Kastamonu hayati



Yüklə 4,31 Mb.
səhifə45/112
tarix24.06.2018
ölçüsü4,31 Mb.
#54637
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   112


1269

1518


mi almaya sevketmemek için doktorluk kanunu ile amel ettiğime binaen, ta Afyon'dan iki doktor gönderip, onun raporunu bozmak, onu da mahkemeye vermek derecesinde keyfi kanunlara ma'ruz olmuşuz.

SAİD-İ NURSİ (201)"

Bu istidadan sonra, bir zeyl şeklini de ikinci bir istidayı Hazret-i Üstad adliye ve dahiliye vekâletine gönderdi. Bu da çok şayan-ı ibret bir husustur; ve iste o istid'a budur:

ADLİYENİN ŞAHS-I MANEVİSİNE VE DAHİLİYE VEKİLİNE BERAY-İ MALUMAT TAKDİM EDİLEN VE EMİRDAĞI'NDAKİ İSTİNTAKTA VERDİĞİM İFADENİN HAŞİYE YE LÂHİKASIDIR

Bu yirmi beş seneden beri hiçbir gazeteyi okumayıp, dinlemeyip; dünki gün bana hizmet eden bir adam, gazetenin bir parçasını bana okudu. İçinde, Ankara maarif dairesi (İki milyon zararla) hem yine Ankara'da otomobil garajı binası, aynı vakitte İzmir'de ehemmiyetli bir fabrika, hem aynı vakitte Adana'da büyük bir binanın tamamen yandığını işittiğim vakit, pek çok te'essür ve yazıklarla, bu fakir millete acımakla; aynı zamanda bütün ömrümde çekmediğim bir sıkıntı içinde, hiçbir mahkemede benim gibi ihtiyar ve hasta halimde dört buçuk saat mütemadiyen ifademi, sual cevaba mecbur olduğum bir zamanda, eğer bura adliyesinin insaniyeti ve bir derece şefkati olmasaydı, kat'iyyen dayanamadığım gibi; kat'î karar vermiştim ki; Sert bir sözle bu soğukta, bu hastalığımda hapse girmeyi gözüme almıştım. Hatta bana hizmet edenin birini odamda yatırmak, birine bir tokad vurup benim hizmetim için hapse, yanıma gelmek için karar vermiştik. Fakat bura adliyesinin insaniyeti ve inayet-i ilâhiye bana sabır verdi, tahammül ettim.

Bu acib vaziyetim ve asılsız evhamın sebebini merak ettim. "Gençlik Rehberi"nin resmen tab' edilmesi ve intişarı, pek çok mekteplileri tenvir etmiş, hatta Ankara Dar-ül Fünûndaki ve İstanbul Dar-ül Fünûndaki kıymettar gençlerin Risale-i Nur'un esasatını; bu vatan milletinin saadetine bir vesile olduğunu bilmeleri ve pek çok muallimler, hamiyet-i milliye ve vataniye ve hissiyat-ı ilmiye cihetiyle, Risale-i Nur'a tamam-ı iştiyak ile alâkadar olmaları, maarif dairesinin nazar-ı dikkatini celbetmiş, Nurlar'a karşı bir derece beğenmemek tarzında bir ilişmek istemişler... Hatta burada "Gençleri elde ediyor, matbu' Gençlik Rehberi'yle mektep talebelerinin nazarlarını dine çeviriyor" diye ihbar edilmiş. Bunun üzerine

(201) Elyazma Emirdağ-1 S: 512

1270


1519

hem bana, hem ekser Risale-i Nur şâkirtlerine bazı vilâyetlerde ilişilmiş. Halbuki ben medreseden çıktığım için hocalardan istimdad etmek lâzımken, bütün kuvvetimle maârif dairesine ve mekteplilere itimad edip, onlara dayanmak istiyordum. Çünki Nur dairesine girenlerin çoğu mekteplilerdir, hocalar azdır. Çoğu çekindiği halde, mektepliler kemal-i takdir ile Nurlar'a sahip çıktığından kalbimden derdim: İnşaallah maarif dairesi Nur şâkirtlerini himaye edecek.. Ve yardımlarını beklerken, birden bize bu yeni taarruzun sebebi matbu' Gençlik Rehberi'nin ahirinde "Nur şâkirtleri hükûmetin müsaadesine binaen, mümkin olduğu kadar Nur dershaneleri açılmak münasibdir" diye bizim gizli düşmanlarımız maarif dairesini aleyhimize çevirmeye çalışması bir vesile oldu.

Şimdiye kadar o düşmanlarımız desiselerle kaç defa adliye cihetiyle bizi perişan etmek istediler, muvaffak olamadılar. Bir şey de çıkaramadılar. Sonra müteassıp ve enaniyetli ve resmî makamlardaki hocaları aleyhimize sevketmeye çalıştılar. Onda da bir şeye muvaffak olamadılar. Şimdi en ziyade bana yardıma güvendiğimiz maarif idaresini aleyhimize isti'mal etmekle, bu hükûmetin bazı me'murlarını üç mahkemede kat'î beraet kazandığımız cemiyetçilik ve tarikatçılık bahanesiyle geniş bir dairede biçare masum Nur şâkirdlerine ve beni Risale-i Nur'un mütalaasından mahrum etmeye çalıştıkları bir zamanda ve benim acınacak dört buçuk saat istintakımın aynı vaktinde maarif dairesinin yanması ve söndürülmesine hiçbir imkân bulunmaması ve tamamen yanması, tesadüfe benzemiyor.. Bir eser-i hiddet görünüyor.

O ifademin ahirinde ve aynı zamanda demiştim ki: Beni bu gurbette, yalnızlıkta kitaplarımın mütalâasından mahrum etmeyiniz. Yoksa hem bana hem bu vatana yazık olur.(202) Belki zemin yine zelzele ile hiddet eder.. dediğimden üç dakika sonra, üç saniye devam eden zelzele ve o fıkrayı mahkemede tekrar ettiğim aynı zamanda-Ya gece veya gündüzünde- zemin ateşle maarif dairesine saldırması.. ve mahkemece dört defa ispat edilen çok defa zelzelenin Risale-i Nur'a ve şâkirdlerine taarruzun aynı zamanında gelmesi.. elbette bunda tesadüf olamaz. Demek bu vatanın ve milletin ve asayişin büyük bir temel taşı olan Risale-i Nur'un hakikatlarıdır ki; böyle vukuatlı tokadlarla, bu milletin nazar-ı dikkatini Kur'an'ın hakikî ve hakikatlı ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur'a çeviriyor, milleti ona teşvik edip muarrızlarına şefkat tokadı vuruyor.

Şimdi nasıl sadaka belâyı def ediyor.. Öyle de Risale-i Nur'un bu memlekette belânın def'ine vesile olduğu çok hadiselerle tahakkuk et

1271


(202)İşte yazık oldu.S.N.

1272


1520

miş. Bu defa da Risale-i Nur'a hücum edilmesiyle aynı zamanda bu yangın belâsının gelmesi, Risale-i Nur belânın def'ine vesile olduğunu ispat ediyor ...(203)”

Hazret-i Üstad bu arada hadisenin mahiyetini ve taarruzun şeklini bir de talebelerine küçük bir mektupla bildirmiştir. Aynen şöyle:

"Aziz Sıddık Kardeşlerim!

Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki; bu yeni taarruz'da ve çok geniş ve çok evhamlı taarruz, yüzden bire indi. Dünkü gün dört saat mahkemede ifademi aldılar. Evvelce size gönderdiğim ifadenin aynını ve izahatıyla cevab verdim. Allah Isparta adliyesinden çok razı olsun ki; onların buraya lehimizdeki iş'arı bize çok yardım etti. Yoksa Afyon'daki evham ve burada bazı resmiler gizli düşmünlarımızın da yardımlarıyla pek çok zahmet çekecektik.

Müsadere ettikleri Kur'anımızı Diyanet Reisine göndermişler. Biz de İstanbul'a gönderdiğimiz iki cüz'ler ve baştaki cüz' ile beraber, bir mektup, Diyanet reisine yazdık: ” Bunu fotoğrafla tâb' etmeye çalışmak istiyoruz. Diyanet Reisinin tensibi ve muavenetini ümid ediyoruz" diye mektup yazdık.

Bu defa bana mahkemede sordukları pek çok manasız sualler içinde "Ne ile yaşıyorsun?" dedim ki; iktisad bereketiyle... Hatta bir vakit Isparta'da bir Ramazanda bir ekmek, bir kilo torba yoğurdu, bir kilo pirinç ile yaşıyan bir adam, maişet için dünyaya tenezzül etmez ve hediyeyi de kabul etmeye mecbur olmaz (204)”

Hazret-i Üstad'ın bu ifadeleri, istidaları ve arzuhallerinden sonra dahi, kurdun keçiye bahanesi nev'inden türlü türlü ta'zib, ihanet ve keyfî muamemeler devam ededurdu. Afyon hapsinden az önce bir sürü iftira ve bühtanların yanısıra, ifadesini verdiği, herşeyi söylediği halde; yine mahkemeye yahut zabıtaya çağrılmış ve yeni yeni suallerle ifadeleri alınmak istenmiştir. Bu son keyfi muameleler Hazret-i Üstad'ın canını çok sıkmış ve huzursuz etmiştir. Afyon hapis hadisesinden önceki evinin son aranması 16.12.1947 gününde oldu. Zabıt tutanağındaki ifadeye göre, bu arama, Afyon valisi ve Emniyet müdürünün Emirdağ'ına gelerek, Üstad'ın kapısının kilidini kırmak suretiyle içeriye ani baskın hadisesidir. Bu aramada Üstad'ın tevafuklu Kur'an'ını ve ârabî levhalarını ve dua kitabını bile alıp götürmüşlerdir.

1273

(203)Yeni yazı Emirdağ-1 S: 282



(204)Aynı eser S: 277

1274


1521

Taharricilerin Üstad'ın evini aramalarından sonra tuttukları tutanağın metni şöyledir:

ARAMA ZABTI

Emirdağ C. Savcılığının 16.12.1947 günki yazısına atfen, Sulh Ceza Yargıçlığı'nın 16.12.1947 günlü arama yapılıp 16.12.1947 günü bir de Emirdağ' ında ikamet eden Said-i Kürdî'nin Bolyadin caddesindeki evi arandı.

Yapılan aramada bir muzır neşriyata ait vesaik görülmediği ancak duvarda teneke mahfaza içinde mahfuz bulunan yirmi sekiz cüz el ile yazılmışı Kur' an görülerek, tetkik edilmek üzere muvakkaten alınmıştır. Bundan... (205)”

(205) O sıralarda herhalde Üstad'ın evi ile birlikte bir çok evler de aranmış ve bazı kitaplar bulunarak mahkemeye getirilmiştir. A.B.

1275

1522


Az üstte de kaydedildiği gibi, son aramadan sonra, Üstad ın verdiği ifade, yazdığı istidalardan sonra da, yine tekrar Hazret-i Üstad ifadeye çağrılmış ve keyfice ta'ciz edilmiştir. Bunun üzerine Hazret-i Üstad Emirdağ'ındaki talebelerine hitaben şu çok mühim yazıyı kaleme almıştır:

"Bir ma'ruzat:

Beni tekrar ifadeye çağırmamak için mümkin olduğu kadar çalışınız. Çünki daha bir ifadem kalmadı. Tam dört saat ifademi vermişim. Mahkemeye gelen kitaplar (206) Denizli mahkemesinde mevkuf ve beraet kazanan arkadaşlara iade edilmiş, onlarda buradaki bazı dostlara vermişler. Hatta ben de onlardan bazılarını paramla aldım. Daha o kitaplara ait kanunca ifade vermeye hakkım yok. Benden aldıkları ârabî evrak ve levhaların ise, dünyaya bakacak ciheti yokki ifade vereyim. Eğer ifadesiz vermezlerse, onlarda kalsın.

Ben bir parça telâş ediyorum.. şiddetli rahatsızlığımla beraber böyle kat'î lüzumu olmıyan resmi yerlere gitmeye alışmadığım için, beni çok üzüyor. Hem benim gizlı düşmanlarım, kendini bana dost gösterip ahalinin heyecanı içinde bir velvele çıkarmak ihtimalinden çekiniyorum. Çünki sebebsiz o sıkıntıyı resmî adamları iğfal ile bu sıkıntıya vesile oldukları gibi, o düşman fakat dost suretine giren adam kalabalık içinde diyebilir ki: "Üstad'ı-ma kanunsuz bu sıkıntı ne için veriliyor?" bu suretle heyecanlı bir mes'ele çıkarması ihtimali var.

Eğer münasib görürseniz, sorgu hâkimine selâmımla beraber ona denilsin ki: "Daha bir ifadem yok.. ve gizli bir sırrım kalmamış. Bütünü mahkemelerin elinden geçmiş. Onun için Macid Bey gibi pek ciddi, kanunperest ve kanunu hiç bir şeye feda etmiyen bir hâkim benim için ne yapsa razıyım.

SAİD-İ NURSİ(207)”

(Haşiye): Bu defa Osman'ın, taharride elinize geçen Denizli hem Eskişehir müdafaanamelerim benim ifademdir. Onun hâricinde daha bu mes'ele-i Nuriyede ifadem olamaz. Çünki beraetten sonra bu üç senede hiçbir cihetle kanunca bir suçumuz olmamış ki, yeni bir ifadeye lüzum kalsın "

(206)Denizli Dosyası-1 2. Kısım S: 36

(207) Denizli Dosyası-2. kısım S:37

1276


1523

1277


1524

Aynı mealde Hazret-i Üstad'ın bir de resmen sorgu hâkimliğine yazdığı tarih numaralı istidasını da okuyalım:

"Emirdağ'ı Sorgu Hâkimliği yüksek katına!

8.1.1948 Perşembe günü ifademi almak için bir davetiye aldım. Evvelce dört saat müdde-i umuminin dairesinde ifadem alınmış, daha bir ifadem kalmadı. Eğer lüzumlu kısaca sual ve cevab varsa ve kanun müsaade ederse, lütfen birisi buraya gelsin ve kısacık sualinin cevabını alsın.

Ben otuz seneden beri merdum-giriz hastalığı ile kalabalık yerlerde dayanamıyorum. Hatta Bayram gününde namaz kılıncaya kadar pek çok sıkıntı ve zahmet çektim. Zaruret-i kat'î olmazsa, resmi yerlere gitmeye dayanamıyorum. Hatta memleketime gitmediğimin bir sebebi, ahbab ve akrabalarım ile görüşmemek ve insanlarla görüşmeye mecbur olmamak içindir. Bu manevî hastalığım ile beraber kulunç, sinir, sancı ve pek çok iştahsızlık gibi maddi hastalıklarımı benimle temas edenler bütün biliyorlar. Ben istesem başka yerlerde birkaç rapor alabilirim. Fakat madem lüzum-u kat'î yok, kanunun müsamahası var.. vicdanlı ve hakperest sorgu hâkiminin re'yine havale ediyorum. O nasıl münasib görse razıyım. Ne kadar da sıkılsam, hasta da olsam, onun re'yini kırmamak için lüzum olursa gelmeye çalışacağım.

Hasta Said-i Nursi(208)”

MAHREM BİR YAZI

Ve nihayet Afyon hapis hadisesinden çok az önce Hazret-i Üstad'ın sorgu hâkimi Fethî Bey'e mahrem ve hususi şekilde gönderdiği çok mühim ve tarihî bir istidası da şöyledir:

MAHREMDİR

Ehemmiyetli bir şekva

İnsaniyetli, kanunlu kardeşim Fethi Bey Hazretleri! Gayet mahrem bir hakikatı size beyan etmek lâzım geldi. Çünki emniyet müdürünün kanunsuz bir tavsiyesi için beni mahkemeye celbetmek, ifademi almak hususunda sizden bir defa haber geldi. Eğer ehemmiyetli hastalığım ve büyük mazuriyetim olmasaydı, senin hatırın için gelecektim. Fakat insaniyetli ve

1278


hakikatlı, kanunlu bir dostuma gayet mahrem bir meseleyi beyan ediyorum ki, Kanunca üç mahkemede bana beraet kazandırmış şapka meselesidir.

(208) Aynı dosya S: 38

1279

1525


Evet, ben bu yirmi iki senede üç mahkeme, çok defa huzurunda ve üç aya yakın Kastamonu'da komiser ve polis dairesinde misafir kaldığım halde, hiçbir defa şapkayı başıma koymadım.. ve dehşetli mahkemede başımı açmadım.. ve yetmiş kardeşimle beraber büyük bir tehlikeye ma'ruz olduğumuz halde, mahkemede dedim: "Ma'zeretim var, başımı açamam. Şapkayı giyemem. Bu kanunla amel etmem. Fakat o kanunu da reddetmek vazifem değil, karışmam. Dünyada hangi kanun var ki, herkes onunla amel etsin? Bu kanunu reddetmenin cezası ne kadar büyük olursa, onunla amel etmemek, bir mazuriyete binaen en cüz'î bir suç kanunca medar-ı mes'uliyet olamaz. Halbuki bu şapka kanunu münzevilere, çölde kendi kendine gezenlere ve hayat-ı içtimaiyeye girmiyenlere hiç şümulü yoktur ki, üç mahkeme ittifakla şapka meselesini bana beraet ettiler. Hem Eskişehir ve hem Denizli müdafaalarımı okuyabilirsiniz.

Şimdi bütün bütün kanunsuz cebren bana şapkayı teklif etmek niyetiyle, beni mahkemeye lüzum olmadan çağırmanın pek ehemmiyetli bir meselenin açılmasına sebep olmak için, gizli düşmanlarım her nasılsa Emniyet Müdürünü kandırmışlar. O mesele de budur:

Manen beni aldatmıyan hissiyat-ı kalbiye ile ve maddeten ve çok emarelerle ve kat'î bir ihbar ile bildim ki; kırk seneden beri benim imhama çalışan gizli düşmanlarım komünistlerle teşrik-i mesaî edip, bu vatanda bir ihtilâl çıkarmak, bolşevizme girmek ve anarşiliğe zemin hazır etmek için: Beni, ya imha veya hiddete getirip bir karışıklık çıkarmak.. Ve konuşmalarında bir Nurcu işitmiş ki: "Said'e şapka icbar edilse, o tahammül edemiyecek. Ya ölecek, ya karıştıracak(209)” demişler.

Biri de aynı cemiyette demiş ki: "Onun hemşehrileri bu meselede yüzbin telefiyat verdiler. Yüzbinlerde muhaceretle perişan oldular Bu hoca dedikleri adam, yirmi iki sene nefy, hapis, ta'zip, ihanet çekmiş..." Nurcu işitmiş, bize mektupla bildirdi.

Madem şimdi şapka askerin yarısının başından kalkmış ve ekseri çok köylerde yasak yoktur. Demek cezası da ve cebir de kalmamış.

Sabıkan yazılan ihtilâlcilerin plânıyla bu meseleyi tazelememek ve medar-ı niza' ve münakaşaya medar etmemek için; asayiş, idare-i maslahat ve kanun ve adliyenin şerefi namına senin gibi insaniyetli, kanunperest hâkim-i âdil bir Müslüman kardeşime bu mahrem meseleyi beyan ediyorum.

1280

Said-i Nursi (210)”



(209)Hazret-i Üstad'a karşı bu sinsi plân ve metod çoğu zaman din düşmanları tarafından kullanılmıştır. Çünkü kesin biliyorlardı ki; O onu giymez. Zor kullanılarak giydirilmeye çalışılsa, belki bir hadise çıkarır da emellerine ulaşırlar diye ... A.B.

(210)Denizli Dosyası-1 2.Kısım,s: 43

1281

1526


İşte Hazret-i Üstad'ın üç sene zarfındaki toplam yirmi adedi bulan dilekçe ve arzuhallerinin mecmuu gösteriyor ki; ehl-i dalâlet ve zendeka komiteleri Bediüzzaman'a karşı hükûmet eliyle veya hükûmetin bazı beceriksiz idarecileri eliyle tatbik ettikleri muameleler, bunların bir son kozları olduğu görülmektedir. Zira, üst taraflarda da arzettiğimiz vecihle, Üstad'ın Emirdağ'ından evvelki iki hapis hadisesi hariç, on sekiz sene içinde hükûmete ve resmî makamlara tek bir istidası vârid olmamışken; şu Emirdağ'ında üç sene zarfında yirmi iki adet istidasının resmî makamlara gönderilmesi, burada hazret-i Üstad'ın nasıl zâlimane bir çember ve bir tazyik ve ta'zib altına alındığını göstermeye kâfidir. Bütün bu elim ve zalim hadiseler ve Üstad'a karşı takbik edilen sinsi plân ve desiselerin uygulama tarihi, en çoğu komünist olan başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun dönemindedir.

Evet Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin onbeşincisi olan Saraçoğlu'nun ikinci hükûmeti 5.8.1946'da sona ermesiyle, onaltıncı hükûmet olan başbakan Recep Peker'in hükûmeti 7.8.1946'da kurulmuş ve 9.9.1947'de sona ermiştir. Bunun akabinde ilk Hasan Saka hükûmeti 10.9.1947'de kurulmuş ve ikinci hükûmette 14.1.1949'a kadar devam etmiştir. Ondan sonra Şemseddin Günaltay'ın hükûmeti kurulmuştur.

1282

1527


İşte Üstad Bediüzzaman'a karşı uygulanan bu zulümlü, azgın bed muamelelerin hepsi, bu üç başbakanın hükûmetleri sırasında olmuştur diyebiliriz.

AFYON HAPİS HADİSESİ ÖNCESİNİN BİR FEZLEKESİ

Afyon hapis hadisesinin ihdası, din düşmanı gizli komitelerin ellerinde kalmış son çare ve son bir oyundur. Evet Hazret-i Üstad Bediüzzaman bilhassa Emirdağ'ına getirildikten sonra, din düşmanı gizli komiteler onun hakkında üç tane olanlarca pek mühim ve büyük ana projeler hazırladılar ve uyguladılar.

Bunlardan birincisi: Onun vücudunu gizli su-i kastıla zehirler ve ilaçlarla ortadan kaldırmak..

İkincisi: Ona yönelen Müslüman halkın büyük teveccühlerini ürkütme ve iftiralarla kırmaya çalışmak...

Üçüncüsü: İhanet ve âdî muamelelerle Üstad'ı hiddete getirip bir hadise çıkartmak...

Evet bu üç plan Üstad'ın Emirdağ'ı hayatı boyunca ona uygulanan bâriz ve âşikâr muamelelerdir, ki çok örneklerini arzettik.

Fakat bu üç ana projelerin hiç birisi de tutmadı ve tüm çabaları hoşa gitti. Gele gele,1947'nin ortalarına geldiler.. Bu sene içinde, en son çare olarak, ne yapıp yapıp Üstad Bediüzzaman'ı hiddete getirmek ve karşı koydurtmak olan plânlarını son bir kez daha en adî şekilde uygulamaya koydurttular.

Hatta Reis-i Cumhur İsmet İnönü bile, tuzaklanan bu plânın o sene içinde tahakkuk edeceğine inanarak, aynı senede Afyon'da yaptığı konuşmasında sinyaller veriyordu.

Lâkin az üstte kaydedilmiş Üstad'ın istida ve arzuhallerinde görüldüğü üzere; o, bu plânı çok iyi seziyor ve biliyordu. Ona göre, bütün izzet-i imaniyesi ve şehamet-i fıtriyesi ile; ve zulüm ve hunharlıklara karşı bütün hayatında tahammülsüzlüğü ile beraber, sabır ve sekinet ile tahammüle karar verdi ve muvaffakda oldu

1283

Mezkûr üç ana projeleri fiiliyatta beş para etmediğini gören zındık komiteler, bir döndüncü plân - ki zaif ve en son uygulanacak bir şey ididüşündüler. Şöyle ki:



1- Isparta teksir makinesini ve elde ettikleri Zülfikâr ve Asa-yı Musa kitaplarını..

2- Eskişehir'de resmen tab' edilen Gençlik Rehberi'ni..

1284

1528


3- Balıkesir civarında Tabancalı Hüseyin ve İmam İbrahim Ethem Talas'ın Risale-i Nur'u neşir faaliyetlerini..

4- Kütahya'da cesur bir vâizin sert konuşmaları ve evinde Üstad'a ait imzasız bir mektubun bulunmasını..

5- Ahmet Feyzi Efendi'nin yazdığı Maidet-ül Kur'an eserinin umumî neşir sahasına çıkarıldığı evhamını..

6- Kütahya'da Şeyh Said'in bir oğlunun bulunmasını, vâizin konuşmalarıyla münasebettar olduğunu ve bu münasebetin bir ucu da Üstad'a dayandığını yalan ve iftiralarla propaganda yapmaları...

Evet en son ve en zaif plânlarına bu altı maddeyi esas ve sebeb göstermişlerdi. Zamanın hükûmeti de, Üstad'ın hapsi için yine kesin karara varmıştı. Afyon'da aradıklan tipte bir savcı ve bir sorgu hâkimi de bulundurulmuştur ki; Mutlaka Üstad ve Nur talebeleri haklanda ağır bir mahkümiyet kararı alınsın diye..

İZAHLAR VE VESİKALAR

İzah ve vesikaların ibrazı için, azıcık geri dönerek,1947 yılındaki hadiselere bakmamız icap edecektir. Şöyle ki:

Üstte bahsi geçen üç planın uygulanması yanında, mevcut kanunlara göre suç niteliğini taşıyabilecek her türlü hallerin araştırılması ve bu arada Nur talebelerinin isimlerinin tesbit işi de yürütülmekte idi. Ma'hut üç çeşit plânlar tutmadığı takdirde, şu talî plân hazır olsun diye...

İşte, Afyon hapis hadisesinin başlangıç noktası içinde, önceki hapis hadiselerinde olduğu gibi, yine Isparta'dan başlandı.

Casus sivil polisler Isparta ve çevresini taradı. Eğridir'de Asa-yı Musa ve Zülfikâr kitabından yüz yetmiş kadarı zabıta eline geçti. Bilâhere Isparta'da da teksir makinesi bulundu ve zabıtaca el konuldu. Daha sonra Hüsrev Altınbaşak ve arkadaşları mahkemeye verildi. Tabiî bu hadiselerin her birisinde daima Üstad'a da sirayet ediyor, O da isticvab ediliyordu.

1285

Bir defasında Emirdağ'ında, Üstad'ın ifadesini almak üzere kaymakam, savcı vesaire yanına gelerek, sualli ve cevablı şekilde Üstad isticvab edilmişti. Üstad'ın kaleminden dinliyoruz:



"Bugün Isparta'dan gelen bir sual- cevabı tebliğ etmek için Kaymakam, Ceza hâkimi, Müdde-i umumî, Jandarma kumandanı ve bir yazıcı geldiler. İfadeden evvel tam iyi bir ders-i nuriyeyi teslimkârane dinlediler. Sonra Hüsrev'i sordular. Dedim: "O ne demişse doğru söylemiş..."

- O senin akraban mıdır, neyindir?”

1286

1529


Dedim: İlerde Türk milletinin medar-ı iftiharıdır. Yüz akrabam da olsa onunla değişmem.

- Sonra dediler: "Bu eserleri sen mi gönderdin?”

- Ben de, evet dedim. Mahkeme bana iade etti. Ben de ona gönderdim. Teksir makinesiyle çıkardıkları nüshalar masrafını çıkarmak için satılır. Ben de yüzelli banknot verdim, satın aldım.

“- Ne için bunları yazdın,neşrediyorsun?” dediler.

Dedim: Dahilde zaten yirmi senedir intişar ediyor. Belki İsveç, Norveç gibi Kur'an'ı kabul edenlere iki hüccet-i Kur'aniye olarak onlara göndermek, Hem iki milyon liralık Kur'an isteyen Hindistan'a istedikleri Kur'anlarla beraber göndermek için teksir edilmiş. Makine çokların evinde bulunuyor. Matbaa değil ki, izne ihtiyaç bulunsun. Mahkemenin bana iadesi bir izin hükmündedir. Onlar daha muhtasar yazdılar.(211)”

Hadise, bilâhere Isparta ve civarında zabıtaca el konulmuş kitaplar için, Ankara'ya bildirilmiş. Orada tedkiki yapılmış ve gelen iş'ar üzerine sahiplerine iade edilmişti.(212)

Daha sonra, Isparta'da Nurlar'ı teksir eden makineyle beraber Hüsrev Altınbaşak ve birkaç arkadaşı Isparta Sulh Ceza Mahkemesi'ne verildi. Mahkeme Nur talebelerine ancak bir ay ceza verebildi. Bu ceza da te'cil edildi. Sungur ağabey der ki: "Hüsrev, Tahirî ve Mustafa Gül birer ay yattılar." Hüsrev Altınbaşak bu kararı 12.19.1947'de temyiz etti(213)temyiz mahkemesinin bu kararı bozup bozmadığını bilmiyoruz.

Daha sonraları Afyon Valiliği, müsadere ettikleri bazı Zülfikar ve Asayı Musa mecmualarını, yeniden Ankara'ya Diyanet İşleri Riyaseti'ne tetkik için ve ayrıca da lç İşleri Bakanlığına gönderdi.

İç işleri Bakanlığı bu mecmualardan bir kısmı için toplatma kararını aldı. Karar, sonra Bakanlar kurulunca da onaylandı. Bu karar 11.12.1947 tarihli idi.

1287


Diyanet İşleri Riyaseti ise; Bakanlar Kurulu'nun mahkeme kararı olmadan verdikleri kararına rağmen, Risale-i Nur kitapları hakkında 16,12.1947'de müsbet bir rapor verdi.(214)

Bakanlar Kurulu'nun Nurlar hakkında toplatma kararını verdiği aynı günde, Afyon valisi ve Emniyet Müdürünün emriyle, Üstad'ın evi Emirdağ'ında aranmıştı. Bunlar elbette bir tesadüf değildi.

(211)Elyazma Emirdağ-1 S: 422

(212)Büyük boy Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 282

(213)Emirdağ-1 -Zübeyr- S: 19

(214) Hadiseler dosyası yırtık cild, S: 219

1288

1530


Bu hadiseden önce de, Kütahya'da cesur bir vaizin serbest konuşmaları üzerine evinde yapılan taharride, Üstad'ın imzasız bir mektubu bulunmakla, güya orada bulunan Şeyh Said'in oğlu ile (215) hadise münasebettardır diye dört taraftan hükûmet adamları ve polis harekete geçmiş oldu.

Bundan bir müddet sonra da, Balıkesir'de İbrahim Edhem Hoca ile, Hüseyin Tabancalı ismindeki Nur talebeleri tevkif edilmişlerdi. Tevkiflerinin sebebi de yanlarında bulunan ve kimin olduğu bilinmeyen dokunaklı bir kitap idi. Bu zatlardan alınan kitaplar, Balıkesir Müftülüğü'ne tetkike gönderildi. Balıkesir Müftüsü ise, bu kitapları tetkik ettikten sonra, 28.1.1948'de gayet güzel müsbet bir rapor verdi(216)

Fakat Balıkesir Müftülüğü'nün raporu tanzim edildiği zaman, Nur talebeleri Afyon hapsine toplattırılmaya başlanmıştı. Hazret-i Üstad da beş gün olmuştu, Afyon hapsine geleli.

AFYON HAPİS HADİSESİ ÖNCESİNE AİT BAZI HATIRALAR

Bu fasla, evvela Üstad Hazretleri ve Nur talebeleri hakkında gizli ve sinsi şekilde çevrilen dolapların fiilî bir numunesi olarak, Emirdağ'ına hususi surette talimatnameler gereğince iftira ve fesad çıkarmakla vazifelendirilmiş olarak gönderilen bazı polis hafiyelerinin hatıralarından başlamak istiyoruz. İşte o polis hafiyeleri içinde o sıra Emirdağ'ına gönderilmiş vicdanlı birisi olan Emekli Komiser, Kırşehirli Abdurrahman Akgül'ü dinliyoruz: (Mealen ve bölüm bölüm kaydedeceğiz)


Yüklə 4,31 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   112




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin