razı olsun, bizi öyle bir âlimin yanına götürdün ki, bizim bildiklerimizi
bizden daha iyi biliyor. Bizim bilmediğimiz çok şey var ki, o biliyor, biz
bilmiyoruz. Fakat bizim bildiklerimizi sahih olarak, bizim branşımızdan
daha iyi biliyor.(155)" dedi.
Başsavcı Musluhiddin Sönmez anlatmış:
(1943-944 yıllarında Hazret-i Üstad'ın Denizli Mahkemesinde fahri
avukatlığını yapan Avukat Ziya Sönmez Beyin oğlu olan bu zat, gerçekten
değerli, imanlı bir hukuk adamıdır. Urfa'da da başsavcılık yapmıştır.)
2295
2296
"1952'de Akşehir Palas otelinde Üstad'la müteaddit defalar görüştüm.
Bana ilk olarak şunları anlatmıştı:
"Bana eskiden Said-i Kürdî derlerdi. Ben Kürtçü değilim, İslâmcı bir kimse
kavmiyetçi olamaz.Türk-Kürt ayrılığı yok. İslâmlık hepsini birleştirmiştir.
Ben nasıl Kürtçü olabilirim; ben Kur'anda Türklere dair işaret bulunduğunu
tefsirimde zikretmişim." dedi.
(155) Aynı eser S:54
2296
2297
2118
Ayrıca kendi eserlerine temas ederek: "Risale-i Nurlar miri malıdır. Herkes
ondan istifade edebilir" dedi.(156)”
Emekli pilot astsubay Burdur'lu Ali Demirel demiş:
"1957'de Üstad'ı Eskişehir'de ziyaret ettim. Yanımızda Hafız Abdullah
Toprak vardı. Ona Üstad: "Kardeşim Hafız Abdullah, ben tek başıma
kaldım. Eğer benim gibi altı-yedi kişi daha olsaydı, bu memleket bu hale
gelmezdi.” dedi.(157)"
Mehmet Fırıncı anlatmış:
"Bir gün milliyetçi gençlerden eczacı Said Mutlu 1953'de Üstad'ın
Çarşamba'daki evinde onu ziyaret etmiş, herhalde bu genç bazı uygunsuz
sualler sormuş olacak ki; Üstad hiddetliydi... Sonra bana hitap ederek:
"Kardeşim Muhammed, sen hakem ol! Ben diyorum ki: Risale-i Nurun
neşri ve medrese tarzı hizmetlerinin devam ve inkişafi lâzım.. Bunlar ise
başka şeyler, başka hizmetler düşüncesinde...”
Ben mes'elenin ve Üstad'ın hiddetinin sebebini anlıyarak: "Üstad'ım, bizim
vazifemiz Risale-i Nurun neşri ve medreselerin devamıdır" deyince Üstad
yüksek bir sesle: "Tamam!..” dedi.
Meğer Said Mutlu, bizim Risale-i Nur talebelerinin hizmet tarzını pasif
telâkki etmiş ve orada bazı konuşmalar cereyan etmişti...(158)”
Mersin'li emekli astsubay Ahmet Özyazar nakletmiş:
"Eskişehir'li Hafız Abdullah Toprak'ın evini polisler aramışlar, bir şey
bulamadan gitmişler. Yine gelir arayabilirler diye Hafız Abdullah bazı
Risaleleri yakıvermiş.. Sonra geldi, durumu Üstad’a söyledi. Üstad onu
teselli etti. Fakat böyle bir ders de yaptı: "Kur'an hakkı için söyle kardeşim,
sana deseler: "Saidi terket, sana istediğini vereceğim.. terketmezsen, sana
en ağır işkenceleri yapacağız. Hangisini yaparsın?" dedi.
Ben "Risale-i Nuru tercih ederim efendim" dedim. Bunun üzerine Hazret-i
Üstad iki dizi üzerine gelerek:
"Ben de bunlar için ahiretimi terkederim" dedi..(159)”
2297
2298
Nevşehir'li emekli astsubay Hasan Okur anlatmış:
"Üstadı 1959'da Isparta da, mühendis Kemal Oral'la birlikte ziyaret
etmiştik. Sungur Ağabey beni Üstad'a takdim ederek: "Efendim, bu
kardeşimiz ve arkadaşları Nevşehir'de dershane-i Nuriye açmışlar" der
demez, Hazret-i Üstad tebessüm ederek çok sevindi ve "Ben bir hiçim"
diyerek bütün nazarları Risale-i Nura ve hizmetine çevirmeye çalışmıştı.
(156) Aynı eser S:179
(157) Son Şahitler-3 S:217
(158)Aynı eser S:235
2298
2299
2119
Sonra bir elini omuzuma, diğer elini mühendis Kemal Oral'ın yüzüne
koyarak: "Günde en az bir sahife Risale-i Nur okumak suretile âlem-i
İslâm'da hasıl olan şirket-i maneviye sevabına dahil olmalı!..demişlerdi.(160)”
EHL-İ İMAN İLE,HUSUSAN ULEMA VE MEŞAYİH
İLE UHUVVET MUAMELELERİ
Bu kısmın hadiseleri saymakla bitmez. Üstad'ın aziz hayatı harika tevazu'
ve mahviyet içinde ehl-i iman ile, hususan ehl-i ilim ile uhuvvet
münasebetleri ve samimî ittifak muameleleriyle doludur. Lahika
mektuplarındaki bütün düsturlar, ikaz ve irşadlar bu meseleyi gayet açık
göstermektedir. Buradaki bir kaç hatırada yer alacak rivayetler, dağdan bir
zerre mesabesindedir. İşte şuhuda dayanan ve bizzat müşahede edilen bu
kısmın rivayet hadiselerinin bir kaç tanesi şöyledir:
Bayram Yüksel anlattı:
"Biz Üstad'ımıza: "Üstad'ım filan kes böyle söyledi" dediğimizde, "Siz
yanlış anlamışsınız.. O benim dostumdur.O Risale-i Nura dosttur.O öyle
söylemez. Sen benim kardeşlerimle aramı açacaksın.” derdi.
Bazı yerlerden "Falan hoca Risale-i Nurun aleyhindedir veya Üstad'ımızın
aleyhindedir" diye mektuplar gelirdi. Bazen gelir şahsen de söylerlerdi.
Üstadımız ise: "O zat, ehl-i ilimdir. Bize dosttur" der söyliyeni sustururdu.
Hatta Konya'dan Nur talebesi iki grup ayrı ayrı gelmişlerdi. Bir grup diğer
grubu üstad'a şikayet etti. "Tedbirli hareket etmiyorlar, camide ders
yapıyorlar" diye...
Diğer grub da bunları şikâyet etti. Üstad'ımız onlara demişti ki: "Sizin
hizmetiniıe ihtiyaç yoktur. Aranızdaki tesanüde ihtiyaç vardır.(161)”
Doktor Tahir Barçın anlatmış:
"Bir defa Mustafa Acet, (Emirdağ'da Üstad'ın bir iki yıl bazı hizmetlerinde
bulundu. Sonra Diyanet Riyasetinde hattatlık yaptı) Emirdağ'ın Pilebyeli
köyünün yaşlı hocası olan Hüseyin Efendi ile münakaşa etmişti. Sonra bu
münakaşayı Üstad'a anlatınca; Üstad çok kızdı ve "Sen benim kardeşimle
aramızı mı açacaksın? O benim kardeşimdir" diye Mustafa Acet'i tekdir
etmiş ve kulunç değneğiyle onu dövmüştü. Üstad gıybeti kat'iyen sevmez
ve yaptırmazdı.(162)”
2299
2300
(160) Son Şahitler-1 S: 89
(161) Son Şahitler-1 5: 442
(162) Son Şahitler-2 S: 132
2300
2301
2120
Emekli başçavuş pilot Ali Demirel anlatmış:
"Üstad'ı Emirdağ'da ilk ziyaretimde şöyle dediğini duydum: "Kardeşlerim,
ben önce Risale-i Nur talebelerine, sonra muttalibcilere (Eskişehir'li Hilmî
Efendinin talebeleri) Sonra da tayyarecilere dua ediyorum...(163)"
Yine Bayram Yüksel Ağabey anlatıyor:
"Bir gün Ayazma'da Üstadımız arabanın içinde Cevşen okuyordu. Bizler de
etrafında ayrı ayrı yerlerde bir şeyler okuyorduk. O anda bir serhoş:
"Hocam, hocam! Beni affet, bana dua et!” diye bağırarak Üstad'ımıza
doğru geliyordu. Ben adamı bırakmadım, üzeri fena kokuyordu. Üstad'ımız
"Bırak gelsin!" dedi. Üstad'ın yanına beraber gittik. Üstad'ın ellerine sarıldı.
Yine: "Hocam beni affet, bana dua et!" dedi.
Hakikaten mübarek Üstad'ımız da dua etti: "Ya Rab, bu kardeşimizi
kurtar!" diyerek başını okşadı ve "İnşaallah kurtulursun!" dedi. Bir ayda
adamın eski halinden kurtulduğunu duyduk.O adam tenekecilik yapardı.
Başka bir serhoş hikâyesi
Yine Bayram Ağabey diyor:
"Bir gün Sidre'den Üstad'ımıza su getiriyordum. Akşam namazı olmuştu.O
saatte mutlaka kapımız kilitli bulunurdu. Kapıya geldiğimde kapımız açık,
kapı girişinde yetmiş seksen yaşlarında iki kadın oturuyor, bir serhoş da
merdivenlerden yukarı çıkıyordu. Yetişip serhoşu yakaladım. Serhoşla
münakaşamızdan Tahirî, Zübeyr ve Ceylan ağabeyler de geldiler..
Üstad'ımız odasında akşam namazını kılıyordu.O saatte bekliyen polisler de
yoktu. Kapıyı kimin, nasıl açtığına hepimiz hayret ettik.
İhtiyar kadınları dışarı çıkardık. Serhoşu da Üstad'a anlattık. Üstadımız da
taaccüb etti ve serhoşu kabul etti. Şefkatle dua etti ve "İnşaallah
kurtulursun!" dedi. Serhoş, merdivenlerden bağıra bağıra hem iniyor, hem
de "Baba beni kurtar. baba beni kurtar!" diyordu.
Bir zaman sonra, o serhoş adamın annesiyle teyzesini gördüğümüzde,
evlâdlarının kurtulduğunu söylediler. Bize ve Üstad'a dua
ediyorlardı....(164)”
2301
2302
Hazret-i Üstad'ın bir de ehl-i imanın çocuklarıyla,gençleriyle, yaşlılarıyla,
hülâsa her tabaka ve sınıf insanlarıyla muameleleri, gösterilen misallerdeki
hadiseler tarzındadır. Bunların binlerce şahidleri. râvileri vardır. Fakat
uzatmamak için kısa kesiyoruz.
(163) Son Şahitler-2 S: 218
(164) Son Şahitler-15:401
2302
2303
2121
ALTINCI KISIM
HAZRET İ ÜSTAD VE CUMA' NAMAZI:
Cuma namazı meselesi, Hazret-i Üstad'ın hayatında olduğu gibi, bilhassa
vefatından bir müddet sonra, yeniden gündeme getirilerek bazı çevrelerce
çok dedikodulara mevzu olduğu ve hatta Türkiye için, "Darül Harb mi,
değil mi?" diye ehliyetsiz inatçı ve tarafgir bazı kimseler tarafından bir çeşit
siyasî münakaşalara medar yapıldığı ve bu yüzden bazı hadiseler vuku'
bulduğu için, kitabımızın bu faslına bu meseleyi küçük bir zeyil yaptık.
Bu mevzudaki fıkhî hükümlere yani, mezhepler ve müctehidler, imamlar
arasında ihtilaflı olan mevzua girmeden, sadece Hazret-i Üstadın vârid olan
söz ve beyanlarına ve nakledilen hareket tarzına dair bazı rivayetler
nakledeceğiz. Zira Hazret-i Üstad Şafüyül-mezheb olduğundan,
Hanefilerin çoğunlukla bulunduğu bölgelerde ona cuma namazı farziyetten
sakıt olduğu halde,. lâkin buna rağmen, Üstad'ın hareket tarzının ne olduğu
şu nakledeceğimiz rivayetlerle görülecektir.
Rivayetlere geçmeden önce, şunu hemen kat'iyetle belirtelim ki; Hazret-i
Üstad'ın, cuma namazının farziyeti hakkındaki kanaatı ise; Onun bütün
yakın talebe ve hizmetkârlarının itiraf ve şehadetleriyle; cuma namazının
bazı mühim şartlarının eksik olduğu ve tam sağlam olarak onun farziyeti
müsellem olmadığı cihetindedir.Ama Darülharp mevzuunda ise, Üstadın
görüş ve hükmü, o yönde olmadığı tarzdadır.
Böylece, çoğu zaman kendileri bizzat, şayet kendisi gitmese de yanındaki
talebe ve hizmetkârlarını cemaatlerin büyük hayır ve sevablarına nail
olmak, İslam'dan gelen emirleri imtisal etmek için camilere gönderdiğidir.
Demek ki, cumanın şartlarından eksiklikler olsa da, farziyeti müsellem
elmamış olsa dahi, ona iştirâk etmenin en azından bir cemaat sevabını
kazanma keyfiyeti vardır. İştirâk edenlerin âsi ve günahkâr olmak ve haşa
haram işlemek şöyle dursun, tam aksine büyük cemaat sevablarına
nâiliyetleri söz konusudur.Ve iddiaedildiği gibi abdessiz namaz kılmak
Tarzında olan bir keyfiyet mevzu-u bahsi değildir.
İşte mevzuumuz olan ki; Üstadın ziyaretleriyle müşerref olmuş veya hususî
hizmetinde bulunmuş bazı zatların muşahedye dayana bir kaç rivayetlerini
naklediyoruz:
Birincisi: Üstad'ın uzun seneler hizmetkârlığını yapmış Emirdağ'lı
Muhterem Bayram Yüksel diyor ki:
2303
2304
"Üstadımız Emirdağ'a ilk geldiğinde (Yani 1944 sıralarında) hem cumaya,
hem de vakit namazlarına devam ediyordu. Sonra yeni gelen bir kayma
2304
2305
2122
kam Üstad'ı hem vakit namazından, hem de cumaya gitmekten men'
etmişti.(165)”
1953'te Isparta'ya gittiklerinde, her hafta cuma günleri Ulucamiye namaz
kılmaya Üstad'ımızla beraber giderdik. Hatta benim üzerimde Kore elbisesi
vardı, bir sene kadar giymiştim. Emniyet müdürü " Bunun müddeti
geçti " derdi.
Üstad'ımız ise çıkarttırmazdı. Eskiyinceye kadar çıkarttırmadı.
Üstad beni camiye öylece asker elbisesiyle götürürdü. Ulu cami' -Üstad'ın
oraya cumaya gelmesiyle- çok kalabalık olmaya başlamıştı. Emniyet
Müdürü Ceylan Ağabeyle beni çağırmıştı: "Hoca Efendiden rica ediyorum,
çok kalabalık oluyor, biz burada telâş ediyoruz" dedi. Biz de aynen
Üstad'ımıza arzettik. Üstad: "Ben zaten Hanefi mezhebini takliden cuma
namazını kılıyorum. Çünki bizim Şafiî mezhebinde imamın arkasında kırk
kişi fatiha okuması gerekir" dedi.
Barla'da da ekser vakitlerde hem vakit namazına, hem cumaya iştirak
ediyordu.(166)”
İkincisi: İstanbul'da Risale-i Nur hizmetinde emeği sebkat etmiş Rize'li
M.Emin Birinci der ki:
"1952'de Üstad'ı İstanbul'da ilk ziyaretimden kaç gün sonra idi bilmiyorum,
bir gün dediler ki: "Yarınki cuma namazını Üstad Fatih camiinde
kılacak.”Namaz vakti camiye gittim. Tanıdığım bir kaç arkadaş da orada
idiler. Osman Köroğlu ismindeki bir arkadaş, hemen orada bulduğu seyyar
bir fotoğrafçıya tenbihliyerek; Üstad Hazretleri cami'den çıkarken
fotoğrafını çekmesini söylemişti.
Hazret-i Üstad, Ezan okunurken camiye geldi. Namazı müezzinin
mahfelinde kıldı. Namazdan sonra, Nur talebeleriyle birlikte dışarı çıktılar.
Bizim beş metre kadar önümüzde gidiyordu. Tam Fâtih türbesine girilen
kapının önüne gelince. Kabristana yarım dönük vaziyette ellerini açıp fatiha
veya dua okumaya başladığı zaman, fotoğrafçı bir kaç resim çekti. Hazret-i
Üstad da ses çıkarmadı...(167)”
Yine Mehmet Emin Birinci'den rivayet:
"Bir gün Üstad Hazretlerinin, Akşehir Palas otelinin karşısındaki küçük
cami'de namazını kılacağını Abdulmuhsin Alev'den duydum, oraya gittim.
Üstad yine müezzin mahfelinde namaz kılıyordu. Namaza duracağı sırada
çoraplarını çıkarttı. Dikkat ettim, her selâmdan sonra dişlerini
2305
2306
misvaklıyordu. Namaz tesbihatından sonra, herkes ellerini duaya açmıştı.
Üstad Hazretleri tesbihatı yetiştiremediği için bir elini duaya açmış, öbür
eliyle tesbihatını çekiyordu...(168)”
(165) Hazret-i Üstad'ın 1944-1948 arası Emirdağ'ında kaymakamın emriyle
camiden men edilişi hadisesi hakkındaki geniş malumat, bu kitabın ilgili
bölümündedir.A.B.
(166) Son Şahitler.1-S 394
(167) Aynı eser S: 254
(168) Son Şahitler-2 S: 252
2306
2307
2123
Üçüncüsü: Uzun zaman Nur-u Osmaniye Camiinde imamlık yapmış
ENVER CEYLAN Hoca demiştir:
"1952'de Üstad'ı ilk ziyaretimden bir kaç gün sonra, talebeleriyle birlikte
vazifeli bulunduğum Şişli camiinde namaza gelmişlerdi. Sirkeci civarındaki
kalabalıktan, halkın tehaccümünden kaçtığını, sâkin bir cami olduğu için
bizim camiye geldiğini bize söylediler. Üstad'ın namaz kılışına dikkat ettim;
namazı yavaş yavaş kılmıyordu. Keskin hareketlerle kılıyordu. Çevik, tam
bir delikanlı gibi kılıyordu...(169)"
Dördüncüsü: İstanbul'da Risale-i Nurun neşriyat işinde büyük emeği sebkat
etmiş Bursa-İnegöl kazasından Mehmet Fırıncı adıyla maruf Mehmet Nuri
Güleç der ki:
"1952'de bir cuma günüydü. Hazret-i Üstad'ın yanına otele gittim. Hiç
kimse yoktu. Kapısını vurdum. Üstad beni görünce: "Çok iyi oldu
geldin..." dedi ve "Seninle cumaya gidelim." dedi. Biz Üstad'la tam
çıkarken, Salih Özcan'la Osman Köroğlu geldiler. Üstad odasının
anahtarını bana vererek: "Sen burada nöbetçi kal" dedi. Onlar cumaya
gittiler, geldiler...(170)”
Yine Mehmet Fırıncı anlatıyor:
"1953'de Üstad Marmara Palas otelinde iken, bir cuma günü cuma
namazına yakın bir saatte Üstad'ın oteline gittim. Üstad'ı görürüm diye...
Otele gittiğimde, Üstad'ın otelden ayrıldığını otel hademesi söyledi....(171)”
Yine Mehmet Fırıncı'dan:
"1953 yaz günleri idi, bir cuma günü Üstad'a gittim. Fakat çıkmış, nereye
gittiğini öğrenemedim. Ben de Beyazid Camiine gittim. Namazdan sonra
baktım; Üstad Hazretleri yanında Muhsin Alev ve bizim birader olduğu
halde camiden birlikte çıktılar...(172)”
Beşincisi:Hz.Üstada Emirdağda mihmandarlık yapmış“Çalışkanlar”
ailesinden Hasan Çalışkan derki:
“Üstad Bediüzzamanla, Emirdağ çarşı Camiinde aynı safta sayısız defalar
Cuma namazı kıldık (Son Şahitler-4,sh.75)
(169) Son Şahitler-2 S: 190
(170) Son Şahitler-3 S: 213
2307
2308
(171) Aynı eser S:118
(172) Son Şahitler-2 S: 236
2308
2309
2124
Altıncısı: 1950 lerden beri Risale-i Nur dairesinde hizmet etmiş ve bu yolda
hapisler ve çileler çekmiş, Maraşlı Mustafa Ramazanoğlu derki;
“1952de Üstadı,İstanbul Fatih Camiinde namaz kılarken gördüm.
(S.Şahitler-4,sh.224)
Yedincisi:Kastomonu-Devrekâni’li Ahmet Kureyşî derki:
“ 1952de Üstad İstanblun Fatih semtindeki Reşadiye otelinde kalmakta
iken, bir Cuma günü ziyaretine gitmiştim.Beraberce Fatih Camiine Cuma
namazına gittik.(S.Şahitler-5,sh.125)
Sekizincisi: Antalyalı Recep Onaz derki:” Üstadı ziyaretlerimin birisinde
Perşembe günü idi. Ertesi günü Isparta Ulu Camiinde Cuma namazını
kılmaya gittim.Baktım Üstad hz. leri Camiin ön saflarındadır.(S.Şahitler
4,sh.322)
Dokuzuncusu: Ahmet Hikmet Tezcan isminde bir Nur talebesi der ki:
“ 1952 de Üstad İstanbul-Fatih semtindeki Reşadiye otelinde kaldığı
sıralarda bir Cuma günü ziyaretine gitmiştim. Sonra beraberce Fatih
Camiine Cuma namazına gittik.(S.Şahitler-4,sh.367)
Onuncusu: Ispartalı Avni İlhan (İstanbul İlâhiyat-Mezhepler tarihi öğretim
üyesi) demişki:
“Ben Isparta İmam-Hatip mektebinde okurken, Üstad Bediüzzamanı bir
Cuma namazına geldiğinde görmüştüm.(Son Şahitler-5,sh.149)”
2309
2310
2125
S O N G Ü N L E R
VEDA'LAR VE RIHLET
Sevgili aziz Üstad'ın son günleri idi artık... 11 Ocak 1960 günü Ankara'ya
girmek ve o evhamlı korkulara kapılmış olan DP hükûmetini son kez
olarak ikaz etmek ve dolayısıyla hissetmekte olduğu kendileri için
gelmekte büyük bir felaketi önlemek üzere Ankara'ya gittiğinde; hükûmetin
resmi tebliği hem radyoda hem de yazılı olarak kendisine iletilmişti. CHP
lideri İsmet İnönü de bu tarihten bir hafta önce, yani 4 Ocak 1960 günü
"DP Said-i Nursi'yi seçim kampanyası için görevlendirmiştir." diye beyanat
vermişti. DP iktidarı, İnönü'nün benzeri tehditlerine tamamen yenilmiş,
maneviyatını yitirmiş duruma gelmişçesine, tirtir titremekteydi. Bu yüzden
DP hükûmetinin hiç bir hak, kanun ve selâhiyete dayanmıyan kararıyla;
Hazret-i Üstad'ın Emirdağ'da kalmasını, yani eskisi gibi bir çeşit iskâna
tabi’ tutulmasını tavsiye ediyordu.
Hazret-i Üstad ise bu tarihten itibaren, ömrünün kalmış olan son altmış
dokuz günlerinde adeta herkesle vedalaşıyor bir haldedir. Her gördüğüne,
ziyaretine gelenlere ölümünden, vasiyetnamelerinden, kabrinin
durumundan bahsediyordu.
Zehirlerin tesiriyle Hazret-i Üstad çok hastadır artık... Seyahate, temiz
hava almaya ihtiyacı çoktur. Aynı zamanda DP'liler aleyhine hazırlanmakta
olan dehşetli planı da hissetmiş, adeta ürpermektedir.
1959'un aralık ayından itibaren bir ay içinde İstanbul, Ankara, Konya ve
Isparta arasında bir kaç defa seyahatler yapmıştı. Bu seyahatların maddi
sebebleri olarak, buralardan yapılan ısrarlı davetler idi. Amma gerçek ve
manevî sebebleri ise, DP'lileri ikaz için idi. Birkaç gün içinde Hazret-i
Üstad üç defa üst-üste Ankara'ya uğramıştı. Elbette Üstad'ın bu vaziyeti
sadece bir davete icabete bağlanamazdı. Evet Hazret-i Üstad DP'lilere
acıyor, onları kurtarmak istiyordu. Hükûmetin ileri gelenleriyle görüşmek
ve ikaz etmek ve hatta gelmekte olan büyük felaketi iş'ar etmek istiyordu.
Fakat DP hükûmeti uyanamadı, ikaz edilemedi gafletlerinden... Bilakis
gittikçe İnönü'ye karşı zaaf içine giriyordu. Oysa ki, merhametsiz düşmana
karşı zaaf göstermekle, onun merhametini değil, merhametsizce
parçalanmalarına kuvvet veriyordu. Bu evhamın, bu zaafiyet ve gevşekliğin
neticesidir ki, onları kurtarmak için çırpınan ve çabalayan Bediüzzaman
Hazretlerini 11 Ocak 960 günü Ankara'ya gelmesine hükûmet ve iktidar
olarak mani' oldular. Mani olmakla kalmadılar. Geri dönmesini ve yalnız
2310
2311
Emirdağ'da kalmasını tavsiye ettiler. Amma ne yazık ki, bu gaflet, bu
zaafiyet, bu acz ve bu evham DP'lilerin başlarını yedi. Her ne ise...
2311
2312
2126
Hazret-i Üstad, 11 Ocak 1960'da hükümetin resmi tebliği ile Emirdağ'da
iskân edilmesine dair olan muamelesinden sonra, bir iki defa Isparta
Emirdağ arasındaki seyahatleri hariç, artık hiç bir yere gitmedi. "Zarara
rızasıyla girene merhamet edilmez" kaidesiyle, hem de maddî başka çare
kalmadığı için, artık o da DP'den yüz çevirdi denilebilir.
HÜSNÜ AĞABEY’İN HATIRASI
Hz. Üstadın hizmetkârlarından ve 1959 dan sonra arabasının şöförlüğünü
yapan Muhterem Hüsnü Bayramoğlu’nun bir hatırasını burada
Kaydetmenin yeri geldi.1995 Nisanında Yazarak bana gönderdiği hatırası
şöyledir:
“Üstadımız hazretlerinin vefatından takriben üç dört ay evveldi; arabamızla
uzun seferlere de gittiğimiz için,umumi bir bakım istiyordu.Antalya da
servisine merhum Ceylan Abi bir kaç sefer getirmişti ,yine aynı ihtiyacın
olduğu kanaatini Zübeyir Abi:“Antalya’ya arabayı getirip bakım yaptıralım
kardeşim” diyordu. Hem Üstadımızın devamlı hususî hizmetinde, hem de
arabayı kullandığım için ve Üstadımızın hizmeti dolayısı ile de araba için bir
iki gün de olsa ayrılmak ve Üstadımızdan bakım için izin almak
istemiyordum. Bir gün merhum Zübeyir abi, Üstadımıza durumu anlattı,
Üstadımız da bana:“hemen arabanın bakımını Antalya da yaptır,git gel!”
dedi.Ben de gittim.Araba hakikaten bakıma ihtiyacı var,alakadar
olamıyordum. Servise getirdim, hemen o gün bakıma aldılar. İki gün de
veririz dediler. O gece kaldığım yere Zübeyir abi telefon ediyor,
bana:“kardeşim Üstadımız seni çabuk gelsin, hemen hareket etsin”diyor
dedi.Ben de servise gittim,rica ettim, alelusul geçici bir bakım ile arbayı
toparlayıp bana hemen verdiler.Ben de yola çıktım. Yolda gelirken bir iki
defa arızalandı,geçenlerin yardımı ile, tamiri ile gece geldim.Arabaya gidip
gelmemizde pek bakım olmadı desek doğrudur. Şunuda burada ilâve
edeyimki, Üstadımız Hazretleri arabada iken,hiç bir zaman ne yolda kaldık,
nede arıza yaptı.
Hemen geldiğimde Üstadımız hazretlerinin yanına girdim.“Hüsnü
geldinmi” dedi. Ben de geldim Üstadım dedim.İkmiz idik, bana dediki:
“seni aniden hemen gelmeni istedim.. Bir rüya gördüm,Allah hayır
etsin”dedi.. ve bana da:“sende Allah hayır etsin”de! dedi. Sonra dedi
ki;“seninle ikmiz bir uzun sefere yolculuğa çıkmışız gidiyoruz. Uzun
müddet gittik.Gidiyoruz, gidiyoruz, ben orada kalıyorum.. Keçeli beni
fazla konuşturma, bu kadar yeter”dedi ve başıma eliyle okşar gibi
2312
2313
dokundu. Ben de dinledim, hiç bir şey demedim. Üstadım Allah hayır etsin
dedim.”
Hüsnü”
2313
2314
2127
SADEDE DÖNÜYORUZ
11 Ocak 1960 tarihinde Ankara'ya gitmesini men'eden hükûmet kararı
üzerine Üstad Emirdağ'a gelmiş, sekiz dokuz gün burada beklemişti. Bu
arada hükûmetten, ara sıra Isparta'ya da gidebilme iznini taleb etmişti. Her
halde, hükûmet de gayr-ı resmi şekilde buna muvafakat etmiş olacak ki;
Hazret-i Üstad 20 Ocak 1960 günü geceleyin Emirdağ'dan Isparta'ya
gitmişti. Buradaki evinde Hazret-i Üstad tam elli beş gün hiç bir yere
gitmeden kaldı.O senenin Ramazan-ı Şerifi 26 Şubat'ta başlamıştı. Üstad
Ramazan-ı Şerifin onbeşine kadar (yani Mart 13'e kadar) gayet iyi idi.
Teravih namazlarını talebeleriyle birlikte cemaatla kılabiliyordu. Fakat
Ramazanın on beşinden sonra, Hazret-i Üstad hastalandı. Hastalığı gttikçe
de şiddetleniyordu. Nihayet Hazret-i Üstad, Ramazanın on dokuzuncu
Dostları ilə paylaş: |