Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı


İbrişim fûta güzel gerçi yaraşmış beline Sırma tasmâlı nalın pâyine, mikras eline



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə27/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   76

İbrişim fûta güzel gerçi yaraşmış beline Sırma tasmâlı nalın pâyine, mikras eline..

Sığayım kollarını, al ele altım leğeni Yüzümün kaaresine bakma, tıraş eyle beni Dizine baş koyayım, koklayayım gül bedeni

Ucu sırmâli kayış belde, meded elde bıçak

İstanbul berberleri hakkında en eski ka-yıd Onyedinci asrın büyük muharriri Evliya Çelebinin Seyyahatnâmesinde, Dördüncü Sultan Murad zamanında yapılmış muazzam bir Ordu - Esnaf Alayını tasvir eden sayfalar arasındadır. O tarihde kahvehaneler kapalı olduğu için berberlerin, kesin bir hakikat ifâde etmemiş de olsa, kaç dükkân ve kaç nefer olduklarım yazmamışdır; şöylece anlatyor :

«Esnafı Berberan — Âdem Aleyhisselâm-dan Hazreti îbrâhime gelinceye kadar Cemii benî âdem keysûdar (saçlı) idi, berber nedir hiç bilmezlerdi. Cenabı Hak Hazreti îbrâhime kâbeyi bîna etmesi için ferman buyurdukta edayı haç ettikten sonra Mine pazarında key-sûlarmı yolunmağı da emretti. Hazreti İbrahim oğulları İsmail ve İshakı da tıraş eyledi. Bu veçhile tıraş, sünneti İbrahim oldu. İbtidâ baş tıraş edip berberlere pîr olan İbrahim Nebidir.

«Hazreti Muhammed'e, kırk yaşında Nübüvvet geldiği zaman keysûdar idi. Zîrâ cemii Haşimî ve Küreyşî zevat keysûdar idiler. Hâlâ yine sâdâtı kiramdan saçlılar çoktur. Hazreti Risalet Mekke'yi fetih buyurdukta Kureyş ekâbiri gelip şerefi islâm ile müşerref oldular, Hazreti Risalet gariki sürür ve şadümânî olup hemen Selman Pâk'e mübarek başlarının tıraş edilmesini emir buyurdu. O halde berberlerin pîri Selman Pak olmuş olur. Hazreti Ali belini bağladı; Selman Bağdad'a karip nehir kenarında bir asitânede medfundur.

«Berber taifesi de alayda tahtırevanlar üzerine kurdukları 'dükkânlarım gûnâgûn camlar, sarı pirincden leğen ve ibrikler ile ve nice bin alaman usturaları ile tezyin idüb bellerinde pak ibrişim peştemallarla nice âfitab gibi berber civanları şakalar iderek geçerler».

Evliya Çelebi on yedinci asırda sünnetçi berberleri yüz ve baş tıraşı ider berberlerden

ayrı ve onlara yamak esnaf olarak kaydediyor; ve onlar hakkında da şunları yazıyor:

«Esnafı Berberânı Sünnetciyan — Dükkân 300, nefer 400. Pirleri Ebül Havakîn Muham-med bin Talha bin Abdullahdır; peştemalım Selman Pak bağladı; islâm ile müşerref olanları sünnet ederdi. Bunlar da arabalar üzerine dükkânlarını usturalarla süsleyüb bâzı oğlanları dükkânlarında dümbelek ve kudüm ile sünnet eder şekilde geçerler».

Evliya, sünnetçiler gibi, ustura çarkçıları ve ustura kuyrukcularını (ustura sapı yapanları) berberlere yamak esnaf kaydediyor.

On sekizinci asrın -külhânî şâiri Haşmet Efendi de Üçüncü Sultan Mustafanm kızı Hi-betullah Sultanın doğumu şerefine yapılan şenlikler üzerine yazdığı «Velâdetnâmei Hümâyun» adındaki eserinde, büyük esnaf alayını tasvir ederken berberler hakkında şunları yazıyor :

«Gürûhi berberânm sîmberânı âyine tal'-atânı, kimi tavrı edîbâne ve kimi tarzı leven-dâne birle kıl ayıbsız billur gibi berrak ve saf olan sînei şeffafı mir'âtı safalarm nümâyen-•dei şikâfı çâki gırîban, ve sâidi bî mûyi 'bil-lûrîn sakların küşâyendei pîşi nigâhı nuzzâr iderek güzâriş oldular».

Yukarıda da kaydetmiş idik, diğer esnaf hakkında olduğu gibi, İstanbul berberleri için de en kıymetli vesikalardan biri eski resmî narh defterleri ile esnaf hakkında İstanbul kadılığı tarafından konulmuş olan esnaf nizamı defterleridir. Aşağıdaki satırları Sultan İ'bra-himin ilk saltanat yıllarında tanzim edilen bir nizâmnâmeden alıyoruz:

«Berberler,

«Adam başından bir akçe alalar.

«Mürüvveten bir akçeden ziyade verende, gülsuyu ile riâyet edeler.

«Ve ayak berberlerinden maada, dükkânda oturanlar ibrişim peştemal kuşanup pak esvap istimal edeler.

«Sitili ve leğenlerini kalaysız istimal et-miyeler; ve usturalarını gaayet keskin ideler.

«Tıraş ve hacamat ve cerrahların sanatlarını öğrenmek için şâldrd olanlara* beş seneden eksikte icazet verilmiye.

«Ancak tıraş öğrenmek için şâkird olanlara iki seneden eksikte icazet verilmiye. Üç ayda ve altı ayda başa çıkup tıraş etmede me-hâretleri olanlara taarruz olunmayup elleri hanı olanlar, kethüdaları ve yiğit başları mari-

r

ANSİKLOPEDİSİ

— 2517

BERBER



fetleri ile geri çırak olup tıraşda üstad olunca hizmet edeler.

«Yeni usturayı kösereye tutmağa iki akçe alma. Ve kullanılmış usturayı kösereye tutmağa bir akçe alına».

Beşiktaşlı Gedâî, sevdiği bir nevcivanın saçlarını kesen bir berbere lâtife yollu şöyle inkisar ediyor:

Esme ey badi sabâ bir dahi canan iline Düşme beyhude sakın kelbi rakibin diline Nazar it gözlerimin hûn ile memlû seline Şimdi yüz virmez o şuh vakti sehergâh yine AIup ol şâne ü mikrasını berber eline Nice kıydın o şehin perçeminin bir teline

Büyütüp serde yetiştirmiş idim dal fes ile Ülfeti gayri yasağ itti gönül herkes ile Bağrına taş mı basup kesdin ani mikras ile Dilerim bari Hüdadan iki destin kesile AIup ol şâne ü mikrasını berberler eline Nice kıydın o şehin perçeminin bir teline

Yeniçerilik zamanında kahvehanelerde maskot, uğur, kazanç tılsımı olarak bir flurya yahud kanarya kuşu bulundurulurdu; yeni bir kahvehane açılır iken, dükkân hediyelerinin en makbulü de mükellef bir kafes içinde bir kanarya kuşu idi; bu gelenek sonra berbelere geçdi, her berber dükkânında 'bir flurya yahud kanarya mutlaka bulunur oldu. Daha son-



İstanbul Berberi, XIX. asır sonu (Sabiha Bozcalımn bir kompozisyonu)

BERBER

— 2518 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ — 2519 —



BERBER


ra bunlara isketeler, sakalar da ilâve edildi.

İstanbulda Cumhuriyet inkilâbına kadar, berberlik, dellâklık ile ayni seviye ve mâhi-yetde bir meslek görülmüşdür; hattâ sarayı hümâyunda dahi zülüflü ağalardan berber olanlar ayni zamanda dellâk olurlardı. Ancak ayak takımı çocukları berber olur, çıraklığından sakal bırakıncaya kadar da kötü nazar altından kurtulamazdı; Müverrih Câbi Said Efendi hicrî 1223 vak'aları arasında bu yüzden çıkmış bir hâdiseyi tafsilâtı ile anlatıyor (s. 228); şöyle ki: Üsküdarda Zağarcılar Ocağına berber çıraklığından yetişmiş güzel ve pek gene bir delikanlı nefer yazılır. Bu asker ocağının yoldaşlarından Kürd Mehmed ile Derviş-oğlu adında iki nefer bu oğlan berberdir diye delikanlıya kötü gözle bakarlar ve hakkında çirkin şey düşününürler, fakat arzularına kolay nail olmak için güzel delikanlıya evvelâ yoldaşlık muhabbetleri gösterirler, onu güya himaye eder ve şerirlerden korur görünürler, mutlak itimâdını kazandıkdan sonra 16 receb, çarşamba günü (7 eylül 1808) uşağı alub kıra götürürler ve kötü maksadla üzerine saldırırlar; delikanlı ellerinden her nasılsa kurtulur, kaçar, fakat sırtındaki binnişi ile tütün kesesi ve şâir eşyası (pabucu, külahı, cebkeni, kuşağı olacak) vak'ayerinde kalır. Hâdiseyi gelir anasına nakleder. Kadın kışlaya gidip mütecavizlerden oğlunun eşyasını ister, onlar inkâr eder: «Ne böyle bir şey oldu; ne de eşya gördük» derler. Bunun üzerine Üsküdar Ustasına gider: «Eğer bunları yakalayub, hapsetmez isen ben Sadırâzam Efendimize arzuhal vermeğe gidiyorum!..» der (O tarihde sadırâzam amansız diktatör ve yeniçeri düşmanı Alemdar Mustafa Paşadır). Kendi başından korkan Üsküdar Ustası adamlarına ve zabitlerine Kürd Mehmed ile Dervişoğlunun nerede iseler neman bulu-nub hapsedilmelerini emreder, şerirler yakalanır ve Üsküdar Bağçesi Kolluğunda hepsedi-lir. Berber uşağın anası Bâbıâliye gidip sadı-râzama da arzuhal verir, Alemdar da iki nefer zağarcının Bâbıâliye yollanması emrini verir. Dervişoğlu meselenin kötüye sardığını görünce, gardiyanları yerinde olan Üsküdar Bağçesi Ocağı aşçısına: «Yoldaşım, bana hamam iktizâ etmişdir, emniyetin yok ise beraber hamama gidelim, bir su döküneyim, çabucak döner, geliriz» der, adamı kandırır ve hamam bahanesi ile kaçar. O kaçdıkdan sonra Bos-tancıbaşmm adamı gelip: «Herifleri Sadırâ-

zam efendimiz istiyor! Üsküdar Ustası ile Zağarcılar Ustası ve cümle zabitler de 'beraber gelecek!..» deyince, Dervişoğlunun hamamdan dönmediğini gören aşçı hemen başından alâmeti farikası olan külahını çıkarıp o da selâmeti firarda ıbulur.

Bâbıâliye götürülen Kürd Mehmed sadırâ-zamm emri ile hemen Irgad Pazarında îdam olunur, fakat firarı D.ervişoğlu- ile aşçı bulunamazlar».

İkinci Abdülhamid devrinde de buna benzer bir vak'a olmuştur; 1888 de Sarıyerde Sularda ayak takımının kurduğu bir içki meclisinde bir delikanlıya: «Berbersin, elbet kalkup oynarsın!» diye zorla köçeklik ettirilmiş, tecâvüz daha çirkin bir safhaya dökülünce mütecavizlerle gene berberi korumak isteyenler arasında kanlı bir kavga olmuşdur. Bu vak'a-îardır ki Cumhuriyet mkilâbının fazilet ve ahlâk yolundaki büyük başarısını belirtir. Bugün berber vatandış böyle bir şaibeden münezzeh-dir.

Bu ansiklopedinin değerli kalem arkadaşlarından Münir Süleyman Çapanoğlu bize şu notlan tevdî etmişdir:

«Eski berber dükkânlarından hatırladıklarım 1908 inkılâbından sonra Birinci Cihan. Harbine kadar mevcudiyetlerini muhafaza edebilen Yeni Cami etrafındakiler, Tahtafcale-dekiler, Süleymaniyede Tiryaki Çarşısındaki dükkânlardır. Hepsinde okunan bir levha gözümün önündedir:

Hamdü minnet ol Hüdâya bize virdi devleti îîazreti Selman Pâkdir pirimizin şöhreti Hem Rseulün berberidir ol kemâli zâti pak Gaafil olma gel tıraş ol eyle icra sünneti.

«Bâzan da kıt'a beyit olurdu :



Her sabah Besmeleyle açılır dükkânımız Hazreti Selman Pâkdir pirimiz üstadımız

- «Bâzı dükkânlarda da şu mealde levhalar görülürdü:



Her kim ister râhati mûyi seri Berber Abdullaha olsun müşteri

Ey müslüman gel tıraş ol, tıraş olmak sünnettir Bu dükkânda olan berber Usta Hacı Himmetdir

Bu dükkâna bunca rağbete sebeb Üstadı berberan Zagralı Receb

*

Beylerime açdını ben bu dükkânı Bu dükkân efendim güzeller kânı Usta Ali ile şakirdi Hiza Bilirler sanatda edeb erkânı

«Hemen istisnasız hepsi ayni zamanda dişçi idi; diş tedavisi bilmezler, ağrıyan dişi bulamazlar, müşterinin ağrıyor diye gösterdiği dişi çekerlerdi. Meraklıları çekdikleri dişleri atmaz, toplar, bu dişlerle, sathı boyanmış-bir tahta üstüne tesbit sureti ile meselâ «Berber Ali Usta» diye kendi isimlerini yazarak bir levha, tabelâ yaparlar ve dükkânlarının göze, çarpacak bir yerine asarlardı. Böyle bir dükkân da gözümün önündedir, Bayazıdda idi, çekilen dişlerle yazılmış levhadaki isim de «Lofçalı Süleyman» idi; güler yüzlü, ba-x bacan bir adamdı, yüzüme ilk usturayı bu Süleyman Efendi vurmuşdur.

«Berberlerin üçüncü mesleği sünnetçilik idi. Bir dördüncü işleri de hacamatcılık idi. İçlerinde mutatabbibliği ilerletmiş, yara timar eder cerrahlar da vardı. Ağızları mühürlü, yaralı hastalarının sırlarını da saklarlardı.

«Müslüman berberler bir kahvehanenin köşesine yerleşmemiş ise, dükkânı, mahallenin semtin kahvehaneyi aratmıyan bir mahfili olurdu; yaz ve kış, mangalında bir çaydanlık kaynar, dükkânda muntazam kahve takımı, bulunurdu. Gayri muslini berberler ise çay ve kahve yerine likör, konyak ikram ederlerdi. Bunları içenler de bedelini verirlerdi.'Berber ile senli benli olanlardan içkiciler, rakı şişeleri ceblerinde, hafif tertib çerez meze ile gelir, dükkânın bir köşesinde demlenirdi. Berberlik öyle bir meslekdi ki bu gibi halleri hoş görmenin, kendisi de hoş sohbet olmayanın yüzü b-u meslekden gülemezdi. Kibardan müşterilerinin evlerinde, konaklarında tertib «dilen edebî meclislere, mûsiki meclislerine davet olunurlardı; çoğu mûsikiye âşinâ idi, hattâ û sahada ilerleyüb berberliği bırakmış olanlar vardır, meşhur kanunî Lokomotif Şevki berberdi, dükkânı da Şehzâdebaşında idi. Alaturka musikinin yüzünü ağartanlardan Ûdî Şevki Beyin de genliğinde Şehzâdebaşında berber dükkânı vardı. Değerli sanatkâr Kemânî Sâ-dinin babası berberdi, dükkânı Kadıköyünde Zambaoğlunda idi. Sâdinin, bir edebî mahfil olan o dükkânda babasına çıraklık ettiğini hatırlıyorum.

«Eski İstanbul berberlerinin çoğu, titizliği ve temizliği ile meşhurdu. Yalnız dükkânları-

na ve kendilerine değil, kalfalarının, çıraklarının kıyafetlerine de dikkat ederlerdi. Bir müşteriye kullandıkları havlu ve peşkirleri diğer bir müşteriye asla kullanmazlardı. Zamanımızda olduğu gibi, müşteri boynundan alınan peşkirin çırak tarafından silkilip, süpürülüp temiz dolabına, hattâ müşterinin gözü önünde, konulduğu görülemezdi.

«1908 -1910 , arasında temizliği ve tatlı dili ile meşhur rum berber Âris, dükkânı Büyük Kapalı Çarşının Örücüler kapusundâ idi; Ahmed Rasinı ekseriya onda tıraş olurdu. Çemberlitaşda, Pierre Loti'nin oturduğu evin sırasında Berber Tanaş, o târihlerde elli yaşında, şöhretli berberdi.

«Meşrutiyetin ilânından sonra İstanbul berberliğinde bir inkilâb oldu; berber dükkânı «Perukâr Salonu» na çevrildi; «Nezâfet Berberi», «Sıhhî Perukâr» gibi isimler kondu; dükkânlara'büyük duvar aynaları asıldı; küçük dolaplar yaptırılıp havlular, usturalar buralara yerleştirildi; saç ve sakal tıraşı beş-kuruşa çıkdı. Bâzıları müşterileri bağlamak için tenzilâtlı abone kartları ihdas ettiler, adım başında berber dükkânı açıldı; rekaabet çoğaldı, gazetelerde şatafatlı berber ilânları görüldü. O yılların en lüks berber dükkânları da Sirkeci berberleri idi, en meşhuru da Selânikli Motoş'un dükkânı idi. Bu havalide gaa-yet meşhur bir berber de" Sabah Matbaasının altında (Ebussuud Caddesi infilâkında üst kısmı yıkılmış olan Tan Matbaasının binası) idî; ayni infilâkda yıkılmış olan Üniversite Kü-tübhânesinin yeridir. O devrin bütün matbuat erkânı orada tıraş olurdu; şen, hoş sohbet, kısa boylu bir rum idi, sonraları berberliği bı-rakdı, hayatini başka sahada kazandı. Baha Tevfik (B.: Baha Tevfik) «Zekâ» mecmuasında açdığı bir güzellik müsabakasına bu rum berberin resmini koymusdu, maalesef ismini hatırlayamıyorum, Zekânın o nüshasını da bulamadım.

«Meşrutiyetin ilk yıllarında bâzı büyük berber salonlarında lavanta, kolonya, elbise ve saç fırçaları, bıyık yasdığı, keten ve lâstik yakalık, boyunbağı, baston, şemsiye, sabun, kosmatik, tarak, saç boyası, tuvâletsuy gibi şeyler de satılırdı» (Münir Süleyman Çapanoğlu). .; ' ^ .

İstanbulun dükkânlarda işler berberlerinden başka bir de ayak berberleri, seyyar berberler vardı (B. : Ayak Esnafı ve Satıcıları mad-

BERBER

2520 —


İSTANBUL.

ANSİKLOPEDİSİ

— 2521

BERBER



desinde Ayak Berberleri). Sokaklarda, iskelelerde,. meydanlarda uşak, ırgad, beygir sürücüsü, arabacı, kayıkçı, hammal güruhunu tıraş eden ayak berberleri, zamanımızda tamamen tarihe intikal etmişdir. 1908 meşrutiyetinden evvel çekilmiş bir kaç resim ayak berberlerinin son neslinin hâtırası olarak kalmışdır, eski İstanbul hayatı ve cemiyet ilmi bakımından kıymetli vesikalardır.

Ayak berberlerinden Evliya Celebi de bah-setdiğine göre, bu işi Türk İstanbulda Fâtih devrine kadar götürmek hatâ olmaz. Evliyadaki kayid şudur:

«Esnafı Berber ânı Piyâdegân — Dükkânları yok, nefer ât 2000. Pîrleri Selman'dır. Alayda temiz, derli toplu geçerler».

Aşağıdaki hezel yollu mısralar Ali Camiş


Ağanındır: '

Hor görme sen herifi, deme ayak berberi Tıraş etdikleri hep şehrin yaban dilberi

Yalın ayak dal taban, kayıkçı, hammal, ırgad Zeberdest fotalardır Rüstem ü Zâl ü Ferhad

Pekçe baksan yüzüne bıçak çeken o haylaz Herif dizine alur yanak okşar da tınmaz

Suyu altdan akıtur, üstde duran samandır Ol vahşîyi ram iden kerameti Selmadır.

Ayak berberleri hakkında, yakın geçmişi iyi bilen kıymetli gazeteci Münir Süleyman Çapanoğlu İstanbul Ansiklopedisine şu notlan tevdi etmişdir:

«... ayak berberleri sıra sıra yol kenarına, duvar diblerine dizilerek müşteri beklerlerdi. Müşterileri izinli neferler, ayak takımı esnaf, amele, ırgat makulesiydi. 1908-1912 arası, sakal tıraşına on para, yirmi para, saçla beraber kırk para alırlardı. Ekserisi eski güzel tâ-bîri ile hamdest, önlerinden kalkan müşterilerin yüzlerinde daima ustura çentikleri görülürdü. Enseyi ustura ile kazırlardı. Bu şekilde tıraşlarda saç, ensede dümdüz 'bir hattı fasıl şeklini alır, buna da «Yenicâmi işi», «Tah-takale işi» yâhud «Acem tıraşı» denilirdi. Bâ-zan da bütün saçlar kesilir, yalnız tepede bir tutam saç bırakılır, bunun üstüne de «ayıp kapatan» yahud «kelörten» tâbir edilen kalıplara vurulmuş bir fes oturtulurdu. Bıyık düzeltmeleri de kendiliğine mahsusdu, yalnız alt tarafından dümdüz kesilir, uçları gaayet sivri bırakılırdı. Sonra çürük fındık yağı, yahud hacı yağı ile bükülür, burulurdu, buna da

«bıyık terbiyesi» denilirdi. Bâzı gür kaşlı müşterilerinin taleb üzerine kaşlarını da düzeltirlerdi. Ayak takımından, hâne berduş boyundan uygunsuz gençler de kaş inceltirlerdi Ayak berberlerinin çoğunun esnaf ruhsat tezkiresi yokdu, belediye çavuşlarının baskınlarına uğrarlar idi; çavuşun geldiğini görür görmez hemen iskemlesini, seyyar mangalını, zenbilini alup kaçar, müşterilerini, yüzünün bir tarafı tıraşlı, öbür yanı tıraşsız ve sabunlar içinde bırakırlardı. Ayak berberlerinin bir de muayyen bir yerde müşteri beklemeyüh sokak sokak »dolaşonları vardı, mahallelerde lâübâlî bir eda ile:

— Lâhna kadar baş, on paraya tıraş!... diye bağırırlardı».

Dükkânlarda işleyenlerden ve ayak berberlerinden gayri İstanbulda bir de hamam berberleri vardı; bunlar hem baş tıraş ederler, hem de küçük, ehemmiyetsiz yaraları ti-mar .ederleri, fakat asıl işleri hacamatcılık idi İstanbulun büyük hamamlarında en az dört beş nefer berber bulunurdu.



BERBER; BERBER GÜZELLERİ, CİVAN-

LÂRI — İstanbulun gazeller, şarkılar, divanlar, semailer, kıt'alar, destanlar ve «Şehrengîz» denilen manzum risaleler ile övülmüş esnaf güzelleri kaafilesinin arasında berber civanları bilhassa müstesna bir yer almışdır. Bir köşesi berbere ayrılmış olan eski mükellef, muazzam kahvehaneler, sahihleri ekseriya sohbet ehli berber dükkânları, üstleri başları tertemiz, kolları sıvalı, çıplak ayaklı, ibrişim futalı, abanoz veya şimşir nalınları kadife tasmalı, hilâli! kesim bürümcük gömlekli, kâ-küllü, perçemli, ak keçe külâhlı, külâhların-daki yemenileri, grepleri çiçek çiçek oyalı, al-fesli, fesin top ipek mavi püskülü omuzlara doğru düşmüş çırak veya kalfa berber civa-larmı görmek için gelib oturan rindler, kalenderler, külhânîler, bıçkınlar, cemâl âşıkı dervişler, bu meşreblerde olan şâirlerle dolub dolub boşalırdı.

Berber civanları sânında en güzel siklerden biri Ondokuzuncu asrın kalender şâirlerinden Beşiktaşlı Gedâî'nin kaleminden çık-mışdır; Gedâî adını» vermediği bir berber güzelini şu gazel ile övüyor:

Gülşeni gönmlüme cûler gibi hoşdur akışın Olmasa âteşi firkat ile canlar yakışın Âşıka etticeğin başa yamandır kakışın

Ne reva yâd ile meyhanede meyler çakışın Beni bend etti girîbânı dile el atısın Benziyor ayni perîpeykere, berber, bakışın

İbrişim fûte güzel gerçi yaraşmış beline Düzedir zülfünü zer şâneyi almış eline Sırma tasmalı nalın pâyine mikrâs eline Düşdüm âhû gibi ey muğbeçe ben Çîn eline Beni bend etti girîbânı dile el atışın Benziyor ayni perîpeykere, berber, bakışın

Sığayım kollarını al ele altun leğeni Yüzümün kaaresine bakma tıraş eyle beni Dizine baş koyayım koklayayım gül bedeni Alayım bir gece tenhâ teni âguuşe seni Beni bend etti girîbânı dile el atışın Benziyor ayni perîpeykere, berber, bakışın

Görmedim sen gibi bir dilberi nâzende kıyak Ucu sırmalı kayış belde meded elde bıçak Ömrümün hâsılımı kesmeğe geldin çabucak Bire cellâd nigârım şu benim hâlime bak Beni bend etti girîbânı dile el atışın Benziyor ayni perîpeykere, berber, bakışın

Vashna kuşe nişin olmadadır hep ağyar Seni başdân çıkarır olma sakın anlara yâr Kimi âteş kimi sû der kimisi

vasim umar Sana sâdık bu Gedâî gibi bir

bende mi var

Beni bend etti girîbânı dile el

atışın

Benziyor ayni perîpeykere, berber, bakışın

Onsekizinci asrın külhânî


şâirlerinden Haşmet Efendi
de, Üçüncü Sultan Mustafa-
nın kızı Hibetullah Sultanın
doğum şenlikleri üzerine yaz
dığı «Velâdetnâmei Hümâ
yun» adındaki eserinde bir
kaç İstanbul bıçkınının tuhaf
lıklarını anlatırken Büyük-
şehrin berber civanlarından
bahsediyor, şöyle id, vücud ya
pısı iri yarı bir külhânî ken
disine donanma nâzın, şenlik
leri tanzim ve idareye memur
edilmiş süsünü verir, başına
bir «destan perîşâne» sarar,
sırtına samur mu, nâfe mi ne
olduğu belirsiz bir «ferâcei
kibârâne» .geçirir, kıyafeti
muntazamca bir beygire biner,
yanına onbeş yirmi nefer çu- Âyinedâr

hadar kıyafetinde ayağına (Resim

çabuk bıçkın delikanlılar alır, bu uçarıların bir kısmı önünde, bir kısmı arkada, öndekile-rin ellerinde kocaman fenerler., gece çarşı boylarını dolaşmağa başlar:


  • Ben donanma nazırıyım, kandilleriniz
    müzeyyen olsun diye teftiş ederim., diye es
    naf dan para koparır. Bu arada bir berber dük
    kânının önünde durur ve berberi huzuruna
    çağırır, kaşları çatık, gazablı;

  • Be gel adam şuraya!., diye bağırır,
    sen ne şekil berbersin? Hiç sen başından kork
    maz mısın?.. Nerede senin sinesi âyîneden saf,
    gerdanı nûri seherden şeffaf, Mzûları, bilek
    leri sîmîn, gamzeleri ustura gibi keskin, kaş
    ları tîgü hançer, kirpikleri birer neşter, servi
    sîm endam gibi mahbûbi dil aram şakirdin ne
    reye gitti? Bire nâ tıraşı tasma kıran gidi,
    böyle âyinesiz berber dükkânı olur mu? Şimdi
    senin saçın ve sakalın tıraş edip Tersaneye
    küreğe gön-dersem zerre kadar günâhım var

mıdır?.. Söyle bakayım, bundan başka şen ne için kandillerini lebrîzi rugan etmedin?.. Ve şuraya yirmibeş kandil asılmak gerekir iken onbeş kandil yak-dıln?.. Ve fitillerini ne için bu kadar ince yapdın?.. Ben bu sahte debdebem ile kırk senedir zü-ğürdlük âteşine canımı yakıyorum da sen donanmayı hümâyunda beş kandil fazla yakmağa kaadir olmadın mı? Değnek vurun şu asılacağa!..

Etrafındaki foaldırıçıplaklar güya şefaat ederler, nazır ağa da yumuşar.

— Hoş., öyle olsun!.. Var bu
gecelik seni bağışladım, lâkin sa
na tenbih, yarın gece şu mahalle
onbeş kandil daha yak, bir kaç
nefer şuh ve şîvekâr şâkird tedâ
rik eyle, dükkânın önünde perva
ne gibi dolaşan âşıkların ciğeri
ni de onlarla yak, yüreklerinin
yağını erit, dükkânımda oturan
ahbabını o şevk ile yanmağa mum
et, yoksa ben gelir, senin canını
yakarım!.. Hele bu gecelik adam-
Berber Çırağı larımıza bir mikdar harçlık ver
: s. Bozcah) de ırzını satın al!., der.

BERBER

— 2522 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 2523

BERBER



İstanbulun berber civanları hakkındaki şu fıkrayı da «Mesmûât» adında müellifi meç-hul risaleden alıyoruz:

«Mahbubdost bir adam İstanbula gelir, çarşı ve pazar dolaşır iken bir berber dükkânında güzel bir çırak görür, çocuğu bir müddet yakından temaşa için dükkâna girer, *baş tıraşı olur, saçlarını -kazıtır. Oradan çıkıp beş on adım atınca başka bir dükkânda birincisini gölgede-bırakan başka bir güzel görür, oraya da girer, sakalını kesdirir, kırk yıllık sakalı beş on dakikalık göz zevkine feda eder, fakat on adım sonra üçüncü dükkân, öbürlerinden dilber bir berber civanı,, oraya da dalar, bıyıkları gider, dördüncü dükkânda kaşlarını kazıtır, fakat İstanbulda ne berber dükkânı biter, ne de berber güzeli, nihayet bir beşinci dükkânda bir perîpeyker görür ki gözleri kapuda müşteri bekler., oraya da girer. Gene ve güzel berber buyurun der, peykeye oturur, boynuna peşkiri- bağlar, adamın başını dizine alıp tıraş edecek, fakat görür ki ne saç, ne sakal, ne bıyık, ne kaş var, cas cavlak 'bir kelle. Adam zarif kişi imiş, gencin hayretini görünce: — Oğul! der, bu hâle sizin yüzünüzden geldim, kanım sana helâl Olsun, hazır ustura elindeyken sen de 'boynumu vur, beni halâs eyle!...» (Mesmûât, S. 70).

Altmış çeşid esnafın güzelleri sânında yazılmış altmış kıt'alık bir esnaf destanında berber kıt'ası şudur:


Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin