vermek için bir nevi sirkat yaparak nurlardan aldığı pasajları herhangi bir
atıf
2462
2463
2227
ta bulunmadan aldığını Emirdağ-1 mektuplarında(1) kaydedilmiştir. Necib
Fazıl ise, -Allah rahmet eylesin- başka bir maksadla herhangi bir izin ve
ruhsat almadan o işi yaptığı bilinmektedir.
Amma, kendilerini Risale-i Nur şâkirdi olarak kabul ettikleri halde-ki Nur
talebeliğinin şartları Risale-i Nurlarda yazılıdır-o yersiz ve Risale-i Nura
karşı adem-i ihlası ve samimiyeti işmam eden tağyir ve tahrife kalkışanların
ellerinde bir tek delil(!) vardır. O da, 1939 larda, Üstad Bediüzzaman
hazretleri Kastamonuda iken, bazı lise talebeleri için, bilahere Asay-ı Musa
Mecmuasına girmiş olan "dört parça" üzerinde, ama bizzat müellifi ta
rafından ufak tefek bazı arapça kelimlerde yapılmış bir tasarruf hadisesinin
ihbar edilmesidir. Nur müellifi Kastamonuda mezkûr dört parçalar üzerinde
yaptığı basit bir tasarruf hadisesini bir mektupla, ispartadaki Nur
talebelerine bildiriyor ki; aynı şeyi, yani müellifin yaptığı ufak tasarrufun
aynısı orada da aynı parçalar üzerinde yapılsın diye ...Evet, hadise
budur.Cüz'îdir, mahallîdir ve hususîdir . Nitekim Hazret-i müellif 1956 da
nurların yeni yazıya çevrilerek resmen matbaalarda basıldığında o cüz'i ve
hususî ve hükmü itibariyle nesh olmuş olan mektubu Kastamonu
Lahikasında neşrettirmemiştir.
Mezkûr hususî ve cüz'î hükümlü ve sadece dört parçaya mahsus ve kayıtlı
ve zamanla mahdut mektubun o kısmının metnini aynen dercediyoruz,İşte;
"Saniyen:Burada lise mektebine te'sirli bir nur girdi o da otuzikinci Sözün
birinci mevkıfı, otuzuncu lem'anın İsm-i Adl ve Hakem nükteleri , Tabiat
lem'ası hatimesine kadar,Ayet-ül Kübranın “Evet bu dünya memleketine ve
misafirhanesine giren her bir adam " diye başlıyan birinci makamın başında,
ilham ve vahiy mertebeleri hariç kalıp, ta onsekizinci mertebe olan
(Kainatın hudûs hakikatı.. ta imkana kadar ... ) yeni hurufla bir ihtar-ı
mânevî ile izin verdik. Daktillo el makinesi ile kendilerine yazdılar. Sizde
bu dört parçayı birden cild yapıp,yeni hurufla ehl-i inkâra onikilik top gibi
atabilirsiniz. Fakat yirmi sene evvelki türkçe ile şimdiki türkçe farklı
olğundan, yeni türkçe için bazı kelimat-ı arabiyede tasarruf edildi. Sizde
öyle yaparsınız .Risale-i Nur yirmi sene evvelki türkçe ile konuşuyor.O za
manı göremiyen gençlere teshilat olmak için bazı tabiratı değiştirseniz
olur..." (Kastamonu eski harf teksir S:298)
İşte görüyorsunuz; ilk olarak Risale-i Nurun yeni yazı ile yazılmasına, o da
o gün için sadece dört belli parçaya mahsus olarak, onunda sadece o gün
yeni yazıya çevrilenler için izin verildiği gibi; Bu dört parçadaki "Bazı
(1)Eski harf yazma Emirdağ-ı sh.368-370 (bizim kütüphanemizde mevcud)
2463
2464
2228
kelimat-ı arabiyede tasarruf edildi "ifadesiyle meselenin ne olduğu her
halde açıkça anlaşılmaktadır. Yani müellif bu tasarrufu dört parça için ken
disi yapıyor.. Onu da sadece tek-tük bazı kelimat-ı arabiyede yapıyor.. Ve
Ispartadaki talebelerine, sizde öyle yapın diyor. Ta ki orada da yeni yazıya
çevrilecek olan o risalelerde bir farklılık düşmesin.. Nitekim o parçalar
bilahere müellifin emriyle Asay-ı Musa mecmuasına, o zamanki ufak
tasarruflu vaziyetiyle girmişler..Ve Asay-ı Musadaki halen mevcut
durumlarıyla, asıl yerleri olan Risalelerdeki vaziyetlerinde bazı kelimelerde
tek-tük farklılaklar olduğu malumdur. Hem bu tasarruf fiiline cevaz gibi
görünen mektubun yazıldığı tarihten sonra, bir çok mektublar ve müellifin
bu mevzuya dair halleri ile, o gibi tasarruflara müsaade edilmemiştir. Üstad
Bediüzzamanın mezkûr mektupları ve bu husustaki davranış ve halleri
hakkında üst taraflarda bir kaç nümüneler dercedilmiştir. O halde, nâsih ve
mensuh kaidesine göre; o cevazlı mektup, yazıldığı hadiseye ve o güne
mahsus fetvasından başka,nurların umumuna aidiyeti, ya da her zaman
geçerliliği diye bir şey yoktur. O halde hükmen mensûhtur.
Hazret-i Üstadın yukarda yazılı mektupta yazdığı o zaman ki muayyen bir
hadise için vermiş olduğu müsaadesinden başka; birde mübarek Sungur
Ağabey kanaliyle gelen bir rivayette de: Hüsrev Abiye küçük çoçuklara
mahsus bir tek risale için, o da hususi kalmak ve neşredilmemek şartıyla,
Kastamonuda cereyan etmiş, hadise gibi, yine çok az bazı arabî kelimelerde
tasarrufa izni varid olduğu söylenmektedir. Bu durumda o mektup ve bu
rivayet umumî bir fetva dahi olsalar ; yine de sadeleştirme denilen tahrife
aidiyeti yoktur. Çünki sadeleştirme denilen şey, eserin üslubunuda tarz-ı
ifadesini de, cümle ve kelimelerin ahenk ve nizamındada tasarruf ediyor ve
tamamen bozuyor ve değiştiriyor. Mektuptaki izin ise, sadece bazı kelimat
ı arabiye için vurud ettiği zahirdir. O ise, sadece lügatçeye bakan bir
durumdur.Amma bilahere-Risale-i Nurun neşir tarihçesinde ispat ettiğimiz
tarzde- ufak tefek tasarruf izinlerini de hz.Üstad kaldırmıştır. Evet durum
bundan ibarettir.
SANİYEN: Bu mevzuda, yani sadeleştirmenin Risale-i Nur eserleri için
mümkün olup olmadığına, ehl-i vicdan ve erbab-ı irfanın rahatlıkla
mukayese etmelerine ve tarafsızca ve vicdanîce hakemlik edip karar
verebilmelerine yardım için bir zemin hazırlamak nevinden ;1950 lerden
beri zaman zaman şu sadeleştirme fiiline teşebbüs etmiş kimselerin, hemde
Türkiye çapında meşhur kalemşör ve ediblerin yaptıkları sadeleştirme
tahrifi ile; Nurların asıl metin ve elfazını yanyana koyacak ve dikkatle
inceleyeceğiz. Nur müellifi hazret-i Bediüzzamanın ifadelerindeki kasıd ve
murad ettiği manalar ile, aynı ibarenin sadelestirilmiş olanındaki ifadeler ve
2464
2465
onlardaki mana muradları bir birini tutup tutmadığına bakacağız.
2465
2466
2229
İşte, ilk önce meşhur edip ve şair, merhum Necib Fazıl Kısakürek'in
sadeleştirerek BÜYÜK DOĞU mecmuasında neşrettiği yazılarını
inceliyoruz. (İbret için sadece bazı bölümlerini kaydediyoruz)
1- Gençlik Rehberi adlı Nur risaleleri bir parçasından.. Nurun asıl metni
şöyle.
"... Madem ecel gizlidir, her vakit ölüm başını kesmek için gelebiliyor.. Ve
genç ihtiyar farkı yoktur. Elbette daima gözü önünde öyle pek büyük
dehşetli bir mesele karşısında bulunan biçare insan, o idam-ı ebedî o dipsiz
nihayetsiz haps-i münferidden kurtulmak çaresini aramak ve Kabir kapısını
bir alem-i bakiye bir saadet-i ebediyyeye ve alem-i Nura açılan bir kapıya
kendi hakkında çevirmek hadisesi, o insanın dünya kadar büyük bir
meselesidir. Bu kat'î hakikat bu üç yol ile ( o üç yollar bahsin üst
taraflarında sayılmıştır ) bulunduğunda ve bu üç yolun da mezkûr üç
vaziyet ile olacağını ihbar eden yüz yirmidört bin muhbir-i sadık ve
ellerinde nişane-i tasdik olan mu'cizeler bulunan Enbiyalar.. Ve o
enbiyaların verdikleri gaybî haberleri keşf ve zevk ve şuhûd ile tasdik eden
ve imza basan yüzyirmidört milyon Evliyanın aynı hakikata şehadetleri.. ve
hadd ü hesaba gelmiyen muhakkiklerin kat'î deliller ile o Enbiya ve
Evliyanın haberlerini aklen ilm-el yakin derecesinde ispat ettikleri ve yüzde
doksan dokuz ihtimal-i kat'î ile idam ve zindan-ı ebedîden kurtulmak ve o
yolu saadet-i ebediyeye çevirmek, yalnız iman ve itaat iledir diye ittifaken
haber veriyorlar.
Acaba yüzde bir ihtimal-i haleket bulunan bir tehlike yolunda gitmemek
için; bir tek muhbirin sözü nazara alınsa.. ve onun sözünü dinlemeyip o
yolda giden adamın endişe-i helaketten gelen elem-i manevî onun yemek
iştihasını kaçırdığı halde; böyle yüzbinler sadık ve musaddak muhbirlerin
yüzde yüz ihtimal ile; dalalet ve sefehat; göz önündeki kabir darağacına
ve ebedî haps-i münferidine kat'î sebeb olduğunu ve iman ve ubudiyyet,
yüzde yüz ihtimal ile o darağacını kaldırıp, o haps-i münferidini kapatıp; şu
göz önündeki kabri bir hazine-i ebediyeye bir saray-ı saadete açılan bir
kapıya çeviriyor diye ihbar eden ve emarelerini ve âsarlarını gösterdikleri
halde; Bu acib ve garib ve dehşetli ve azametli mesele karşısında bulunan
biçare insan ve bahusus müslüman, eğer iman ve ubudiyeti olmazsa, bütün
dünya saltanatı ve lezzeti o bir tek insana verilse, acaba o göz önünde ve
her vakit oraya çağrılmasına nöbetini bekliyen bir insana verdiği o
endişeden gelen elim elemi kaldırabilir mi ? ilaahir..."
Şimdi de, Necib Fazılın yaptığı sadeleştirme namı altındaki bir kuşa
benzetilen ve yüksek ve ateşîn manalardan tecrid edilmiş tahrifine bakalım..
Şöyle yazıyor :
2466
2467
2230
"Kabir yolunu ebedî saadete çevirmek, sadece iman ve din emirlerine itaat
ile mümkündür. Bu nokta üzerinde elleride mu'cize bayrakları taşıyan
binlerce peygamber, milyonlarca veli, hadsiz hesapsız ilim ve fikir adamı ve
bütün selim akıl ehli birbirlerinin peşi sıra beraberdir.
Ölüm,gerçekten insanın baş mes'elelerinden biridir. Böyle bir dava
karşısında insan, fani hayatın kadrosu içinde bütün dünya saItanat ve
lezzetine tek başına malik olsa, sonsuzluk aleminin kapısı önünde onları
yine hiçe saymak zorunda kalmaz mı ? Başımızda en sadık nöbetçi halinde
bekliyen mezar deliğinin verdiği kaygıyı bütün nisbetler yekûnü ve
imkânlar bütünüyle bu fanî dünya telafi eder mi ?.."
Evet, baktınız, gördünüz ve her halde mukayesesini yaptınız !.. Risale-i
Nurun mana, murad ve maksatları ile ve cevami- ül kelim olan nurun
muntazam ve aynı noktaya bakan kelime ve cümle hey'etleri ile
gösterdikleri hedef ile, bir alakası var mı ? Tahmin ediyorum. Eğer
okumuş ve dikkat etmiş iseniz, herhalde " Yoktur ” diyeceksiniz. Daha
bir şeyler, yardım için yazmak isterdim. Lâkin sizi başbaşa bırakmak için
kafanızı karıştırmıyalım, her ne ise...
Belki bunu anlamadınız diye, merhum Necib Fazılın başka bir sadeleştirme
tahrifini arzedeyim. Bu defa ihlas risalesinden :
Evvela Hazret-i Bedüzzzamanın ifadesi, yani nurun asıl metni
"Dördüncü Düsturunuz: Kardeşlerinizin meziyetlerini, şahıslarınızda ve
faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleri ile şâkirane iftihar
etmektir. Ehl-i tasavvufun mabeyninde "Fena fişşeyh, fena firresûl "
istilahatı var. Ben sofi değilim.. Fakat onların bu düsturu bizim meslekte "
Fena fil ihvan " suretinde güzel bir dûsturdur. Kardeşler arasında buna
TEFANİ " denilir. Yani birbirinde fani olmaktır. Yani kendi hissiyat-ı
nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatiyla fikren
yaşamaktır. Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlad, şeyh ile
mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır.
Olsa olsa,bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz Haliliye olduğu için,
meşrebimiz hillettir. Hillet ise, en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en
güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu
hilletin üss-ül esası samimî ihlastır. Samimî ihlası kıran adam bu hilletin
gayet yüksek kulesinin başından sukut eder; gayet derin bir çukura düşmek
ihtimali var. ortada tutunacak yer bulamaz.
Evet, yol iki görünüyor.. cadde-i Kübra-i Kur'aniye olan şu mesleğimizden
şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmiyerek yardım
ihtimali var. İnşaallah Risale-i Nur yolu ile, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyanın
daire-i küdsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler ve
2467
2468
öyle çukurlara sukut etmiyeceklerdir ."
2468
2469
2231
Şimdi de Necib Fazılın tahrifine bakalım :
"4-Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini nefsinizde
tasavvur edip, onların şerefleriyle şükredercesine iftihar etmek. Tasavvuf
ehli arasında "Şeyhte fani olma " diye bir istilah vardır. Ben sofi değilim.
Fakat onların bu düsturu bizim mesleğimizde" Dava kardeşlerimizde fani
olmak "şeklinde tatbik olunabilir. Kişinin kendi nefsanî hislerini unutup
kardeşlerinin meziyetleri ve hisleri ile yaşayabilmesi ne büyük devlettir.
Zaten mesleğimizin esası kardeşliktir. Bizde esas, baba ile çoçuk, şeyh ile
mürid arasındaki vasıta değildir. Bizim mesleğimizin en yakın dost, en
fedakar arkadaş, en civanmerd kardeş mefkürevî oluş derecelerini gösterir.
Bu kardeşliğin esasının esası da ihlas ve samimiyettir...”
Necib Fazıl buradan itibaren bir kaç cümel nurun metnini atladıktan sonra,
alakası olmıyan bir şeyler daha yazmış..
İşte, Risale-i Nurun nuranî ve parlak lafızları.. Ve işte meşhur Necib Fazılın
tahrifderane donuk edebiyatı!..
Bakınız Üstad Bediüzzaman Hazretleri" Ehl-i tasavvufun mabeyninde fena
fişşeyh, fena firResûl istilahatı var " diyor. Bu zat ise:" Tasavvuf ehli
arasında şeyhte fani olmak diye bir istilah vardır " diye yazmış.Yani müellif
hazretleri, hem fena fişşeyh hem fene firresûl istilahları vardır diyor. Ve bu
dediği, filhakika tasavvuf ehli arasında meşhur ve vâki’dir.Necib Fazıl ise
sadece bir tek istilah vardır diyor.
Yine Bediüzzaman hazretleri "Mesleğimiz haliliye olduğu için meşrebimiz
hillettir. Hillet ise en yakın dost ve en fedekâr arkadaş ve en güzel takdir
edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. " diyor.
Necib Fazıl ise:"Bizim mesleğimizin en yakın dost, en fedekar arkadaş, en
civanmerd kardeş mefkürevi oluş derecelerini gösterir " diye yazmış..
Soruyorum dikkatinizi çekmek için yazdığımız bu mukayesede Risale-i
Nurun maksad ve muradıyla bir alakası varmıdır?. Her ne ise!..
Evet, Necib Fazıl ın sadeleştirme namı altındaki tahrifleri 1952 yıllarında
Büyük Doğu mecmuasında ve bir kaç sayısında neşredildi. Bunlar
Otuzuncu Söz Ene ve Zerre Risalesi, İhlas Risalesi, Gençlik Rehberi ve
müdafaalarından bazı parçalar idi. Büyük Doğunun sadeleştirerek neşr
etmiş olduğu o yazılar bizde mahfuzdurlar.
Ne ise, Necib Fazılı, belki bazı kasıtlarla bunları böyle yaptı deyip
bırakalım, gelelim kendilerini Risale-i Nur talebesi olarak gösterenlerin
sadeleştirmelerine de bir göz atalım.
Bunlardan birisi: Tebliğ Yayın Evi, Nurun " Tabiat Risalesi "kitabını
2469
2470
sadeleştirerek, yani nursuzlaştırarak ve yozlaştırarak reşretti. Üstelik bu sa
2470
2471
2232
deleştirmeyi yapanda, hem arabî ilimlere, hemde Risale-i Nurun üslubuna
vakıf bir kimsedir. Mezkûr kitab için "Risale-i Nurun Neşir tarihçesi" adlı
kitapçığımızda uzunca mukayeseleri yapmışız. Burada ise, o çok yanlış ve
tamamen basitleştirilmiş o kitabın ibareleri üzerinde değil, sadece bazı
kelimelerini medar-ı ibret için arzedeceğim :
1 - Adı geçen kitapta, Tabiat Risalesinin aslında geçen "İhtar" kelimesini,
"Uyarı" diye yazmış. Oysa ki, ihtarın türkçe karşılığı" Hatırlatma "dır.
Uyarı, ikazın karşılığı olabilir.
2- " Nota " kelimesini " Bildiri " diye yazmış. Halbuki asıl risalede onun
murad ve manası" Yeni buluş, yeni çıkan ahenk dizisi,"gibi şeylerdir.
3-Mezkür sadeleştirilmiş kitabın 16. sahifesinde;kitabın aslındaki "Yani
esbabın içtimâında o mevcut vücut buluyor" yerine, "Ya da sebeblerin
birleşmesiyle o varlık var oluyor" diye yazmış. Oysa ki "içtima’" kelimesi "
toplanma" demektir. Birleşmenin arabisi " Cima' " ile tabir olunur. Hem
“Mevcut" kelimesinin gerçek manası: îcad edilmiş, var edilmiş demektir ki,
onun saniini, mûcidin ifade eder. "Varlık" ise, daha çok tabiatçıların
ağzında dolaşan yanlış bir manadır.
4- Yine mezkûr kitabın 15. sahifesinde :"Dinsizliği işmam eden " cümIesi
karşılığında; "Dinsizlik kokan" diye yazılmış. İşmam " kelimesi " koklatan,
hissetiren " manasındadır.
Ve daha benzeri bir çok yanlış, hatalı, fuzulî, manasız ve yersiz tasarrufları
görmek istiyenleri " Risale-i Nurun Neşir tarihçesi " kitabına havale
ediyoruz.
Bir misalde: Zaman Gazetesi 22 Ocak 1990 daki nüshasında, Şemseddin
Nuri isimli bir zat, iddialı şekilde, sadeleştirme tahrifini meşru göstermek
için; kendisinin ifadesiyle "Bir büyüklerinin " fevkalede hünerli şekilde
yapmış olduğu sadeleştirmesinden numune için ve iftiharkârane bir tarzda
bazı pasajlarını dercetti. İşte bizde, yazarın ve onun fikrinde olanlarının
kanaatlarına göre; o fevkalede hünerli ve başarılı sadeleçtirmelerden bazı
kısımları mukayeseye alacağız. Bakalım, ne derece nurun aslındaki murad
ve manalara uygun düşmüş göreceğiz,
İşte:PENCERELER risalesinden alınmış olan o pasajların ilk önce Hazret-i
müellifin ifade ve uslubu ile olan asıl metnini Sonra da " BÜYÜK " diye
gösterilmiş zatın sadeleştirdiği ibaresini alarak beraberce mukayeseye
alalım :
İşte, Nur müellifinin asıl ifadesinde " Eşya vücud ve teşahuslarında
nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddit, mütehayyir, şekilsiz bir
surette iken...” tarzdadır.
2471
2472
2233
Sadeleştiricinin ifadesi: " Her varlık gün yüzüne çıkarken, her şey olabilme,
her kalıb ve şekle girebilme imkân ve dolanbaçları iIe yüz yüze şekilsiz
bir vaziyette iken... "tarzındadır·
Görüyorsunuz;Hazret-i müellif, bilerek düşünürek, ayrıca da hakkın
ilhamına tabi'olarak " Eşya vücud ve teşahhaslarında" diyor. meçhul
sadeleştirici zat ise, tabiatçıların ağzını kullanarak: " Her varlık gün
yüzüne çıkarken " diyor.
Şimdi,Üstad Bediüzzaman hazretlerinin kendi ifadesiyle kullandığı
cümlesinin -eğer caiz ise - tercümesini birde biz yapalım ve bakalım, o
meçhul büyük ,Risale-i Nurun hakkını vermişmidir görelim:
Eşya,(Şeyler, herşey, kainatta var edilmiş her nesne ) vücud ve
teşahhuslarında (vücuda gelirken ve herbirisi ayrı, farikalı ve belli bir
şahsiyet kazanmaya doğru adım atarken ) nihayetsiz imkanat yolları içinde
mütereddit, mütehayyir şekilsiz bir surette iken (yani vücuda gelmeye,
birer ayrı ve mümtaz ve farikali şahsiyet ve sima kesbetmeye hazırlanan her
bir şey, çeşitli şekillerde tezahür etmeleri mümkin ve muhtemel olan sonsuz
yollar içinde kararsız, şaşkın, şekilsiz bir surette iken )
Ve nur müellifi risaledeki aslî cümlesinin devamında.
" Birden bire gayet muntazam, hakîmane öyle bir teşahhus u vechi veriliyor
ki " diyor.
Sadeleştirmecinin ifadesinde. " Fevkalede bir insan ferdi yüzüne konan
farklı çizgiler..” diye yazmış.Lütfen dikkat buyrun, üstadın ifadesindeki
mana ile bir alakası var mı?..
Evet, Hazret-i Üstad, bir tek insanı değil, her şeyi kasd ederek der ki:
Hadsiz imkanat yolları içinde mütehayyir olan o mevcud birden bire
hakimane hikmet ve maslahatları irade eden bir vaziyetle ) ve imtiyazlı bir
yüz veriliyor " diyror.
Yine Nur :müellifinin öz ifadesinde :"Her bir insanın yüzünde bütün ebna-i
cinsinden her birine karşı bir alamet-i farika o küçük yüzde bulunduğu ve
zahir ve batin duygaları ile kemal-i hikmetle techiz edildiği cihetle " diyor.
Sadeleştirmeci meçhul büyük ise : "Fevkalede bir insan ferdi yüzüne
konan farklı çizgilerle, diğer bütün insanlardan ayrılması ve yine değişik bir
kısım iç ve dış duyğularla donatılarak " diye yazmış.
Dikkat buyurun hazret-i müellif " Her bir insanın yüzünde "diyor. Adam
ise," fevkalede bir insan ferdi " diye yazmış. Yine cenab-ı müellif: " bütün
ebna-i cinsinden her birisine karşı" diye açık ifade ile bir hakikatı beyan
etmiş.. O adam ise "diğer bütün insanlardan ayrılması" diye yazmış.
2472
2473
2234
Yine cenab-ı müellif: " bütün ebna-i cinsinden her birisine karşı" diye açık
ifade ile bir hakikatı beyan etmiş.. O adam ise "diğer bütün insanlardan
ayrılması" diye yazmış.
Yine Nur müellifi o risalenin bir cümlesinde:! “O yüz gayet parlak bir
sikke-i ehadiyyet olduğunu ispat eder "demiş, meçhul sadeleştirmeci ise:"
Her şeyin arkasında kendini hissettiren müthiş bir iradeye, parlak bir
işarettir" diyor. Hazret-i Üstad bu cümlede - eğer tercüme caiz ise- der ki:
" alamet-i farikalı, iç ve dış duygularla teçhiz edilmiş her bir yüz, Allah'ın
Ehadiyyet tecellisinin, yani her Şeyin üstüne bütün isimleri ile tecelli
edebilen ve o şeyin yardımına bütün esması ile medet edebilen zatın bir
mührü, bir sikkesi olduğunu ispat eder.
Adam ise gördüğünüz gibi, Ehadiyyet tecellisi yerine müthiş irade diye
tercüme etmiş.
İşte Zaman gazetesi, adı geçen nüshasında bu mesele daha bir kaç cümle
ile devam edip gidiyor. Fazla uzatarak, baş ağrıtmadan ehl-i irfan ve akl-ı
selim ve vicdan-ı kerim sahiplerine soruyoruz; Gerek Necib Fazılın, gerek
Tebliğ yayın evinin yaptıkları.. ve gereksede az üstte gösterilen Zaman
gazetesindeki sadeleştirme denilen gülünç numuneler, hakikat olarak bir
tahriften başka bir şey midirler ? Biz kendi cânibimizden bu gibi
sadeleştirme denilen nursuzlaştırmalara düpedüz asrî bir tahriftir diyoruz ve
ispat ediyoruz ve etmeyede hazırız. Amma sizler ne dersiniz bilemem!...
Ve Salisen: Yazımızın " NETİCE " bölümü başlığı altında sıraladığımız
istifhamların kalan diğer kısımları için toptan olarak deriz ki ; Risale-i Nur
eserleri Hazret-i Bediüzzamanın te'lifatıdır. Onun uslubu, Bediüzzamanın
şahsiyyet ve makamına yakışır bir tarzda ve Bedi'ül-beyan olarak tanzim
edilmiştir. Bu durumda, hem müellif hazretlerinin ihtarlarıyla, hem de hal
ve durum muvacehesinde; başkaları kalkıpta o nuranî uslubu; o cennet
misal elfaz libasını değiştirmeye tevessül ederse; hiç şüphesiz ve kesinlikle
berbat edecektir. Hem de düşünülen faidelerden hiç biriside elde
edilemiyecektir. Aynı zamanda hak ve hakikatın ali hatır ve hürmetini de
kıracaktır. Manaların güzellik ve inceliğini incitecektir. Bütün letaif-i
insaniyyeye gıda olan,nurlardaki nâzdar manaların uçup gitmesine, saklanıp
kaybolmasına sebebiyet verecektir. Hem ecnebiyeye endeksli bugünkü
türkçenin muayyen bir kararı olmaması yüzünden, her bir kaç senede bir,
yeni yeni libaslar kesip biçme zarureti ortaya çıkacaktır... ki o durumda
Nur uslubunun âli nizamı tar ü mar olması demektir.
Hem,nurları ciddî ve müştakane seven bütün talebeleri diyorlar ki; biz
dersimizi güzel anlıyoruz. Nurları yüz kere, bin kere okusakda bize usanç
2473
2474
vermediği gibi, her defa okuyuşumuzda daha yeni yeni manalar ufku bize
2474
2475
2235
açılmaktadır.
İşte bu durumda, nurları yozlaştırmadan ibaret olan sadeleştirmeye
niyetlenenlerin gayeleri halisane olamıyacağı kesindir. Adeten ve hükmen
ve kaideten gayr-i meşru tarik olan sadeleştirmeye sevkedici saik ve amil;
bize göre parlak bir niyetin, ya da mübrem bir zaruretin neticesi olarak
meydana çıkmıştır diye kimse söyliyemez. Olsa olsa, ya Risale-i Nurların
elfazının sandukçalarındaki lâl-ü güher, yakut ve cevherlerden habersiz
kişilerdir. Ya da, ırkî bir hiss-i hasedden gelen bir çekememezliğin
neticesidir.. Ya da ilmî enaniyetin öldürücü ve; boğucu kıskançlığıdır.. Ve
Dostları ilə paylaş: |