Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir ka­sabada, Braunau am Inn'de dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə15/51
tarix28.10.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#18647
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   51

Sovyet ihtilali sırasında, ilk defa olmak üzere kendimi açığa vurdum. Merkezi Sovyetlerin dikkatini üstüme çektim. 27 Nisan 1919 günü tevkif edilecektim. Fakat beni tevkife gelen "üç herif üzerlerine çevrilen tüfek karşısında göstermeleri gereken cesareti kendilerinde bulamadıkları için dönüp gittiler.

Münih'in kurtulmasından birkaç gün sonra 2. piyade alayında­ki devrimci olaylar hakkında, tahkikat icrasına bakan komisyona üye tayin edildim. Siyasi mahiyeti olan ilk faal memuriyetim bu ol­muştur. Birkaç hafta sonra da, orduya mensup olanlar için açılan bir kursa katılmak emrini aldım. Bu kursun derslerinde, askere vatani görev ve ahlak eğitimi için muayyen hususlar öğretilecekti. Benim için bu teşkilatın bütün değeri, mevcut durum hakkında kendileri ile esaslı surette münakaşalar yapabilmek imkanı bulunan bir kaç arkadaş tanımak fırsatını vermesindeydi. Hepimiz, Almanya'nın pek yakın olan yıkılmasının mevcut partilerce durdurulamayacağına kesin şekilde inanmıştık. Diğer taraftan "burjuva nasyonal" oluşumlar dünyanın en iyi iradesi ile dahi, bu yıkılışı önlemeye hiçbir zaman muktedir olamazdı. Onlarda bir sürü şartlar eksikti. Halbuki "tekrar yapmak" için bu şartların temini lazımdı, îşte bundan dolayı kendi küçük topluluğumuzda, yeni bir parti kurulması söz konusu oldu. Bu sırada önümüzdeki prensipler sonraları Alman îşçi Partisi'nde uygulanmış olan prensiplerle aynıydı. Kurulacak teşkilatın is­mi, büyük halk kütlelerine, bu harekete katılmak imkanını verecek şekilde olmalıydı. Bu husus sağlanmazsa, bütün gayret ve çalışmalar bir sonuç vermeyecekti. Bunun için "Sosyal Devrimci Parti" adında karara vardık. Çünkü yeni hareketin toplumsal fikirleri, gerçekte bir devrim mahiyetine haiz idiler.

O zamana kadar, iktisadi meseleler üzerindeki dikkatim, toplumsal sorunların incelenmesinden öteye geçmemişti. Fakat sonra­ları, müttefik devletlere karşı Alman politikasını inceledikçe, ufkum genişledi. Bu politika hemen hemen tamamıyla, iktisadi hayatın ha­talı bir tahmini ve gelecek için Alman milletinin menfaatlerinin dü­şünülmemiş olmasından ibaretti. Fikirlerin hepsi her durumda ser­mayenin sırrının, çalışmanın meyvesi olduğu noktasında toplanı­yordu. Bundan dolayı bu düşünceler, çalışma gibi insan faaliyetim kolaylaştıracak veya zorlaştıracak olan etkenlere uyabilecek fikirlere istinat ettiriliyordu. Sonuç olarak sermayenin milli önemi, devletin yani milletin büyüklüğüne, hürriyetine ve azametine tabi olmasın­dan ileri geliyordu.

Sermayeyi, milleti beka içgüdüsü ile yahut gelişme arzusu ile doldurmağa ve yardım etmeğe sevk etmek gerekir. Devletin hürri­yeti ve bağımsızlığı lehinde sermayenin böyle uygun istikamet alma­sı, sermayeyi milletin hürriyeti, ululuğu, kuvveti lehinde müdafaaya sevk etmekle mümkün olur. Bu şartlar içinde sermayeye karşı göre­vi basit ve açık olmalıdır. Devlet sadece, sermayenin devlet hizme­tinde kalması ve milletin hakimi olduğu zannına kapılmamasına ne nezaretle yetinmelidir. Bu vaziyet, şu iki sınır arasında devam edebilir: § Bir taraftan yaşama kabiliyetine sahip bağımsız bir ekonomiyi savunmak, öte yandan da işçinin toplumsal haklarını sağlamak.

Ben önceleri, ortaya konan mesainin sonucu olan, sermaye ile vücudu ve bütün mahiyeti ile sadece spekülasyona dayanan serma­ye arasındaki farkı istenilen açıklıkta ayırabilecek ve görebilecek durumda değildim. Fakat daha önce bahsettiğim kurs sayesinde, pro­fesör Gottfried Feder'in anlattıkları ile böyle bir farkı tespit edebilecek duruma gelmiştim. Hayatımda ilk defa olarak borsanın uluslararası sermayesi ile ikraz sermayesi arasındaki büyük farkı muhakeme edebiliyordum. Feder'in ilk dersini dinledikten sonra, içimde yeni bir partinin kurulması için gerekli yolu bulmuş olduğum kanaati uyandı.

Bence Prof. Feder'in meziyeti; sermayenin çifte vasfını kesin bir şekilde açıklamasındaydı. Sermaye spekülasyona ve halkın iktisadi­yatına bağlı idi. Feder onun ölümsüz şartını da açıklıyordu. Menfa-('|t. Bütün esaslı konulardaki iddialarını öyle delillere dayandırıyordu ki, kendisini gelişigüzel tenkit etmek isteyenler, bunların kuram-olarak yanlış olduklarını iddia etmekten çok, uygulamada im-'kansız olabileceğini söyleyebiliyorlardı. işte başkalarının gözünde "Feder'in öğretiminde zayıf gibi görülen nokta, benim kanaatimce o-j&un kuvvetini temsil ediyordu. Bir icraat programı düzenleyen bir kimsenin görevi, bir hususu fiile çıkarmanın çeşitli imkanlarım tes­pit etmek değil, durumu fiile çıkarabilir diye açıkça övme ve yay­madır. Yani vasıtalardan çok, gaye ile meşgul olmalıdır. Bu şartlar altında ise kesin etki yapan şey, bir düşüncenin ilke yönünden doğ­ru oluşudur, gerçekleşmesinin zorluğu önemli değildir.

Program yapan kimse, mutlak gerçek üzerinde istinat edecek .' yerde, o sırada uygun olup olmayacağına dikkat ederse yaptığı program, sağını solunu yoklayarak yürüyen insanlara, yolunu göste­ren kutup yıldızı olmaktan çıkar ve yalnız diğer benzerleri gibi basit bir reçeteden ibaret kalır. Bir hareketin programını düzenleyen kimse, onun gayesini tespit etmeli, siyaset adamı da o hareketin haklı görülmesini sağlamalıdır. Demek oluyor ki, program düzenleyen kimse, düşüncelerinde sonsuz gerçeğe doğru bir yol takip edecek, siyasetçinin hareketleri ise daha çok o andaki genel gerçeklere bağlı olacaktır. Birinin büyüklüğü soyut olarak fikirlerinin mutlak doğru oluşunda, diğerininki ise belirli gerçeklerin doğru bir şekilde tah­min edilerek bunlardan faydalanılmasındadır. Program yapan kim­senin seçtiği gaye, kendisine karanlıkta yol gösteren yıldız olacaktır Bir siyasetçinin değeri, planlarının ve hareketlerinin başarısı ile, yanı bunların gerçeğe uygun düşmeleri ile ölçülürken, program yapıcısı­nın son düşüncelerinin fiile çıkarılmaması da mümkündür. Çünkü insan aklı çeşitli gerçekleri düşünebilir ve fevkalade net amaçları se­çebilir. Fakat bunların tamamen gerçekleştirilmeleri, insanların ye­tersiz oluşları yüzünden sonuçsuz kalabilir. Bir fikir mücerret olarak ne kadar doğru ve bu yönden ne kadar büyük olursa, eksiksiz ola­rak gerçekleştirilmesi de doğrudan doğruya insanlara bağlı olduğu için o nispette imkansızdır. Bundan dolayı program yaratıcısının değeri gayelerinin gerçekleştirilmesi ile ölçülemez. Onun değeri ga­yelerinin insanlığın gelişmesinde yaptığı fayda ve tesirle tespit edilir. Eğer bu böyle olmasa idi din vazedenlerin en büyük adamlar arasın­da sayılmamaları gerekirdi. Çünkü onların ahlak yönünden düşün­celerinin gerçekliği, hiçbir zaman tam olmamıştır. Hatta sevgi dini bile icraatında, o veli varlığın niyetlerinin ancak pek zayıf bir görün­tüsünden ibaret kalmıştır. Fakat bu dinin önemi kültürün ve ahla­kın genel gelişmesine verdiği ve vermeğe çalıştığı yöndedir.

Program yaratıcısı ile programı gerçekleştirecek siyaset adamı­nın görevleri arasındaki bu pek büyük fark, bu iki meziyetin aynı kişide birleşmesine hemen hiç rastlanmamasının sebebini teşkil ed­er. Bu sözüm özellikle değersiz siyaset adamları içindir. Bunlar sözümona mesleklerinde başarılı olmuşlardır. Onların "icraat ve hare­ketleri bir imkanlar zaafından başka bir şey değildir." işte Bismarck, siyaseti biraz tevazu göstererek bu şekilde tarif ediyordu. Bir siyaset­çi, büyük fikirlerden ne kadar uzaklaşırsa başarıları o kadar basit olacaktır. Bunun için bu gibi kimseler, ancak gelip geçici şeylerle meşgul olacaklar ve eserleri kendileri ile beraber toprağa gömüle­cektir. Bu kimselerin eserleri tamamıyla gelecek nesiller için bir de­ğer taşımayacaktır. Çünkü zamanlarındaki başarı gelecek nesiller için değerli olabilecek gerçeklerin, büyük fikirlerin ve bütün önemli konuların boğulması keyfiyetine dayanmaktadır. Gelecek için çok önemli olan gayeler, bu uğurda savaşan kimseye pek faydalı olmaz. Büyük halk toplulukları bunu pek ender anlayabilir. Onlar için, bi­ra ve süt bölgelerinin fiile çıkarılmaları, geleceğin önemli ve geniş planlarından daha çok takdir görür, işte daima budalalıkla akraba durumunda olan gurur ve kendini büyük görmeden dolayı siyaset­çilerin çoğu, büyük halk topluluklarının o andaki geçici sevgilerini kazanmak veya kaybetmemek için, geleceğin büyük planlarını bir kenara iterler. Bu heriflerin başarı ve önemleri tamamen duruma bağlıdır. Onlar geleceğin nazarlarında kendilerini var saymaz. Kü­çük beyinleri bundan hiç rahatsız olmaz.

Oysa program yaratanlar için iş başkadır. Onlar için önemli olan daima gelecektir. Bu gibi kimseler kendi devirlerindeki halkın minnettarlığından vazgeçmelidirler. Onların fikirleri ölmez olduğu için gelecek nesillerden şan ve şeref toplarlar. Hayatta pek ender olarak, program yaratanla siyaset yapan aynı şahıs üzerinde topla­nır. Bu iki meziyet ne kadar samimi olursa, o şahsın icraatına karşı mukavemet o kadar artar, fakat bu da onu kuvvetlendirir. O artık rasgele bir dükkan sahibi için çalışmaz, gayet küçük, fakat seçkin ' bir zümre tarafından takdir edilen gayelerle meşgul olur. Bundan dolayı sevgi ile kin arasında delik deşik olur. Çağdaşlarının protes­tosu ile karşılaşır. Bir adamın eseri gelecek için ne kadar büyük ve değerli olursa, onu anlayan o kadar az olur. Bu durumda mücadele çok çetin olur, başarı da o nispette zor elde edilir. Eğer yüzyıllar bo­yunca başarı böyle bir kimseye gülümserse, gelecekteki şan ve şere­fin bazı belirtilerine hayatında da sahip olabilir. Bu büyük adamla­rın durumları maraton koşucularına benzer. Çağdaşların defne da­lından yapılan taçları sadece ölmek üzere olan kahramanların şa­kaklarını okşar. Dünyanın en büyük mücadele adamları bunlardır. Çağdaşları tarafından anlaşılamayan bu mücadele adamları, fikir ve idealleri için kavgaya hazırdırlar. Bunlar günü geldiği vakit halkın kalbine girecek kimselerdir, işte o zaman herkes, bu büyük adamla­ra çağdaşlarının yaptıkları haksızlıkları telafi etmek mecburiyetini duyar. Hayatları ve icraatları hassasiyetle ve hayranlıkla incelenir. Sadece gerçek büyük devlet adamları değil, bütün büyük ıslahatçı­lar da bu ekibe dahildirler. Büyük Frederic'in yanında, bir Martin Luther ve bir Richard Wagner'de bulunmaktadır.

Gottfried Feder'in sermayenin faizinin meydana getirdiği esare­tin çürütülmesi hakkındaki ilk dersini takip ettiğim zaman, burada Alman milletinin geleceği için önemi gayet büyük nazari bir gerçe­ğin söz konusu olması gerektiğini hemen anladım. Borsa sermayesi nin, milli ekonomiden kesin bir şekilde ayrılması, Alman sermayesi­nin uluslar arası bir hal almadan, aleyhinde derhal mücadeleye giri­şilmesini gerektiriyordu. Hemen şunu da belirteyim ki, sermayeye karşı yapılan mücadele ile gelecekteki milli ekonominin temellerini sarsmaya gerek yoktu. Almanya'nın gelişmesi davasını gayet açık bir şekilde anladığım için, en zor mücadelenin düşman milletlerle de­ğil, uluslararası sermayeye karşı da olacağım görüyordum. Feder'in derslerinden gelecekteki bu mücadele için en kudretli işaretleri tes­pit ediyordum.



İlerdeki gelişmeler, bu varsayımların doğruluğunu ispat etti. Bugün, burjuva siyasetimizin kurnaz adamları artık bizimle alay edemiyorlar. Bu kimseler eğer inkara sapmazlarsa, bugün uluslara­rası sermayenin, savaşı en çok körükleyen etken olmakla kalmayıp kanlı kavga bittikten sonra da, şimdi barışı bir cehennem haline ge­tirmek için çalıştığını itiraf etmeleri gerekir. Uluslararası maliyeye ve borç sermayesine karşı mücadele Alman milletinin kurtuluşu ve ik­tisadi bağımsızlığı uğrundaki kavgada en önemli hususu teşkil et­miştir. Eğer kurs hocası Feder'in fikirlerine itiraz edecek olan varsa, onlara cevabım şöyle olacaktır: "Sermayenin birikmesi ile meydana gelen esaretin çürütülmesi" fikrinin tatbik edilmesinden doğabile­cek, korkunç ekonomik sonuçlar dolayısıyla gösterilen endişelerin hepsi önemsizdir. Çünkü, bugüne kadar uygulanan iktisadi reçete­lerin hepsi Alman milletinin aleyhinde sonuçlar vermiştir. Milli ban­ka konusu karşısında alınan vaziyet ve demiryolu kurulması husu­sunda, Bavyeralı doktorlar meclisinin korkusu tahakkuk etmemiş­tir. Mesela, buharlı atın yolcuları baş dönmesine uğramamışlardır. Onları seyredenler de hastalığa yakalanmamışlardır. Böylece demir­yolunu gizlemek için etrafına tahta perde çekmekten vazgeçilmiştir. Yalnız, sözümona uzman efendilerin gözlerinde birer gözbağı ebedi­yen kalmıştır, itiraz edenlere ayrıca şunu da hatırlatayım: Her fikir, hatta en kusursuz olanı bile, yaratılışında kendini bir gaye sanırsa, büyük bir tehlike haline gelir. Çünkü, gerçekte o fikir bu gayeye ulaşmak için sadece bir vasıtadır. Fakat, gerek benim ve gerek bütün nasyonal-sosyalıstlerin nazarında sadece bir mezhep vardır, o da millet ve vatandır. Bizim kavgamızın konusu ırkımızın hayatını ve gelişmesini sağlamaktır. Görevimiz milletimizin çocuklarını besle­mek, kanın temizliğini, vatanın bağımsızlığını korumaktır. Bu da, milletimizin kainatın yaratıcı tarafından kendine verilen kutsal göre­vi yerine getirmek için, gerekli kıvama ulaşmasını sağlamakla ilgili­dir. Her düşünce ve her öğretim, her bilim bu gayenin hizmetinde olmalıdır. Her şey bu yönden incelenmeli, zaman uygun ise yerine getirilmeli, eğer değilse bu işe engel olan her şey ortadan kaldırılma-ildir. Böylece hiçbir nazariye, ölü bir nazariye halinde kaskatı hale gelemez. Her şey hayata hizmet etmelidir. Gottfried Feder'in fikirle­ri, beni henüz yabancısı olduğum bu konu ile esaslı bir şekilde meş­gul olmaya sevk etti. Yeniden incelemeye başladım. Yahudi Kari Marks'ın bütün hayatı boyunca süren çalışmalarının niyetini ve ma­hiyetini gayet iyi anlıyordum. Şimdi onun "Kapital"i, tamamen anla­şılır duruma geldi. Bu sosyal demokrasinin, milli ekonomiye karşı bir savaşıydı. Bu savaş maliye ve borsa dünyasının gerçekten ulusla­rarası ve Yahudi olan sermayenin baskısına zemin hazırlayacak ve : fırsat verecekti. Fakat bu dersler, başka bir bakımdan bende gayet önemli bir tesir meydana getirdi. Bir gün münakaşaya girdim. Derslere katılan biri, Yahudileri müdafaaya başladı. Ben aksini müdafaa p ettim. Derse katılanların çoğunluğu benim fikirlerimi kabul etti. Bu­nun sonucu şu oldu. Birkaç gün sonra Münih'te garnizon vazifesini gören alaylardan birine "eğitici subay" sıfatıyla girdim. Bu sırada as­kerin disiplini pek gevşemişti. Askeri disiplin ve itaat tekrar yürür­lüğe konmak üzere teşebbüse geçildi. Askerin, sadece ve sadece milletini ve vatanım sevmeyi kendiliğinden öğrenmesi gerekli idi. Ben büyük bir sevinçle ve hararetle işe başladım. Şimdi benim için daha kalabalık bir dinleyici topluluğuna söz söylemek, hitap etmek fırsatı doğuyordu. Eskiden beri hissettiğim şey bugün tahakkuk edi­yordu. Ben söz söylemesini biliyordum. Sesim küçük bir salonun her tarafından işitilebilecek kuvvette idi. Hiçbir görev beni bundan daha çok memnun edemezdi. Çünkü terhis edilmeden önce kal­bimde pek büyük bir yer işgal eden müessesede, yani orduda fayda­lı hizmetler yapmak arzusu ile yanıp tutuşuyordum. Verdiğim ders­lerle yüzlerce arkadaşı milletlerine, vatanlarına iade ettim. Askeri millileştiriyordum. Bu suretle genel disiplini takviyeye yardımcı ol­dum. Bu vesile ile fikir ve kanaatlerime katılan birçok arkadaş ile ta­nıştım. Bu arkadaşlar ilerde benimle birlikte yeni hareketin çekirde­ğini vücuda getirmeye başladılar.
BÖLÜM 8

Bir gün, şeflerimden, görünüşte siyasi vasfı bulunan "Alman iş­çi Partisi" ismi altında yakında toplanacak olan ve bu toplantısında Gottfried Feder'in konuşacağı oluşumun mahiyetini anlamak emrim aldım. Benden bu teşekkül hakkında bir rapor istiyorlardı. O sırada ordunun siyasi faaliyetlere ve siyasi partilere karşı ilgi göstermesi normaldi. Çünkü ihtilal askere siyasi faaliyette bulunmak hakkını vermişti. Hatta tecrübesiz olduğu sıralarda ordu, bu hakkı çok bol kullanmıştı. Merkez ve Sosyal Demokrasi, ordunun sempatisinin devrimci partiden ayrılarak milli harekete doğru teveccüh ettiğini gördüğünde, askerden oy kullanmak hakkını aldı ve her türlü siya­sal faaliyetten askerleri menetti. Eğer bu manevraya başvurulmayıp, askerin eşit hukukunun veya ihtilalden sonra denildiği gibi vatan­daş haklarının iptaline gidilmeseydi, Kasım Hükümeti birkaç yıl sonra mevcut olmayacak ve haysiyetsizliği devam etmeyecekti. Or­du o günlerde milleti, kanını emenlerden ve memleket içindeki ihti­lafa çanak tutanlardan kurtaracak yolun üzerinde idi. Fakat parti mensuplarının da Kasım katilleri ile bir olup, güle oynaya bu husu­sun lehinde oy kullanmaları ve böylece bir milli gelişme vasıtasını tesirsiz hale gelmesine yardım etmeleri, Marksizm'e istinat eden dü­şüncelerin memleketi uçuruma götüreceğini bize gayet iyi gösterir. Gerçekten fikri sakatlık içinde bulunan burjuvalar, ordunun, eski durumuna tekrar kavuşarak Alman kahramanlığına önayak olacağı­nı biliyorlardı. Bunun için merkez ile Marksizm, kendilerine en bü­yük tehlikeyi oluşturan nasyonalizmin dişini sökmek istediler. Bu diş kökünden çıkarılıp atılırsa, o zaman ordu bir asayiş kuvveti durumuna girecek ve böylece düşmana karşı savaşmak kabiliyetini kaybedecekti. Bu durum sonradan tam manasıyla meydana çıkmış­tır.

Bizim sözde milli olan devlet adamlarımız, ordumuzdaki geliş­menin milli istikametin aksine olacağını düşünüyorlardı. Gerçi bu imkan dışı bir şey değildi. Çünkü bu siyaset adamları; üniforma gi­yecekleri yerde, birer geveze olup parlamentoya dolmuşlardı. Böyle­ce bu siyasetçiler, en şerefli bir geçmişin dünyanın en üstün askerle­ri olduğunu hatırlattığı adamların kalplerinden neler geçebileceği hakkında hiçbir fikre sahip olamamışlardır, işte bu ortam içinde ve henüz benim için tamamen meçhul olan bu partinin toplantısına gitmek üzere hazırlıklara başladım. Akşam Münih'te Sternecker Birahanesi'nin Leiberzzimmer'ine giriyordum. "ALMAN İŞÇİ PARTİSİ"nin bu toplantısında yirmi, yirmi beş kişi vardı. Toplantıdaki ki­şilerin çoğunluğu, halkın aşağı tabakalarına mensup kimselerdi. Konferansı verecek olan Feder'i kurslar sırasında gayet iyi tanımış­tım. Bunun için topluluğu incelemeye daha çok önem verdim. Ben­de etkisi ne olumlu, ne de olumsuz oldu. Öteki kuruluşlardan bir farkı yoktu. O sıralarda herkes yeni bir parti kurmak istiyordu. Çünkü, kimse bugüne kadar olanlardan memnun değildi. Aynı za­manda kimsenin mevcut partilere güveni kalmamıştı. Bundan dola­yı bu tip partiler her tarafta mantar gibi bitiyor ve kısa bir zaman sonra kaybolup gidiyordu. Teşekküllerin kurucuları, bir parti mey­dana getirmek, bir hareket yapmaktan aciz kimselerdi. Bunun için bu topluluklar gülünç bir küçük dükkan hüviyetinde idiler ve he­men daima tabii ve mukadder bir ölümle ortadan kalkıyorlardı.

Alman işçi Partisi'nin toplantısında 2 saat hazır bulundum. Feder nihayet sözlerini bitirince memnun oldum. Artık gitmek istiyor­dum. Tam bu sırada, serbest münakaşa yapılacağı ilan edilince kal­mak gereğini duydum. Fakat bu tartışmada da ilgi çekici bir taraf bulamadım. Tartışma renksiz bir şekilde geçerken söz bir profesöre verildi. Bu profesör, Feder'in prensiplerini isabetsiz bulduğunu söy­leyerek konuşmaya başladı. Sonra Feder'in yerinde bir müdahalesi ile birdenbire olaylar zincirine atladı. Sonra bu profesör Bavyera'nın Prusya'dan ayrılmasını, ancak bu sayede Alman Avusturya'nın der­hal Bavyera'ya iltihak edeceğini ileri sürdü ve bunun parti progra­mına alınmasını talep etti. Bunun üzerine söz istemekten ve bilgin efendiye bu husustaki fikrimi söylemekten kendimi alıkoyamadım. Nihayet ben sözlerimi bitirmeden profesör salonu ıslak bir köpek gibi terk etti. Ben konuşurken sözlerimi salondakiler hayretle dinle­mişlerdi. Topluluğa hayırlı geceler dileyerek uzaklaşacağım sırada, yanıma bir adam sokuldu, kendini tanıttı, ismini tam olarak anlaya­madım ve elime küçük bir kitap sıkıştırdı. Bu siyasi bir broşür idi. Okumamı ısrarla rica ediyordu. Bu broşür hoşuma gitti. Böylece bu can sıkıcı topluluğu, tatsız toplantılarını takip etmeden daha kolay bir şekilde tanıyacaktım. Fakat şunu da belirteyim ki, elime broşürü sıkıştıran adam bende olumlu bir tesir yapmıştı. Toplantıdan ayrıl­dım.

O sırada, ikinci piyade alayının kışlasında, hâlâ ihtilalin izlerini muhafaza eden küçük bir odada oturuyordum. Gündüzleri kırk bi­rinci avcı alayında, yahut başka alayların toplantı ve konferansların­da bulunuyordum. Odamda geceyi yalnız geçiriyordum. Sabahları saat beşte uyanmayı adet edinmiştim. Döşemenin üstüne kuru ek­mekler bırakarak farelerin onları yemesini seyrediyor, bu hayvanla­rın birbirleri ile kavga etmelerini seyretmekten hoşlanıyordum. Ha­yatımda o kadar yokluk çekmiştim ki, açlığın ne olduğunu gayet iyi biliyordum. Bundan dolayı bu hayvancıkların memnuniyetini de gayet iyi anlıyordum.

Toplantının ertesi günü yine saat beşte uyandım. Farelerin ha­reketlerim takip ediyordum. Tekrar uyuyamadığım için bir gece ev­velki küçük broşür aklıma geldi. Bu broşürde işçi olan yazar, Mark­sist ve sendikalist kargaşalıkların içinden çıktıktan sonra, milli fikir­lere nasıl döndüğünü anlatıyordu. Konu, broşüre isim veriyordu: "SiYASİ UYANMAM". Okumaya başlayınca bu broşürün sonunu getirdim. Gözlerimin önünden kendi gelişmemin geçtiğini gördüm. O gün bu olayları birkaç defa düşündüm. Bu tesadüfe önem vermek niyetinde değildim. Fakat birkaç hafta sonra bir kartpostal aldım. Hayretler içinde, Alman işçi Partisi'ne kaydolduğum haberini öğre­niyordum. Beni bu hususta izahat vermek için parti komisyonunun bir toplantısında hazır bulunmaya davet ediyorlardı. Bu şekilde üye kazanmak usulüne çok şaştım. Kızmak mı, yoksa gülmek mi lazım­dı, bilemiyordum. Mevcut bir partiye girmeye niyetim yoktu. Ken­dim bir parti kurmak ve o partinin lideri olmak istiyordum. Sonuç olarak, böyle bir davete itibar etmemeliydim. Bu daveti yapanlara yazılı cevap vereceğim sırada, merakım düşündüklerime ve yapmak istediğime hakim geldi. Düşüncelerimi sözlü olarak anlatmak üzere, çağrılan günde toplantıya gitmeye karar verdim.

Nihayet çarşamba günü geldi. Bu toplantının yapılacağı bina gayet mütevazı idi. Hornstrasse'de otel Vieux Rosenbad. Büyük me­rasimler hariç, diğer zamanlarda buraya hiç gelinmez gibi görünü­yordu. Bu 1919 yılında normaldi. Çünkü yemek listesi, öteki büyük otellerin fiyatlarından çok daha pahalıydı. Bu yüzden bir müşteriyi bile zorlukla çekebiliyordu. Bu otelin adını dahi duymamıştım.

Az aydınlatılmış boş bir salondan geçtim, içerde kimse yoktu. Yandaki odaya geçilen kapıyı arıyordum. Beni yurt üyesi karşıladı, havagazı lambasının şüphe uyandıran aydınlığı altında, odada bro­şürün yazarı hariç, dört kişi daha vardı. Yazar beni derhal selamladı, partinin yeni üyesi sıfatıyla bana hoş geldin temennisinde bulundu. Biraz şaşırmıştım. Benden izahatımı biraz sonraya bırakmamı istedi­ler. Çünkü Reich Başkam henüz gelmemişti. Biraz sonra o da geldi. Sternecker'de Feder'in konferansına başkanlık eden şahıstı. Adı M. Harrer idi. Diğerlerinin de adlarını öğreniyordum. Münih teşkilatı başkanı Anton Drexler idi .Son toplantının zabıtları okundu. Muha­sip raporunu açıkladı. Parti topluluk olarak yedi mark elli feniğe sa­hipti. Rapor üzerinde muhasip güven oyu aldı. Bu husus da zabta geçirildi. Daha sonra başkan; Kiel, Dusseldorf ve Berlin'den gelen mektuplara verilen cevapları okudu. Herkes cevapları kabul etti. Gelen tebliğ edildi. Mektup teatisinin artması Alman işçi Partisi'nin yayılmasının gözle görülür bir işareti olduğu ifade edildi. Bunun üzerine tekrar verilecek cevaplar münakaşa edildi.

Acayip, çok acayip bir şeydi. Bu en kötü bir kulübün iç yüzüy­dü. Buraya girmem lazım mıydı? En sonunda sıra gündeme geldi. Gündemde yeni üye kabulü vardı. Yani benim durumum görüşüle­cekti.

Sorular sormaya başladım. Fakat belli belirsiz birkaç direktifin dışında hiçbir şey yoktu. Program yoktu. Üye defteri, hatta hatta bir mühür dahi yoktu. Yalnız göze çarpan, iyi bir niyet ve iyi bir arzu­nun var olduğuydu.

Bu gençleri gülünç duruma düşüren şey, içlerinden gelen sesti. Bu ses, onlara mevcut partilerin bu işi başaramayacaklarını söylü­yordu. Partinin makine ile yazılmış emirlerini okudum. Bu emirler de iyi niyetle beraber acz ifadesini buldum. Çok şey eksikti. Özel­likle mücadele ruhu yoktu. Bu adamların hissettikleri şeyi anladım. Bu o güne kadar parti kelimesine verilen manadan daha fazla bir şey ve yeni bir hareket arzusu idi.

Kışlaya döndüm. Hayatımın en güç sorunu ile karşı karşıya bu­lunuyordum. Partiye girmeli mi, yoksa daveti ret mi etmeliydim? Akıl, ancak ret cevabı verilmesini tavsiye edebilirdi. Fakat hissiya­tım beni rahat bırakmıyordu. Bu partinin mantıksızlıklarını düşün­dükçe hissiyatım onların tarafını daha çok ilzam ediyordu. Ertesi günler artık hiç rahat edemedim. Lehte ve aleyhte olan mütalaaları tartıyordum. Eskiden beri siyasi bir faaliyette bulunmaya kararlıy­dım. Yalnız bugüne kadar bende bir hamle eksikti. Ben bugün bir işe başlayan, yarın onu yarıda bırakan ve mümkünse bir başka işe geçen kimselerden değildim. Bundan dolayı karar vermekte güçlük çekiyordum. Kuracağım müessese ya büyük bir önem kazanmalı, ya da ortadan kalkmalı idi. Bunun, benim için kesin bir karar olacağı­nı, geriye dönülemeyeceğini biliyordum. O zaman bu geçici bir eğ­lence veya oyun değil, benim için gayet ciddi bir işti. Daha o za­manlar olumlu bir sonuca ulaşmadan, her şeye teşebbüs eden kim­selere antipati duymaktaydım. Her yerde görülen bu maymun iştah­lılar, bence nefret edilecek kimselerdi. Ben bu kimselerin hareketle­rini tembellikten daha kötü kabul ediyordum.


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin