Beleş vallâ....
*
-
Kaça aldın o yemenileri?
-
Beleş... İskelede duruyordu., adamın
biri motorcular unutmuş, geçir ayağına git
dedi... Ben de yürüttüm...
*
-
Kaça aldın o ymenileri?
-
Beleş... Ali abim verdi...
Bibi. : Devellioğlu, Türk Argosu.
BELEŞÇİ — Pırpırı külhânîler argosunda «tufeyli» «parazit», başkasının sırtından geçinen adam; parası olduğu halde tufeyli (parazit) yaşamasını seven adam Misaller:
— Bülbül Aliyi severim, iyi arkadaşdır
ama...
—• Beleşçiliği olmasa...
— Ulan, bir çayım, içmedim be... Hep
ısmarla...
*
-
Merhaba ağa!..
-
Merhaba... Bir kahve ısmarlasana!..
-
Ulan sabah sabah çatdık beleşçiye...
BELGER (Mustafa Sadi) — Türk cerrahisinin kıymetli sîmâlrından Operatör Doktor M. Sadi Belger 1916 da İstanbulda Boyacı Köyünde doğdu, babası Dr. Miralay Hasan Tev-
fik Bey (B. : Hasan Tevfik Bey), annesi Nazmiye Hanımdır; ikisi kız dördü erkek altı kardeşin en küçüğüdür. İlk tahsilini Cağaloğlunda Koca-reşidpaşa Mektebinde yapdi; 1934de İstanbul Erkek Lisesinden, 1940 da da İstanbul Üniversitesi Tıb Fakültesinden diploma aldı, cerrahî ihtisasını Haydarpaşa Numune Mugtafa sâdi Belger Hastâhanesinde yapa- (Resim : Bülend Seren) rak ihtisas sertifikasını 1948 de Operatör Feridun Şevket Evrenselden aldı.
1948 de Vakıf Gurebâ Hastahânesinin cerrahî servisi şef muavinliğine tâyin edildi.
Meslekî bilgisini genişletmek için Avru-paya giderek 1950 ve 1951 yıllarında Paris, Londra, İstoMıolm, Kopenhag, Torinb ve Ge-nevrenin en meşhur hastâhanelerini gördü. 1954 de Vakıf Gurebâ Hastahânesinin cerrahî servisine şef oldu, bu satırların yazıldığı sırada ayni vazifede bükülüyordu.
1960 -da Türk Cerrahî Cemiyetinin başkanlığına seçilmiştir.
Uzun boylu, melih bir sunaya sâhib olub meslekî faaliyetinden vakit kalırsa tatlı dilli meclis adamıdır.
Tahsil çağlarında iyi basketbol ve voleybol oynardı, hâlâ çok sevdiği denizde de, çok iyi yüzerdi; şimdi yaz tatilinde Boğazın seçkin amatör balıkeılarındandır. Boş zamanlarında resim ile meşgul olur, karikatür yapar; karikatürde çizgileri sağlam, hünerlidir, «Sâdi» yahud «Emekli» imzaları ile bâzı karikatürleri intişar etmiştir.
Hiç evlenmemişdir; pek sevdiği ve bu satırların yazıldığı tarihde 84 yaşında 'bulunan validesi Nazmiye Belger ile beraber oturur (1961).
BELGER (Nihad Reşad) — Çağdaş Türk tababetinin pek seçkin bir siması, devlet adamı, diplomat; Prof. Dr. Nihad Reşad Belger 7 Şubat 1882 de Üsküdarda Paşalimamnda doğdu, Devlet Şûrası Temyiz Mahkemesi Reisi Reşad Beyin oğludur, pek küçük yaşda iken okuma yazmayı evde öğrendi ve henüz yedi yaşında iken Üsküdarda Paşakapusu Askerî Rüşdiyesine girdi, dört sene süren rüşdiye tahsilinden Askerî Tibbiy'e İdadisine girdi, burada da üç sene okuduktan sonra Tıbbiyenin yüksek kısmına, Mektebi Tıbbiyei Şahaneye geçdi, altı yıl süren meslek tahsili sonunda 1901 de ondokuz yaşında yüzbaşî-rütbesi ile doktor diploması aldı. Hep asker mekteplerinde geçmiş talebelik hayatında metodlu çalışan bir gene olarak tanınmış, yüksek tahsilini iki sene sınıf ikincisi dört sene de sınıf birincisi olarak bitir-mişdir,
O sıralarda Gül'ha-ne Askerî Rüşdiyesi binasında bir hastahâ-ne.lesis edilmiş ve bu hastahâne Dr. Rider ve Dr. Dyke adında iki Alman profesörün idaresinde yeni mezun olmuş asker tabibler için bir tatbikat mektebi ittihaz edilmişdi; on dokuz yaşındaki genç yüzbaşı 'birkaç ay burada çalışdı; bu Nihad Reşad Belger aylar içinde sta- (Resim : Bülend Seren)
jiyer gene tabibler aylık alamadılar, aileleri taşrada bulunanlar üzücü sıkıntıya düştüler, bu hâli protesto etmek için sınıfça iki gün hastahâneye gitmediler, arkadaşlarından ayrılmayan İstanbullular arasında N. Reşad da bu greve iştirak etti; derhal hepsi tevkif edilerek Tophanede o zamanlar «Çifte Salmalar» denilen zindana atıldılar (B.: Çifte Salmalar); iki üç gün burada habsedildikden sonra hepsi •kıt'alara tâyin edildi, bir ceza olarak bu tâyinlerde İstanbul, Edirne, Selanik, Şam ve Beyrut gibi herkesin seve seve gideceği yerler kur'aya konulmamışdı, Nihad Reşada Hicazda Yenbuğ kasabası çıkdı.
Aşağıdaki satrları büyük hekim - diplomatın İstanbul Ansiklopedisine tevdi ettiği hâtıra notlarından alıyoruz:
«Yol hazırlıkları yapmağa ve Yenbuğun suyu havası ve iklimi hakkında malûmat edinmeğe çalıştığım sırada İstanbulda dört veba va-k'ası zuhur etti ve Abdülhamidi çok ürküttü. Darhai İngiltereden İstanbula davet ettirdiği Doktor Beach ismindeki mütehassıs memleketimizde kısa bir müddet kalarak yaptığı tetkikler neticesinde tatbikini lüzumlu gördüğü ilmî ve idarî tedbirleri izah ve tavsiyeden sonra İngiltereye döndü. Bundan sonra Abdülhamid hemen iki genç doktorun vebaya dair mahallinde tetkiklerde bulunmak için Hindistanda Bombaya gönderilmesini emretti. Abdülhamidin irâdesi seraskerlik makamına tebliğ edilince Serasker Paşa evvelâ hususî hekimi binbaşı Ömer Şevki Beyi seçti ve ikinci doktorun intihabını Askerî Tıbbiyeye bıraktı, Tıbbiyedeki hocalar da beni seçtiler. Bu kararı bana Şeyhületibba Nafiz Paşa tebliğ etti ve yirmidört saat zarfında cevap istedi; tereddüt etmeden memnuniyetle kabul ettim.
«Birkaç ay sonra Hindistanda Bombay şehrinde idim. Bombay'da evvelâ hastahâne-lerde çalıştıktan sonra veba hakkında bakteriyolojik araştırmaları, buluşları ve 'bilhassa veba aşısı üzerindeki tetkikleri ile maruf. Pasteur'ün talebesinden Haffkine'nin idare ettiği ve Bombaya şimendifer ile yarım saat mesafede bulunan Parel'deki îaboratuvara de-•vam ettim. Onbeş ay sonra İstanbula döndüm. «İstanbula döndükten sonra aylarca serasker kapısında sıhhiye dâiresine gittim, geldim. Ne gibi bir vazifeye tâyin edileceğimi,
BELGER (N. Reşad)
2468 —
istanbul
ANSİKtOPEDİSl
_ 2469 —
BELGER (N. Reşad)
nereye gönderileceğimi bilmek istiyor ve soruyordum. Fakat bir cevap alamıyordum. Hiç kimse Bombay'da ne yaptığımı, ne öğrendiğimi sormadı. Sıhhiye Dâiresine tekrar tekrar müracaatden bıktım, usandım. Nihayet Saraya baş vurmak lâzım geldiği telkin edildi. Artık her hafta Yıldız sarayına giderek Abdülhamidin Baş Hekimi İsmet Paşayı, ikinci hekimi İbrahim Paşayı ziyaret ederdim. Üç ay sonra bana: — Yeni vazifenize dair şeref sadır olan iradei seniye makaamı seraskeriye tebliğ edildi! denilerek Sıhhiye Dâiresine baş vurmaklığım lüzumu belirtildi. Sıhhiye Dâiresine gittim. Beyrut Askerî Hastahânesine tâyin edildiğimi söylediler. Ömer Şevki Bey, Hindistana hareketimizden evvel Haydar Paşa Askerî Hastahânesinde Cerrahi Şefi idi. Vazifesine döndü ve rütbesi yarbaylığa yükseltildi.
«Beyrut'a seyahat hazırlıklarımı tamamladıktan sonra .bir Franscız vapuruna 'binerek yola çıktım. Vapurdan inip gümrük dairesine gelir gelmez kolağası rütbeli bir subay ve yanındaki iki askerî inzibat memuru ile karşılaştım.
«Subay: — Sizi Kumandan Paşanın emri ile tevkif ediyorum!., dedikten sonra eşyamı gümrükte bırakarak beni doğruca Kumandanlığa götürdü. Kumandan Hakkı Paşa isminde bir general idi. Tevkifime memur edilen subayın Hakkı Paşanın oğlu olduğunu sonradan öğrendim.
«Beni nezâket hattâ sempati ile karşılayan Hakkı Paşa: — Beyrut'tan Erzuruma kara yolu ile şevkiniz iradei seniye müktezasındandır, sizi bir kaç gün askerî hastahânede nezâret altında bulundurduktan sonra ilk vasıta ile Erzuruma göndereceğiz! dedi.
«Paşanın odasından çıkar çıkmaz hasta-hâneye götürüldüm. Hapis edildiğim odanın önüne süngülü bir nefer konuldu.
«Karşılaştığım ve asla beklemediğim bu garib ve çok haksız muamelenin neden ileri geldiğini saatlerce düşündüm. Resmî hayata henüz ilk adımı atarken gördüğüm bu büyük gadri izah edebilecek hiç bir sebep bulamadım. Hiç kimse, hiç bir makam bana her hangi bir şey sormadı, sorguya çekilmedim, muhakeme edilmedim. Abdülhamidin bu keyfî irâdesi düpedüz bir zulüm idi. Beni kahretmek, belki Erzurum yolunda öldürtmek için düşü-
nülmüş bir melanet eseri idi (B.: Abdülhamid
n.).
«Hapis edildiğim askerî hastahânede çok kalmadım; fakat karadan Erzurum'a gitmeyi düşündükçe azabdan ezadan bir türlü kurtulamıyor ve geceleri uyku dahi uyuyamıyordum. Bereket versin müstesna bir talih karşıma fedakâr, faziletli büyük'bir insan çıkarıverdi. Bu büyük adam, bu mübarek dost askerî hastahânenin eczacısı Hüseyin Hulki Bey idi. Ulvî yaratılışlı bu zâtin sevgisi ve çok değerli müzahereti sayesinde Beyrütdan Kı!b-rısa kaçmağa muvaffak oldum; Kıbrısta beş on gün kadar kaldıktan sonra İskenderiyeye, oradan da Parise gittim.
«Paris'te tahsilini birkaç ay evvel bitirerek hekimlik etmeğe başlamış olan İzmirli Dr. Refik Kevzad ile buluştum. Onun refakatinde zamanın eri meşhur profesörlerinden bir kaçının derslerini hayranlık ile dinledikden sonra Paris Tıp Fakültesi ders programları ve tahsil şartları hakkında lüzumlu malûmatı alarak yeniden tıb tahsiline karar verdim. Tıb Fakültesine kaydolundum. Bu Fakülte ile çok verimli işbirliği yapan «Assistance publique» idâresinin senede bir kere açdığı müsabaka- imtihanına girdim, muvaffak oldum ve «Externe deş H6pitaux» vasfını kazanarak bir nevi imtiyazlı talebe arasına karışdım. Muhtelif hastahâ-ne ve servislerde altı sene «externe» olarak çalıştıktan sonra dört sene «externe en pre-mier » unvanı ile «İnrerne deş Hopitaux» vazifesi ifa ettim.
«On senelik bu tahsil devresinde servislerinde «externe» lik ve sonra «interne» lik vazifesi gördüğüm başlıca hocalarım zamanın dünyaca maruf üstadlarmdan Dejerine, Dieu-lafoyj Marcel Labbe, Thoinot. Enriquez, Loe-perj Babinski, Widal ve Edöurd Quenu olmuş-,dur. Fransız tababetinin en şaşaalı zamanında mesaileri ile, keşifleri ile tıb dünyasına ışık tutart bu büyük üstadlardan başka ayrıca tüberküloz, syphylis, çocuk, deri, göz ve akıl hastalıkları servislerine sıra ile üç dört ay kadar muntazaman devam ederek meslekî kültürümü genişletmeğe ve kuvvetlendirmeğe çabaladım ve bir müddet Pasteur Enstitüsühe ve anatomie pathologique laboratuvarına devam ettim. Doktora imtihanlarını bitirince «Mîde kanserinin yeni metotlar (Radioscopier cytologie) ile erken teşhisi» mevzulu hazırla-
dığım tezim kabul edilerek Paris Fakültesinden tıb doktoru diploması aldım.
«1926 senesinde Paris'te hekimliğe başladım. 1928 ve 1929 senelerinde kışın Mısırda Kahirede de bir muayenehane açtım. Hocalarımdan Marcel Labbe'nin tasvibi ile 1930 dan itibaren 1936 sonunda (15 Ekim 1936) îs-tanbula dönünceye kadar Plombieres Kaplıcalarında müşavir mütehassıs şıfatiyle çalıştım. 1933 senesinde Cochin hastahânesi Cli-nique medicale'inde kurduğum «endoscopie rectosigmoidienne» kısmının mes'ul şefliğini ifâ ettim. Paris seririyâtındaki bu vazifem hocamın setifikası ile tevsik edildi.
«1936 senesinin ekim ayında İstanbula avdetimde evvelâ Yalova Kaplıcalarının mütehassıs hekim ve müdürlüğüne ve bunlara ilâveten, bir buçuk sene sonra Kaplıcanın İşletme müdürlüğüne tâyin edildim. Kaplıcada her şeyden evvel Thermal suların ilmin bugünkü icaplarına göre bentlenmesini (captâge) temin ettikten sonra modern tedavi usullerini tatbik edebilmek için Alnıanyadan yeni cihazlar getirtdim. Parkları genişlettirdim. Bazi eski ve çirkin binaları yıkdırtdım, yenilerini yaptırtdim. Hulâsa bu şirin su şehrini Avru-panın ileri garb memleketlerindekine benzer muntazam ve câzib bir hâle koymağa çalıştım.
«1938 de Balkan İttifakı Tıp Komisyonunun İstanbuldaki toplantısında bir rnaden suyunun tetkiki nasıl ele alınmalıdır mevzulu fransızca bir konferans verdim.
«Üç sene Yalovada geceli gündüzlü çalışmalarıma rağmen Sağlık Bakanlığında en yüksek mevkileri işgal eden ve hasis hislerinin esiri olmaktan bir türlü kurtularnıyan bazı zevatın muvaffakiyetlerimi engelliyecek tarzda vaziyet, almaları yüzünden istifaya mecbur oldum ve derin bir şevk ile başladığım eserim tamamlanmadan, .teessürler -içinde,^ Ya-iovadan ayrıldım.
«Yalovaya tâyinimden iki sene sonra İstanbul Tıp Fakültesinde ihdas edilen Hydro-limatoiogie kürsüsü profesörlüğüne intihab edildim. Cerrahpaşa Hastahânesinde ihdas ettiğim proetologie konsültasyonunu 1939 dan 1942 ye kadar idare ettim.
«1947 de Çekoslovakyada Marienbad'da toplanan enternasyonal Balneologie Kongresinde tıb falkütemizi temsil ettim. Mâden sularımıza dâir hazırladığını raporu kongreye tebliğ ettim. Bu rapor Kongrenin neşrettiği
raporlar kitabında aynen basılmıştır. 1949 da İstanbulda toplanan Pathologie Comparee Kongresine reislik ettim. 1943 den 1944 e kadar bir sene Devlet Limanları İşletmesi has-tahânesinde başhekimi ve dahiliye mütehas-sı ve umum müdürlüğün sağlık servisi şefliği vazifelerinde bulundum, 1944 de bu memuri-yetden istifa etdim; 1944 den 1960 a kadar İtalyan hastahânesi dahiliye servisi şefliğini yap-dım.
«Paris'de evvelâ gatro-enterologie Cemiyeti, sonra sıra ile Societe Medicale deş Höpi-taux, Academie National de Medetine de France azâlıklanna, nihayet 1957 de Paris Üniversitesi fahrî profesörlüğüne (Honoris Causa) seçildim. Teşkilâtı Londrada bulunan International Society of Medical Hydrology Cemiyeti âzasındamm ve «Ciba»'in Terkiye mümessiliyim. 1949 da İstanbulda toplanan milletler arası Beşinci Pathologie Comparee Kongresine başkanlık ettim ve o zamandan beri Pathologie Comparee Cemiyeti şeref âzasındamm.
«1951 de Kızılay Cemiyeti 'Genel Merkez Başkanı ve 1952 de Geneve'de toplnan Kızılay ve Kızılhaç Cemiyeti ligue'ine vekili seçildim». •
Prof. Dr. Nihad Reşad Belger'in fransızca neşrettiği travaylar:
-
Etüde de la secretion externe du pancreas
dans le dia'bete sucre (in archives deş Ma-
laies de Tappareil digestif," 1926).
-
Evolution de l'appareillage en actinoiogie
et de physicotherapie, 1931).
-
La colite â lamblias chez l'enfant (Con-
gres deş Colotes, Plombierrs 1933).
-
-Syndrome douloureux de la fosse İlia-
que droite, appendicite chronique et Co-
lites, (Congres deş Colites, Plombieres
, 1935).
-
La psychotherapie dans le traitement deş
Colites (in Archives of International So
ciety of Medical Hydrology 1938)..,
-
Le Traitement de la Constipation habi-
tuelle (in Monaco-Mediterrannee Medicale
1935).
-
Un cas d'osteopathie rare, pseudofrac-
tures spontanees (Maladie de Milfcman-
Societe Medicale deş Hopitaux de Paris
1942).
BELGER (N. Reşad)
— 2470
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
2471
BELGER (N. Reşad)
-
Forme Latente de la Stenose cancereuse
tres serree du pylore (in archives deş ma-
ladies de l'appareil digestif et de la nut-
rition, 1946).
-
Polype de l'ıntestin grele ayant evolue
comme üne colite chronique, finalement
revelee par üne invagination intestinale
(Centenaire de la Societe Medical deş
H6pitaux de Paris 1949).
Türkçe eserleri:
-
Lekeli humma aşısı (Pratik Doktor, 1943).
-
Penisilin ile iyi olan bir endocardite lenta
vak'ası (Anadolu Kliniği, 1944).
-
Gıda, rejirn ve hastalık (Üniversite kon
feransları, Tıb Fakültesi Bülteni, 1943).
-
Yalova kür termali (Tıb Fakültesi Bül
teni).
-
Akciğer tüberkülozunda iklim tedavisi
(Türk Tıb Cemiyeti Bülteni).
8— Klinikde karaciğer kifayetsizliği (Türk
Tıb Cemiyeti Bülteni). 7—- Milkman syndromu hakkında etiologique
ve pathogenique mülâhazalar (Türk Tıb
Cemiyeti Bülteni). 8— Bir büyük pulmonaire'e küçük aorte syn-
dromunun muhtemel isole şekli (Türk Tıb
Cemiyetinin yüzüncü yılında tebliğ edil-
mişdir).
Kıymetli ilim adamı İstanbul Ansiklopedisine tevdi ettiği hatıratında siyasî hayatını da ayrıca nakletmiştir; aşağıdaki satırlar, Prof. Dr. Nihad Reşad Belgerin hal tercemesi içinde tarihimizin muhtelif devirlerini aydınlatmak bakımından mühimdir :
«Yukarıda da kaydetmişdim; Kıbrısda 15 günlük kısa bir ikametten sonra Paris'e gittim. Fransa'nın hükümet merkezinde tam bir serbestlik içinde Abdülhamid rejimi aleyhinde senlerden beri çalışmakta olan Gene Türklerle buluşdum. Bunlar İM zümreye ayrılmış lardı. Biri Prens Sabahattin Beyin öbürü Ah-med Rıza Beyin riyasetinde çalışan bu iki zümreye dahil vatandaşların hemen hepsi ile ayrı, ayrı ve defalarla görüştüm. Fikirlerini sordum. Millî hayatımızı tehlikeye koyan keyfî ve müstebid rejimden kurtulmak için ne gibi çareler düşündüklerini, milletimizin maddeten ve manen kalkınmasını ve ilerlemesini hedef tutan esaslı icraat ve ıslahatın nelerden ibaret olduğunu izah ettiler. Bu izahları dikkatle dinledikten, hayli düşündükten sonra
ilmî temele dayanan fikir ve düşüncelerini tercih ettiğim ve kuvvetli kültürüne hayran olduğum Prens Sahabettin Beyle teşriki mesaiye karar verdim.
«Azasından bulunduğum Prens Sabahattin Bey grubunun faaliyeti hakkında hulasaten diyebilirim ki bir taraftan aleyhimizdeki düşman propagandalarını red ve cerh etmek için bazı gazete ve dergilerde fransızca neşriyatta bulunmak, Türk milletinin imparator-lukda yaşayan milletler ve akalliyetlerden çok ziyade Abdüihamid rejiminden mustarip ve müteneffir olduğunu ve vatanını padişahın istibdat ve zulmünden kurtarmağa azimli bulunduğunu anlatmağa çalışmak, garb umûmî efkârını lehimize kazanacak şekil ve mahiyette konferanslar tertiplemek ve diğer taraftarı memleketimizin muhtelif kısımlarındaki vatandaşlarla muhabere ederek türkçe neşrettiğimiz naşiri efkârımız «Terakki» gazetesini onlara ulaştırmak, Abdülhamid rejiminin sukutundan sonra yapılmasını zarurî gördüğümüz ıslahat üzerine geniş bilgi vermek ve memleketimizde bir siyasî organisazyon şebekesi kurmak programımızın en bariz hatlarını teşkil ediyordu.
«1908 de ikinci meşrutiyet ilân edilinceye kadar Paris'te tıp tahsil ederken millî dâvamızı ilgilendiren sosyal ve siyasî meseleleri tetkikten geri kalmazdım. Meşrutiyetin ilânından sonra İstanbul'a döndüm. Artık zulümden kurtulmuş ve hürriyetine kavuşmuş sandığım vatanımızda yerleşerek hekimlik etmek arzusunda idim. Ne yazık ki bu arzumun tahakkuku yine kabil olamadı, aradan henüz iki ay kadar kısa bir zaman bile geçmemiş idi ki, askerî bir zümrenin fiilî müzaheretine güvenen İttihat ve Terakki Cemiyetinin müessis-leri merkezî bir komita halinde ve adetâ hükümet içinde bir hükümet şeklinde faaliyete koyuldular.
«Nuruosmaniyede Şerefefendi Sokağında yerleşdikleri bir dâireden devlet işlerine mütemadiyen müdahaleye başladılar. Hükümet otoritesini Babıâliden Yıldız sarayına nakleden Abdülhamid'in senelerce saltanat sürmesini göz önünde bulunduran ve bu usulü arzularına çok uygun gören İttihad ve Terakki Cemiyeti liderleri de Babıâlinin selâhiyet-lerini Şerefefendi Sokağına aldılar ve oradan emirler ısdarına giriştiler. Bu zâtlerin tenkide asla tahammül etmediklerini, muhalefet
. edenlere hemen hâin damgası vurduklarını, hattâ Hasan Fehmi ismindeki muhalif bir ga-teeinin Köprü üzerinde katledilerek katilin bulunmamasını ve aranmamasını görünce elîm bir hayal sukutuna uğradım.
«31 Mart isyanı, Balkan Harbi faciası ve Babıâli baskını gibi acıklı ve çok düşündürücü hâdiseler karşısında sükûtu ihtiyar ile siyasetten çekilemedim. Tarafsız-kalmak, neme lâzım diyerek, siyasî faaliyetime son vermek şüphesiz her bakımdai menfaatime pek uygun olurdu. Bunu müdrik idim. Fakat İttihad ve Terakki Cemiyetinin kanlı diktatoriyasına bir türlü tahammül edemedim. Derunî bir isyanın ruhumda yarattığı İstırap baskısından kurtulamıyordum. Hususiyle İttihad ve Terâkki rüesasını yakından ve şahsen tanıdıktan sonra bunların sakim siyasî idrâk ve tasavvurlarının bizi inkıraz uçurumlarına sürükleyeceğine inanıyordum.. Bundan dolayı îttihad ve Terakki Cemiyetine şiddetle muhalefet ettim. Nihayet müfrit ittihatçı bir liderin hayatıma kıyacağını haber alarak yine Paris'e dönmeye mecbur oldum. . Memleketimizde yerleşerek mesleğimle iştigal etmek için bir kere daha verdiğim kararı tahakkuk ettiremedim. İlk defasında Abdülhamidin zalim irâdesi, ikinci defasında İttihad ve Terakkinin şuursuz hareketi ve hakkımdaki amansız husumeti engel oldu...
«Paris'.e döndükten sonra asıl mesleğim olan tababetle tevaggul'e başladım. Fakat Birinci Dünya Harbinden sonra 1919 dan 1923 senesine kadar Paris'te bir kere daha faal siyasî hayata atıldım ve parti mülâhaza ve işlerinden tamamiyle uzak sırf vatanî ve millî bir gaye takib ettim. Paris'te toplanan sulh konferansı çevrelerinde ve Fransız siyasî mahfillerinde aleyhimize yapılan ve gittikçe şiddetlenen düşman propagandalarına aynı silâhla mukabeleye, neşriyatımız ve tanzim ettiğimiz konferanslar ve mitinglerle umumî efkârı lehimize imâleye kendimi tamamiyle verdim, geceli ve gündüzlü çalıştım. «İzmirde rumlar; vahşet ve zulümlerine dair yeni deliller» adlı fransızca bir risale neşrettim. Dört bin nüsha olarak bastırdım. Bu rizaleleri delegelere, matbuata ve ileri gelen parlementerlere dağıttım. En nüfuzlu rical ile temas yollarını araştırarak ve bularak kendilerine milletimizin hayat hakkından, harpdeki dürüst hareketinden civanmertliğinden bahs ettim. Türkiye
aleyhinde verilen çok yanlış, haksız ve garaz-kârâne hüküm ve karar cereyanlarının önüne geçilerek devamlı ve âdil bir sulh tesis edilmesinin en uygun tek hal çâresi oduğunu izah etmeye uğraşdım. Amerika Cumhurreisi Vil-son'a dahi millî dâvamızı açık v,e müdellel bir tarzda anlatmak ve müdafaa etmek için yazdığım bir mektubu emin bir dostun yardımiy-le ikametgâhına bizzat götürerek hususî kâtibine tevdi ettim. Bir iki. gün sonra mektubun reise takdim'edileceğine dair yazılı resmî bir cevab aldım. Faransa'da uzun süren ikametim esnasjhda ilim ve siyaset sahasında tanıdığım bâzı maruf ve nüfuz sahibi dostların büyük yardım ve sempatilerini gördüm.
«Çalışmalarımıza muntazam bir şekilde
devam edebilmek ve dâvamıza taraf tutan
iz'an ve vicdan sahipleriyle kolaylıkta temas
imkânını sağlamak için Maarif Nâzın De Mon-
zie'nin kıymetli himâyesi Paris'in en işlek bir
semtinde, âdeta merkezinde Taitbout sokağın
da 8 No. lu büyük bir apartımanm içinde bir
istihbarat bürosu tesis ettim ve ayda iki defa
«Echo de l'Orient» isimli bir dergi neşrine mu
vaffak oldum. s
«Hind Hilâfet Komitesi azası ile de tanıştım. Kendileriyle sıkı bir işbirliği yaparak avrupadaki millî mücahedemizi hem Paris hem Londra'da yürütmek imkânına kavuştum. Vaktim kısmen Londra, kısmen Paris'te geçerdi. Londra'da Hind Müslümanlarının tavassutu ile bir çok İngiliz hükümet adamları ve muharrirleriyle görüşmek ve Millî Misâkı-mızı izah ve müdafaa etmek fırsatını.buldum. Aylar geçtikçe faaliyetimiz sahasının genişlediğini ve sempatizanlar yekûnunun gittikçe kabardığını görerek çok sevinir, ve muvaffakiyet ümidlerinin arttığına inanırdım.
«Paris ve Londradaki çalışmalarımdan haberdar olan Ankara Hükümeti 1920 - 1921 senesinde Londraya hariciye vekili Bekir Sami Beyin başkanlığında gönderdiği murahhas heyete beni müşavir tayin etti. Bu heyete Paris'te katılarak Londraya gittim. Bekir Sami Beyin tasvip ve teklifi ile konferansın bir celsesinde millî haklarımızın müdafaası ve Türk noktayı nazarının izahı için söz aldım. Yarım saatten fazla konuştum. Hakimiyetimiz altında kalmasını istediğimiz Ana Vatan topraklarında Türkün ezici bir çoğunluk teşkil ettiğini doğruluğuna itiraz kabil olmayan yaban-
BELGER (N. Reşad)
— 2472
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2473 —
BELGER (N. Resad)
cı kaynaklı istatistikler zikrederek ikna edici deliller ile ispattan sonra Anadolunun taksimi imkânsız bir bütün olduğundan, beş asırlık muazzam tarihimizden ve bu topraklar üzerinde teessüsümüzden, yakın şarkta devamlı bir sulh. akti için Türklere haksız ve gaddar bir muamele reva görülmemesi şart olduğundan uzun uzadıya bahsettim. İzahat ve beyanâtım konferans üzerinde çok müsbet ve müsaid bir tesir icra etti.
«Londra konferansından sonra Ankaraya dönmeden evvel Bekir Sami Bey, 'beş on gün kadar Paris'te kaldı. O esnada kendisinin mühim Fransız ricali ile temasına delâlet ettim. Bu görüşmelerden sonra Ankaraya dönen Bekir Sami Bey, beni Paris'te Ankara Millî Hükümetinin nün resmî mümessili tayin etti. Vekilin bu kararı çalışmalarımızın daha se-lâhiye'di ve daha verimli bir şekilde devamını sağlamak maksadını güdüyordu. Fakat Ankaraya vardıktan biraz sonra istifaya mecbur kalan Bekir Sami Bey vazifesinden ayrıldı.. Ankara Hükümeti istifa eden vekilin bana vermiş olduğu vazifede ibka edildiğime dair herhangi bir tebliğde bulunmayınca Fransız Hükümeti nezdinde bir kötü duruma düşmemek için ben de istifa ettim ve yine Londra konferansından evvelki tarzda ve hususî mâhiyette çalışmaya koyuldum.
Birkaç ay sonra Bekir Sami Bey Mustafa Kemal Paşanın kendisine verdiği husussi bir mektubu hâmil olarak Paris'e çıka geldi. Mustafa Kemal Paşa bu mektubunda sabık vekile Fransız Hükümeti ile görüşüp cenüb hudutları (Kilikia ve Suriye) ve münferid sulh meselelerini müzakere etmek ve şayet - zannettiği gibi - mümkün ise anlaşmaya vararak bir ön proje hazırlamak hususunda selâhiyet (hususî bir mision) veriyordu. Derhal hariciyeye müracaat ederek Monsieur Briand'an bir buluşma rica ettim. Tespit edilen gün ve saatte Briand'la karşı karşıya idik.
«Müzakereler altı celse devam etti. Her defasında Bakir Sami Beye refakat ve müzakerelere iştirak ettim. Kilikia - Suriye 'hududu, Fransız ordusunun işgal ettiği arazimizi tahliye etmesi, Türklerle Fransızlar arasında münferid bir sulh aktedilnıesi gibi muhtelif meselelerle uğraşılarak ihzar edilen ön proje Bekir Sami Bey ve Briand tarafından parafe edilmişdi. Bekir Sami Bey, bu vesikayı hamilen Ankaraya döndü. Hükümetimiz ön proje-
yi esas itibariyle tasvip etmekle beraber tafsilâta âid bâzı kısımların gözden geçirilmesi ve tâdili için Ankaradaki Fransız mümessili Colonel Mouiin ile müzakereye girişmek arzusunu izhar edince Briand 'beni hariciyeye davet ederek Franklin - Bouillon'u Ankaraya hususî salâhiyetlerle göndermek tasavvurunda olduğunu söyledi ve buna tarafımızdan itiraz edilip edilraiyeceğini sordu. Franklin-Bouillon'un memleketimizin hayır hâhı olduğu Arikaraca meçhul olmadığından Monsieur Briand'nın bu tasavvurunda hiç bir mahzur görmediğimi şahsî bir mütalâa olarak 'beyan ettim.
«Franklin - Bouillon Ankaraya gitti, hükümetimizle müzakerelere girişti ve istenilen tadilâtı kabul ederek Paris'e döndü. Evvelce hazırlanmış olan önprojenin, yeni şekli Ankara Anlaşması» adı ile ortaya çıktı ve -bu suretle cenub hududunda askerî hareketlere con verilmiş oldu.
«Bekir Sami Beyin Ankaraya avdetinden biraz sonra Paris'e gelen Erzurum. mebusu ve Millet Meclisi hariciye encümeni reisi Ce-lâleddin Arif Bey Fransız ayan meclisi reisi ve eski Cumhur Başkanı Poincare ile Suriye -Kilikya hakkında görüşmek için Fransaya geldiğini söyliyerek Poincare'den bir mülakat istemekliğimi rica etti. Arzusunu ifâ ettim. Birlikte ayan meclisine giderek-Poincare ile görüştük. Celâleddin Arif Bay'in konuşma tarzı ve Poincare'ye verdiği cevaplar eski cumhur başkanını hayli sinirlendirdi, mülakat pek kısa sürdü ve amelî hiç bir netice vermeden sona erdi.
«Aradan aylar geçti. Anadoluda müstevlilere karşı mukavemet gittikçe artıyor, garb memleketlerinde Yunanların hezimet ve mağlûbiyetlerinin yakın olduğuna inananların sayısı çoğalıyor ve matbuatta lehimizde dikkat çeken makaaleler yazılıyordu. Bunlardan başka Yunan ordusunda baş -gösteren yorulma ve usanmayı dahi dikkatle takib eden İngiliz hükümeti Türk - Yunan sulh şartlarını bir kere daha gözden geçirmek maksadiyle Ankara ve İstanbul hükümetlerinin Londraya birer heyet göndermelerini istemişti. Ankara hükümeti hariciye vekili Yusuf Kemal Beyin başkanlığında Londraya bir heyet gönderdi. Bu heyete müşavir sıfatiyle katıldım. İstanbul'dan Müşir İzzet Paşa'nm başkanlığında ayrı bir he-
yet daha geldi. -Fakat ikisi arasında ne resmî ne de hususî hiç bir mülakat olmadı. Yusuf Kemal Bey, ingiltere hariciye nazırı Lord Curzon'la görüşürken ben de hariciye vekilimizin yanında idim. İngilizler harbe son vermek ve daha fazla kan dökülmesini önlemek maksadiyle Avrupadaki hududumuzun evvelce bizi kabule zorladıkları Çatalca hattı yerine Tekirdağına kadar geri alınmasına, İzmir şehrinde rumların jandarma teşkilâtına iştirak ettirilmesi gibi bazı idarî tedbirler ittihâzına tarafımızdan bir güna îtîraz dermeyan edilmemesi şartiyle Anadolunun harb edilmeksizin tahliyesini teklif ettiler. Fakat kabulümüze imkân olmayan bu teklif bir yana, İngilizler Millî Misakımızı tatmin edecek tadiller ve tebdillere asla yanaşmadıklarından müzakereler kesildi ve heyetimiz Ankaraya döndü
«Yusuf Kemal Beyin Londradan hareketinden evvel kendisinin tasvibiyle aleyhimizde İngiliz hükümeti üzerinde mümkün olduğu kadar baskı yapmaktan vazgeçmiyen ve siyâsî mahfillerde çok nüfuz sahibi olan büyük hasmımız Canterbury Başpiskopos'u (Archbishop) ile görüşmek çarelerini aradım ve buldum; mülakatım bir saat kadar sürdü. Kendisine Yunanistanla yapılacak sulh hakkındaki değişmez şartlarımıza ve bilhassa alâkadar olduğu Ermenilerle münasebetlerimizi çok sarsan elem verici vakalara dair uzun uzadıya tafsilât verdim. Bütün bu müessif olaylarda, kendisinin zannı hilâfına, dinî taassubun hiç bir rol oynamadığını, bilâkis bütün ve'bâl ve mesuliyetin tamamen hariçden gelen siyâsî entrikalara atfedilmesi icab ettiğini ve memleketimizde Ermenilere niçin «cemaatı sâdıka» denildiğini izaha çalıştım.
«Murahhas heyetimiz Ankaraya dönerken Yusuf Kemal Bey, beni Londrada Hariciye Vekâletimizin hususî mümessili, adetâ bir nevi sözcüsü gibi bıraktı. Bu tâyini Lord Cur-zon'un husûsî kalem müdürü Vansittart'a tebliğ etti. O tarihten itibaren siyasî faaliyetimin merkezini Londraya naklettim. Arasıra Paris'e giderdim. Paris'teki istihbarat büromuzun çalışmalarına nezâret eder ve simpatizanlarla tamasımı idâmeden geri kalmazdım.
«Paris'te olduğu gibi Londra'da dahi matbuat çevrelerinde ve siyasî mahfillerde düşman propagandalarını alam bırakmağa çalış-dığım esnada Yunan Başvekili Venizelos Lon-
dra'ya geldi ve Avam Kamarasında encümenlere mahsus dâirelerinden birinde Yunan m.e-tâlibi hakkında bir konferans verdi. Venize-los'a verilen müdafaa hak ve imkânının bana da verilmesi için lâzım gelen teşebbüslere geçtim...Venizelos'dan iki hafta sonra Millî Mi-sâkımıza dair Avam Kamarasında ben de bir konferans vermeye muvaffak oldum. Toplantıda kırktan fazla mebus ve bunlar arasında Hindistan valisi Lord Reading de vardı. Beyanâtıma dâir matbuatta epey yazı çıktı ve lehimizde bir propaganda vesilesi oldu.
«Bu minval üzere çalışmalarıma devanı ederken 1920 senesinin Temmuzunda Anka-radan dahiliye vekili Fethi Bey geldi. Mustafa Kemal Paşa Fethi Beyi İngilizlerle görüşerek Millî Misak ile açık ve sarih bir surette .tespit edilmiş olan sulh şartlarımızı müdafaa ve mü-zakereye memur etmiş idi. Fakat o sıralarda Anadoluda Yunan harp hareketlerini takip ve Yunan ordusunu teftiş eden İngiliz askerî heyetinin bu orduyu teşkilât ve maneviyât bakımından överken Türklerin harbi kazanması bahis mevzuu olamaz maalinde yazdığı rapor üzerine neşesinden başı dönen müteassıb Türk düşmanı Lloyd George'un ısrariyle Lord Cur-zon «diplomatik» bir hastalık bahane ederek Fethi Bey'i kabul etmedi. Lord cenahlarına vekâleten hariciyede müsteşar muavini (Lau-sanne muhadesinden sonra memleketimize gelen ilk İngiliz sefiri) Lindsi Fethi Beyi Foreign-Office'e davet etti. İki devlet adamı bir buçuk saat kadar görüştüler. Ben bu mülakatta bulunmadım. Fakat muülâkattan spnra otele donen Fethi Bey'in bana söylediklerinden, hal ve hareketlerinden ve fazla heyecanından Lindsi'nin kendisini çok sıkmış ve sinirlendirmiş olduğu anlaşılıyordu. Fethi Bey oribeş gün kadar Londrada kaldıktan ve kendisine tanıttığım bazı gazeteciler, mebuslar ve Lord-larla görüştükten sonra İngiltereden ayrıldı. Paris'e döndü ve beni de beraber götürdü-«Doktor, azizim, artık sizin Londrada çalışmanıza lüzum kalmadı» diyerek beni yine eskisi gibi Paris'te çalışmağa devam ve vakıaların inkişafına intizar etmekliğimin daha muvafık olacağını düşündü.
«Fethi Bey, Paris'ten Ankaraya bir tele-graf çekerek sulhun müzakere yolu ile elde edilmiyeceğini ve ordumuzun taarruza geçmesinden başka bir çâre kalmadığını hükümete bildirdi ve Ankaraya dönmek üzere Paris'ten
— 2475 —
— 2474 —
BELGER (N. Reşad)
ayrıldı. Ben de tedavim için Vichy'ye .gittim. Vichy'de iken ajanslar Anadoluda ordumuzun taarruza gecdiğini bildirmeye başladılar. Kuvvetli bir heyecan içinde neticeyi bekliyordum. Çok geçmedi. Yunan ordusunun mağlûb, ta-mamiyle bozgun ve perişan bir halde kaçmağa koyulduğu, Yunan başkumandanının esir edildiği, emsalsiz parlak zaferimiz, umumî hayret ve hayranlık içinde, dünyaya ilân edildi. Çılgın bir sevinç ve göğsümü kabartan fahir ve gurur ruhuma taze bir hayat katıverdi.
«Yichy'den ayrılmağa hazırlanırken Paris'teki İngiliz sefaretinden telefonda aranıl-ğımı haber verdiler. Telef on'a gittim. Benimle konuşan zat sefaretin matbuat ataşesi Sir Cahrles Mendel idi: «Lord Curzon pek mühim ve müstacel bir mesele için sizinle görüşmek arzu ediyor, hemen Londraya gitmeniz müdafaa ettiğiniz dâva için pek muvafık ve faydalı olur, gecikmeden Londraîya hareketinizi kuv? vetle tavsiye ve bilhassa reca ederim» deyince meselenin ehemmiyet ve müstaceliyetini kavradım. Siyasî olaylar süratle gelişiyordu. Basın ateşesinin teklifini Ankaraya yazıp cevap beklemeye vakit yoktu. Ankara'ya: «Vâki davet üzerine Londraya gidiyorum; Orada beyanatım tamamı ile şahsî olacak ve resmî hiç bir kıymet taşımıyacaktır» mealinde bir telgraf çekerek derhal Londra'ya gittim. Londra'da otele yerleştikten yarım saat sonra Vansittart telefonla: «Lord Curzon sizinle görüşecek, hemen gelmenizi rica ederim» dedi. Muvafakat cevabı vererek hariciyeye gittim. Hiç beklemeden Lord'un odasına alındım. Curzon mûtad resmî nezâketle beni kabul ettikten sonra masasının üzerinde serili duran Çanakkale haritasını gösterdi. Bu harita üzerinde etrafı küçük Türk ve- İngiliz bayraklariyle çevrilmiş olan Kefeztepe mevkiindeki askerî durumdan bahsetti ve dedi ki: «Bu mmtakada askerlerinizi askerlerimizden ayıran mesafe bir kilometreden azdır. Hiç beklenmedik bir anda askerler arasında silâh patlayabilir, bir çatışma olabilir ve gaayet tehlikeli bir vaziyet tahad-düs ederek harp ihtimali zuhur edebilir. Bu tehlikeyi önlemek için hemen Baş Kumandan Gazi Paşaya bir telegraf çekmenizi reca ederim. Kendisine tarafımdan bildiriniz ki, şâyed iki taraf askerleri birbirlerine ateş ederlerse Baş Kumandan Mustafa Kemal Paşa ateşin kendi emriyle açılmadığım ve askerlerin hod be hod. hareket ettiklerini beyan edecek olursa
İSTANBUL
İngiliz hükümeti hâdiseyi olmamış gibi addeder ve vahim ihtilâtlara meydan vermez».
«Bu çok mühim mülakattan sonra bir dakika bile kaybetmeden Ankaraya telegraf çektim. O esnada Mudanyada mütâreke şartlan müzekere edilmekteydi. Fakat büyük esefle söylemeliyim ki telegrafım mutavassıt bir makamın affedilmez ihmâli yüzünden Ankara'ya bir zarf içinde posta ile gönderilmiş olduğundan Hükümetimizin eline yazdığım tarihten bir hafta sonra geçmi ve v.erdiğim çok mühim 'malûmattan pratik bir fayda temini mümkün olamamıştır.
«Lord Curzon'la mülakattan sonra Lausanne konferansının toplanmasına kadar Londra'da kaldım. Times gazetesinde 'Llybd George ve Venizelos'un çok tehlikeli ve em-perialist siyasetleri hakkında arka arkaya makaleler neşrettim. Tarafımızı tutan gazetelerde, bilhassa Morning Post ve Daily Express'le Anadoluda iflâs eden İngiliz siyasetinin mü-sebbib ve mesullerine karşı yapılan sürekli neşriyat ile bir basın kampanyası yaptırmak için çok uğraştım ve memnuniyet verici neticeler aldım.
«Londra'dan Lausanne'a igittim.. Lausanne konferansına Türk heyetinde evvelâ siyasî müşavir olarak katıldım ve kısa bir müddet umumî celselerde heyet reisi İsmet Paşaya tercümanlık ettim. Konferans'm inkıtamdan bir kaç ay sonra ikinci 'defa Laussann'a giden heyette matbuat ve istihbarat müdürü oldum. İsmet Paşa ile ecnebi matbuatı arasında mutavassıttık ettikten maada garbın büyük gazetelerinde noktayı nazarımızın neşredil-mesiyle vazifeli idim. Millî matbuatımızın da resmî mercii idim. Sulh imza edildikten sonra ismet Paşanın refakatinde Ankaraya döndüm. Ankarada bana matbuat müdürlüğü teklif edildi, kabul etmedim ve Ankaradan ayrıldım.
- '«Paris'te Sulh Konferansı çevrelerinde millî haklarımızı müdafaa ve düşman propagandasına mukabele için İstanbuldan hareketimden evvel, 1919 senesinde Guraba Hastahâ-nesinde dahiliye şefi idim. Lausanne sulhundan sonra eski vazifeme dönmek istedim. Bu meşru pek yerinde olan arzumun isaf edileceğine inanmak gibi bir safderunluk ile Sağlık Vekâletine müracaat ettim: «Siz Paris ve Londra'da dolaşırken (!) Biz Guraba hastaha-
ANSİKLOPEDİSİ
nesindeki yerinize başka birisini îayin ettik. Şimdi size halef olan memuru oradan atıp sizi tekrar eski vazifesinize tâyin etmek haksızlık olur, biz bunu yapamayız» cevabını aldım ve hayretler içinde kaldım: Paris'te ve Londra'da Millî Müca'hedenin, başından sonuna kadar en inanmış bir müdafi olarak senelerce çalışdık-tan ve müteaddit beynelmilel konferanslara iştirak ederek Vatan ve Milletime elimden gelen hizmetleri ifâya uğraşdıktan sonra aldığım bu acib olduğu kadar çirkin cevaptan çok müteessir ve meyus oldum. Üçüncü defa olmak üzere memleketimde hekim gibi yer-leşemiyerek tekrar Paris'e gittim ve istanbul'a dönünceye kadar orada hekimlik ettim.
«1936 senesi ekim ayında İstanbul'a döndüm. Yalova kaplıcaları mütehassız hekim ve müdürlüğüne tayin edildim. Lausanne konferansından ve sulhundan sonra Ankarada bir kaç defa gördüğüm Atatürk'ü on üç sene sonra Yalova'da tekrar gördüm; muayene ve tedavi ettim. Kara ciğerinden mustarip olduğunu münasib tir lisanla kendisine söyledim. Kaplıcada yaptırdığım yenilikleri, tadiller ve ıslahları çok -beyendi ve iltifat setti. İlâvei memuriyet olarak kaplıcanın işletme müdürlüğüne tâyin ettirdi. Az zaman sonra Atatürk'ün iki hususî tabibinden birisi de ben oldum.
«Sağlık Bakanlığı yüksek makamları Ata-türkün vefatından sonra beni kaplıcadan uzaklaştırmağa kat'î karar vermişlerdi; bunu pek açık bir tarzda anlattılar; İsitafaya mecbur oldum ve Yalovadan ayrıldım.
1950 seçiminde Demokrat Partinin İstanbul mebusu ve birinci Menderes hükümetinde Sağlık Bakanı oldum. Daha hükümet programı hazırlanırken Menderes'in tahakküme meyyal olduğu dikkatimi çekmişti. Heyeti vekille toplantılarında ve meclis "kürsüsündeki ifâde tarzından, hal ve edasından Menderes'in zeki fakat tahsil ve tecrübesi mahdud, fazla asaba, haris, nefsine meclûb ve tahakküm arzusu kavi olduğunu anlamakta gecikmedim. Antidemokratik hareketlerinden dolayı kendisiyle çalışmak kaabil olamıyacağına hükmettim, dört ay sonra vekillikten istifa ettim.
«Az sonra hariciye encümeni reisliğine nihayet, Avrupa konseyine seçildim. 1954 de yine mebus oldum; 1956 da teşekkül eden Hürriyet partisi kurucularından "idim. Şimdi hiç bîr partiye mensup değilim, mesleğimle, hekimlikle meşgulüm (1960)».
BELGESAY (M. Reşid)
BELGESAY (Mustafa Reşid) — Çağdaş Türk hukuk ilminin seçkin simalarından, 1887 de İstanbulda doğdu; babası Beşiktaş Dâirei Belediyesi reislğinde bulunmuş Mehmed Riza Beydir, dedesi İbrahim Hakkı Bey Selanik Hukuk Mahkemesi reisliğinde ve adliye müfettişliğinde bulunmuş bir adliyecidir; Şeyhülislâm Hayri Bey amcasıdır.
İlk tahsilini Beşiktaş Hamidiye Mektebinde yapdı; Sivas İdadisini bitirerek İstanbul Hukuk Mektebine girdi, 1908 de, meşrûtiyetin ilânında Hukukdan mezun oldu; mektebi parlak başarı ile bitirdiğinden Adliye Nezâreti hesabına ihtisas tahsili için Parise Gönderildi. Paris Hukuk Fakültesinden mezun olarak Bâbıâlinin emri ile Fransanm muhtelif adlî müesseselerinde, tanınmış fransız avukatlarının yanında, Paris polis teşkilâtında 1914 yılına kadar staj gördü ve lisans diploması alarak İstanbula döndü.
İlk resmî vazifesi Evkaf Mektebinde ve Medresetül Kuzatda malûmatı kanuniye ve ceza kanunu muallimliği ile Evkaf Nezâreti avukatlığı oldu. Bir sene kadar bu vazifeleri îfâ ettikden sonra 1915 de terfian İstanbul Darülfünununun Hukuk Fakültesi «Ticaret Hukuku», bir müddet sonra da «Hukuk Muhakemeleri» müderris muavinliğine tâyin edildi. Bir müddet de ayni mektepde «Ticâreti Mütemmime» nâmı altında telif hakları, ihtira berâtı, sigortalar hukuku derslerini okuttu. 1917 yılında Usulü Muhâkemâtı Hukukiye muallimliğine, 1925 de ayni dersin müderrisliğine (profesörlüğüne) terfi etti, 1933 de Darülfünun lâğvedilip yerine İstanbul Üniversitesi kurulur iken profesörlük ile Üniversiteye alındı.
Mustafa Reşid Bel-gesay Paris'den döndükten sonra kırk seneye yakın zamandan-beri fasılasız olarak .hocalık yapmış, binlerce talebe yetiştirmiştir. Kürsüsü dışında da Türk hukukuna faydalar sağlamış. Me-, denî Kanun tedvin ve tanzimindeki komisyonda âza olarak çalışmış, Hukuk Muhâke- M> Keşid Beîgesay meleri Usûlü komİS- (Resim: Bülend Seren)
BELGRADCIK KÖYÜ
— 2476
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2477
BELGRADCIK KÖYÜ
yonunda raportörlük yapmış, hattâ bu ka
nunun ekseri fasıllarının tasarını kendisi
hazırlamışdır. Muhtelif tarihlerde Adliye Ve
kâleti tarafından hukukî mesele ve kanunlar
hakkında malûmatına müracaat olunarak ih
tisasından istifade edilmiş, Türk adaletinin iyi
tecellîsi ve Türk hukukunun aydınlatılması
bakımından yaptığı tavsiyeler tatbik olunmuş
tur, j
M.R. Belgesay kitablarmda, makalelerinde ve resmî makamlara tevdi ettiği rapor ve projelerde yeni fikirler ileri sürmüş, hukuk esâsı ve felsefesi ile 'bilhassa meşgul olarak hakikî ihtiyaçları araşdırıp ona göre mütalâalar serdetmiş. yabancı hukukçuların düşünceleri ve mahkeme kararları ile desteklemiş-dir. 1955 de Ordinaryüs profesör olarak emekliye ayrılmıştır.
Gazete ve mecmualarda intişar etmiş pek çok makalelerinden maada kitab hâlinde yayınlanmış eserleri şunlardır: «Mufassal amelî ve nazarî Usûlü Muhâkemâtı Hukukiye», «Mufassal amelî ve nazarî Ceza Kanunu Şerhi», «Adlî hatânın sebepleri ve önlenmesi çareleri», «Türk Kanunu Medenîsi şehri», «Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu Şerhi», «İcra ve İflâs Kanunu Şerhi», «Mecellenin küllî kaaideleri ve Yeni Hukukun Ana Prensipleri», «Pratik Hukuk Mecmuası», «Hukuk Muhakemeleri Usûlü ve ıslahı çâreleri», «Hukukun Esasları».
Dostları ilə paylaş: