılan biri olduğunu göstermiş olurdu. Tabiî hepsi bir rüyadan ibaretti, Suzi ise saçından söz ediyordu.
- Çok ünlü, çok güzel saç kesen lüks bir kadın berberinde çalışan bir arkadaşım var. Genç berberleri eğitmek için gönüllülere ihtiyaçları oluyor. Neden oraya gitmiyorsunuz ? İki pounda inanılmaz güzellikte bir kesim yaparlar. Müşteri olarak giderseniz yirmi otuz kat fazla para ödemeniz gerekir...
Saç kestirmeye 60 pound verenler de mi vardı ? Dünya delirmişti. Mario uzun saçlarını ne kadar sevdiğini hep söylerdi... Ama Mario yoktu artık, Mario ölmüştü. Mario, İrlanda'ya geri dönmesi için ona haber göndermemiş miydi? Öyleyse saçını kesmesini de kabul etmiş oluyordu. "O yer nerede ?" diye sordu Signora ve adresi aldı.
Peggy Sullivan, "Jimmy, saçını kestirmiş," diye fısıldadı. Jimmy, bir futbol antrenörüyle yapılan söyleşiyi izliyordu. "Öyle mi, ne iyi" dedi.
- Yok, beni dinle, gerçekten söylediği gibi biri değil. Kapıdan girerken gördüm. Tanıyamazsın. En az yirmi yaş gençleşmiş.
- Ne güzel! dedi Jimmy, televizyonun sesini biraz daha yükselterek. Peggy uzaktan kumandayı alıp sesi biraz kıstı.
- Biraz saygılı ol. Kadının parasını alıyoruz. Üstüne üstlük bir de sağır etmeye hakkımız yok.
- Tamam, tamam. Öyleyse sen de sus biraz!
Peggy suratını asarak oturuyordu. Bu Signora denen kadın gerçekten tuhaftı. "Göründüğü kadar basit olsaydı bugüne kadar hayatını sürdüremezdi" diye düşündü. O kadar parasız olan biri böyle pahalı bir yerde saçlarını kestiremezdi. Peggy esrarlı durumlardan nefret ederdi. Karşı karşıya bulundukları duruma ise en azından sır dolu denirdi...
- Yatak örtümü yanıma alırsam kusura bakmayın. Evin eşyalarını götürdüğümü düşünmenizi istemem, diye açıklama yapıyordu Signora ertesi sabah kahvaltıda. İnsanları şaşırtıyorum. Onlara elimden neler geldiğini göstermem gerek. Saçlarımı elemanlarına deneyim kazandırmak için gönüllü arayan bir kuaförde kes-
tirdim. Eskisi kadar garip görünmüyorum, değil mi ?
- Çok yakışmış, Signora, dedi Jimmy Sullivan.
- Çok pahalı durduğu kesin, dedi Peggy onaylayan bir edayla.
- Boyalı mı ? diye sordu Jerry merakla.
- Hayır, sadece kına sürdüm. Ama saçlarımın rengini çok olağandışı buldular, "Vahşi bir hayvan gibi" dediler, diye yanıtladı Signora. Ne Jerry'nin sorularına ne de genç kuaförlerin söylediklerine alınmıştı.
Görenlerin elişinden öylesine etkilenmeleri, şehir adlan ile çiçeklerin iç içe yerleştirilişine hayranlıklarını ifade etmeleri onu mutlu etmişti. Ama iş veren yoktu. Adını ve adresini alıp dosyalayacaklarını söylediler. Oturduğu yerin adresini duyunca şaşırı-yorlardı. Sanki daha şık bir mahallede oturması gerekiyormuş gibi... Bugün de diğer günler gibi her yerden geri çevrildiği bir gün olmuştu, ama bu kez biraz daha nezaket ve daha az şaşkınlıkla yapmışlardı. Gittiği modacılar, butikler ve iki tiyatro grubu elişle-rini hayranlık ve ilgiyle izlemişlerdi. "Daha yükseği hedefleyin" diyen Suzi haklıydı.
Sicilya'nın bir köyünde yaşadığı onca yıl yaptığı gibi rehberlik yapmayı veya öğretmen olmayı düşünmeye cesaret edebilir miydi?
Akşamları Jerry'yle konuşmayı âdet edinmişti. Her akşam gelip kapısını vurur ve "Meşgul müsünüz, Signora?" diye sorardı.
- Hayır, değilim. İçeri gir, Jerry. Konuşacak birinin olması hoşuma gidiyor.
- Aşağı gelebilirsiniz. Bizimkiler bir şey demezler.
- Yok, hayır. Ben sadece bir oda kiraladım. Benden hoşnut olmalarını isterim. Tepelerine binmek değil...
- Neler yapıyorsunuz Bayan Signora?
- Bir butik için bebek elbiseleri yapıyorum. Dört tane alacaklarını söylediler. Kumaşı kendi paramla aldığım için güzel elbiseler yapmak zorundayım. Beğenmeyip almazlarsa kötü olur.
- Fakir misiniz, Bayan Signora?
- Tam olarak değil, ama fazla param yok. Son derece doğal, mantıklı bir yanıttı. Jerry yeterince tatmin olmuştu. Ev ödevlerini neden buraya getirmiyorsun, Jerry? dedi Signora. Hem bana arkadaşlık etmiş olursun hem de gerektiğinde sana yardım ederim.
Mayıs ayı boyunca oturdular ve içtenlikle konuştular.
Jerry, yanlış anlamış gibi dört yerine beş elbise yapmasını
önerdi. Jerry'nin fikri mükemmeldi, elbiselerin beşini de almıştı dükkân sahibi.
Signora Jerry'nin ödevlerine büyük ilgi gösteriyordu. "O şiiri bir kez daha oku bana. Bakalım ne demek istiyor?"
- Ama bu çok eski bir şiir, Signora.
- Yine de bir anlamı vardır. Gel birlikte düşünelim, ikisi birlikte şiiri okuyorlardı: '"Dokuz fasulyem olacak.' Neden dokuz tane istiyor acaba?"
- Yaşlı şairin teki, Signora. Bence ne istediğini kendi de bilmiyordu.
"Ve yalnızca an sesleriyle yaşamak" Düşün bir kere, Jerry, sadece arı sesleri duymak istiyor, kentin gürültüsünden hiç hoşlanmıyor.
- Yaşlı olduğu için, dedi Jerry.
- Kim yaşlıydı ?
- Yeats, şiirleri yazan adam.
Yavaş yavaş Jerry'nin her şeyle ilgilenmesini sağlamayı başarmıştı.
Kendi belleği zayıfmış gibi davranıyordu. Bir taraftan dikiş dikiyor, bir taraftan da aynı şeyi birkaç kez tekrarlamasını istiyordu. Jerry Sullivan böylelikle, farkında olmadan şiir ezberliyor, kompozisyon yazıyor, matematik problemlerini çözüyordu. Tüm konuların arasında ilgisini biraz olsun çeken coğrafyaydı. Bunun nedeni Bay O'Brien adındaki öğretmendi. Müthiş bir öğretmen olmalıydı. Bay O'Brien nehir yataklarını, toprak katmanlarını, erozyonu anlatıyor, sonra da öğrencilerinin bu konuları bilmesini bekliyordu. Oysa diğer öğretmenlerin böyle bir beklentileri yoktu. Aralarındaki önemli fark buydu.

Yüklə 2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin