Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı


Dinleyin hâlimi başdaıı ibtidâ Düşdü gönül sevdi bir dilrübrâyı Aklımı başımdan eyledi yağma Gözleri mestâne çekdi esmayı



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə10/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   76

Dinleyin hâlimi başdaıı ibtidâ
Düşdü gönül sevdi bir dilrübrâyı
Aklımı başımdan eyledi yağma
Gözleri mestâne çekdi esmayı


  • Günden güne artdı başımda sevda
    Coşdu derya gibi bu aşk ü hevâ
    Kimseye derdimi demedim amma
    Rûzü şeb çekerdim ahu feryadı


  • Duramam görmesem yâri bir saat
    Aklımda gönlümde ol çeşmi âfet
    Aceb nasıl bulsam tenha selâmet
    Bildireni kendine bu macerayı


  • Tavuk pazarına yolum uğradı
    Meygedede gördüm çeşmi cellâdı
    Muğbecenin Kasab FUibdir adı
    Satın aldım o püsküllü belâyı


  • Sakız mahbûbudnr yâni adalı
    Murâhiklik sânı nazlı edâh
    Kor misâli dilber yüzünün alı
    Yakdim şîvekâra ol an abayı


  • Bir mahden ziyâde taşındım durdum
    Yâr elinden bade içüb oturdum
    Oldum senli benli yakınlık kurdum
    Gördüm ol viçandan rûyi vefayı


    7. Elin tutsam bir gez öpsem ayağın Muhabbet eylesek geçmeden çağın İşmar etti yakdı ümid çerâğm Saat bir de davet etti gedâyı

    1. Olnb beraberce bir iki akran
      İskenderboğazmda ettik cevlân
      Meşhûri âfakdır orada Taş Han
      Muş eyledik bir kaç dolu sahbâyı


    2. Akşamı eyledik oldu saat bir

    e>

    Yanımdan yoldaşları savdım bir bîr Zira budur yâre gitmeğe tedbir Lâkin çekmisdim fazlaca kafayı

    1. Meyhanenin kapusuna dayandım
      Dedim Filip aç kapnyu ben yandım
      Tahammül kalmadı candan usandım
      Merhamet et sever isen îsâyı


    2. Lâkin yârim bana cevab vermedi
      Kulak verdim nedir Filibin derdi
      Biriyle urumca kelâm ederdi
      Karardı gönlümün direhşan ayı





    1. Üfürdü şamdanı bir zulmet sardı
      Saat bîr buçukdau ikiye vardı
      Açmadı kapnyn gözüm karardı
      Çekdim sağ yanımÖan sokdum kamayı


    2. Oldu dünyâ bana ol vakit zmdan

    Tuna seli gibi akdi kızıl kan Kasablar önünde ınasatîı kurban Baş koydum eşiğe görsün îıereâyî

    1. Cem oldu başıma bir alay nefer
      Perişan hâlimi gören âh ider
      Mahmud Reise de verdiler haber
      Geldi gördü müşevveş hâli fenayı


    2. Cümle yoldan geçen bir yana durdu
      Nasıl oldu deyû zabtiye sordu
      Demliler komşular bunu Mm vurdu
      Kim koydu bu hâle bu fukarayı


    3. Sorub soruşdurub tahkik ettiler
      Keyfiyetin esâsına .erdiler
      Andan sonra beni alub gittiler
      Merhem koyup sarmak için yarayı





    1. Dökülür gözümden nice kanlı yaş
      Yaram pek sızılar canda bir telâş
      Sırtdan yere indirip yavaş yavaş
      Babı zabtiyede verdik molayı


    2. Bakdılar hâlime ettiler divan
      Dediler çeresim bulamaz Lokman
      Bir iki mübaşir gönderüb Iıeman
      Alub getirdiler kaşları yayı


    19. Kalmamış yüzünde hiç kan eseri Korkusundan dolmuş kan dideleri Hâlimi görünce kasab dilberi Figaam tuttu kubbei semâyı

    '20. Kanlı yaşı dökme dedim dilbere Yazıkdır sendeki âhû gözlere Seninle işimiz kalsın mahşere Hakkın divânında görem dâvayı



    21. Dedim ki ben ettim kendime kendim
    Yanmasın nârıma servi bülendim.
    Bu çocuk masumdur bilin efendim
    Etmeyin Filibe cevrii cefâyı


    1. Yol verdiler gitti oradan Filib
      Mehil mahzun olub ben kaldım garib
      Hastalar yanına ettiler tertib
      Bulmak için bu derdime devayı


    2. Zabtiyeden taşra çıkdık ol zaman
      Çakmakçılar yokuşunda nâgihan
      Başladı sicmimden çekilmeye can
      Her yanımdan hicran sardı âzâyî





    1. Mürgi can tenimde sedâlaşmada
      Nizâlar kılarak vedalaşmada
      Ruhu teslim ettim Cukurçeşmede
      Aldı nârı hasret her ehibbâyı


    2. Andan doğru hastahâneye vardık
      Ölmüş idüğünüıı haberin aldık
      Nakkaşpaşa Karakolunda kaldık


    Bir gece bekledik subhü mesâyı

    26. Camiin içinde gasîeylediler
    Pederi nerede kaldı dediler


    Ol Beylerbeyinde haber verdiler Gelsin evlâdını görsün kazayı

    27. Heın Beylerbeyine gitti bir nefer
    Bulnb pederini verdiler haber .
    Bir taksın alıbâb alub beraber


    O da geldi kan dökerek ağlayı

    1. Dedi açın evlâdımı göreyim
      Bu yüzümü gül yüzüme süreyim
      Ben de Hakka emânetim vereyim
      Hem nideyim simden gerû dünyâyı


    2. Bindirdiler cenazeyi mahalle
      Ne kadar ahbabı var ise bile
      Edirnekapusıınn aldılar ele
      Koytâttîar musallaya ol mevtayı

    3. Pederi yaranı durdu namaza
      Namazda cümlesi düşdü niyaza '
      Açub yüzün peder bakdı şehbaza
      Gaayet mahzun etti garib atayı

    4. Andan götürdüler mezaristana
      Yaş yirmi yedide gitti cinana
      Kafesci Bedriyi yaadım destana
      İsmi kaldı ruhu tuttu ukbâyı

    32. Sözün bitir Remzi hâsılı kelâm
    Macerayı ber tafsil ettim ilâm

    Sene bin ikiyüzseksen bir tamam Unutmam o nevcivana duayı

    f

    . ONBAŞI (Bahovalı) — 1894 de,



    yangınlarda göstere geldiği insan gücünün üstünde fedâkârlığa rnükâfâten onbaşılık, on altın ihsanı şahane ve ayrıca «selâmı pâdişâhı» ile taltif edilmiş bir itfaiye neferidir; memleketinde bir berberin oğlu olup büyük Rumeli bozgununda muhacir kaafilelermden birine katılan ebeveyni İstanbula geldiğinde Bedri üç yaşında bir sabî imiş; çocukluğu babasının vefada T'aşteknelerde açdığı küçük bir berber dükkânı - kahvehanede çıraklıkla geçmiş, serpilince bütün akran ve emsali gibi tulumbacılığa heves etmiş; boylu boslu, eli ayağı düzgün, kaşı gözü yerinde güzel bir delikanlı imiş; tulumba sandığı sevdası ile pırpırı kıyafet ve yalın ayak düşmesi, evi bırakub koğuşta yatup kalkması babasını çok üzmüş, derdini, Vefadaki konağına tıraşa gittiği ftfâiye kumandanına ac-^iŞ, kumandan paşa da İtfaiye taburuna alınız; ve delikanlı fevkalâde cesareti ile kısa

    bir zamanda taburun göz bebeği olmuş.

    İtfâiyeli Bedrinin Ayşe adında dünya güzeli bir ablası varmış; bu kız, yine o boz-" gün muhacirlerinden ve Eski Zagra eşrafından Emin paşazade Şevket Beyin gaayetle mahremi uşağı Büklümüklü Mustafa ile evlendirilmiş; ki bu ansiklopedinin müellifi ,R. E. Koçunun anası Hacı Fatma Hanım Eski Zağralı Şevket Beyin kızıdır. Berlin muahedesinden sonra Şevket Bey ailesi Şarkî Rumeli Eyâleti içinde kalmış kalan memleketine dönmüş, fakat Fatma Hanım bir müddet sonra îstanbulda Şehiremâneti muhasebecisi Reşad Efendinin oğlu muharrir Ekrem Beyle evlenerek îstanbulda Ayasbfyadaki Reşâd Efendi Konağına gelin olarak getirildiğinde, Büklümüklü Mustafanın zevcesi Ayşe abla da bir istanbul seyahati fırsatını bulmuş, ki osıralarda kendisinden sekiz ön yaş küçük olan kardeşi Bedriyi bir İtfâiyeli olarak görmüş, icâb ettiği kadar himâyesi de malûmat ile ikdamda çalışan, Maarif Nezâretinde de bir vazifesi olan gene muharrir Ekrem Beyden rica etmiş; 1895-1896 arasında Bedri Onbaşı bu suretle Ayasofyadaki konağın se-lâmlığındaki bir odaya yerleşmiş. Büyük şehir İstanbulun dürlü cilvelerle dolu günlük hayatından aşağıdaki şirin fıkra, R.E. Koçuya yıllarca sonra babası tarafından, bir gün haftalık resimli Malûmat koleksiyonu karışdırı-lır iken Bedri Onbaşının bir itfaiye kıtası arasında çekilmiş yegâne resmi vesile olarak anlatılmıgdır:

    Bedri Âyasofyaya yerleşdiği sıralarda 23-25 yaşlarında tüvânâ bir erkek güzeli, ve gaayet ciddî bir gene imiş. Bir gece serence bey Yokuşunda bir yangında bir paşanın kırkını aşkın dul zevcesini ölümü göze alarak kurtarmış. Hanımın uykusu ağır imiş, ateş konağın alt katından çıkmış, «yamyoruz» feryadı üzerine konak halkı kendi can ve mallan kaygusuna düşmüş, boğçasını kapan sokağa fırlamış, hanımlarını düşünen olmamış, hatta harem halkı dahi düşünmemiş. Yatak odasında yatırdığı bir cariyesi ile biçâre kadını, konağın üst katlarına itfaiye merdiveni ile gören, Bedri çıkarmış. Hanım canını kurtardıkdan sonra «çekmecem, mücevherlerim «diye çırpınınca delikanlı konağa tekrar girmiş, tarif ettiği yerden mücev-



    BJEDR©S (Hacı)

    — 2878 —


    İSTANBUL

    ANSÎKLOPEpİSt

    — ÎS79 --



    Onbaşı

    Boxeah)
    ter çekmesini de bulub çıkarmış. Yaşlıca dul kadın onbaşının hem merdliğine hem güzelliğine hayran kalarak yangının ertesi günü izdivaç teklifinde bulunmuş; genç adam: «Muhasebeci Beye söyleyin, münasib görür, izin verirse teklifinizi kabul ederim» demiş. Resad Efendi tensib etmiş. Dul bir paşa karısı ile evlenen şehbaz itfaiye onbaşısı bir müddet sonra ağır mesleğinden ayrılmış, kendisine Ayasofya Çarşısında 'büyük bir kahvehane açılmış. Bedrinin hanımla beraber yangından kurtardığı câriye on beş yaşlarında pek dilber bir kızmış, Kocasından on beş yaş büyük olan hanım: «Bedri Ağa genedir, bana da ergen olarak vardı, bir mah-bûbe nıgâr ile görül sefası hakkıdır» diyerek o k&ı da koşacına nikahlatmış, kendi arzu ve eliyle üstüne ortak almış.

    Bedri Onbaşının bu fasıldan sonraki hayatı tesbit edilemedi.

    (Hacı) — îkin-ci Abdülhamid devrinde kadın hastalıklarına, erkeklerde de bel soğukluğu ve frengi illetlerine karşı şifalı ilâçları (?) tecrübe edilmiş bir mütetabbib idi, Topçularda otururdu. Hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi, Bibl.: Ahraed Rasim, puhşi atik.

    BEDEOS (Latinatzi) —
    Onsekizinci asrın başlarında
    istanbul'da faaliyette bulu
    nan bir ermeni matbaacısı-
    dır. ünlü matbaacı Erivanlı
    Oskan Vartabed'in akrabası
    dır ve matbaasının bir kısmı
    nı da ondan temin etmiştir.
    Katolikler, dinî propaganda
    için kendisini İtalya'dan İs
    tanbul'a göndermişlerdir. Mat
    baasını 1704 de Galata'da te
    sis etmiştir. On sene kadar
    ömrü olan işbu matbaada bil
    hassa dinî eserler neşredil
    miştir. Bunlar meyamnda
    .1705 de intişar eden ermeni-
    ce Kitabı Mukaddesin ikinci Badri

    tabı basta gelmektedir, (bi- (Resim; S.

    rinci tabı 1666 da Amsterdam'da Oskan Vartabed tarafından yapılmıştır). Mezkûr eserin muhtıra kısmından matbaanın Galata'da bulunduğu anlaşılmaktadır. Halbuki, Teorik Labcinciyan (1870-1928), «Dib u Dar» adlı Ermeni matbaalarının tarihinde (İstanbul, 19İ2 .s, 60), sözü gecen matbaanın Be-yoğlunda bulunduğu kaydetmektedir. Zira mezkûr eserde bu semtin adı da geçmektedir. Fakat bu sıralarda Beyoğlu henüz gelişmemiş olduğu için Galatanın doğru olması daha muhtemeldir.

    Kevork Pamukciyan

    BEDBOS (Ortaköylü) — Meşhur musikişinas Zenne Boğos'un talebelerinden bir mugannidir. 1783 de doğmuş ve 1858 de İstanbul'da vefat etmiştir. Yetişdirdiği şahıslar meyamnda, Ohannes Eretzyan, Kirkor Takvoryan (bilâhare rahip Boğös), Kapriyel Acemyan ve bilhassa Channes Mineciyan zikrolunmaktadır. Hayatı hakkında bir bilgi edinilemedi.

    Kevork Pamukciyan

    PİSKOPOS (Ka-panh) — Onsekizinci asırda yaşamış bir din adamı ve şâirdir. Bağdasar Tıbir'in şa-kirdlerinden olup, ölümünden sonra onun hakkında bir methiye kaleme almıştır ki, 1772 tarihinde İstanbul'da intişar eden «Yerkaran» (Şarkılar kitabı) adlı eserinde diğer şiirleriyle birlikde neşredilmiştir. Uzun müddet İstanbul'da yaşayan Bedros Piskopos, ömrünün sonlarına doğru İzmit Ermenileri ,mu-rahassı olmuştur. 17 Şubat 1781 de İstanbul Patriği Za-karya Başpiskopos (1719-1799) tarafından Bandırma Ermenileri murahaslığına tâyin edilmişse de, mezkûr şehre gitmeyerek Armaş Manastırında kalmıştır. Hovakim Piskopos adlı bir talebesi olan şair, 20 Mart 1784 de pirî

    ihtiyarlığında İz-mitte vefat

    etmiştir.



    Kevork Pamukciyan

    BEDROSYAN (Andon) — Musikişinas ve lavtacı; 1875 de Yeniköy'de (Boğaziçi) doğmuştur. İlk tahsilini Rumelihisarındaki Ermeni mektebinde yapmıştır. Teganniyâtı ruhanîde Ermok Kuyumcuyan'ın kemanda ise H.ampartzum Papazyan'ın talebesi olmuştur. Önce Rumelihisarındaki Ermeni Kilisesinde başmuganni olarak vazifede bulunmuştur. 1896 da Mısır'a giderek orada lavtacı İtalyan Toni'den lavtanın imâlini ve akordunu öğrenmiştir. Alafranga musikiye de âşinâ olan Bedrosyan 1899 da İstanbul'a avdet etmiştir. 1900-1916 yılları esnasında Bo-yacıköy Ermeni Kilisesinin başmuganniliği-ni deruhde etmişdir. 1916 da ise Rumelihisarı Ermeni kilisesinde tekrar başmuganni olmuştur. Hayatının son safhaları tesbit edilemedi. Eserleri meyamnda, bir mandolin metodu ve birkaç şarkı vardır.



    Kevork Pamukciyan

    BEHÇET (Ceşmemeydanh) — Abdülhamid devri sonlarının namlı hırsızlarından ve îstanbulun sayılı eşirrâsından: orta boylu,



    Çeşmemeydanh Behçet (Resim: B. Seren)

    tıknaz, pos bıyıklı bir adamdı, bir ara esrar ve kumar kahvehanesi de acrmscb, burası, bilhassa M misiz, kimsesiz güzel çocukları şeni ellerde türlü ahlaksızlık girdabına atıldığı bir batakhane olmuşdu. Adam vurmuş, türlü habasetinden mahkûm olmuş, 1908 de meşrûtiyetin ilânında af edilerek tekrar meydana çıkmış, eski kirli işlerine bir müddet daha devam fırsatını bulmuşdu; hatta Çeşme-meydamnın namlı haraççılarından biri olmuşdu. Tekrar hırsızlığa sülük etmiş, galibaa son mahkûmiyetinde hapishanede ölmüşdür; doğum ve ölüm tarihlerini tesbit edemedik, 1908 de 40-45 yaşlarında idi.

    Sermet


    BEHÇET (Destancı) — İkinci Sultan Abdülhamid devrinde yaşamış bir tulumbacı ve halk şâiridir; bu ansiklopedinin büyük

    kalem arkadaşı merhum Üsküdarlı Vâsii'Hoca şu şirin hal terçemesini yazmışdır;



    Destancı Behçet (Resfm:

    «Destancı Bedriyi gençliğinden tanıdım.., on dokuz yaşlarında masallardaki Hüıd pâdişâhının oğlu gibi esmer güzeli bir delikanlı idi, uzun boylu, tığ gibi bir tulumbacı idi, Şehremini Sandığı uşaklarından idi; 1875-1880 arasında doğmuş olacakdır, fakir bu yük arabacısının oğlu idi, çocukluğu yalın ayak. yarım pabuç mihnet içinde geçmiş, bir iki sene mahalle mektebine devam, etmiş, okumaya son derecede hevesli, ve gaayetle zekî olduğu geçim zarureti ile raektebden alınarak sanata verilmiş, hiç bir işde tutunamamış, yorgancı çıraklığı, çalgıcılık, bostancılık, hamamda külhancılık, bakırcılık, renc-berlik gibi aralarında hiç münâsebet olmayan işlere dalmış çıkmış, türlü renge boyanmış, nihayet, gaalibâ Merdivenköyü Bektaşi tekkesinde bektâşi dervişi olmuşdu, 1908-1910 arasında yine zaruret içinde ve henüz otuz otuzbeş yaşlarında iken müteverrimen öldüğünü işittim. Bu günahkâr da kırık dökük destanlar yazdığım, Behcetin de bu vadide aşırı hevesi olduğundan bana muhabbeti vardij arar,' sorar, herkesin havaî meşreb sandığı o gene bana içli bir dille dertlerini dökerdi. Çocuk sayılacak yaşdan içki kullanırdı; ince hastalığa içki ibtilâsı yüzünde)! tutulduğunu söyliyebilirim. Ayyaşlığına ve avareliğine sebeb bir bıçkın dilbere alâkası olduğunu itiraf etmişdi. Bir gün de cebinde Mizancı Murad Beyin Târihi Ebülfârük'unu görmüşdüm; . «Vâsıf, aradan şu kadar yıl geçdi, hayâli canan yüreğimde halâ terü taze durur, ama pak hevesim olduğu halde meşâkı hayat yüzünden okuyamamak içimde öyle bir yaradır ki beni o öldürecek" demişdi. , Son/; destanı "Sergüzestnâ-'/ me" adındadır; alay yollu görünür ama hayatının hikâyeyesi-iir".

    BEHÇET (Hulusi)

    2380 —


    İSTANBUL

    ANSİKLOPEDİSİ

    - — 2381—

    BEHÇET BABA




    •" •' SBBGÜZEgTNÂMEİ BEHÇET 1. Sergüzeştim size beyan Meyim.

    Bilin maharetim ilâııeılıkda .. Acâib bîr tuhaf destan söyieyinı

    Bakın ne erbabım yaianeıhkda .2. Pederle mâderim ittiler kelâm Oğlana iş lâzım dir idi ananı Bir gün oldu tutup rahmetli babam Beni çırak yapdı • yorgancıhkda


    1. Yorgan iğnesiyle elimi deldîm
      Bu isi yapamam anladım bildim
      Kaçdım oradan terzi yanına girdim
      Şimdi kalfa oldum mîntancıhkda

    2. Hasırcılık bozdıı dikiş dikeni
      Geldi bir yahudi aldattı beni
      Koş benimle ortak ideyim seni

    .'• Hayırlı ticâret kaytancıhkda

    5. Tulumbacılığa uygundu çağım


    Hem gaayetle koşarlıdır ayağım
    Reis dedi gel ol benim uşağım

    , Tepîşdlm bir eyyam tabancılıkda

    • 6. İş can sıkıla- içerim rakı

    ; S ardım, musikiye nıeylü merakı Çalgı ile dolaşdım Samı Irakı

    . - •• Hayli nam kazandım kemaneıhkda

    7, : Fenni musikîde ' kemâli buldum Since artık yirmi yaşına doldum Silâh kullanmaya heveskâr oldum Merakım var idi kalkancıukda

    8.. Samdım id anın da yok eski şöhreti Arardım kendime göre hizmeti Geldi Kumbağlılar verdi gayreti Tuldük biz ticâret soğaııcılıkda

    9. Gördüm ki soğanlar çürüyüb gider Didim bu is değil sermâye ister Mnytablığı koydum zihnimde ezber Vardık" biz soyunduk kolancılıkda 10. Kazıl bükmesinden takat kesiidi Geri gitmesinden belim büküldü Oteulak itmeğe gözüm dikildi Serdik postu Mz samancılıkda. U. Yok bir, gelen;giden bekle dükkânı Doğrusu insanın sıkılır canı Mevsim de irisdi bahar zamanı Verdik biz molayı bostaneılıkda

    12. Bostancılık hem iş hem de zevk idîş

    Geçirdik yazı basdırdı çün kış Yanaşdım hamama istedim bir is Dediler var çalış küihancıîıkda

    13. Külhanda dumandan bıkdım boğuldum



    14.

    15.

    Kaçdını oradan bakırcı oldum Çok tokmak salladım kazancılıkda Beş gün kadar da bu hizmeti ittim Kesildi takatim vücuddan bittim Köylere rencberlikle ııâçâr gittim Çahsdım tarlada harmancıhkda Çift sürer nadasa tohum saçardım Eski orakları yapar satardım Ağaçlar yoııtardım düven yapardım Marangoz sayıldım sapancılıkda 16. Dünyada her işin tadını tatdım

    17.

    18.

    19.

    Para kazanmadım dâim aç yatdım Tüccara sanata esnafa çattım Dikiş tutamadım dükkâncılıkda Kayıkçı oldum beıı açdım yelkeni Anafor-.dalgaya tuttum dümeni Fırtına denize atınca beni Nasibim yok dedim kaptancılıkda Hâsılı her şeyden gördüm hasarı Artık dervişliğe kıldım karârı Tutub bir mürşidden aldım ikrarı Yerleşdim tekkede mcydancıhkda Ahbabın reyine eylerini hizmet Alsun eş'anmdan dinleyen lezzet Dlsünier bir dâııedir elbet Behçet Şiir içinde destancılıkda BEHÇET (Hulusi) — Tıb bilgini, ünlü hekim, İstanbul Üniversitesi profesörlerinden, 1880 da Istanbulda doğdu (I. A. Gövsa Türk Meşhurları adiı eserinde 1890 gösteriyor; biz Türk Ansiklopedisindeki doğum tarihini aldık), 1948 de istanbulda öldü; maarif müdürlüğünde bulunmuş Ahmed Behçet Beyin çğludur; Hulusi Behçet adı ile meşhur iken soyadı ka-

    nünü çıkdığında baba ismi, Atatürk tarafından kendisine soy adı olarak verilmiştir. Aşağıdaki hal tercemesini Türk Ansiklopedisi ile İ. A. Govsanın «Türk Meşhurları» adlı eserinden alıyoruz:



    Dr. Hulusi Behçet (Resim: B. Seren)

    Beyrut fransız mektebinde, Beşiktaş Rüşdiyesinde oku-.muş, . Askerî Tıbbiyeden 1910 da: hekim

    yüzbaşılığı ile çıkmısdır, dört sene Gül-hâne Cildiye Seririyatında . Dr. Eşref Ruşen, Dr. Talât ve Dr. Reşad Riza Beyler gibi değerli hocaların yanında asistan olarak çalışmışdır. Birinci Cihan Harbinde, 1914, Kırklareli Askerî Hastahânesi başhekim muavinliğine tâyin edilmiş, bir müddet sonra Edirne Askerî Hastahânesinin cildiye muta-haşsısı olarak harb sonuna kadar orada kal-mışdır. Harbin son yılında Macaristana giderek Budapeştede, oradan da Almanyaya geçerek Be'rlinde hastahânelerde çalışmış, memleketine ancak 1919 da dönmeğe muvaffak olarak bir müddet serbest hekimlik yapdıkdan sonra 1923 de Hasköy Emrazı Zühreviye Hastahânesi baş hekimliğine tâyin edilmiştir; 1924 de Gurebâ Hastahânesi Cildiye mutahassıslığma nakledilmişdir; 1933 de lağvedilen istanbul Darülfünunun yerine istanbul Üniversitesi kurulur iken bu ilim müessesesini» Tıb Fakültesinin deri hastalıkları ve frengi kürsüsüne profesör olmuş ve ölünceye kadar bu kürsüde kalmışdır;. yarım asrı dahi doldurmayan ve ömrünün bu son onbeş yılr içindedir ki tüfk tababetine en büyük hizmetini yapmış, milletler arası tıb âleminin şöhretlerinden biri olmuşdur. «Wright. çıbanı», «Dermatitis figus 'yarası» ve beşeriyet için bir âfet olan frengi ile savaş konuları üzerinde çalışmış, bu yolda mâhiyetini tesbit ettiği bir hastalığa 1947 de Cenevrede toplanan milletler arası tıb kongresi «Morbus Behçet — Behçet hastalığı» adını vererek bu ünlü türk hekimini ismini insanlığın şeref kütüğüne geçirmişdir.

    ihtisası üzerinde ilmî mecmualarda iki-' yüze yakın makale yazmış, tebliğler yayınlamış, Türk tıb kütübhânesine' cihan tababetinden binlerce sayfalık tercümeler vermiş, ve «Klinikde ve pratikde frengi teşhisi ve benzeri deri hastalıkları» adı ile kendisinden beklenen büyük eserini de vermiş olan bu yorulmak bilmez ilim adamı 8 Mart 1948 de Jtalb durması ile ölmüşdür.

    Fransız, alman, avusturya, macar ve yunan dermatoloji cemiyetlerinin âzası, milletler arası «Dermatologla» dergisinin naşirlerinden biri ve haftalık «Dermatolologische» gazetesinin milletler arası yazı heyetinden, Fransız Sihhat ve Ahlâki Koruma Cemiye-

    tinin yabancı âzası bulunuyordu.

    Hususî hayatında son derecede nezâketi, mahiyeti ile tanınmışdı. 1939 da Ordinaryüs profesör olmuşdu.

    Behçet Hastalığı, Morbus Behçet — «Çivi hastalığı» da denilir, Dr. Hulusi Behçet bu hastalık üzerinde ilk beynelmilel tebliğim 1935 Peşte kongresinde yapmışdı; ağızda ve seksüel organlarda yaralarla başlıyan ve sonu körlüğe kadar varan bir. hastalıkdır; Türk bilgini bu hastalığın umumî bünye ile ilgisini isbat etmişdir. Hastalığın seyri üzerinde tesirli tedâvî şekli henüz bulunamamişdır.

    Bibi.; İ. A. Gövsa, Türk Meşhurları; Türle Ansiklopedisi.

    BEHÇET AĞA (Güğümbaşı) — İkinci Sultan Mahmud devrinde saray adamlarından şiir ile meşgul olmuş bir zât; bir beyiti: Pâdişâhı tahtigâhı aşk olalıdaıı Behçet â Muktezâyi akli hep sürdüm çıkardım sineden Hayatı hakkında başka kayde rastlanamadı.

    Bibi; Tayyarzâde Ata, Enderun Tarihi, IV.

    BEHÇET BABA — İstiklâl harbinden sonra yüzbaşı olarak ordudan emekliye ayrılmış, ömründe hiç dünya evine girmemiş, vakur ve ciddi bir zât olarak Küçükmustafa-paşada yaşamış, herkesin sevdiği, "Baba" diye tanıdığı bir zât idi.

    Büyük Fatih yangınında yanan Müftüâli Camiinin harabesinde kendisine yer yaptığı barakamsı bir kısmında yatar kalkar, gündüzleri akşama kadar Hafız Şevkinin kahvesinde oturur, hiç bir işle meşgul olmazdı, bütün meşgalesi gazete bilmecelerini çözmekte gösterdiği mahareti, bunun için semt sakinleri çözülemeyen bilmeceleri ona çözdü-rürlerdi, bilhassa iskanbil kâğıtlarıyle yaptığı pek hoşa giden oyunlarla etrafındakiler! güldürürdü. Diğer birlikte oynanan kâğıt oyunlarından nefret ederdi. Arasıra içki içer fakat sarhoşluğunu belli etmezdi.

    Son zamanlarda kulübesinde süflû bir hayat yaşamaktaydı ki: o sıralarda semt sakinlerinin yardırnlarıyle - mezkûr cami tamir edilmeye başlanınca açıkta kalmıştır. Önce semtte bulunan berber ve mahalle mümessili Hıfzı Gizlev tarafından kendi evinde bir hafta kadar barındırılmış, sonra da eş dost yardımıyle Darülacezeye yerleştirilmiştir ki yine izinli çıktığı zamanlar temiz pak olarak

    -BEHÇET BEY

    — 2382 —


    İSTANBUl

    ANSİKLOPEDİSİ

    — 2383 -

    BEHIRE SOKAĞI




    unutamadığı semtine gelir ve iznini ayni kahvede semt sakinleriyle bir arada geçirirdi. 1960 da hayatda mıydı, tesbit edemedik.

    Mehmed Şükrü Silân

    BEHÇET BEY (Mîrialemzâde Kemankeş)' —İkinci Sultan Mahmud devrinde saray adamlarından, şiir ile meşgul, olmuş; lakabından anlaşıldığına göre de. zamanın ok atıcı pehlivanlarından biri olarak, tanınmış-dır.

    Tay y ar zade Ata Bey «Enderun Tarihi» adlı meşhur eserinde bu zâtin adını saraydan yetişmiş şâirler arasında kaydederek şu beytini almıştır: Behçet, hatâver oldu o kaaşi kemanımız Biz desiglri gamzede hâlâ kepazeyiz...

    Burada «kepaze» kelimesinin has lügat mânâsını hatırlamalıdır, Acemilerin tâlim için kullandıkları gevşek yay demektir.

    Kemankeş Behçet Beyin hayatı hakkında başka bir kayde rastlanamadı.

    Bibi.: Tayyarzâde Ata, Enderun tarihi, IV. •

    BEHÇET'BEY (Teşrifatçı) — İkinci Ab-dülhamid devrinde Babıâli ricalinden bir İstanbullu tipi, hal tercemesi elde edilemedi; Semih Mümtaz Bey merhum içinde Bâbıâli-de geçen yıllarının hatıralarını naklettiği "Tarihimizde hayal olmuş hakikatler" adlı eserinde bu.zât için şu satırları yazıyor:

    Behçet Beyin de hal ve şanı müstesna bir hususiyeti taşırdı. Hattabîzadelerden olan bu zat Bâbıâlide doğdu öldü denilecek kadar işini kavramış ve dikkatiyle temeyyüz etmişti. Muayedeler, resmî günlerde bütün ricale ve memurlara gönderilen davetiyeler teşrifat kaleminden yazılır ve davetiyelerin üzerlerine teşrifat icabı kıyafet derç ve işaret edilir olduğu gibi mutat resmî günlerde teşrifatçı beyle muavinleri Padişahın misafirlerini kabul ederler; huzura girileceği vakit herkesi makamına ve rütbesine göre sıralar ve sıralara da dikkat ve nezaret ederlerdi. Bir yanlışlığa mahal bırakmamak için teşri-fatî beylerin her biri ayrı ayrı meşgul olurlardı. Behçet Beyin en ziyade korkusu kalabalığa meselâ üniformalı bir yabancının karışabilmesi ihtimali idi. Çünkü bu işlerden yalnız o mesuldü Babıali içindeki memurlar ve azalar ve saire gibi hariçten Bâbiâliye gelenler mutlaka Behçet Beyin odasına uğra-

    mak ihtiyacını duyarlardı. Zira kendisi hoşsohbetti. Fevkalâde terbiyeli, bahusus zeki, istediğiniz kadar zeki idi.

    Hoş beşten başka bir şey söylememesinden bile mânalar istihracı mümkün olurdu. Söylemeden, söyletmeden bâzı haberlerin iç yüzü öğrenilirdi. Hele hususî hayatı sekerden tatlı, yemekleri birbirinden nefîs, sohbeti fevkalâde alâkalı, davetlileri ziyafetleri hadsiz ve hesapsızdı. Kardeşi Bekir Beyle beraber tanzim ettikleri yemek listeleri elden ele dolaşır ve reçeteleri alınırdı. Alınırdı amma bir türlü o çeşni verilemezdi. Behçet Bey bunu bilir ve mağrur bir eda ile onları bizden başkası yapamaz, der dururdu. Daima sağ kolunu oynatmak gibi bir tiki vardı,

    BEHÇET BEY (Ûdî) — Geçen asır son
    ları ile asrımız başlarının tanınmış udilerin
    den. Şarkılar da bestelemiştir,. "Beyhude ye
    re cilvei canandan usandım" eviç aksak şar
    kısı bu zâtindir. Hayatı hakkında başka bilgi
    edinilemedi. .

    Bibi: T, Y. Öztuna, Not.

    BEHÇET EFENDÎ (Fesçi) — 1900 üe 1905 arasında, o devrin günlük gazetelerindeki ilânlara göre îstanbulun namlı fesçilerinden biri, dükkânı Küçükpazar caddesin-tie idi ve en âlâ cinsden, Tunus fesleri bulunurdu. Hayatı hakkında bilgi edinilemedi.

    BEHÇET EFENDİ (Hekimbaşı Mustafa) — Üçüncü Sultan Selim ile İkinci Sultan Mahmud zamanında heMmbaşılık da bulunmuş ilim ve siyaset adamı; büyük şâir Abdül-hak Hâmid Tarhanın dedesi Abdulhak Mollanın büyük kardeşi, yine namlı Osmanlı he-kimbaşlarından Hayrullah Efendinin kızının oğludur; babası Divânı Hümâyun kâtiblerin-den ve mütercimlerinden Mehmed Emin Sü-kûhî Efendidir.' İstanbulda doğmuş, medreseden yetişmiş, ilmiye* mensublarından idi; müderris, Mısır kadısı, İstanbul kadısı olmuş, ilmiyede, üst kademesi şeyhülislâmlık - olan Rumeli kadıaskerliğine kadar yükselraişdi.

    Birkaç yabancı dil bildiği için elçilerle siyasî müzakerelere memur edilir, bu vesile üe Bebekdeki yalısı ecnebi diplomatların sık sık ziyaret ettikleri yer olurdu (B.: Bebekde Hekimbaşı • Yalısı). 1826 da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasında İkinci Sultan Mahmuda

    cesaret veren sımalardan olmuşdu, ayni yıl İçinde «Tıbhâne» adı ile açılan ilk tıbbiye mektebi ile Tophanedeki Cerrahhânenin nazırlığına tâyin edilmişdi. 1832 de ölmüşdür.

    Eserleri: Marifeti Arz .(Buffom'dan ter-ceme); Hayvanat (Buffon'dan tereeme); Ameliyatı Tıbbiye (Terceme); Hikmeti Tıb-biîye (Terceme); Mazharü't takdîs bi hurûci taifem fransis (Mısır ulemâsından Şeyh Ab-dürrahnıan Cebertî'den terceme; fransızlarm Mısırı isgaalinden tahliyelerine kadar günü gününe tutulmuş bir Mısır vekaayi nâmesi); Hezâr Esrar (telif)i Risâlei Ruhiye (telif); Risâlei kolera (telif; Demetrios Mavrokor-dato tarafından Şerlinde almancaya terceme edilmişdir); Risâlei İlleti Efrenç (telif). Bibi; Türk Ansiklopedisi; İ. A. Gövsa, Türk Meşhurları.

    BEHÇET EFENDİ (Hoca) — Son elli yılın gazetecilerinden, iyi bir muhabir; kısa boylu, gözlüklü, sakallı, çelimsiz bir adamdı; Cumhuriyetin ilânında sakalını kesdi, sonra meslek değiştirdi, muallim oldu, Muhtelit Mübadele komisyonunda çalışdı, ve bu son

    işinde iken vefat etti.

    Münir Süleyman Çapanoğlu

    '.BEHCETÎ HÜSEYİN EFENDi — On yedinci asırda yaşamış bir muharrir - şâir, tesbit edilemeyen bir tarihde Hezargradda doğdu, gençliği İstanbulda geçdi ve tahsilini İstanbulda yapdı, Köprülüler vezir ailesi ka-pusuna intisab etti.

    Köprülü Mehmed Paşa ile oğla Fazıl Ah-med Paşa ve damadı Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın devirleri ve bilhassa Merzifon-lunun Cehrin seferini anlatan «Zafer nâme» adı ile bir vekaayinâme yazdı. Divan hâlinde toplanmış şiirleri ve Zafernâme basılma-mışdır. Son velinimetinin yanında İkinci Viyana Seferine iştirak etmiş, 1683 de bu seferden bozgun içinde dönüşde Belgradda ölmüşdür.

    Bibi.: Türk Ansiklopedisi

    BEHlCE HANIM (Deli) — 1880 ile 1900 arasında yirmi beş yaşlarında son de-recere güzel bir nıeczub idi; yeri yurdu yok, yangın yerlerinde yatar, hayta, heze takımı, hâneberduşlar alır götürürler, ne yaptığını bilmez bir bir fahişe idi; yalın ayak, çıplak

    ayağında bazan takunya, bazan terlik, bir partal pabuç, üstünde lîm'e lîme bir entari, saclar dağmık; kirden keceleşmiş, başında, yemeni yerine atılmış bir çarşaf pelerini, parıl parıl yanan iri siyah gözlerini rast gel® birinin yüzüne diker;

    —Arif bana neler yapdı neler!., der idi. Üniforması ne olursa olsun genç neferleri, hammal, seyyar manav, arabacı, kayıkçı, fırın uşağı, amele boyundan gençleri de çevirir; deli deli bakar:

    — Arif zan ettim, değilmiş'der idi.

    Anlatılana göre gaayet zengin bir tüccarın küçük kızı imiş; Arif adında kopuk bekâr uşağı güruhundan dilber bir oğlana gönül vermiş, yolunu bulup konuşmuş, s.özleşmiş, mücevherlerini, bir boğca da çamaşırını alıp kaçmış, arif de Behice Hanımı Bağlarbaşı tarafında bulduğu kulubemsi bir eve götürmüş. Vak'ayı namusuna yediremeyen baba kızı red ederek İstanbuldaki işini tasfiye ile Bağdada gitmiş. Haylaz Arif de «sermâye yaparak bir iş tutmak» için kızın elinden mücevherlerini, alıp satmış, fakat parasını işret ile kumarda yemiş, üç sene kadar sefalet içinde yaşadıkdan sonra oğlan bir gece eve yanında bir sokak şırfıntısı ile gelmiş, ikisi de kör kütük sarhoş, kızın parmağında son ümid bir elmas yüzük varmış, o gece de, yanındaki karıyı def etmesi şartı ile onu almış; fakat bir daha ortalıkda görülmemiş. Behfce Hanım, aç ve sefil, ne yapacağını şaşırmış, bir gün önüne bir kadın çıkmış, kendi yanına gelmesini, bekâr çamaşırcılığı yapmasını teklif etmiş, fakat ne oldu ise olmuş, o kadının yanına gitdiğinin daha ilk gecesi sabahı sokağa bir deli olarak, çıkmış.

    Büyük şehrin bıcaksız kaatillerinin kurbanı olan Deli Behice Hanım sonunda Top-kapı Tımarhanesine kaldınlmışdı.


    Yüklə 5,55 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   76




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin