Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə25/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   76

BENDLERDE KORU — Ressam Ahmed Ziya Beyin (B.: Akbulut, Ahmed Ziya). H. 1319 (M. 1901) resim sergisinde teşhir ettiği güzel bir yağlı boya tablo; zamanımızda kimin elinde, nerede bulunduğu tesbit edilemedi.

Bibi. : Malûmat Mecmuası.

BENEDİCTUS ANGELUS — Murad III (1574 -1595) zamanında, 1581 yılında, İstanbul'a gelerek karanlık bir takım siyaset oyunlarına teşebbüs eden bir yabancı. Yahudi olması da ihtimal dahilindedir. İsviçreliler tarafından gönderildiğini söyliyen ve yolda Avusturya'da tevkif edildiğini iddia eden bu esrarengiz adamın elinde vazifesini teyit edecek hiçbir vesika bulunmadığından Osmanlı sarayının ona itimat etmediği anlaşılmaktadır.

Benedictus hakkında bilinenler, onun

BENGİ (M. Râzi)

Siyavuş Paşa ile bir görüşme yaparak bir ta


kım kehanetlerden bahsettiği, bunun üzerine
de usulü gereğince bir elçilik heyetinin yol
lanmasını bildiren, tercüman Mustafa imzası
ile İsviçrelilere hitaben yazılmış bir mektu
bun ona tevdi olunduğudur. Ayrıca -kendisi
ne, bu gelecek heyet için bir geçiş fermanı da
verilmiştir. 1581 yılının mart ayı içinde İstan
bul'da ortaya çıkan Benedictus, aynı yılın ha
ziranı sonlarında İstanbul'dan ayrılmıştır. Ga
ye ve hareketleri karanlık olan bu «sözde elçi»
nin İstanbul'da yaptığı temaslar Avusturya el
çiliği tarafından şaşılacak derecede bir dikkat
le takip edilmiş ve yalnız hareketleri değil, fa
kat konuştukları, aldığı vesikaların suretleri
ve hattâ resmi gizlice Avusturya hizmetindeki
casuslar yasıtasiyle elde edilerek elçiliğe ve
rilmiş ve buradan da Viyanaya gönderilmiş
tir. Hammer'in kısaca bahsettiği (Histoire de
l'empire Ottoman, VII, 53) bu esrarengiz adanı
hakkında bilinenler, İstanbul'daki Avusturya
elçisi tarafından Viyanaya gönderilen rapor
ve mektuplara inhisar etmektedir. Bunlar R.
Anhegger tarafından «weizerischer Agent an der Hohen Pforte im
Jahre 1581» (1581 yılında Der-i Saadette sah
te bir isviçreli ajan, İstanbul 1943) adında al
manca ve türkçe bir broşür halinde neşredil
miştir. Benedictus Angelus meselesinde en
dikkat çekici husus, Avusturya hizmetinde ça
lışan casusların ne kadar korkunç bir şekilde
Osmanlı sarayına nüfuz edebilmiş olmalarj-
dır. % .

Semavi Eyice

BENGİ (Mustafa Râzi) — Baytar general ve asker ressamlardan; 1885 de Kasımpaşada doğdu, 1906 da askeıî baytar mektebinden mezun oldu, askerlik hayatını kıt'alarda geçirerek 1945 de tümgenerallikden emekliye ayrıldı. Balkan harbinde gösterdiği yararlığı dördüncü rütbeden mecidî nişanı ile taltif edilmiş, millî mücâdelede de kırmızı kordelâlı istiklâl madalyası almışdı.

Türk ordusunda nezâketi ile tanınmış olan General Bengi klâsik tarzda çalışan duygulu bir ressam olmuşdur; Ankara Emekli Su-, bay Ressamlar Birliği âzasından olan sanatkâr 1947 de bu cemiyet tarafından Ankarada Ordu Evinde açılan sergide Erenköyünden iki peyzaj teşhir etmişdi.

Bibi. : P. Boyar, Türk Ressamları.



BENGİ (Remzi)

— 2504


İSTANBUL.

ANSİKLOPEDİSİ

— 2505 —

«BENİM DERDİM» KANTOSU





romanlarının bir zamanlar çok rağbet gördüğü bir hakikattir; şöhretini sağlayan başlıca romanları: «Yakılacak Kitab», «Izdırab Çocuğu», «Beş hasta var», «Aşk Günşei», «Göz yaşları», «Sen de seveceksin». «Bir Cinayet Dâvası», «Çıldıran Kadın», «Çöl Yıldızı»...

Atatürk inkılâbleri üzerine «On yılın romanı» adlı bir .eseri vardır.

Bibi. : İ. A. Gövsa, Türk Meşhurları.
BENGİ (Remzi) — İstanbulun çağdaş editörlerinden, Remzi Kitabevinin sâhib ve mü-essisi; hal tercemesinin yazılabilmesi için gereken notların v.erilmesi için en az on defa müracaatımızda kâh garib bir istiğna, kâh meşguliyet çokluğu özrü ile 'karşılaşdık; foas-dığı eserlerle millî kütübhânemize hizmet ettiği muhakkak olan bu zâtin sâdece adını kaydetmekle iktifa ediyoruz (B'. : Remzi Kitatoevi).

BENGİSU (Naci) — Ord. Prof. Dr. N. Bengisu çok tanınmış göz hekimi, Türk tababetinin seçkin bir siması, 1901 de İstanbulda doğdu, ilk tahsilini Bayazıd ibtidâteinde yapdı, Vefa Lisesini bitirerek İstanbul Üniversitesi Tıb Fakültesine girdi, 1924 de diploma aldı. O zaman yeni tatbik edilmeye başlayan mecburî hizmet kanunu gereğince kurra ile Beytüşşebab sonra Çolemerik hükümet tabibliklerinde -bulundu; 1952 de Gurebâ Hastahânesinde merhum Salih Said Beyin yanında on sekiz ay asistanlık yapdı.,Daha sonra Siirt Vilâyeti ile üçüncü umumî müfettiş Dr. İbrahim Talî Beyin anlaşması üzerine Siirt muhasebe! hususiyesi nâmına Paris'e ihtisasının ikmâline gönderildi; orada Lariboisiere Hastahânesi göz servisinde iki sene asistanlık yapdı, memlekete döndüğünde Siirt'e giderek Memleket Hastahâne-sini tesis etti ve bu hastahânede başhekim ve göz mütehassısı olarak üç sene çalıştı; 1934 yılında Maarif ve Sihhat Vekâletleri arasında yapılan bir anlaşma ile İstanbul Üniversitesi göz kliniği doçentliğine tâyin edildi, üç sene sonra da akademik formaliteleri tamamlanarak asalet kadrosuna alındı, beş sene Prof. İgersheiner ile beraber çahşak bu profesörün üniversiteden ayrılmasından sonra 1942 ye kadar doçent olarak göz kliniğini tek başına idare etti, 'bu tarihde profesör oldu, on sene sonra 1952 de ordinariyusluğa terfi etti.

Meslekî travayları ile milletler arası tanınmış bir hekimimizdir, Fransız oftalmoloji (ophtalmolagie) cemiyetinin âzası ve Türkiye deiegesidir; ayrıca Fransız . trahom mücadele cemiyeti, İngiliz ve Yunan oftalmoloji cemiyetleri. İstanbul Rotary Kulübünün âzâsındandır. •Yerli ve yabancı cemiyet ve kongrelerde yapılmış, verilmiş 'bir çok tebliğ ve raporları vardır.

Fransada iki cild üzerine neşredilmiş olan «Therapeutique Medicale Oculaire» adındaki eserin yazı heyeti arasında bulunmuş olan Na-

ci Bengisu adı geçen eserde kapak hastalıklarından bir bahis yazmışdır. Son olarak da Parisde neşredilen «Annaîes d'0culistique» adlı aylık tıbbî derginin yazı heyeti komitasına seçilmisdir.

Türkçe neşredilmiş başlıca eserleri şunlardır:

«Trahomun tıbbî tedavisi», «Kerato plas-ti», «Dekolmar, körlük mevzuları», «Behçet Hastalığı virüsü araştırmaları ve orbita urları», «Göz hastalıkları* (Ders kitabı).

1946 dan beri de Dr. Necdet Sezer ile birlikde «Oto Nöro oftalmoloji» adlı bir dergi yayınlamaktadır.

Bu satırların yazıldığı 1961 ocak ayında Üniversiteden ayrılmış bulunuyordu.

Hakkı Göktürk

BENİCE (Edhem İzzet) — Tanınmış gazeteci ve romancı; 1903 de İstanbulda Kasımpa-şada doğdu, bahriye zabitlerinden Mehmed İzzet Beyin oğludur. İlk tahsilini Kasımpaşa-da Gazihasanpaşa Mektebinde yapdı; İskilib rüşdiyesinde, Galatasaray ye Kabataş sultanîlerinde ve Deniz Ticâr,et Mektebinde okudu; gazeteciliğe de bu tahsil çağında iken atıldı; ve gazeteciliği kaptanlığa tercih etti, Tevhidi Efkâr gazetesinde uzunca bir zaman muhabirlik, muharrirlik yapdı, sonra Vatan, Son Saat ve Milliyet gazetelerinde ça-lışdı, Milliyet yazı işleri müdürlüğü yapdı; Velid Ebüzziyedan devren aldığı Zaman gazetesinin hem sahibi, hem baş muharriri oldu, bir müddet sonra bu gazetenin adını «Açık Söz» e çevirdi; daha sonra «Son Telgraf» ı, «Gece Pastası» nı çıkardı ve artık kendi gazetelerinde başmuharrirlik yapdı; arada yeni romanlarını yazdı, ve neşretti.

1930 da İstanbul Şehir Meclisine âza seçildi, Altıncı Büyük Millet Meclisine de Kars millet vekili olarak girdi.

1950 seçiminden sonra yine yalnız gazeteci olarak kaldı.

Bir romancı olarak edebiyat tarihimizdeki yerini zaman Edhem izzet Benice tâyin edecektir, fakat (Besim : Bülend Şeren>

«BENİM DERDİM YÜZBİN OLDU» — İkinci AbdüMıamid devrinin tuluat tiyatroları ile 'baloz sahnelerinin namlı kantocularından Eleni Hanımın o zamanın ayak takımı halkı, külhânîleri, bıçkınları tarafından sevilmiş, alkışlanmış bir bestenigâr kantosu; güftesi şudur1:



Benim derdim yüzbin oldu

Dîdeier yas ile doldu

Sarardı gül benzim soldu



Be. nün <&fc J^n, yüş. y^, 0\

P f f 1 *B.M

-y ' ü r •'*

mm »

t ^£jqi—0&f n a f f- "/' c P * - f a f m,.*, ff~* -& '-f •& ^ *, M

Eleni'nin «Benim derdim yüzbin oîdu>> kantosu1

T>î <&- leb , ya

tj*l'

\itet' j-Mn- 4ol âjUf J?<-

ya,, no,

lnaut»ş>eii in,



U %"> $#b a-

Q

* di/n/ aâ l& ijjl b& m-

e ta> 8i*

2*.

&• • faüŞ—TİSİ

Virjini'nin «Benim sevdiğim bağeenin gülü» kantosu


ay

«BENM SEVDİĞİM» KANTOSU

— 2506


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

2507 —

BENLİ BİNNAZ MASALI





Kan ağlarım yana yana Hemen sen insaf et bana

«BENİM SEVDİĞİM BAĞÇENİN GÜLÜ»

— İkinci Abdülhamid devrinin tuluat tiyatroları ile baloz sahnelerinin namlı kantocularından Virjini Hanınım o zamanın halkı tarafından sevilmiş, İstanbul külhânüeri, bıçkınlârın-ca alkışlanmış bir hüseynî kantosu; güftesi şudur:

Benim sevdiğim bağeenin gülü Güzeli seven olmaz mı deli O güzel adın ağlatır beni Bir ela gözlü yardan ayrıldım Bir samur saçlı yardan ayrıldım

Kantoda bahsedilen bağçe, o devrin, güzeller seyrangâhı olan -belediye bağçeleridir (B.: Belediye Bağçeleri).

Virjini Hanım ayni nota ile bu kantoyu şöyle de söylemindir:

Benim sevdiğim bağçede gezer Fistanın üstüne karanfil dizer Küçüğü sevsem büyük ondan güzel Bir ela gözlü yardan ayrıldım Bir samur saçlı yardan ayrıldım
BENLİ BİNNAZ MASALI — Evvelâ mu
hakkak ki bir meddah ağzından dinlenmiş ve
sonra ağızdan ağıza yayılarak eski İstanbulun
evlerinde kış geceleri sohbetlerinde söylenmiş
meşhur masallardan biri. Aslının on sekizinci
asır eseri olduğunu tahmin ediyoruz; bu an
siklopediye, İstanbul Üniversitesi tedris heye
tinden Bay Recâinin büyük validesi olub yarım
asra yakın Üsküdarda Toptaşında Atik Valide
Camii karşısındaki evinde oturan ve 1940-1945
arasında 85 - 90 yaşlarında vefat eden Eskizag-
ralı Fatma Hanımdan derlenmiş ve R.E. Koçu
nun kalemi ile Hafta Mecmuasında neşredil
miş şekli ile alıyoruz: ' ,

Anasına Zilli Emine derlerdi; «Hamamda kurnaya, düğünde zurnaya», günde kırk kapının tokmağını çalan kadınlardandı. Feracesi sokak kapısının arkasmdaydı. Üç yaşından beri yetim olarak büyüttüğü biricik kızı Bin-naz on beş yaşına bastığı zaman Zilli Emineyi bir telâş ve endişe almıştı. Binnaz güzeldi; İstanbulun 'bir kenar mahallesinde açmış bir beyaz zambaktı. Ve harikulade zeki, işveli, cilveli, dilli bir kızdı. Kısmeti çıkmamış değildi,



Benli Binnaz ile Bedestenli Kâmil Efendi (Münif Fehimin kompozisyonu; Hafta Mecmuası)

İ

fakat istiyenler hep marangoz kalfası, dokumacı kalfası, çıkrıkçı, ipçi, yemenici, saraç, berber, kahveci, esnaf şahbazlarıydı; Emine-nin ise bütün ümidi kızmdaydı, son günlerimi onun sayesinde bir konakta, büyük hanım olarak geçirmek istiyordu. Binnazı beyzadelere, paşazadelere vermek istiyordu; bunlardan da oğlan sokakda yahud bir mesirede görüb be-ğense anası babası, hısım akrabası «Kenarına bak bezini al... Anasına bak kızım al» diye mâni oluyorlardı. Nihayet Fatih'-Nişancasmda oturan Kapa-lıçarşı tüccarlarından Kâmil Efendi isminde bir zat «At sahibine göre eşinir» deyip bir görüşte gönül verdiği Benli Binnazı almıştı.



Bülbül kafesi gibi güzel bir evi, iki arap halayığı, bir uşağı vardı; genç ve güzel karısının bir eli yağda ö!bür eli baldaydı* Kâmil Efendi de ismi gibi olgun ve yakışıklı adamdı. Binnaza karşı tek özrü yaşıydı. On beş yaşındaki kızı tam altmış beş yaşında sînei muhabbete çekmişdi, aralarında yarım asır vardı. Fakat Benli Binnaz bütün tahminleri altüst etmiş, bir sâdık ve vefakâr ev kadını çıkmıştı. Her gün eteği belinde mutfağa kendi giriyor, çamaşıra yardım ediyor, kocasına, esir pazarından alınmış câriye misâli pervane gibi hizmet ediyordu.

Kâmil Efendinin dükkân komşusunun akrabasından ve yeniçeri civeleklerinden Karanfil Mustafa isminde yirmi-yirmi bir yaşlarında, sohbeti tatlı, şehbaz ve şehlevend, ha-kikşten erkek güzeli külhânî meşreb uçarı bir delikanlı vardı. Arada bir çarşıya uğrar, akrabasının dükkânında oturur, başından geçenleri anlatarak çarşılıyı bir kol çengi gibi eğ-lendirirdi; anlattıkları da hemen dâima zen-pârelik maceraları idi. Bir gün yine gelmiş anlatıyordu:

«Malûm ya bizim meslekte kadının ismi ile semti söyletamez. Ne zamandan beri bir pilici gözüme 'kestirmiştim. On beş yaşında sarı ağızlı yavru.. Kocası olacak herif altmış beşlik moruk. Nihayet karıyla anlaştık. Dün gece beni içeri aldı. Öpüştük, koklaştık. Tam soyunup döküneceğim, çat kapı herif gelmez mi. Az kalsın baskın verecektik. Kadın on beş yaşında ama zamane tazesi.. Beni yüklüğe soktu, kocasını karşıladı. Türlü işve ve cilve ile ihtiyarı öyle bir oyaladı ki kirişi kırdım. Bu gece yine oradayım.»

Kâmil Efendinin içine bir şüphe girmişti;

Binnazda bir telâş sezer gibi olmuştu; akşam eve döner dönmez ilk işi yüklüğü açmak oldu, içindeki yatakları yorganları didik didik etti. Genç karısı şaşırmîş ve sinirleri boşanmıştı:

— Ayol Efendi deli mi oldun!?..» diyor ve katıla katıla gülüyordu.

Ertesi gün Karanfil Mustafa çarşıya damladı. Herkeste bir merak, külhânî:

«Sormayın başıma geleni, dedi, içeri girdim. Maşukamı kucakladım, daha bir çift lâf etmeden çat kapı. Moruk geldi!.. Karı hemen tavandan erzak zembilini indirdi, beni içine koyup tavana çekti. Herifte bir acaip hal. Tavşan kokusu almış tazı gibi. Hemen yüklüğe saldırdı. Yatak yorgan ne varsa ortaya döktü. Ben ise tepesinde bu hali temaşa ederini. Ka-rıysa evvelâ siniri boşanmış, kıkır kıkır güler. Sonra başladı ağlamağa. Benden şüphen varsa çöz bağımı efendi dtdi. Herif şaşırdı. Af diledi. Kadın cilvelendi. Adamı yatak odasına soktu. Az sonra da bir bahane bulup dışarıya çıktı. Beni indirip kaçırdı. Vuslatı yâr ta geceye kaldı...»

Kâmil Efendinin her tarafı buz kesilmişti. İçinden: «Dur^kerata... Bu akşam kurtula-bilirsen aşkolsun. Seni yakalayıp falakacılara.. Benim kahpeye de yapacağımı bilirim.» dedi. Akşam eve girince ilk işi erzak zembilinin ipini kesmek oldu.. Koca zembil «Küt...» diye yere düştü. Pirinç, bulgur, tuz, biber. İçinde ne varsa ortaya saçıldı..

Benli Binnaz: — A.. A.. İki gecedir ne bu hal, deli mi oldun efendi...» diye dursun. Arkasından yüklük tekrar boşaltıldı. Minder altları.. Kapı arkaları.. Ayakyollan arandı. Ve Kâmil Efendi nihayet yorgunluktan serildi kaldı. Bu sefer Binnaz da halayığa seslenerek: — Kız Lâlifer.. Getir benim feracemi.. Esir pazarından alınmış câriye miyim ben; anam belli, babam belli, erkek helâlinden şüphe şüphe ederse nikâh kalmaz., anamın evine gidiyorum!., deyince Kâmil Efendi genç karısının ayaklarına kapandı. Af diledi.

Ya ertesi gün?!.. Karanfil Mustafa yine geldiv. Kâmil Efendi külhânînin yüzüne bakamıyordu; delikanlının sesi kulaklarında bir . uğultu halinde aksediyordu:

«... Çat kapı... moruk geldi... Taşlıkta çarşıdan yeni gelmiş bir hasır duruyirdu. Karı beni hasırın içine sarıp duvara dikti. Ve kapıyı açtı.», mâbadi?.. Kâmil Efendinin yaptıklarıydı.



•i

BENLİ HASAN TÜRKÜSÜ

2508


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 2509 —

BENLİYAN



Vuslatı yar yine ertesi akşama kalmıştı. Karanfil Mustafa Kapalıearşıda akrabasının dükkânına gelmiş, macerasının son kısmını an-

C3u


latıyordu:

«Tam soyunup döküneceğim... Kapı çalındı. Karının kocası geldi, dilda'demin bir çeyiz sandığı varmış. Beni bu sefer onun içine koydu, kilitledi ve anahtarını da entarisinin •kuşağına bağladı. Herif hasırdan başladı. Zembil, yüklük, sandık, dolap, evin içinde her taraf arandı, evin içi panayır yerine döndü. Ba-kılmıyan bir çeyiz sandığı kaldı. Adam da soluk soluğa yorgunluktan tükendi. Karıya:

— Ver şu sandığın anahtarını!., dedi.
Karı kayıtsız :

— Al!., dedi. Hemen elimi hançerime at


tım. .Bu sefer iş sarpa sardı. Herifi devirip ka-
çamazsam, falakacılarda halim dumandır... Fa:
kat kocası anahtarı alır^lmaz kadın:

: Lâdes!., diye bağırıp kahkahayı atmaz mı!.. İhtiyar «Hay kahpe!..» diye bağırdı ve anahtarı yere atıp sokağa fırladı. Sabaha kadar da eve gelmedi...

O gün macerasının sonunu anlatırken kendisini merakla dinleyen çarşılı arasında Kâmil Efendi yok idi, karısına lâdes borcu olan bir yüzüğü yaptırmak için kuyumcuya gitmişti.

BENLİ HÂŞAN TÜRKÜSÜ —- Hicrî 1061 yılında (Milâdî 1651) yeniçeri ocağı ağalarının tagallub devrinde (B.: Ocak Ağaları) ağaların adamı olan Benli Hasan diye mâruf Can-puladlı Hasan Ağa hakkında İstanbulda alay yollu çıkarılmış bir türküdür; yalnız bir mısraını kaydeden müverrih Naîmâ Efendi şöyle anlatıyor: «Ağalara karşı isyan eden Abaza Hasan Ağa (B.: Hasan Paşa, Abaza) ile birleşen ve Boluda baş kaldıran Köleoğlu (B.: Kö-leoğlu) yakalanup İstanbulda bir kaç adamı ile beraber îdara edildikden sonra Bolu San-cakbeyliği Benli Hasana verildi; Abazaya karşı yürümek üzere Üsküdar sahrasında otak kurub asker tedârikine başladı; bir gece bir iki adamı sancak beyliği tuğlarını kaldırarak Abazanın tarafına kaçdılar; İstanbul halkı da:

A Benli Hasan tuğlar nice oldu

diye bir türkü çıkararak alaya aldılar, Benli Hasan ve adamları büyüğün küçüğün maskarası oldular» diyor; bu türkünün hakkında başka kayde rastlanamadı, tek kıt'ası bile elde edilemedi.

Bibi. : Naîmâ, tarih, IV.

BENLİ İSMAİL SOKAĞI — Samatyanın Hacıhamza Mahallesi sokaklarmdandır. Ali-veli Sokağı ile Alifaik Çeşmesi Sokağı arasın-da,dır. Aliveli Sokağı başından gelinince evvelâ bir araba geçebilecek genişlikde, sonra daha geniş, sola sağa kavis çizerek yer yer bozuk bir toprak, yolla Alifakih çeşmesi sokağına bağlanır. Üzerinde kapu numaraları 2 -16, l -17 olan birer ikişer katlı ahşab, çoğu bahçeli evler mütevazı aile meskenleri olup bunların arasında tezat teşkil eden dört kapulu üç katlı yeni beton bir apartman - yapılmışdır (Kasım 1880).

Hakkı Göktürk

BENLİ KÜHEYLÂN — Osman Cemal Kaygılının «Çingeneler» adındaki benzersiz güzel r Donanında «Çok yaman, çok dilbaz, çok dessas, çok politikacı» ayvansaraylı bir çingene çengi karı tipi (B. : Çingeneler).

BENLİ RUM — On yedinci asır ortasında Galatanm namlı kuyumcularından; Evliya Celebi dükkânının yerini pek 'mıü'bhem, «Gala-tada dörtyolağzında» diye tarif ediyor; hayatı •hakkında ıbaşka kayde rastlanamadı.' "

Bibi. : Evliya Çelebi, I.

BENLİ RUM — Galatada Necatibey Caddesinde büyük maliye binalarından Tophane tarafındakinin yerinde bulunan büyük gedikli selâtin meyhanede (rumlar arasında Lavi-rentos adı ile meşhur haşarat yatağı büyük gemici meyhanesi), 1900-1905 arasında bıçkınlar, külhâniler arasında gaayetle meşhur ve makbul olmuş bir muğbeçedir, uzun boylu, müşekkel elli ayaklı, başına mavi püsküllü Tunus fesi giyer, ayağında adalı rumlarm giydikleri geniş ağlı şalvar, korsan edalı bir çapkındı, on onbeş kalimeden başka türkçe bilmezdi; rumcadan gayri bildiği dil para idi. Gene yaşında ölen Haddehâneli şâir Bekir Sıdkı (B.: Bekil Sıdkı, Haddehâneli) her izinde bu meygedeye koşardı; adı Perikli, Pana-yot, Paııdeli, Pavli, Petro, «P» li bir isim ola-cakdır, aşağıdaki güzel şiiri bu Benli Rum için orada bu satırların muharririnin yanında ir-ticâten söylemişdi:

Simi dîni meygedeye kimi mescide varır Kande olsa arar bulur dilberlere taparız

Bektâsîyiz fukaarâyız yalın ayak âbâpûş Bedestânı hüsn içinde kuyumculuk yaparız

Bir nigâhı mestâneden çatuk ebru ucundan Sıdku vefa cevrü cefâ türlü mânâ kaparız

Levendine ayak atar ol haramı bakışlı Benli Rumu kaldırırız şekavete saparız.

Vâsıf Hiç

BENLİYAN (Arsak) — Operet artisti, Benliyan takma soyadıdır, asıl aile adı Haça-duryandır, 1865 de İstanbulda Balatta doğdu, 1882 de, on altı, on yedi yaşları arasında aktör olmağa heves idüb baş vurmadığı kumpanya kalmadı ve hiç biri tarafından kabul edilmedi. Bir müddet ortadan kaybolan küçük delikanlı 1897 de Bulgaristanda iyi bir aktör olarak parlayıverdi. Bulgarlar ona «İbiş» diyorlardı, «tuluat komiği» karşılığı imiş.

Bulgaristanı şehir şehir, kasaba kasaba dolaşdı, Büyükçe köylerde bile temsiller verdi, adını gereği gibi yaydı, ara sıra da Mısıra gitti geldi, böylece on üç yıl geçdi.

İstanbula meşrûtiyetden sonra, 1910 da geldi. O yılın ramazanında Reşad Rıdvan ile Burhaneddinin Odeon tiyatrosunda verdikleri temsillere, haftada iki defa kendi operet heyeti ile iştirak etti. Bir sahne hâmisi olan Reşad Rıdvan Beyle anlaşarak ramazandan sonra «Benliyan Operet Heyeti» adındaki topluluğu kurdular ve «Leblebici Horhor Ağa» opera -komiği ile temsillere başladılar; eser dört ay çalışıldıktan sonra sahneye konmuştu; temsil büyük muvaffakiyet kazandı ve Horhor Ağa rolünde Benliyen İstanbulda büyük bir şöhret oldu. Leblebici zaferinden cesaret alan sanatkâr, Leblebici gibi yine Çuhaciyanın eseri olan «Köse Kâhya» ile «Arifin hiles» ni sahneye koydu. Kâhyanın muvaffakiyeti orta oldu, fakat « Arifin hilesi» dört ay oynadı, ıbuna rağmen alınan netice pek yüz güldürücü olmadı.

Bu iki eseri «Kocanın telâşı», «Memiş Çelefei». «İki fidan bir yılan», «Mürebbiye» ve iki terceme eser, «Kiaretin sekiz gün. lük askerliği» ile «Ma-mezel Nituş» takip etti.

Arsak Benliyan

Benliyan Opereti (Resim : Büîead Seren)

1911 de üç aylık hususi'bir angajmanla Lon-draya gitti.

Şöhretini ölümüne kadar muhafaza etti. Ölümünden on gün evvel bir Leblebici matinesinde birdenbire hastalandı; doktorun mutlak yasağını dinlemeyerek ayni akşam «Âşıklar» komedisinde oynadı, bu da sahneye son çıkışı oldu, o akşam evinde yatağa düşdü ve 9 nisan 1923 de vefat etti.

Şarkılı piyesler oynadığı halde sesi yok-du, muvaffakiyeti temsil ettiği karaktere intibak kudretinde idi. Bir operet topluluğunu arızasız ve fasılasız on üç yıl yaşatmış olması kudretine büyük delildir. Horhor Ağadaki hâtırası görenlerin hafızasından asla silinmemiş-dir. Operet heyetini teşkil eden arkadaşları onu dâima temiz elli insan bulmuşlardı. Sero-pe Benliyan ile karışdırmamak için buna «Küçük Benliyan», Öbürüne de «Büyük B,enliyan» diyenler vardır.


Minas Benliyan

Mahmud Yesârî BENLİYAN (Dr. -Mi-nas Bey) — Aslen Edirnelidir. 1875 de Askerî Tıbbiye Mektebinden mezun olmuştur. 1877 -1878 yılları Osmanlı - Rus Harbi ve Bosna - Hersek İhtilâl hareketleri esnasında, Türk Ordusunda, hizmetleri sebket-miştir. Keza, Edirne, Basra, Karaıhisar ve Eskişehirdeki Askerî^ 'birliklerde vazifede bulunmuştur. 1908 de

'binbaşı rütbesini haiz- (Eesim : O.Z. Çakaloz) ken vefat etmiştir.



Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin