Kastamonu hayati



Yüklə 4,31 Mb.
səhifə102/112
tarix24.06.2018
ölçüsü4,31 Mb.
#54637
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   112

Hem madem Risale-i Nurun mesleği hıllettir; Ve Urfa ise, İbrahim

Halilullah'ın (A.S.) bir menzilidir. İnşaallah bu meslek-i hıllet-i İbrahimiye

orada parlıyacaktır.

Hem ihtimal kavidir ki, bu dehşetli semli hastalıktan kurtulsam, gelecek

kışta Urfa'ya gitmeyi cidden arzu ediyorum.

Said-i Nursi(179)”

Başka bir mektubundan:

"Bütün Urfa halkına, çoluk ve çocuğuna ve mezarda yatanlarına her sabah

dua ediyorum ve bütün Urfa'lılara selâm ediyorum. Urfa taşıyla toprağıyla

mübarektir. Ben çok hastayım, Onlar da bana dua etsinler...”

2- Hususi muhabere mektuplarından:

(Bu mektuplar 1951-1960 arası Üstad'dan Urfa'ya gelen

mektuplarındandır)

2329


2330

"... Ben Urfa'ya eskiden de varmışım. Urfa'lılarla çok alâkadarım. Hatta

burada (Emirdağında) kalmamın bir sebebi de, burada Urfa'lıların(*)

bulunmasıdır Urfa halkını çok sevdiğim için, Hüsnü'yü oraya gön

(178) Osmanlıca Emirdağ-2 S: 622

(179) Emirdağ-2 S: 156

(*) Emirdağında “Urfalı” lakabını taşıyan bir aile mevcuttur. Bunlardan

tanıdığımız “Ahmet Urfalı” Üstadın talebesidir.A.B.

2330

2331


2139

derdim ve onların hatırı için Hüsnü'ye bu kadar zahmetler çektirdim.

Urfa'yı kendi öz vatanım Nurs gibi sevdiğim ve ahalisine akrabam gibi dua

ettiğim için, oraya talebelerimi gönderdim. Yoksa vilayat-ı şarkiye umumen

Nur talebesidir. O mübarek Urfa halkına çok selâm ve dualar edip dualarını

beklerim...”

Başka bir mektubundan:

"Rabian: Üstad'ımız diyor ki: "Ben Urfa ve havalisine meskat-ı re'sim olan

Nursdan ziyade ehemmiyet veriyorum. Bazı esbab-ı mühimme olmasaydı,

ahir hayatımı orada geçirecektim. İnşaallah hayatta kalsam belki ona da

muvaffak olurum.

Ben nasıl Nurs köyünü, sağ ve ölü umumen duama alıyorum.. Urfa'yı da

sağ ve ölü umumen duamdadır Hatta nerede bir Urfa'lı bana rastgelse, bir

akrabam nazarıyla bakıyorum. Hususan orada Medrese-i nuriyeyi himaye

eden alimlere çok minnettarım. Ben de o zatlara itimaden iki hâs talebemi

orada bırakıyorum...”

Bir başka mektuptan:

"Hamisen: Üstad'ımız diyor ki: "Madem Urfa halkı benim manevî

evlâdlarım ve talebelerime himayet ve şefkatle samimi alâkadardırlar. Urfa

halkının hatırı için bir mani’ olmazsa, Urfa'ya veya yakınına gelmek arzum

var, İstiyorum. Fakat ne vakit kısmet olsa... Hem Abdullah. Hüsnü gibi

evlâdlarım aynı Ceylan ve Zübeyr gibi olduklarından, onları yanıma

alacaktım. Madem Urfa halkı bu derece samimi ve hamiyetkârdırlar. O

kadar sevdiğim evlâdlarımı Urfa halkına veriyorum. Urfa halkına

minnettarlığımı ve teşekkürlerimi beyan etsinler. Hükûmet ne yapsa, Urfa

halkının hatırı için helâl ediyorum.” dedi ve sizin Urfa'da kalmanızdan ruhu

rahat etti.. Hem lüzum var...(180)”

3- Urfa hakkında rivayet yoluyla gelen Hazret-i Üstad'ın şifahi ifadeleri:

Birincisi: Bizzat Mustafa Sungur ağabeyden dinledim, dedi ki: "Bir gün

Üstad'ımız buyurmuşlardı ki: "Urfa Türkiye'nin Medine-i Münevvere'sidir.

Her yerden üstündür. Ancak Isparta vilayeti Risale-i Nur hizmetine büyük

merkeziyet teşkil ettiği için o noktada tekaddümü vardır."

İkincisi: bizzat Abdullah Yeğin ağabeyden dinledim.. Dedi ki:

2331


2332

"Askerlik için ayrılıp Üstad'ımızın ziyaretine gittiğimde buyurmuşlardı ki:

"Eğer Urfa'nın hizmet-i imaniyesi olmamış olsaydı, Türk ve Arabın ittihadı

olmazdı.”

(180) Bu mektupların tamamı ve daha diğer bazı hususi muhabere

mektupları, hususi dosyamızda mevcutturlar. A.B..

2332

2333


2140

Yine Abdullah Yeğin ağabey diyor: "Ben bir kaç defa Diyarbekir'in o

zamanki şa'şaalı hizmetinden Üstad'a anlatmak istedimse de, Üstad: "Hayır,

hayır, Urfa'nın hizmet-i imaniyesi bir cihette daha ileridir.” Diyordu.”

Üçüncüsü:

Benim 1955'deki ikinci ziyaretimde, Üstad'ımıza "Sizi Urfa'ya götürmeye

geldim" demiştim. Üstad Hazretleri buyurmuşlardı ki:

"Ben eğer şimdi oraya gelsem, orada Türkiye ile Suriye'yi birleştirmeye

çalışmak mecburiyetinde kalacağım. Dolayısıyla siyasete girmiş olacağım..

"

Aynı ziyaretimde Hazret-i Üstad buyurmuşlardı ki: "Ben Urfa ile çok



alakadarım. Ölüsüne, dirisine, hatta hükûmetine dua ediyorum. Urfa

belediye reisine selâmımı söyle.”(A.B.)

B- MADDÎ SEBEBLER

Hazret-i Üstad'ın Urfa'ya bu vefat için gelişinin maddi sebeblerinden olarak

bildiğimiz müşahhas bazı hususlar da vardır. Onları burada kaydetmek

isterdik. Fakat bazı kimselerin isimleriyle hareket ve tavırlarını ve bu

hareket ve tavırların Üstad'ı incittiklerini ve maddî bir sebeb olarak, bu

yüzden Üstad'ın bir nevi küserek Urfa'ya doğru geldiğini vesaireyi

zikretmek icabedeceğinden; O ise, hususiyet arzeden bir hal ve mesele

olduğu için, onların zikri münasib görülmedi. Özür dileriz.

Bununla beraber manevi sebeblerin zikri içinde, maddi bazı sebeblerin de

bir kısım köşeleri görüldüğü için, burada bu kadarıyla hatime veriyoruz.

SEVGİLİ ÜSTAD'IN SON ÜÇ GÜNÜ

20 Mart 1960 pazar günü Isparta'dan sabah saat dokuzda ayrılan ve

durmadan Urfa'ya doğru yol alan Üstad'ın arabası -emniyet kuvvetlerinin

telsizlerle Türkiye'nin her tarafını aramalarına rağmen- hiç bir engelle

karşılaşmadan ve arabada da herhangi bir arıza olmadan selâmet içinde, 21

Mart 1960 Pazartesi günü sabah saat on-onbir sıralarında Urfa'ya ulaşmış

oluyordu. Böylece 25 saatten fazla Türkiye emniyet kuvvetleri Üstad'ı

bulmak için seferber olduğu halde, Üstad'ın arabasının izini dahi

bulamamışlardır. Hükûmet ve emniyet daha çok Üstad'ın İstanbul ve

Ankara gibi yerlere gideceğini düşünerek o taraflarda arıyorlardı. Üstad

ise, ta Urfa'ya ulaşıp otele yerleşinceye kadar emniyet ve istihbarat hiç bir

yerden Üstad hakkında bir haber alamamıştı.

2333

2334


2141

Isparta-Urfa arasındaki yirmibeş saatlik yolculuğun tutanağı

Üstad'ın beraberinde Urfa'ya gelen hizmetkârlarından Zübeyr Gündüzalp,

Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayramoğlu ağabeylerden defalarca bizzat

dinlediğim rivayet şöyledir:

"Biz Isparta'dan çıktıktan sonra, en çok korktuğumuz Konya valisiydi,

çünki o sıralar gazetelerin baş manşetlerinde "Nurcuların kökünü

kazıyacağım" şeklinde sözlerini işitiyorduk. (Bu vali Cemil Keleşoğludur(*)

A.B.)

Eğridir'e ulaştığımızda yağmur daha da şiddetlenmişti. Yolumuz polis



karakolunun önünden geçiyordu. Telâş ediyorduk. Fakat polisler o esnada

yağmurdan içeri girmişler, bizi görmediler.

Şarkî Karaağaç'a varmadan, arabamızın plakalarını çamurladık. Orada da

kimse bizi tanıyıp göremedi.

Şarkî Karaağaç'tan çıktıktan sonra, Üstad biraz iyileşti. Arabadan indi,

abdest aldı ve yine arabaya girdi. Şarkî Karaağaç'ı bir kaç kilometre

geçtikten sonra, yolun kenarındaki bir çeşmenin yanında durduk.

Üstad'ımız indi, bir taş üzerinde namazını kıldı. Yine geldi arabaya girdi.

Araba içinde evradlarını okumaya başladı. Konya'ya varmadan Üstad bütün

evradlarını bitirdi ve epeyce düzelmişti.

Konya'nın Meram bağlarına ulaştığımızda, Üstad yine hastalandı.

Konuşamaz duruma geldi. Konya'ya girdiğimizde bir bakkaldan akşam

iftarı için biraz peynir ve zeytin aldık. Parasını da Üstad'ımız verdi. Amma

bizler Konya'ya girerken korkmuş ve ayet-el kürsileri okumaya başlamıştık.

Çünki eğer Konya Valisi bizi duyarsa, mutlaka geri göndertir diye

heyecanlonıyorduk. Fakat Allah'a şükür hiç kimse bizi ne gördü, ne de

duydu. Mevlânâ Camii yanından Adana yoluna girdik.

Bunlar beni anlıyamadılar

Konya'dan çıktık, henüz Ereğli'ye ulaşmamıştık. Üstad'ımız arabanın

arkasından öne doğru uzandı ve Zübeyr ağabeyle benim kulaklarımızdan

tuttu ve: "Evlâdlarım! Siz hiç merak etmeyin.. Risale-i Nur dinsizlerin,

masonların belini kırmıştır. Risale-i Nur daima galibtir" sözlerini bir kaç

kere tekrar ettikten sonra: "Bunlar beni anlıyamadılar!.." cümlesini de üç

kere üst üste tekrarladı. Daha sonra: "Bunlar beni siyasete bulaştırmak

istediler" dedi.

2334


2335

Nitekim bir kaç gün önce, İstanbul'da yapılan nümayiş vesaire üzerine

Üstad'ımız: "Ben buradan gitsem, bunlar tokat yiyecek,(181) iş karı+

şacak" demişti.

(*)Bilahere Niğdeli olan bu Cemil Keleşoğlu, Demokratlarla beraber taht-ı

tevkife alındı.Hapiste iken, intihar için bileklerini kesti ve öldü. A.B.

(181) Hazret-i Üstad'ın "Bunlar"dan muradı bazı gafil Demokratlardı.

Üstad bir nevi burayı terketti, gitti vefat etti. İşler de karıştı, tokat da

yediler A.B.

2335


2336

2142


Ulukışla'da iftar vakti olmuş, geçmişti. Üstad bir şeyler yemek istedi.

Zübeyr ağabey lokantadan biraz pirinç pilavı aldı ve yolumuza devam ettik.

Pozantı'yı geçtikten sonra, bir tren yolu bekçisi kulübesinde Üstad'ın

pirincini süzdük, ısıttık. Üzerine bir yumurta kırdık, biraz da yoğurt kattık.

Üstad araba içinde bir tek kaşık aldı, başka yiyemedi. Boğazından

geçmiyordu.

Adana'dan geçtik. Üstad'la beraber yatsı namazını Ceyhan'da kıldık. Hüsnü

kardeşimiz arabayı kullandığı için burada biraz uyudu. Sonra devam ettik.

Sahur vaktinde Osmaniye'ye geldik, burada bir şeyler yedik. Üstad'ımız hiç

bir şey yemedi. Sabah namazını da Alman pınarında kıldık. Üstad namazını

ancak araba içinde kılabildi.

GÂVUR DAĞI-NUR DAĞI

O güne kadar bu dağa "Gâvur Dağı" denilmiş. Bugünden itibaren ona "Nur

Dağı" diye isim verildi...

Ve sabah 7,30 sıralarında Gaziantep'e vardık. Urfa yolunu sorduk ve

devam ettik.

URFADAYIZ

Urfa'ya girdiğimizde 21.4.1960 Pazartesi günü saat sabah 10-11 civarı idi.

İlk önce Dergâhın önünden geçtik, Üstad'a Dergâhı gösterelim diye...

Fakat Üstad'ımız çok hasta idi, bakamadı.

Doğruca Kadıoğlu Camiine gittik. Zübeyr ağabey koştu, Abdullah ağabeyi

çağırmaya gitti. Üstad çok acele ediyordu, "Beklemeye vaktim yok"

diyordu. Abdullah ağabey geldi. Temiz bir otel sorduk. "İpek Palas"

denildi.


Hemen gittik, saat tam 12 idi. Üstad'ı üçüncü kata çıkarttık.

Merdivenlerden çıkarırken Üstad'ımız kollarımızın arasından yere yığıldı.

Biz hemen kaldırdık, götürüp yatağına yatırdık. Oda numarası 27 idi.

Otelcinin hali

Otel müsteciri Mahmut Efendi, ilk başta Üstad'ın ismini duyunca, biraz

telâş gösterir gibi oldu. Sonra gelip Üstad'ın yüzünü görünce, birden bire

hareketlendi ve hizmet etmeye başladı.

2336


2337

URFA'LILARIN TEHACÜMÜ

(Üstad'la beraber gelmiş üç sıddık hizmetkârlarının rivayetleriyle, Urfa'daki

Abdullah Yeğin ağabeyin ve diğer bazı Urfa'lıların rivayetlerini de

birleştirerek naklediyoruz)

2337


2338

2143


Urfalılar Üstad'ımızın geldiğini duyunca, otele akın başladı ve büyük

ziyarette başlamış oldu. Zübeyr ağabey, ziyaretçileri sıraya diziyor, Bayram

ve Hüsnü ağabey de Üstad'ımızın ellerini tutuyor, ziyaretçiler gelip, ziyaret

edip g-idiyorlardı. Hazret-i Üstad da gelenlerin başlarından, boyunlarından

öpüyor ve ellerini tutup bırakmak istemiyordu. Biz "Kardeşim, sen git de,

sıra başkasına gelsin!" dediğimizde; Onlar: "Bak, Üstad bırakmıyor veya

bırakmak istemiyor" diyorlardı. Böylece durmadan bir buçuk gün ziyaretler

devam etti Urfa'da...

2338

2339


2144

ACİB HAL


(Üstad'ın hizmetkârları naklediyor)

Üstad'ımızın hastalığında Isparta'da olsun, Emirdağ'da olsun ziyaretçi pek

kabul etmez, yanına kimseyi almazdı. Hatta son hastalığında Isparta'da

"Üstad'ım falanca ağabeylere haber edelim mi?" diye sorduğumuzda,

"Hayır sizden başka kimse gelmesin!" diyordu.

Amma Urfa'da, kim geldi ise, itiraz etmedi. Gelenlere hemen gelsin

diyordu. Böylece Urfa'lılardan yüzlerce insan bir buçuk gün içinde Üstad'ı

ziyaret etti. Esnaf,memur, subay vesaireden bir çok Kimse Üstad'ı ziyaret

ettiler. Hazret-i Üstad acib bir hal içinde, sekerat içinde olduğu halde;

istirahat edip yatmıyor, tahammül ediyor ve herkesle kucaklaşıyordu.

2339

2340


2145

SİVİL POLİSLER GELDİ

Urfa emniyeti; Üstad'ımız, Urfa'ya gelip otele yerleştikten biraz sonra haber

almıştı. Hüsnü kardeşimiz arabayı başka bir yere koymuştu. Zübeyr

ağabeyle bennöbetleşerek, birimiz Üstad'ımızın yanında, birimiz de odanın

dışında gelenziyaretçi için bekliyorduk. Ben (Bayram) odanın dışında

beklerken iki sivil polis geldi. Bana "Şoför nerede? Hazırlanın,

gideceksiniz!" dediler. Ben Üstad'ımız çok hastadır diye mukabele edip

konuşurken, on onbir resmî ve sivil polis daha geldi ve acele hazırlanın,

hemen Isparta'ya döneceksiniz!" dediler.

ÜSTAD'A BİLDİRİYORUZ

Ben polislere: "0 halde ben gidip durumu Üstad'ımıza bildireyim” dedim.

Üstad'ımızın yanına girdim ve durumu anlattım. Bunun üzerine Üstad

polisleri yanına çağırdı. Polisler ona da: "İçişleri bakanının emri olduğunu,

Isparta'ya dönülmesi lâzım geldiğini" söylediler.

BEN BURAYA ÖLMEYE GELDİM

Üstad'ımız polislerden bu haberi duyunca: "Acaib! ben buraya ölmeye

geldim. Belki de öleceğim. Siz benim halimi görüyorsunuz, beni müdafaa

edin!" dedi ise de, polisler "Biz emir kuluyuz" dediler.. Ve bir baktık ki,

Hüsnü'yü bulmuşlar ve araba ile beraber otelin önüne getirmişler.

Halk Toplandı

Polislerle yapılan konuşma ve münakaşalar esnasında, halk Üstad'ın

Urfa'dan zorla gönderileceği şayiasıyla, dalgalar halinde otelin önüne

toplanmaya başladılar. Bu arada otel müsteciri Mahmut Erbaş, emniyetin o

kanunsuz muamelesini görünce, çok öfkelendi ve bağırmaya başladı.

Komiserin yakasından tutarak: "Demek benim misafırimi zorla

göndereceksiniz ha!.. Ne hakla, ne selâhiyetle bunu böyle yapıyorsunuz!"

diyerek, bağıra bağıra komiseri merdivenlerden aşağı doğru sürükleyip

götürdü. Mahmut Efendi'nin bu bağırmaları üzerine toplanan halk içinde de

büyük heyecan uyandı. Bizler de bir taraftan gelen insanlara:

"Sizin misafiriniz olan Üstad'ımzı zorla Urfa'dan göndermek istiyorlar"

diyorduk. Müslüman halk bunları duyunca: "Nasıl olur, ölüm döşeğindeki

bir din âlimi misafirimizi zorla gönderebilirler?.." diyerek bağırışmalar

başladı. Heyecan gittikçe artıyor, otelin önünde daha çok insanlar

yığılıyordu. Vaziyet ciddi şekilde kritik bir durum aldı.

2340


2341

2146


Merhum Eyyub Karakeçili’ nin anlatıkları

Bu arada Urfa'lı merhum Eyyüp Karakeçili'nin anlattığı rivayeti ile; Zübeyr

ağabeyin uyguladığı bir iş ve tedbirini de yâd edelim. Eyyüp Karakeçili

dedi:


"Zübeyr ağabey bana dedi ki: "Ben Demokrat Parti başkanına gidip

durumu anlatacağım. Siz de birkaç arkadaşla birlikte biraz sonra arkamdan

geleceksiniz ve heyecanlı heyecanlı diyeceksiniz ki: "Zübeyr ağabey,

Zübeyr ağabey! CHP'liler bir plan kurmuşlar, emniyet müdürünü elde edip

Üstad'ımızı zorla göndereceklermiş. Bize ne emrediyorsunuz!..”

Biz aynen öyle hazırlandık, Zübeyr ağabey DP il başkanı Mehmet

Hatipoğlu (Da'bul Muhammed) ile konuşurken; heyecanlı heyecanlı yanına

girdik ve aynen Zübeyr ağabeyin tarif ettiği gibi heyecanlı şekilde durumu

anlattık.

Merd insan, Mehmet Hatipoğlu bunları duyunca, tabii emniyet müdürünün

vesairenin ana avrat düz gitti.. Ve hemen kalktı, bizimle geldi, Üstad'ı bir

gördü. Daha da çok celâllandı ve emniyet müdürüne gitti.

Yine Üstad'ın hizmetkârlarının anlattıklarına dönüyoruz:

"Bu durumu gören polisler, artık otelin üst katına çıkamaz oldular.

Alelacele Hüsnü kardeşimizi istediler ve "Aman arabayı buradan başka

yere çabuk götürsün" dediler.

Araba otelin önünden ayrılınca, halk biraz sâkinleşti ve yine sıraya dizilip

aziz ve şefik misafirlerini ziyaret etmek için bekleştiler. Üstad'ın ziyaretine

hemen hemen her çeşit insan geliyordu.

HALK DOKTORU GERİ ÇEVİRDİ

Bir müddet sonra, emniyet müdürü bir doktoru göndermişti. Beraberinde

başkomiser de vardı. Üstad hasta mıdır, değil midir, diye Üstad'ı muayene

edecekti. Halk, doktoru emniyetin gönderdiğini ve mutlaka "Sağlamdır"

diye rapor vereceğini bildiği için, doktoru otelin üst katına çıkartmadılar.

Üstadı ona muayene ettirmeden geri çevirmişlerdi. Fakat Başkomiser halka

rica etti. Şahsen Üstad'la görüşmek istediğini söyledi. Bu arada emniyet

müdürü ve bir çok polis gelmişti. O sıra Vali Şerafeddin Atak Urfa'da

değildi, Ankara'ya gitmişti.

2341

2342


Başkomiser, bize ve toplanan ahaliye şunları söylemişti: "Yaman Üstadınız

var! Ona söyleyin, yukardan vekâletten kat'î emir var, hemen Urfa'dan

çıkacaksınız! Geldiğiniz yere kendi arabanızla gitmezseniz, sizi ambülansla

göndereceğ'iz".

2342

2343


2157

Biz de: "Efendim, Üstadımız şiddetli hastadır. Tekrar yirmi dört saatlik yol

zahmetine katlanmasına imkân yoktur. Biz kesinlikle Üstad'ımıza ne

bunları söyliyebiliriz, ne de müdahale ederiz" dedik.

Yine başkomiser: "Dahiliye vekilinin emridir bu. Hemen Urfa'dan

çıkacaksınız!..” dedi.

Biz de yine: "Asla müdahale edemeyiz ve bu sözleri kendisine tebliğ

edemeyiz. İsterseniz, siz ğelin söyleyin!. " dedik.

EMNİYET MÜDÜRÜNÜN MÜDAHALESİ

Biz başkomiserle bunları karşılıklı konuşurken, emniyet müdürü ve bazı

polisler hiddetlenip bağırmaya başladılar: "Ne demek, siz ona en küçük bir

şeyi de mi söyleyemezsiniz?" dediler.

Biz de: "Evet efendim, söyliyemeyiz. Üstad'ımız ne derse biz aynen ve

harfiyyen onu yerine getiririz ancak...” dedik.

Bu defa emniyet müdürü: "Ben de âmirlerime bağlıyım, onların dediklerini

aynen yaparım.. iki saat zarfında Urfa'yı terkedeceksiniz!..” dedi.

BEDİÜZAMANIN'IN KILINA DOKUNAMAZLAR

Üstad'ın zor ve kaba kuvvetle Urfa'dan çıkarılacağı haberi, Urfa'nın her

tarafında şuyu' bulmuştu. Durumdan haberdar olmuş olan Urfa DP il

başkanı Mehmet Hatipoğlu koşarak emniyete gitmişti. Urfa'da yiğitliğiyle,

cesaretiyle ünlü ve Da'bul Muhammed adıyla tanınan Mehmet Hatipoğlu

emniyet müdürüne bağırıyor: "Ne oluyor size?.. Eğer Bediüzzaman

Hazretlerini cebir kuvvetiyle Urfa'dan çıkarmaya kalkışırsanız, karşınızda

en evvel beni bulursunuz!.. Onun kılına bile dokunulamıyacağı gibi, bir

adım dahi ona attıramazsınız. O bizim, Urfa'nın misafiridir" diyor.

Emniyet müdürü, haliyle Mehmet Bey'i çok iyi bildiği ve tanıdığı için,

şaşırıp kalıyor ve "Efendim üstten, vekâletten kat'i emir var: “geldiği gibi

geri dönecektir" diye bize emirler geliyor" demiş.

Bunun üzerine -Bazı Urfa'lı zatlardan duyduğum kadarıyla- Mehmet

Hatipoğlu hiddete gelerek; vekili-mekili birbirine katıp şetmediyor ve

"Adamcağız şiddetli hastadır, kıpırdıyacak durumda değil... Hem üstelik

çok muhterem bir zattır. Burası gâvuristan mıdır ki, bizim bir Tanrı

misafirimiz zorla buradan çıkartılmak isteniyor. Sizin bu manasız emir ve

telaşlarınız çok yersiz ve kanunsuzdur" diyor.

2343

2344


Yine emniyet müdürü: "Dahiliye vekili Namık Gedik'in bizzat kat'î emridir

ve çok şiddetlidir" diye tekrar edince; Mehmet Hatipoğlu bu defa çok

hiddete geliyor ve tabancasını çekiyor, müdürün masasına dayı

2344


2345

2148


yor ve "Eğer zorla Bediüzzaman'a herhangi bir müdahalede bulunurlursa,

en evvel ben ölürüm" diyor ve çekip dönüyor.

MAHMUT HASIRCI'NIN SÖYLEDİKLERİ

Urfa'lı Mahmut Hasırcı diyor: "Henüz Mehmet Hatipoğlu emniyet

müdürüne gitmeden önce, müdür Zübeyr ağabeyi çağırtmıştı. Ben de

beraber gittim. Müdürün yanına girdiğimizde, çok telaşlı ve hiddetliydi.

Zübeyr ağabeye karşı çok münasebetsiz ve pis kelimeler sarfetti. Hatta

Zübeyr ağabey dudaklarını o utanç verici sözlerden dişlemişti. Müdür

"Derhal gideceksiniz!" dedi.

Zübeyr ağabey de: "Eğer Üstad'ımız gitmek istemezse, biz hiç bir şey

yapamayız" dedi. Bunun üzerine müdür daha da çok bağırdı, çağırdı ve

yine ağzını bozdu, pis kelimeler sarfetti. Zübeyr abi ona karşılık: "Biz

Üstad'ımız Bediüzzaman'ın yanında yuvarlak birer odun parçası gibiyiz.

Ayağıyla bizi hangi tarafa vurur, ğönderirse; biz o tarafa yuvarlanır

gideriz."'dedi ve oradan ayrıldık.

BİR DOKTOR MUAYENEYE GELDİ

Yine Mahmut Hasırcı anlatıyor: "O zaman hükûmet tabibi Doktor Hasan

Basri idi. Başkomiserle beraber gelmişlerdi. Üsdad'ı muayene edip rapor

verecekti. O esnada Üstad'ın ateşi çok fazla idi. Tansiyonunu ölçtü.

Ateşine baktı ve dönüp Üstad'ın hizmetçilerine: "Siz bu adamı bu halde ne

cesaretle getirdiniz? Adam ölmek üzeredir" dedi ve gitti. Fakat sonra

öğrendiğimize göre, bize Üstad'ın yanında o sözleri söyliyen aynı doktor,

verdiği resmi raporda ise: "İlaçlarını yolda kullanarak gidebilir" demiş.

BAŞKA BİR DOKTOR

Bu işler olup biterken, aradan yirmidört saat geçmişti. Üstad'ın Urfa'ya

gelişinin ikinci gününde, onu zorla gönderme şayiaları halk içinde daha da

büyük heyecanlar veriyordu. Urfa'lı beş altı bin kişi otelin etrafında

toplanmıştı. Halkın tansiyonu çok yüksekti. Öbür tarafta CHP'ye karşı tirtir

titreyen dahiliye vekili Namık Gedik denilen zevallı korkak, Urfa

emniyetini durmadan sıkıştırıyor, emir üstüne emir veriyordu. Hatta o sıra

şayia olan bir rivayet, Namık Gedik; telefonda emniyet müdürüne

bağırıyor: "Başka bir araba yoksa, Said-i Nursi'yi çöp arabasına atın,

gönderin" diyor.

2345


2346

Urfa emniyeti ise, şaşkınlık içerisinde... Bir taraftan, birçok CHP'liler de

dahil, bütün Urfa halkının ve başta DP teşkilâtının kesin ve azimli itirazı...

Öbür tarafta içişleri bakanının sıkıştırmaları...

2346

2347


2149

Bu durum karşısında, hastahaneden bir hey'et raporu almak için hastaneye

koştuk. Baş tabibe bir dilekçe verdik, kesin bir rapor istedik. Bu arada

Mehmet Hatipoğlu da bir doktor getirmişti. Üstadı muayene ettirdi.

Doktor bize "Siz ne cesaretle bu zatı bu halde getirdiniz? Kırk dereceden

fazla ateşi var. Bu durumda hiç bir yere gidemez. Yarın saat 9'da gelin, bu

zata hey'et raporu verelim" dedi ve bize kat'î teminat verdi.

Takvim 22 Mart 1960.. Ramazan 24 1379 salı gününü gösteriyordu. O

günü de kazasız belâsız geçirdik. Akşam oldu. Akşam namazından sonra,

ben (Bayram) iki saat kadar yattım. Zübeyr ağabeyle Hüsnü ve Abdullah

ağabeyler nöbet bekliyorlardı. Sonra Zübeyr ağabey yanıma geldi. Ben

kalktım, o yattı. Üstad'ımızın yanına gittim. Hüsnü de ayakta duramıyordu.

O da biraz uyumaya gitti. Ben kaldım, nöbet tutuyordum.

OTELCİ MAHMUT ERBAŞ'DAN BİR RİVAYET

Mahmut Erbaş diyor: "Ben Üstad'ı odasında ziyaret ettiğimde çok hasta

idi. Sordum: "Niçin bu hasta halinizle buraya kadar geldiniz?"

Bana dedi ki: "Oğlum ben İbrahim Aleyhisselâmı rü'yamda gördüm. Beni

Urfa'ya çağırdı. Belki de burada ölmeye gelmişim."

Canınız “ne gibi bir yemek istiyor, bizde herşey var... Size bir şey yapmak,

yedirmek istiyorum” dedim.


Yüklə 4,31 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   112




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin