Döndürür dâim «Muid» ismi Muhammed aynini Perdei aşkı açanlar oldular kurbanı aşk
Bir memleketi idâre edenler için oluşturulmuş birer kadro vardır. Meselâ cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar…
Bir dâirede bir müdür, birkaç muâvin, beş on adet servis şefleri… Buralarda bulunan şahıslar hep değişicidir. Biri gider, diğeri gelir, devran döner, zaman geçer, ömürler yürür, biter. Yenisi gelir.
Mânâ âlemini idare edenler de böyledir. Müddeti dolan gider. Aşk âleminde de şârâp kadehi değişebilir. Altın kâseleri değişebilir. Şârâp aynı şârâp, altın aynı altındır. Kıymetlerinden kaybetmezler, şahıs aynı şahıstır. Fakat muhtelif elbiseler giyebilirler. Âlemde aşktan başka birşey yok. Hazreti ALLAH kullarına âşık olarak yarattı. Câhil ve gâfil kullar taşa, toprağa ve nihayet birbirlerine âşık. Ârifler de ALLAH'a âşıktır. Onun aşkıyla var olurlar. Yaşarlar ve gel diye dâvet oldu mu, vücûd elbisesini bu sûret âleminde bırakırlar. Koşa koşa «lebbeyk» diye asıllarına giderler.
Makamlar boş kalmaz. Şahıslar değişir. Bu âlemde birkaç gün misâfir kalan, mutlak vücûdun kervan yolcuları birer söz söylerler, birer hâtıra bırakırlar, göçer giderler. Onun için bu göçme zamanına şebi arûs diyorlar.
Ey benim sevgili Rabbim, âlemlerin Rabbi! Gül, bülbül nasıl baharın müjdecisi ise, fâkir âciz Nusret kulun da, ezân okur gibi senin vasıflarının, güzelliklerinin tatlı terânesiyle kullarını sana çağırıyor. Ne olur, onlara duyan birer kulak ver. Gönüllerine bakan birer göz ver ki kulaklar senin ismi şerifinden başka bir şey duymasın. Gözler, gönüllere baka baka gönül olsunlar. Cesetler cân olsunlar. Sözlerim, onlara İsrâfil'in sûru gibi olsun. O mânâ elbiseleri olan sözler, Cebrail’in getirdiği haberler gibi olsun. Herkes gönül evine girip çıkmağı öğrensin. Dünyâ evine girip çıktıkları gibi.
1962 senesinin aralık ayında Konya’daki anma törenleri son bulduktan sonra iki gece de İstanbul’da Spor ve Sergi Sarayı’nda bu âyin haşmetle tekrar edilmiş. Biz de gidip görenlerden işittik.
Bütün mahlûklar, kâinâtı teşkil eden bütün yıldızlar, kendilerini ve asıllarının etrafında peykleriyle beraber dönmektedirler. Bu işe ne vakit başlamışlar? Bu iş ne vakit bitecek? Bilen yok.
Cevapsız kalan birçok suâller gibi bilen yok. Bilmemek, sükût etmek aczin ifadesidir. Her şeyi bilenin ve Yaradan'ın huzurundaki aciz, her hareketi tabiata havale edenler sıkılmasınlar. Tabiatı ve kanunlarını, nizamlarını birer intizam dahilinde hareket ettirenin, Hazreti ALLAH olduğunu söyleyiversinler. Vücûdlara hayatiyet verilmeden evvel ruhları yaradan O; şânı, şerefi, azameti sonsuz olan ALLAH, bütün yarattıklarını sıraya koydu. Taşın, toprağın üzerine bitkileri, bitkilerin üzerine hayvanları, hayvanların üzerine insanları, insanların üzerine islâmları, islâmların üzerine de seçilmişlerini, diğerlerinden farklı muameleye tâbi tuttu. İlim derecesine göre yarattı.
Bir kısım insanlar bâsiret gözlerinin açılmasını istemediler, bilemediler. Bu âlemin binâlarına, saltanatına, parasına, güzellerine, hevâ ve hevesine rağbet ettiler. Bir kısmı «bunlar bâki değildir, geçicidir» dediler. Bir cennet hayatına talip oldular. Bir kısmı da ALLAH'dan aldıkları aşk ve muhabbeti yine onun yoluna sarf edebilmek için çırpındılar, durdular. Aşk sar’aları, muhabbet nöbetleri geçirerek mum gibi eridiler. Rablarını gönüllerinden çıkarmadılar. Zaten Rabbimizin nazarı da gönülleredir. O dürüst olursa, âzâların harekâtı hatalı olsa da zarar etmez. İnsanların en sevgili yeri gönlüdür. Onu taşa, toprağa vermek yazıktır. Gönlün kıymetini bilmemek demektir.
Gönülsüz, aşksız varlıklar ve onu fenaya kullananlar iki ayak üzerinde durmaya muvaffak olamıyan kimselerdir. Bütün varlıkları gönlün derinliklerindeki bir noktada toplamak ilmine vakıf olamamışlardır. Hazreti Mevlânâ bu hâli bildiği gibi yaşatmaktadır. Sağ el, Hakkın rahmetine açılmış, sol el ile de bir çeşme gibi deposunda toplanan füyuzâtı kendisinden sonrakilere akıttığını anlatmak istemiştir.
Baş tabiî yana eğilecek. Hakkın huzurunda varlığa ve kibre delâlet eden dik durmak olur mu? Boyun bükük, gözler açık dururlarsa da bakışlar mânâsızdır. Kapalı dursa da gönül âlemindeki birliği temâşâ eder. Ah!... Kardeşlerim!
Bu sahnede dönenler olduğu gibi bir de bunları seyreden gözler vardır. Sahne dışındadırlar. Bir de bütün bu olan bitenleri, yâni ortada dönenlerle kenarda onları seyir ve temâşâ edenleri sinesinde, gönlünde ihâta eden bir tek varlık, Hazreti Kutbuzzaman vardır.
Resulullah Efendimiz'i temsil eder. Cenâb-ı Kibriyâ'nın tecellilerine mazhardır. Âlemleri sevgi alış verişi yapmak için Yaradan'ın zâtına mahsus bir sevgilisi olacaktır. Şüphesiz bu da habibini izleyenlerin içinden yetişir. İşte o zâtın gönlü ibâdet edenlerin kıblesidir. Onun nazarı, tam kendisine teveccüh edenlerin üzerindedir. Onlara gözden, gönülden neler verir bir bilseniz.
Çiçekler ben güzel kokuluyum diye övünebilirler mi? Hayır! Akan sudan, kara topraktan nasıl olmuştur da o renklere, kokulara sâhip olabilmişlerdir? Bal, «ben şekerden tatlıyım» diyebilir mi? Arılar bu hususta kendilerinde baldan ve hendesi kutulardan dolayı gururlansa ne olur? Bal olmazsa arının ne kıymeti var? Arı olmazsa da bal olmaz, çiçekler de dağınık olarak kalır. Hakk vergisi olmazsa, insanda kemâlât, irfâniyet, aşk ve muhabbet olabilir mi? İşte bu kimseler de (seyyidü'n-nâs hâdimihüm, insanların efendisi onlara hizmet edenidir) sırrına mazhar olmuşlardır. Esen rüzgârdan aşk kokusu alırlar, öten kuşlardan aşk terânesi dinlerler. Bir lokma için bin bir çiçeği dolaşan arılar gibidirler. Bütün varlıklarda hikmet, ibret, kudret temâşâsındadırlar. Herkes hissesi kadar kısmetini alır. Kimisi alâka bile göstermez. Fakat ârifler, kâmiller nazarında;
Dostları ilə paylaş: |