Kevork Pamukciyan
BSNLİYAN (Dr. Panınak Bey) — Dr. Minas Benliyan'ın amcazadesidir. 1846 da Edirne'de doğup, 16 nisan 1918 de İstanbul'da vefat etmiştir; Şişli Ermeni Mezarlığında medfundur. Dr. Parunak Bey, 15 haziran 1874 de, «Pa-runak Ohannes Efendi» kaydiyle Askerî Tıbbiyeden mezun olmuştur. Önce, 1877 -1878 yılları Türk-Rus Harbine iştirak etmiştir, Müteakiben, askerî vazife ile bir sene Arna-vutluk'da ve bir sene de Edirne'de bulunmuştur. Binbaşı rütbesiyle dört sene Bağdat ve Basra'da Kürd İsmail Paşanın ordusunda hiz-
— 2510 —
— 2511
BENLİYAN
Parunak Benliyan (Resim : O.Z. Çakaloz)
metleri sebketmiş-tir. 1908 de, İstan-bula avdet ederek, kaymakam rütbesi ile Gümüşsüyü Has tahanesine tayin edilmiştir. 1911 de miralaylığa terfi ederek, vazife ila önce Dedeağaca, sonra da Yemen ve Hudeyda'ya gönderilmiştir. Bilâhare • İstanbula dönerek tekaüde sev-kedilmiştir. 1912 -1913 yılları Balkan
Harbi .esnasında yine fiilî vazifeye çağrılarak Taşkışla Hastahânesinde hizmette bulunmuştur. Bundan sonra nihaî olarak emekliye ayrılmıştır.
(Not. Gerek Dr. Parunak Bey, gerekse Dr. Minas Bey Benliyan hakkındaki işbu yazılar, müteveffa Dr. Arto Mezburyan'm «Ermeni Tabibleri» adlı çok değerli eserinin gayrı matbu olan ikinci cildinden istifade edilerek kaleme alınmıştır).
Kevork Pamukciyan
BENLİYAN (Rozali) — Arsak Benliyan'm zevcesi; Benliyan operet kumpanyasında primadonna olarak faaliyette bulunmuş v,e fevkalâde güzel sesiyle ün salmış bir sanatkârdır. Bulgaristan'da doğmuş olup annesi Rum ve babası Bulgardır. 1951 yılı bidayetinde Varna'da vefat etmiştir.
İkinci Meşrutiyetten sonra, zevci Arsak Benliyan'la beraber İstanbul'a gelerek, Reşad Rıdvan Bey'in muzahareti ile, birlikde bir operet kumpanyası teşkil etmişlerdir. İlk defa olarak, 1909 -1910 sezonunda, Odeon Tiyatrosunda (Bilâhare Şark Sineması) Dikran Çu-hacıyan'm «Leblebici» operetim temsil etmişlerdir. Eeza, Müsaibzade Celâl Bey'in ve Cu-hacıyan'm diğer operetlerini de sahneye koymuşlardır. 1912 de, İstanbul'da ve Türkiye'de çevrilen ilk filmler olan «Börekçi kızı», «Besa» ve «Himmet ağa'nın izdivacı» adlı filmlerde Hanımefendi rolleri almışdır.
Rozali Benliyan, güzelliği ile de bazı tanınmış şahsiyetleri kendine celbetmiştir. Bunlar arasında Prens Saadettin Bey, Faik Reşad Bey
İSTANBUL
ve Burhanettin Bey adlı bir zabit zikrolun-maktadır (B. : Benliyan, Arsak).
Kevork Pamukciyan
BENLİYAN yahud BENKLİYAN (Serov-pe) — Türkiye'de Tiyatro ve Operet tarihinin en eski ve en mühim simalarından biridir. 1835 de Beyoğlunda doğmuş ve 1900 de İskenderiye'de vefat etmiştir. Aşağıdaki satırlar, Sarkis Tütüncüyan'ın (edebi mahlası: Şa-rasan) «Türkiyede Ermeni sahnesi» adlı erme-nice kıymetli eserinden alınmıştır.
«Orta halli bir. ailenin evlâdı olan Serov-pe, ierkenden iş hayatına atıldığı için hiç tahsil görmemiştir. Sahne hayatı, 1857 -1858 yıllarında Hasköy tiyatrosunda başlamıştır. Burada, Mağakyan ve Acemyan tarafından verilen temsillere amatör olarak iştirak etmiştir. 1861 de, Şark Tiyatrosu tesis edilirken, Benliyan'm da hizmetleri sebketmiştir. Bu işe o kadar büyük bir şevkle sarılmıştır ki, mezkûr tiyatronun suflörü Romano Sedef ciyan'dan ermenice okuyup yazmayı öğrenmeğe başlamıştır; ne büyük gayretdi ki o zamana kadar rollerini arkadaşlarından dinleyerek ezberler-miş. Bu husus hafızasının ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir. Muasırlarının ifadesine göre, bu kaabiliyeti ömrünün sonuna kadar muhafaza etmiştir. Şark Tiyatrosunda temsil edilen piyeslerde, en fazla hasım rolleri deruhde etmiştir.
1861 de, Ekşiyan'ın kumpanyası ile İzmir'e gitmiştir. Avdetinde, 1866 de mumaileyhin sahneden çekilişinden sonra, kendini kamilen kahramanlık rollerine hasretmiştir. 1864-1866 yıllarında, arasıra Şark Tiyatrosunun ve Naum'un temsillerine iştirak etmiştir.. 1867 de, nihaî olarak Güllü Agop Vartovyan'm tiyatrosuna intisap etmiştir. Bu meyanda, yas. mevsiminde, Üsküdar'da, Aziziye Tiyatrosunda verilen temsillere de katılmıştır. 1878 yılı-na kadar, devamlı olarak bu kumpanyada bulunup, tiran ve faziletli baba rolleriyle .büyük şöhret kazanmıştır. Bu devrede Benliyan aktörlükle iktifa etmemiş, aynı zamanda bale öğretmenliği ve tiyatro müdürlüğü gibi mühim ve mesuliyetli vazifeler de deruhde etmiştir. 1872-1873 yıllarında, Gedikpaşadaki Güllü Agob'un tiyatrosunun repertuvarında yer almağa başlayan ilk operetlerin temsillerinde onun da mühim rolü olmuştur. Hattâ bazı besteleri olduğu da söylenmektedir. Meselâ, «Bohemya hırsızları» operetinde «Hır-
f
ANSİKLOPEDİSİ
sızların Dansı» onun eseridir. Benliyan'm yıldızı 1857 den sonra daha fazla parlamağa başlamıştır. Zira, mezkûr tarihde bir operet heyeti kurmağa muvaffak olmuş ve önce Edirne-ye hareket etmiştir. Bu, kendine şöhret temin eden turnelerinin ilki olmuştur. Az sonra, kumpanyasının bir kışını İstanbul'a dönerek, buradan da Adana'ya hareket etmiştir. 1879 nisan ayında tekrar İstanbul'a avdet etmiştir. Ertesi yıl, Selanik, Kavala, İzmir gibi şehirlerde ve Limni, Midilli gibi bazı adalarda da tamsiller vermiştir. 1883 yılı sonlarına kadar Yunanistan'da kalmıştır. Burada da verdiği temsillerle büyük alâka ve takdir kazanmıştır.
O zamanlar Atinanın en büyük gazetelerinden Efimeris şunları yazmıştır: «Biz 'niçin bu kadar geri kalmışız? Bunlar bugün Âtina-ya geldiler, yarın medeniyetin baş şehri Pari-se niçin gitmesinler? Benliyanm operet heyeti Falerde «Madam Angonun kızı» operetini türkce olarak sahneye koydu. Fransızca pi-yeslerdeki temsil ve şarkı okuma kudretleri de aşikâr. Hakları, herkesin takdirini kazandılar».
1884 yılı baharında, Benliyan, kumpanyası ile birlikte tekrar İstanbula avdet ederek, altı aylık bir faaliyetten sonra, 36 kişilik heyeti ile Mısıra hareket etmiştir. 1885 yılı kış mevsimini burada geçirerek Kahire'de de ün salmıştır. 1887 yılında tekrar Mısıra gelip, bu defa Hıdiv Tevfik Paşa'mn himayesinde temsiller vermeğe başlamıştır. Hıdiv, kumpanyaya, 150 Napoleon altunu da hediye etmiştir. Fakat bu paranın taksiminde Benliyanla aktörler arasında ihtilâf çıkmıştır. Diğer taraftan, bir temsilde, Hıdiv'in, Benliyan tarafından alenen rencide edilmesi üzerine Saraydan tard edilmiş ve böylece bir müddet sonra kumpanya dağılmıştır. Maddî bakımdan da müşkül duruma düşerek, 1896 da gençlerle birlikde yeni bir heyet kurmak için teşebbüste bulunmuşsa da, muvaffak olamamıştır. Son derece sefalet içinde vefat eden Benliyan'ın cesedi birkaç gün odasında aranmadan kalmıştır.
Benliyan'm' diğer bazı meziyetleri de şunlardır: O, son decere müşkülpesend bir aktör olmuştur. Meselâ,-Vartovyan Tiyatrosunda bulunduğu zaman dekorlar çok zengin imiş, şöyle ki. Üsküdar Aziziye Tiyatrosunda yaz mevsimi temsilleri bittikten sonra, bunları Ge-dikpaşa'ya nakletmek için 8-10 manda araba-
BENLİ YUSUF HİKÂYESİ
sına ihtiyaç hasıl olurmuş. O, yerli ve yaban-ci piyes ve operetlerde en fazla baş hırsız rolleri deruhde etmiştir. Aynı zamanda, mükemmel 'bir ses sanatkârı (dâvûdî, 1. baso) da olmuştur.
Benliyan bazı talebeler de yetiştirmiştir. Bunlar meyamnda, Onnik Güreğyan, Mihran Kuyumcuyan ve Ervant Benliyan başta gelmektedirler.
Kevork Pamukciyan
BENLİ YUSUF HİKÂYESİ — On doku
zuncu asırda söylenmiş bir meddah hikâyesi
dir; tanzim idüb söyleyen meddahın adı tes-
bit edilemedi; Üsküdarda Toptaşında otu
rur Esldzagralı Mehmed Bey zevcesi ve kendi
si de oralı olup 1940 -1945 arasında 85 - 90
yaşlarında vefat etmiş olan Fatma Hanımdan
dinlenmişdir: - - < •'
İkinci Sultan Mahmud zamanında ve henüz Yeniçeriler durur iken İstanbulda Çarşambada Kırkyamalı Mehmed Ağa adında hasis bir zengin varmış. Denizde gemileri, karada hanları ve hamamları, çarşılarda mağazaları gürül gürül işler, para küreklerle gelir, Mehmed Ağa altınlarım küplere istif eder, evinde karısı v,e çocukları, üst baş dökük, bir terliği, bir pabucu beş yıl giyerek inim inim inler, ekmeğe peynirle zeytini katık eder, adamları da gündeliklerinin, aylıklarının dışında bir metelik bayram hasisi, bir mangır ağalık ihsanı görmezler mis..
Bir gün Kırkyamalmın kulağına havsalasının alamıyacağı bir lâf çalınmış:
— Üsküdarda Topkapısmda Benli Yusuf
Bey diye bir zengin var, konağının kapılarını
ardına kadar açmış, sofraları 'kurdurmuş, do
natmış, her gün öğle ve akşam ahaliye ziyafet
ler çekiyor.. Hattâ konak kapısında, düğün evi
gibi davul çalarak misafir topluyorlar!., demiş
ler.
Kırkyamalı da «akıbeti .kaldırım üstünde yalın ayak sürünmek, şu sefihi göreyim» demiş, üç akçe dolmuş kayık parasını gözden çıkarmış. Üsküdara gitmiş, iskeleden Toptaşınm yolunu tutmuş, ve davul sesinden Benli Yusuf Beyin konağını kolayca bulmuş, hemen:
— Buyuran efendim! demişler.
Kırkyamalıyı sofraya oturtmuşlar, çorbasından kuzu dolmasına, böreğinden baklavasına, belki kırk kap yemek çıkmış.. Çıkmış ama
BENLİZÂDE ÇEŞMESİ
— 2512 —
İSTANBUL,
ANSİKLOPEDİSİ
— 2513 —
BERBER
lokmalar Kırkyamalı Mehmed Ağanın boğazından kendi malıymış gibi güç geçermiş..
Yemekten sonra beyin huzuruna çıkmış:
— Bey oğlum, saygısızlığımı affedin, bu
varlığın kaynağı nerede?.. Bu parayı alın teri
ile sen mi kazandın? diye sormuş.
Benli Yusuf gülmüş :
— Hayır., demiş.. Görüyorsunuz ki, gen
cim, bu serveti alın teri ile kazanmama im'kân
yok.. Ben hasis bir herifin uşağı idim, efen
dim, yemedi, yedirmedi, âkibet öldü, üç arşın
kefen ve bir tahta tabutla mezara girdi.. Ha
nım da imamı çağırdı, nikâhımızı kıydırıp
beni konakta 'baş köşeye oturttu, onun yiye
mediğini safayi hatır ile biz yiyoruz, yedire
mediğini d,e davul zurna ile misafir toplayıp
yediriyoruz...
Kırkyamalı bir fenalık geçirmiş, tam kalkıp gidecek, gözleri duvara asılı bir davula ilişmiş :
— Bey oğlum.. Ya bu davul ne için?..
Diye sormuş.. Benli Yusuf bu sefer bir
kahkaha atmış :
— Ha!., demiş.. O da mühim... İşittim ki,
Çarşambada benim rahmetli efendimin eşi
Kırkyamalı Mehmed Ağa adında bir adam daha
varmış.. Onu da Çarşambadaki konağın kapısı
önünde çaldırmak için hazırladım!
Kıryamalı boynunu bükmüş :
— Bey oğlum, sen şu davulu ver, omuz-
layub götüreyim de sana zahmet olmasın, ya
rından tezi yok kapımda dendi elceğizimle çal-
mıya başlarım! demiş.
BENLİZÂDE ÇEŞMESİ — Rumelihisar-rındadır; Rumelihisarı Camiinin batı tarafına kaldırılmış olan ayakyolları yanındadır; bir on sekizinci asır yapısı olup Fâtihin azametli kalesi ile beraber bu köyü süsleyen eserlerdendir; 'kitabesi şudur:
Maşallah
Sâhibül hayrat vel hasenat Benlizâde Ahmed Râşid Efendi Hicrî 1191 (M. 1777)
İhsan Hamamioğlu
BENLİZÂDE MEKTEBİ — On sekizinci asır ricalinden Benlizâde Ahmed Râşid Efendinin hayır eseri bir sibyan mektebidir, Dâ-rüşşefaka civarında Otlukcu Yokuşundadır; ¥ altındaki sebil ile beraber harab bir haldedir;
halk ağzında «Kovacıdede Mektebi» diye anılırdı; yanında bir de hâzire vardır.
BENLİZÂDE SEBİLİ — Darüşşefaka ci varında Otlukcu Yokuşunda, hayır sahibi Benlizâde Ahmed Râşid Efendinin Mektebinin altındadır; İzzet Kumbaracılar «İstanbul Sebilleri» adlı eserinde hicrî 1254 (Milâdî 1828) tarihinde yapıldığım kaydederek: «Dört pencerelidir, pencerelri âdi demir çubuklu olup harab bir haldedir** diyor.
Turing Kulüb Belleteninin bir nüshasında da «Darüşşefaka Caddesinde, Dârüşşefa-kaya inen köşe başında Benlizâde Mektebi, sebili ve naziresi muhafazası ıcab eden kıymetli eserlerdir» deniliyor.
BERABERLİK SOKAĞI — Hasköyde
Pîrîçavuş Mahallesindedir, Meşveret Sokağı
ile Saitbey Sokağı arasında uzanır; Taşkesen,'
Hörgüç sokakları ile .birer dört yol ağzı yapa
rak kesişir (bu sokaklar 'dik meyilli toprak yol
larıdır); Meşveret Sokağı kavuşağından yürün
düğüne göre, evvelâ dik bir toprak yokuş ola
rak başlar, sonra düzleşir; bağçeli, kimi tek
katlı, kulubemsi, kimi iki katlı evler arasın
dan geçer (Kasım 1960). Hakkı Göktürk
BERAR MAHÂRÂNESİ (PRENSESİ) DÜR-
RİŞEHVÂR HANIM — Son Osmanlı halifesi
Abdülmecid Efendinin kızı olup küçük yaşda
iken Türkiyede hilâfetin ilgaası ve Osmanlı Ha
nedanı erkânının yurd dışına çıkarılması üze*
rine babası ile beraber Fransada Niş şehrine
giden Dürrişehvar Hanım (B.: Abdülmecid)
Hindistan'ın müslüman hükümdarları arasın
da dünyanın en zengin sîmâsı olarak tanınmış
Haydarâbad (Berar)
nizâmı Osman Hanın
büyük oğlu ve veliah-
di Âzam Câh ile evlen
miş ve Türkiyeden ay
rılışından yirmi üç se
ne sonra 1946 yılının
kasım ayında bir Av
rupa seyahatından dö
nerken Türkiye Cum
huriyeti hükümetinin
müsaadesi ile vatanı
na, bu arada İstanbu- „ „ .,»...
. „ , „ Berar Prensesi Durri-
la ugramışdır. Aşagı^ şehvar
daki satırlar günlük (Resim : B. Seren)
gazetelerden alınmışdır.
«Haydarâbüd Nizamının gelini Prenses Dürrişehvar .bugün saat-11,45 te İngiliz denizaşırı hava yollarının bir uçağı ile Mısırdan Ankaraya gelmiştir. Prenses ayni uçakla İstanbul istikametinde yoluna devam etmiştir. Hava - alanındaki kısa dinlenme müddeti zarfında bir çay içen Prenseste uzun müddettir görmediği Türkiyeye gelmiş olmaktan doğan bir heyecan sezilmekte idi. Kendisi de bunu belirtmiş, ayni zamanda çok sevinçli olduğunu da söylemiştir.
«Prenses Dürrişehvârm îstanbulda bir hafta kadar kalacağı sanılmaktadır. Ankara hava garındaki dinlenmesi sırasında İstanbulu ço-k özlediğinden bahsetmiş, fakat ayrılalı çok zaman geçtiğinden şimdiki halde İstanbu-lun semtlerini bile iyice ayırd edecek vaziyette olmadığını ilâve etmiştir» (12 kasım, Cumhuriyet).
«Evvelki akşamdanberi turist sıfatiyle şehrimizde bulunan Prensed Dürrişehvar, dün akşam saat yirmiye kadar Park Oteldeki dairesinde istirahat etmiş, .saat yirmiden sonra otomobille Tarabyaya kadar bir gezinti yapmıştır.
«Millî Şefimizin kalemi mahsus müdürü ve yaverleri dün Prensesi ziyaret etmiş ve Millî Şef tarafından Prensese gönderilen bir hediyeyi sunmuştur. Prenses, kalemi mahsus müdüründen Millî Şefimize teşekkürlerinin bildirilmesini rica ettikten sonra öğle yemeğini yemiştir; yemekden sonra Tarabyaya kadar bir otomobil gezintisi yapmıştır.
«Prenses, İstanbulda Çamlıcada bir köşkte doğmuştur. Bu köşk şimdi Mehmed isminde bir tüccarın tasarrufunda bulunmaktadır. Prenses dün maiyeti vasıtasiyle köşke telefon ettirerek doğduğu bu köşkü ziyaret etmesine müsaade edilip edi,lmiyecgŞğini sormuş, köşkün sahibi, derhal ziyaret edilebileceği cevabını vermiştir. Bu sebeple Prensesin bugün bu köşkü ziyaret etmesi muhtemeldir» (22 kasım, Cujnhuriyet).
«Prenses Dürrişehvar misafireten ikinci gün olarak bulunduğu şehrimizde, dün öğleden evvel saat 11 e kadar Park Oteldeki dairesinde ziyaretçilerini kabul etmiştir. Bu ziyaretçiler arasında, eski saray nedimeleriyle Prensesin çocukluk arkadaşları da bulunmakta idi.
«Prenses, öğleye doğru Park Otelden ay-
rılmış, öğle yemeğini akrabalarında yemiş ve bazı ziyaretlerde bulunmuştur.
«Akşama doğru tekrar Park Otele dönen Prenses Dürrişehvar yemeği burada yemiş ve akrabalarından, Enver Paşanın kardeşi emekli General Nuri ve Enver Paşanın çocukları ile . beraber Şehir Tiyatrosuna gitmiş, «Sanatkâr Aşkı» piyesini seyretmiştir.
«Prenses, tiyatroya gelirken siyah ipekten bir elbise ve siyah astragan bir kürk giymişti. Göğsünde gayet kıymetli bir broş vardı» (23 . kasım, Cumhuriyet).
Berar Mahrânesi Dürrizehvar İstanbul-dan tekrar Ankaraya dönmüş, Türkiye Cumhur Reisi İsmet İnönü tarafından kabul edilmiş ve oradan Haydarâbâda hareket etmiştir. İstanbulda kaldığı günlerde gazeteciler ile konuşur iken Büyükşehir hakkındaki duygularını ve kendi hayatını şöyle anlatmıştır:
«Dokuz yaşında iken ayrıldım İstanbul-dan.. Küçüklüğüm daha ziyade Çamlıcada geçti. Camlıcaya ait hatıralarım pek yok.. Fakat çocukluk intibalarım var. Bilmem bunlar kayda değer şeyler midir?..
«Hindistanda evlendiğim zaman onaltı yaşında idim. Zevcim Âzam Cah ise yirmi dört yaşlarında idiler. Biri on iki diğeri sekiz yaşlarında iki oğlum vardır ki, Bereket Ali Han adını taşıyan büyük oğlum gaayet güzel türkçe bilir ve konuşur.
«Haydarâbad Sarayında daima türkçe konuşurum. Esasen Haydarâbâdlılarm kabul .ettikleri dilin mühim bir kısmım türkçe kelimeleri teşkil eder.
«Kızkardeşim Prenses Nilüfer de Hindis-tandadır, zevcimin küçük kardeşiyle evlidir.
«Hayatım çok sade geçer, daha ziyade oğullarımın tahsil ve terbiyeleriyle çok yakından meşgul olurum. En büyük zevklerimden biri de Hindli aşçılarımıza alaturka yemekler öğretmek ve tavsiye etmektir.
«Hindistanda Türkiyeyi ve,Türkleri çok severler» (Gece Postası). * Berar Prensesi Dürrişehvârın resmi, bir zühul eseri bu ansiklopedide Behobal Mihracesi maddesine de konmuştur.
BERBER — Garb türkçesine italyancadan girmiş bir kelimedir, «barbiere» den bozmadır; sakal kesen mânâsına ise de, saç ve sakal kesen ve düzelten esnafa verilmiş isimdir; arabcası «hallâk» dır (B. : Berber, berber dük-
İİ
BERBER
— 2515 —
2514 —
Sabun hususî yapılmış berber leğeninde el ile köpürtülür, ve yüz kılları bu sabunla ve yine el ile iyice yıkanub oğularak yumuşatıldıktan sonra ustura vurulurdu. Tıraşdan sonra da mutlaka baş yıkanırdı; baş da «stil» altında yıkanırdı. Stil, berber dükkânlarında tavana asılmış orta büyüklükde ve ekseriya bir maşraba yahud küp şeklinde su kabıdır; dibinde bir musluğu vardır;.baş yıkanır iken çırak oğlan leğen tutar, berber de sıtıldan akan su ile başı yıkardı. Stil, berberin hâline, vaktine, dükkânın mevkiine, semtine, dolayısı ile müşterilerinin içtimaî durumuna göre toprakdan. kalaylı bakırdan, yahud gümüşden olurdu. Çırak oğlanların bir vazifesi de, ustası veya kalfası müşteriyi tıraş eder iken hasırdan yapılmış zarif yelpazelerle sînek kovmakdı.
Berberler tıraşa 'başlamadan ustura bile-dikdikleri kayışı da bellerine asarlardı.
On dokuzuncu asırda yaşamış kalender şâirlerden Beşiktaşlı Gedâî (ölümü 1887 -1889), bir nevcivan berber sânında yazdığı gazelde (B. : Berber Civanları), eski berber kıyâ-
İstanlml Berberi (Bir XVII. asır minyatüründen)
BERBER
kânları, berberler).
Düzgün lisan bakımından bağdaşamamış kelimelere, bir kelimenin tekrarı ile kulağı tırmalayan ahenk bozukluğuna misâl olarak lûgata geçmiş çok meşhur bir cümle berber üzerinedir :
Bir berber bir berbere bre berber gel beraber bir berber dükkânı açalım demiş.
Kesin hakikatin gözle görüldüğü zaman anlaşılacağı yolunda darbı mesel:
«Berber saçım ak mı? Önüne düşdüğün-de görürsün!»
BERBER — İstanbul argosunda çok konuşan, geveze adam, yine argo tâbir ile «tıraşçı» (B.: Tıraş; Tıraşçı); misâl:
— Kafam kazana döndü be., senin Hoca geldi, bilirsin, berberdir moruk, tam üç saat çenesi durmadı be...
BERBERBAŞI SOKAĞI — Kadıköyüri-de, Gazhane semtindedir, Uhuvvet Sokağı ile Yenidünya Sokağı arasındadır; Uhuvvet Sokağı kavuşağından gelindiğine göre, iki araba genişliğinde, kabataş döşeli, merdivenli bir sokaktır. İki kenarı boyunca birer katlı kagir, ahşab, bir kısmı bağçeli evler orta halli aile meskenleri görülür; kapu numaralı 2-18 ve l - 25 dir; Kayde değer başka hususiyeti yoktur (kasım 1960).
Hakkı Göktürk
BERBER; BERBER DÜKKÂNLARI BERBERLER — İstanbulda eski hâlini, dekorunu muhafaza eden tek berber dükkânı kalmamış-dır.
İstanbulun fethinden Kanunî Sultan Süleyman zamanında kahve keyfinin yayılmasına ve Büyükşehirde ilk kahvehanelerin açılmasına gadar, berber dükkânlarının nasıl yerler olduğu hiç bilinmiyor (B.: Kahve, Kahvehaneler).
Kahvehaneler açılıp, büyüklü küçüklü şehrin her tarafına yayılınca, berber dükkânları istiklâlini kaybetti ve kahvehanenin bir köşesinde yerleşdi, berber esnafı da kahveci esnafına yamak sayıldılar.
On yedinci asır ortasında, amansız bir müstebid olan Dördüncü Sultan Murad bütün Türkiyede kahve içmeyi yasak idüb kahvehaneleri kapattığında, berberler yine müstakil oldu. Fakat bu padişahın ölümü ile bu ceberut yasağı da kaikdı ve berber dükkânı yine kahvehanenin içine girdi; bu devir Yeniçeri Oca-
İSTANBUL
ğının kaldırıldığı 1828 yılma kadar, hemen iki asra yakın devam etti.
Yeniçerilerin son devrinde bütün İstanbul esnafı arasında kahveciler ve berberler de yeniçeri ocağına kayıdlı, yahud yeniçerilik güder, yeniçeri taslakcısı idi; yeniçeri zorbalarının hemen hepsinin de gaayet mükellef bir veya birkaç dâne îrad kahvehanesi vardı; kahvehaneler de türlü uygunsuzluk, fisik ve fuh-şiyâtın gözgöre yapıldığı yerler olmuşdu. 1826 da Yeniçeri Ocağını kanlı bir şehir muharebesi ile kaldıran İkinci Sultan Mahmud, ayni günler içinde îstanbulda ne kadar kahvehane varsa kapattı ve İstanbul şehri birden berber-siz 'kaldı.
Esnaf gedik usulüne tâbi idi (B. : Gedik;; berber gedikleri.de kahvehane gediklerine bağlı idi; İkinci Mahmud kahvehaneleri kapayınca, berberlerin dükkân açabilmeleri için yeniden berber gedikleri ihdas edildi.
Vak'anüvis Lütfi Efendi H. 1243 (M. 1827-1828) vekaayii arasında şöyle anlatıyor:
«Vak'ai Hayriyeden sonra Dersaadet ve Boğaziçinde ne kadar kahvehaneler varsa ocakları yıkılarak sed ettirilmişdi. Bunların ekser eshâbı' fukaradan olduklarından başka ehâlinin tıraş olması ve teneffüs etmesi için bu kahvehanelerin berber dükkânına tahvil ile evkafı hümâyundan Berber Gediği nâmı ile rnüceddeden sened alınarak bâzılarının 'küşâ-dma ruhsat verildi».
Bir müddet sonra, târihini maalesef tes-bit edemedik, kahvehaneler yine açıldı; yine her kahvehanenin bir köşesine bir berber yer-x leşdi; fakat berberler kahvehanelere müstakil gedik sahibi olarak girdiler. Bir kısım berberler de dükkân istiklâlini muhafaza ettiler.
İkinci Abdülhamid zamanındadır ki av-rupakârî berber dükkânları açıldı ve kendilerini eski usûl berberlerden ayırmak için «pe-rûkâr» adını aldılar. İstanbul berberliğinde büyük inkilâbdır; bellerden futalar, peştemal-lar atıldı, yerini beyaz patiskadan iş gömlekleri aldı, sabun leğende el ile köpürtülür, sakal kılları el ile yıkana ovula yumuşatılır iken, yerine sabun tasları ve tıraş fırçaları kaâim oldu; yalın ayaklı, ayakları nalınlı takunyalı, kolları sıvalı çıraklar da beyaz gömlek, çorab, pabuç giydiler; makasın, usturanın yanına saç makinaları kondu; sıtıllar tamamen kalkdı, müşteriler peykeye oturtulur, dize yatırılır iken, baş yastıklı berber koltukları kullanıldı.
•İt
ANSİKLOPEDİSİ
Gün günden .eski berberler azaldı ve yerlerini perükârlar aldı ve nihayet Cumhuriyet inkılâbında da «perükâr» adı terk edilerek Berber, bu yeni dükkânlara da âlem oldu, lâkin yeni berber dükkânlarının eski berber dükkânları ile hiç bir ilgisi kalmamış idi. Yukarıda da kaydettik, zamanımızın berber dük-hânlarına bakarak eski dükkânlar hakkında bir fikir edinmek mümkün değildir. Eski berber dükkânları hakkında on sekizinci ve on dokuzuncu asırlarda İstanbula gelmiş yabancı ressamların yapdıkları resimlerden mübhem bir fikir edinebilmekdeyiz. Eski narh defterleri ile esnaf nizâmnâmelerinde de berberler hakkında mü'him kayıtlar vardır, bunlardan da berber dükkânları hakkında bâzı hususiyetler öğrenilebiliyor. Rind ve külhanı şâirler de berber civanlarını medih yollu yazdıkları manzumelerde berber kıyafetleri, tıraş usulü ve dükkân âdab ve nizâmı hakkında malûmat vermektedirler.
Eski berber aynı zamanda sünnetçi, dişçi ve hacamatçı idi; kellik, uyuz, sıraca, egzama gibi cild hastalıklarına da ilâçlar, merhemler yapardı; çeşidli ihtisas sahibi mutatabbib, idiler.
Dükkânların zemini (ki ekseriya bir kahvehanedir) taş veya tuğla döşenmiş olmak şart idi. Usta, kalfa ve çırak, berberler dükkânda 'bellerine gaayet temiz ve ekseriya ibrişimden dokunmuş peştemal, futa bağlamak ve ayaklarına nalın veya takunya giymek mecburiyetinde idiler; kalfalarla çıraklar ise yaz ve kış nalın veya takunyalarım yalın ayak, çorabsız ıgiy erler di; çorab kirli olabilirdi, kirini göstermese pislikdi, gösterse iğrenç idi, her hangi bir sebeple veya itîyâd ile ellerini ayaklarına götürebilirlerdi; halbuki ayak çıplak olursa temiz tutulma mecburiyeti hâsıl oacaktı. Kollarda daima dirseklere kadar sıvanmış omak şarttı; gömlek ve mintan yen-eri kirlenmiyecek, müşteri de kirli veya kirlice bir kol yeni yerine tertemiz bilekler ve kollar göreeekdi.
Tıraş dizde yapılırdı. Müşteri peykye oturtulur, bçrber yüzün iki tarafındaki sakal kılını ustura ile kazıyıp aldıktan sonra evvelâ sol ayağını müşterinin oturduğu peykeye dayar, dizine temiz bir peşkir koyar, müşterinin başını dizine yatırır sağ tarafını perdaht eder, sonra sağ ayağını dayar, bası öbür dizine alır, sol yanağı perdaht ederdi.
BERBER
2516
İSTANBUL
feti ile bir tıraş sahnesini gaayet renkli ve canlı tasvir etmekdedir:
Dostları ilə paylaş: |