Üstad: "İyi bir mercimek çorbası olsa!..” dedi.
Ben hemen eve haber ettim. Güzel Urfa yağından iyi bir mercimek çorbası
yaptırıp getirdim. Kaba koyup odasına götürdüm. Bir kaşık batırdım, alıp
kendisine gösterdim. Bana dik baktı. Ben, şüphelendi zannettim. Çorbayı
iyice karıştırarak bir iki kaşık ben yedim. Bunu görünce, Üstad ağzını açtı.
Ben de kendi elimle iki üç kaşık ağzına bıraktım. Biraz da boynundaki
mendile dökülmüştü.
KOMİSER ABDÜLHAMiD BELLİ'NİN HATIRASI
O sıra Urfa'da başkomiser muavinliği yapan, Urfa'lı meşhur Aziz Hafız
Efendi'nin oğlu, şimdi emekli başkomiser Abdülhamid Hafız (Belli) bize
Dergâh Camii İmamı Sabri Yazar Hoca'nın hücresinde,15.10.1987
gününde Urfalı meşhur Halil Hafız'ın da hazır bulunduğu bir cemaatte
ağlıyarak Üstad hakkındaki hatırasını şöyle anlattı:
2347
2348
"...Bediüzzaman Hazretleri Urfa'ya geldiği gün, ben de İpek Palas Oteli
yanından geçiyordum. Arabadan çok yaşlı, cübbeli-sarıklı bir zatı çıkararak
otelin üst katına çıkardılar. Ben Üstad’ın ismini ve mücahedelerini babam
2348
2349
2150
dan duymuştum. Kendi kendime: "Olsa olsa bu zat Said-i Nursi'dir" dedim.
Sonra sordum, öyle de çıktı.
Ben komiser muavini olduğum için, durumu emniyete bildirmek
mecburiyetinde idim. Emniyet müdürlüğüne telefon açtım. Müdür Talib
Albayrak çıktı, durumu anlattım. Müdür, öyle ise dedi, seni oraya nöbetçi
bırakıyorum. Hiç bir yere ayrılmıyacaksın. Ben otelde beklemeye başladım.
Emniyet de durumu hemen Ankara'ya bildirmişler. İçişleri Bakanı Namık
Gedik ve emniyet genel müdürü, Urfa emniyet müdürüne emir vermişler:
“Hemen derhal Urfa’dan geri gönderin" diye...
Emniyet müdürü telefonla beni otelden aradı. Hemen derhal Said-i Nursi'yi
geri gönder. Ankara'dan emir böyle geldi dedi.
Ben, efendim: "Bu iş o kadar kolay değil. Hem ben sivil olarak
bulunuyorum. Başkomiser gelsin, beraber kendisine gider, söyleriz.”dedim.
Emniyet müdürü: "Öyle ya!.." dedi ve "Ben şimdi Başkomiseri
gönderiyorum.”
Başkomiser geldi. Beraberce Üstad'ın odasına çıktık. Talebeleri bizi içeri
aldılar. Ben o zatı görür görmez, resmi polis olduğum halde kendimi
zabtedemedim, hemen ellerine sarıldım öptüm. Başkomiser hayretle bana
bakıyordu.
Biz Üstad'a Ankara'dan gelen emri tebliğ ettik. Bize: "Benim halimi
görüyorsunuz.. Ateşim kırk dereceye yakındır. Çok hastayım. Biz her
yerde zabıta ile kardeşiz. Hiç onlara müşkilât çıkaracak bir durumumuz
olmadı. Hastalığım iyi olsun, istediğiniz yere giderim. Amma bununla
beraber belki de buranın toprağı bizi buraya celbetmiş olabilir" dedi.
Ben Üstad'dan bu sözü duyunca, başkomisere: "Haydi çıkalım!" dedim.
Odadan dışarı çıktık, kendisine dedim ki: "Artık bu zatı hiç kimse buradan
gönderemez. Biz bizi hiç yormuyalım. İşitmediniz mi, o bir işaret verdi.
"Belki buranın toprağı bizi celbetmiş olabilir" dedi. Eğer öyle olursa, hiç
kimse onu buradan gönderemez!" dedim.
Başkomiser hayretle yüzüme bakmaya başladı. "Peki ne olacak?" dedi.
Dedim: "Sen hiç telâşlanma, şimdi Allah bir sebeb halkeder, bizi de
mes'uliyetten kurtarır!" sözünü henüz bitirmemişken; bir baktık, Urfa
Demokrat Parti başkanı Mehmet Hatipoğlu ve arkadaşları otelin
merdivenlerinden yukarı çıkıyorlar. Geldiler, Üstad'la görüştüler. Biz de
kendisine durumu anlattık. Mehmet Hatipoğlu hiddetlendi: "Ben şimdi
kendim bizzat Namık Gedik'i telefonla arayacağım, hiç kimse onu buradan
gönderemez" dedi:'
2349
2350
2151
Ben Başkomisere: "Gördün mü işte!.. Allah sebeb halketti. Artık kendini
hiç yorma!" dedim. Çünki o zaman hükûmet de, her şey de parti idi. Parti
başkanı işe el koyduktan sonra, artık elimizden çıkmıştı.
Üstad'ı gerçekten de Urfa'dan kimse çıkaramadı ve işaret verdiği gibi
Urfa'da vefat etti.
Cenazesi defnedilirken; Urfa'lı Raf·î Hafız ve Urfa valisi Şerafeddin Bey
beni çağırdılar. Bir aşir okumamı söylediler. Benim sesim o zaman güzeldi.
Yasin suresinin başından başlıyarak
na kadar okudum. Çok da bağırmışım. Sonra 27 Mayıs ihtilâlinden
sonra, o aşri okuduğum için, beni emekliye sevkettiler...”
YİNE OTELCİ MAHMUD'UN ANLATTIKLARI
"Üstad'ın vefat edeceği gece, Mehmet Hatipoğlu akşam bana geldi. "Bu
gece olelde sen kalacaksın. Sana istediğin kadar da silahlı adam
göndereceğim. Ben de evde telefonun yanı başında yatacağım. Şayet
emniyet tarafından herhangi bir müdahale olursa, hemen bana telefon aç!"
demişti.
O gece de, gerçekten bir dedikodu dolaşmakta idi ki: "Üstadı geceleyin,
emniyet aniden baskın yapacak ve zorla Urfa'dan gönderecek"diye... Biz
hazırlıklı idik. Eğer hakikaten emniyetin öyle bir teşebbüsü olmuş olsa idi,
iş çok kötüye giderdi "
YİNE HİZMETKÂRLARININ İFADELERİNE DÖNÜYORUZ:
(BAYRAM AĞABEY DEDİ Kİ)
Üstad'ımız vefat edeceği gecenin akşamında buz istemişti. Fakat o zaman
buzdolapları yoktu. Buzu bulamamıştık. Sonra geç vakitlerde Urfa'lılar
biraz bulmuş, geceleyin getirmişlerdi. Fakat Üstad artık istememişti. "Çay
yapayım mı Üstad'ım" dedim. "Hayır istemez!" işaretini verdi. Harareti
acaib yükselmişti. Dudakları kuruyordu. Ben ıslak mendille siliyordum.
Adeta ateş içindeydi. Ben kaç kere üstünü örttümse de Üstad üstünden
atıyordu. Bir müddet böyle devam etti. Üstadımız ışıktan rahatsız olmasın
diye ampüle mendilimi sardım.
ABDULLAH YEĞİN AĞABEYİN SÖYLEDİKLERİ
"Üstad'ımız Urfa'ya geldikten vefatına kadar bir kaç defa bana: "Urfa' nın
hizmet-i imaniyesi çok büyüktür. Merak etmeyiniz, ben küfrün bel kemiğini
kırmışım. Bundan sonra bir şey yapamıyacaklardr" mealinde
buyurmuşlardı.” dedi.
2350
2351
2152
MEĞER VEFAT ETMİŞ
Üstad'ın hizmetkârı Bayram Yüksel Ağabey diyor:
"Ben Üstad'ımızın kollarını oğuyordum. Saat 2-2,5 sıraları idi. Üstad bir
ara elini boynuma atıp tuttu, sonra bıraktı. Boynumu bırakınca, ellerini
göğsüne koydu ve sâkinleşti. Ben "Üstad'ımız uyudu" diye pencereden
işaret verdim. Çok seviniyordum. Sobayı yaktım, Üstad'ın ayak ucu
tarafına geçtim. Yüzüne bir tülbend örterek Zübeyr ağabeyleri
bekliyordum. Üstad'ı uyuyor zannetmiştik. Meğer Üstad vefat etmiş...
Nasıl bileyim ki; başımdan hiç geçmemişti. Sahur vakti geçti. Ağabeyler de
geldiler: "Biz uyuya kalmışız kardeşim, kusura bakma!" dediler.
Ben de: "Hele siz gelin, ben de namazımı kılayım. Üstad'ımızı üşütmeyin,
uyuyor...” dedim ve çekildim, öbür odada sabah namazını kıldım. Cüz'ümü
okuyup, biraz yatayım derken, ağabeyler geldiler: "Yahu Bayram,
Üstad'dan hiç ses gelmiyor" dediler. Ben yine bir şey yok, Üstad uyudu...
Sakın üşütmeyin!" dedim, uzandım.
Biraz sonra tekrar geldiler: "Hele sen de bir gel bak, Üstaddan hiç ses
gelmiyor!" deyince, beraberce Üstad'ımızın odasına girdik. Zübeyr ağabey
baş ucunda, üçümüz de ayak tarafında Üstad'a dikkatle bakıyoruz, hiç ses
ve hareket yok.. Fakat vücudu sıcak... Bizi bir vesvese telâşı sardı. Zübeyr
ağabey: "Üstad da bazen böyle haller olur geçer" dediyse de, şüphemiz
gitmiyordu. Dördümüz de böyle halleri hiç görmemiştik.
1949'da Afyon hapsinde Üstad'ı zehirledikleri zaman, mübarek dili
siyahlaşmıştı. Biz "Üstad öldü veya ölüyor" diye ağlarken; Ahmet Feyzî
ağabey bize bağırarak: "Be budalalar, ne ağlıyorsunuz? Üstad'ın ömrü daha
çok uzun!" demişti. Biz o hadiseyi de hatırlayarak teselli bulmaya
çalışıyorduk.
VAİZ ÖMER EFENDİ GELİYOR
Elaziz'li vaiz Ömer efendi (Bilgin) Urfa'daydı. "Ona haber edelim, gelsin bir
baksın.” diye karar verdik. Ömer Efendi geldi. Üstad'ın yüzüne bakar
bakmaz: dedi ve Üstad vefat etmiş kardeşlerim?" dedi.
MAHMUT HASIRCI DİYOR Kİ
Ben sabah erkenden, Hocam kurra Mehmet Hafızi bir faytonla alıp, otele
Üstad'ın ziyaretine götürdüm. Mehmed Hafız Efendi Üstad'ın odasına
girdi. Üstad'a bir baktı, o da: "Yahu bu zat vefat etmiş, niye haber
etmediniz" dedi. Ben hocayı aldım, evine götürdüm.
2351
2352
2153
YİNE ÜSTAD'IN HİZMETKÂRLARI
Biz bütün bunlara rağmen yine hiç kimseye bir şey diyemiyorduk. Fakat
ağabeyler dışarı çıktılar. Isparta, Ankara, İstanbul, Emirdağ, Diyarbekir,
Elaziz vesair yerlere Üstad'ın vefat haberini telgrafla bildirdiler.
SABAHLEYİN YİNE ZİYARETLER
Sabahleyin, yani 23 Mart 1960, 25 Ramazan 1379 Çarşamba sabahı yine
halk ziyaret için otelin önüne toplanmaya başladı. Ben de pencereden
"Üstad uyuyor" işaretini verdim. Üstad'ımızın yüzüne bir tülbend
örtmüştük. Vefat haberini henüz kimseye söyleyemiyorduk.
OTELCİ GELDİ
Biz o telâşlı halde iken, otelci Mahmut Erbaş geldi. Odanın kapısından
başını uzatıp, şöyle bir bakınca. durumu anladı ve "Eyvah!..” diyerek,
dizlerine vurup feryad etmeye başladı ve dışarı çıktı.
Otelin kapısında otelci ile emniyet müdürü karşılaşmışlar. Müdür:
"Hayrola, ne bu telâş?..” demiş. Mahmut Efendi: "Ne olacak, Bediüzzaman
Hazretleri vefat etti" diye cevab vermiş. Böylece Üstad'ın vefat haberi
yayılmış oldu.
Bu haber üzerine; o günü yine Üstad'ı Urfa'dan göndermeye hazırlanmış
olan emniyet kuvvetleri, jandarma vesaire dağılıp gittiler.
DOKTOR BEN ŞÜPHELENİYORUM
Emniyet müdürü, hadiseyi tahkik için bir doktor gönderdi. Üstad'ımızı
muayene etti ve "Allah Allah, çok harareti var!.." dedi. "Bir ayna var mı?"
dedi. Ayna verdik. Üstad'ın nefesine tuttu. Nefes gelmediğini görünce:
"Evet, vefat etmiş. Başınız sağolsun. Fakat hiç ölüm haline benzemiyor.
Ben bu cenazenin hemen kalkmasını istemiyorum, biraz şüpheleniyorum"
dedi. Fakat doktor yine de ölüm raporunu yazdı ve emniyete bildirdi.
TEREKE HÂKİMİ GELDİ
Daha sonra tereke hâkimi geldi. Üstad'ımızın saat, cübbe, seccade sarık ve
cebindeki bir kaç kuruş bozuk para gibi eşyasını tesbit etti. Bilahare
Üstadın talebelerinin müracaatları üzerine, bu eşyanın hayatta olan kardeşi
Abdülmecid Efendi'ye teslim edilmesine dair karar yazdı.
Tereke hâkiminin gelmesi ve tuttuğu tutanak ve karar evrakı şöyledir:
Evvela emniyet müdürlüğünden savcılığa müracaat edilmiş, savcılık da
tereke hâkimine bildirmişti. Aynen şöyle:
2352
2353
2154
"TC. Urfa
C:Müdde-i Umumiliği
Sayı
2293 Urfa: 23.3.960
Çok aceledir
TEREKE HÂKİMLİĞİNE - URFA
21.3.1960 günü vilayetimize gelerek İpek Palas otelinin 20 nolu odasına
inen Said-i Nursi'nin 23.3.960 günü saat 10'da kendi eceliyle vefat ettiği
Urfa Emniyet Müdürlüğünün 23.3.960 tarih ve 1 sayılı yazısıyla
bildirilmiştir.
TİM.11O
Adı geçenin sahipsiz bulunması hasebiyle yedindeki eşyasının
hâkimliğinizce tesbit ve gereğinin ifası rica olunur.
C.Müdde-i Umumisi
Pertev Savaşçıoğlu"
Tereke hâkiminin otele gelerek Üstad'ın cenazesi başında tesbit ettiği eşya
ve aldığı kararı da şöyledir:
TC.
U R F A
TEREKE HÂKİMLİĞİ
Esas: 1960/1
Hakim: Özdemir Türker 12096
Kâtip: İbrahim Dedeşah
Müteveffa Said-i Nursi'ye ait eşyalar yed-i emin olarak Zübeyr Gündûzalp,
Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayram'a teslim edildiğ'inde kendileri bugün
hâkimliğimize müracaatla müteveffanın yegâne vârisinin Konya İmam
Hatip Okulu'nda bulunan Arapça öğretmeni Abdülmecid Ünlükul'un
olduğunu bildirerek eşyanın oraya gönderilmesini taleb ettiler.
G.D. mütevaffanın yakınlarının beyanına göre vârisinin Konya İmam Hatip
Okulu'nda Abdülmecid Ünlükul'un olduğu beyan edildiğinden, mûmaileyh
müteveffanın yegâne varisi olup olmadığı tesbit edilerek, kendisinden başka
vârisi yoksa eşyaların nüfus kaydı veya veraset ilâmı mucibince
2353
2354
2155
kendisine ödenmesi için Konya tereke hakimliğine müzekkere yazılmasına,
eşyaların mezkûr hakimliğe gönderilmesine karar verildi. 26/3/1960
Katip Hâkim 12096
imza
Hâkim: Özdemir Türker 12096
Katip: İbrahim Dedeşah
Müteveffa Said-i Nursi'ye ait eşyaların Konya Tereke Hâkimliğine 26.3.
tarihinde 741, 742, 743, 744, 745, 746 numaralı posta makbuzuyla
gönderildiği, posta masrafı olarak üç bin dörtyüz elli kuruş masraf yapıldığı
ve terekede bulunan onbeş liranın buna mahsup edildiği görülmüştür.
G.D. Dosyanın hıfza kaldırılmasına karar verildi. 26/3/960
Katip Hâkim
imza imza
Tereke Hâkimliğinin Üstad'ın odasında tesbit ettiği eşyalarının listesi:
Eşyanın cinsi Adedi Kıymeti -kuruş
Cizlavet marka
bir çift lastik 1 500
Bir sepet içinde:
dört adet sefer tası içi, bir adet çinko tencere küçük, bir tane küçük
çaydanlık, bir ayaklı bardak, iki tane ayaksız bardak
150
Bir adet eski çarşaf,
bir eski frenk gömleği,
bir tane eski iç gömlek,
sarık üzerine sarılacak bez,
üç tane mendil, bir havlu,
bir de pamuklu hırka, bir eski gömlek
bir eski çarşaf ve mendil, bir
eski bohça 1750
Bir adet havlu
200 Bir adet kırık gözlük, bir
adet dua kitabı, eski yazı takvim,
iki adet kalem
Başkaca tesbit edilecek eşyası kalmadı.
Müteveffanın yanında bulunanlardan Said-i Nursi'nin Afyon vilayeti
2354
2355
2156
nin Emirdağ kazasında tüccar Kadir Çalışkan'a ait bir taksi mevcud
olduğunu ve müteveffanın onunla seyahat etmekte bulunduğunu,
müteveffanın Konya"da İmam-Hatip okulunda Arapça öğretmeni olan
Abdülmecid Ünlükul isminde bir kardeşi bulunduğunu başkaca kardeşi
olmadığını, Said-i Nursi'nin de hayatında evlenmemiş bulunduğunu,
müteveffanın nüfus cüzdanı bulunmadığını, Emirdağı nüfusunda kayıtlı
olduğunu bildirdiler
Müteveffa ile birlikte bulunan ve ibraz ettiği nüfus kaydına göre
Zonguldak'ın Safranbolu kazası Babasultan mahallesinde hane no: 58 cild
1, 67 numarada kayıtlı Hüsnü Bayramoğlu...”
Ve bu tutanakta Üstad'la beraber Urfa'ya gelmiş bulunan diğer iki
talebesinin isim ve künyeleri kaydedildikten.. ve arabanın plaka numarası,
motor numarası vesair tesbit edildikten sonra şöyle denilmektedir:
"Bu sırada müteveffanın üzerinde onbeş lira bozuk para çıktı.
Ruhsatnamede görünen kahverengi vasıtanın halen Hüsnü Bayram'ın
şoförlüğünü yapmakta olduğu vasıta anlaşılmakla, eşyalar yed-i emin
olarak ve taksinin sahibi bulunan Kadir Çalışkan'a teslim edilmek üzere,
yed-i emin olarak Ziver Gündüzalp, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayram'a
teslim edildi. Tanzim olunan zabıt birlikte imza altına alındı. 23/3/960
Hâkim: Katip Mübaşir Bilirkişi Yediemin
Ö.Türker İ.Dedeşah S.Dur Cemal Çopur Hüsnü
Bayram
Yediemin Yediemin
Ziver Gündüzalp Bayram Yüksel
Hazret-i Üstad'ın beraberinde Urfa'ya gelen ve kucaklarında Üstad'ın vefat
ettiği sadık hizmetkârları; -Tereke hâkiminin resmî tutanaklarında
görüldüğü üzere- Üstad'larının şahsî ve zatî eşyalarını, ilk başta bilakayd u
şart kendilerine teslim edilmişken; fakat vârisi olan kardeşi Abdülmecid'e
bu eşyanın resmen verilip teslim edilmesini bizzat kendileri tarafından
mahkemeye müracaatları vaki olmuştur. Çünki bu eşya Hazret-i Üstad'ın
şahsî ve zatî malı olup, şer'an onun kardeşine verilmesi lazım olduğunu,
başkasına ve başka şeye sarfedilemiyeceğini, tasarruf edilemiyeceğini
bilmişlerdir.
2355
2356
Amma Hazret-i Üstad'ın te'lifatı olan Risale-i Nur eserleri ve bu eserlerden
hasıl olan tayinat parası olan beşte bir paraları ise, Hazret-i Üstad'ın kesin,
şüphesiz, te'vilsiz vasiyetnameleri mucibince; yine Nur talebeleri cemaatınâ,
ve Nur hizmetiyle meşgul nâşirlerine teslimi için, olduğu gibi eski
durumunda bırakmışlardır.
2356
2357
2157
2357
2358
2158
Vasiyetnamelerin hükmü hem şer'an, hem kanunen, hem aklen her zaman
geçerlidir. Zaten bu eserler Kur'anın tefsiri ve malıdır, mirî malıdır. Hazret
i Üstad da bütün hayatında bu işe böyle bakmış ve böyle hareket etmiştir.
Akrabalar ve vârislerin bunda hiç bir maddî hakları yoktur. Ancak bu
vârisler dahi Nur talebeleri içinde Nur hizmetkârlığı kisvesiyle ve buna
liyakat kesbetmesi derecesiyle bir derece umum içinde külliyetine sahip
olabilir ve kendi malı addedebilirler.
Böylece tereke hâkiminin tesbit ettiği Üstad'ın tüm eşyası para olarak 59
lira 50 kuruştur.
Ve işte sevgili aziz Üstad'ın harp, cihad, esaret, zindanlar, menfalar,
zehirler ve ihanetlerle, sui kasdlerle dolu olan nâzenin mübeccel hayatı,
böylece hicri takvime göre doğum ve vefat yılları beraber sayılmak şartıyla
87 yılını, Rumi ve miladiye göre ise, 85 yılını doldurmuş olarak dergah-i
pâk-i Hazret-i İbrahim olan mübarek Urfa beldesinde ruhunu Rahman'a
teslim eyledi.
Allah ü Zülcelâl Hazretleri ondan ebediyen razı olsun, rahmet ve nuruna
gark eylesin, âmin âmin âmin!
Ruhuna el-fatiha
VEFAT HADİSESİNİN ÇOK ÖNCESİNDEN GELEN HABERLER
Sevgili aziz Üstad'ın na'ş-ı pâkini, Urfa Dergâh-ı Halilullah topraklarına
defnetmeden önce; ötelerden gelen bazı gaybî haberleri dinliyelim:
Evet, yetmiş sene evvel, elli sene evvel ve kırk sene evvel bu vefatın
şeklinden, tarihinden, hatta gününden işaretler ve haberler verilmiştir. Bu
haberleri veren de yine kendisi idi. Hazret-i Üstad Bediüzzamandı.
Denilebilir ki; Ölümün vaktini, tarihini bilmek ancak Allah'ın gayb ilmine
mahsustur ve mağîbat, hamsedendir.
Cevaben denilir ki: Ayette "Bir insan kendisinin nerede doğduğunu bildiği
gibi, nerede vefat edeceğini bilemez" denilmektedir ve bu hususu ayet gayb
ilmine dahil etmiştir. Evet ayetin zahiri "Hangi toprakta vefat edeceğini
bilemez" diyor. Yoksa "Vefat gününü bilemez" demiyor.
2358
2359
2159
2359
2360
2160
Bununla beraber, Allah'ın bazı müstesna hâs kullarına, Allah tarafından
ölüm tarihleri işaretlerle bildirildiği hakikatı evliya arasında yaygın
hakikatlardandır. Hem bu husus, mağîbat, hamseye ıttıla' değildir.
Hem ayetteki ifade, umumî kaideyi mutezammın olup, kaidelik cihetini
nazara vermektedir. Kaidenin şazları olması da mümkindir. Demek bazı
büyük Velî kullarına ne zaman ölecekleri bildirilebilir. Bunlar da bazı ince
ve gizli işaret ve remizlerle bildirebilirler ve bildirmişlerdir. Bu meselede
delil getirmeye gerek yoktur sanırım. Çünki evliya arasında çok vaki' olmuş
ve ehli yanında malum ve meşhur olmuştur.
BEDİÜZZAMAN'IN VERDİĞİ İŞARETLER
Üstad Hazretleri vefat haberini tarih, şekil ve biçim bakımından bir- kaç
tarzda işaret ve remizlerle bildirmiştir diyebiliriz. Şöyle ki:
Birinci İşaret: Vefatından tam yetmiş sene önce, henüz on yedi yaşlaınnda
iken, Mardin'in Cizre kazası civarında bulunduğu sıralarda; eski bir talebesi
ve Nusaybin kazasının altmış senelik müftü ve vaizi Cizreli Fakirullah
Mollazade'ye, ta o zamanlar hem kendi vefat şeklini, hem tarihini hususi
şekilde bildirdiği rivayetidir. Bu rivayet, Üstad'ın "İlk hayat" bölümünde
Fakirullah Mollazade'nin hatıraları arasında kaydedilmiş oduğundan
burada tekrar edilmedi.
İkinci İşaret: (Vefatından tam elli sene önce gelen haber 1910 yılı yaz
aylarında te'lif edilip, 1911'de İstanbul'da tab' edilen "Münazarat" isimli
eserindeki arapça şu cümledir: " (182)"
Türkçesi: "Ölüm, bizim Nevruz günümüzdür". Bu cümlenin ilk ve sarih
manası: "Ölüm bizim için bayramdır." yani Müslümanlar, ölüm hakikatına
iman ettikleri için ve o ölüm ahiret âlemine, dost ve ahbablarla buluşma ve
kavuşmaya vesile olduğu ve onun mukaddemesi ve kapısı olduğu için,
müminlere aslında bir bayram günüdür ve öyle olması da lazımdır.
Lâkin Münazarat'ın Türkçesinde -herhalde bilerek- tercümesi yazılmamış
olan bu Arapça cümlenin bir de bir işaret tarafı olduğu muhakkaktır.
Münazarat'ın daha bunun gibi bir çok cümleleri işaretli, gizli ve gaybî
ihbarlı olduğu 1951'de Üstad tarafından ona eklenen dipnotlarında
açıklanmıştır.
Mezkûr Arapça cümlenin Üstad'ın vefat günüyle alakadar olduğu ve gizli
gaybî bir ihbarı remzettiği şöylece açıklanabilir:
2360
2361
(182)1339 tarihinde matbaa-i Ebuzziya'da tab'edilen Münazarat aslı
S:121de. Üstad bu Arapça cümlenin evvelinde şöyle diyor: "Milletin
hayatındaki hayat-ı maneviyem beni yaşattırır alem-i ulvide beni mütelezziz
eder."
2361
2362
2161
Malum, Hazret-i Üstad'ın vefat tarihi 23 Mart. Yani 22 Martı 23'e bağlıyan
gecesinin sabahına karşı vaki' olmuştur. O ise eskidenberi "Nevruz" diye
bilinen günlerin ilki ve birinci gününün gecesidir.
Gerçi Hazret-i Üstad, Arabî ibarenin zahirinde "Ölümümüz Nevruz
gününde olacak" dememiş.. Belki "Ölüm bizim nevruz günümüzdür"
diyerek, içinde varlığı muhakkak olan işareti perdeliyerek ve başka bazı
manalar da içine alarak ihbâr etmiştir.
Evet, Ş.Sami'nin Kamus-u Türki'si S: 1474'de Nevruz gününü şöyle tarif
eder: "Nevruz, eski İran takviminde ve takvim-i Celâli'de (Celaleddin-i
Harzemşah'ın takvimi) sene başı ve ilk bahar başlangıcı olan Rumi martın
dokuzuncu günüdür.” demektedir. Rumi martın dokuzu ise, Miladi martın
yirmi üçüdür (23) ve o gün Hazret-i Üstad'ın vefat tarihidir.
Üçüncü İşaret: Hem vefat tarihini hem de kabrinin yıkılacağını remz ile
bildiren, 1921'de te'lif ve tabedilmiş "Lemaat" eserinin başındaki meşhur bir
kaç satırdır.
Bediüzzaman'ın bu eseri, onun vefatından tam otuz dokuz sene önce
İstanbul'da te'lif edilmiş ve aynı sene içinde tab'edilmiştir. Üstad bu eserinin
baş iç kapağında yazdığı "İfade-i meram" bölümünün alt kısmında, isim ve
imzası yerinde şu gelen vezinli ve remizli satırları yazmıştır:
"EDDAİ
Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde, Said'den yetmiş dokuz emvat ba
âsam u âlâma
Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş, beraber ağlıyor hüsran-ı İslâma
Mezar taşımla pür-emvat enindar o mezarımla, revanım saha-i ukbay-ı
ferdama,
Yakinim var ki, istikbal-i semavatu zemin-i Asya, Bahem olur teslim-iyed-i
beyzay-i İslâma
Zira yemin, yümn ü imandır, verir emni; eman ile enama..”
Hazret-i Üstad'ın kendi imzası olarak vasıflandırdığı bu acib, manidar
satırların hepsi de işaretli ve remizlidirler. İşarî ve remzî ma’na bakımından
bu acib satırlar değerlendirildiği zaman, öyle olduğu gibi; bir de onun sarih
ve açık manaları da vardır. Sarih mana cihetinden bakıldığında; belli, açık
ve ilmî bir manayı da ifade etmektedirler. Bizim mevzumuz ile en çok
alakadar ciheti, baştaki iki satırın remizli ve işaretli taraflarıdır.
2362
2363
Bu beş satırlı beytlerin -hususan baştaki iki satırın- ilk ve zahir manası
şöyledir:
2363
2364
2162
Hazret-i Üstad "Lemaat eserini te'lif ettiği zaman,onun başındaki bu
beytleri yazdığı sene, onun ömrü tam kırkdört olduğu halde, kendini
Dostları ilə paylaş: |