ettikleri gibi, gurup gurup gelen ziyaretçiler de cenaze namazını kılmaya
devam etmektedirler.(185)
Dindar ve kahraman Urfa'lılar bir taraftan Üstad'ımızın geldiğine seviniyor,
diğer taraftan da acı içinde bayram yapıyordu. Bütün Nur talebeleri gibi,
Cenab-ı Hak bizleri azami ihlâs, azami sebat ve tesanüd içinde, hizmet-i
imaniyede muvaffak edip, Hazret-i Üstad'ımızın mesleğinden ve şahs-ı
manevisinden ebediyen ayırmasın, âmin.
Aziz kardeşlerimiz! Bir kısım din düşmanı gazetelerin nahoş yazı ve
yaygaraları tamamen hilaf-ı hakikattır. Sizi müteessir etmesin. Bizzat
buraya kadar gelen kardeşlerimize Risale-i Nur hizmetinde muvaffakiyetler
dileriz.
Elbaki Hüvelbaki Urfa Nur talebeleri Eyyüp, Abdullah, Kemaleddin(186)”
MOLLA ABDÜLMECİDİN MERSİYESİ
Üstad'ın küçük kardeşi Molla Abdülmecid Efendi'nin, ağabeyisi Üstad
Bediüzzaman'ın ardından yazdığı mersiyesi de şöyledir:
"Kutlu olsun, mutlu olsun sana ol âli makam
Fitnenin narı hemen oldu sana berden selam,
Urfa'nın topraklarında değildir Üstadımız ,
Pek sıcak kardeşlerin kalbindedir serdarımız.
(185)Üstad'ın türbesini bilâhere gelip ziyaret eden Şafii mezhebli
Müslümanlar, geldiklerinde Üstad'ın kabri başında giyabî cenaze namazını
kılıyorlardı. Bazı ebleh, cahil veya münafık gibi insanlar: "Nur talebeleri
Üstadlannın kabrine namaz kılıyorlar" gibi fitneli, yalanlı sözleri
yaymışlardı. A.B.
(186) Emirdağ-2 yeşil defter 5:92
2383
2384
2176
...............
...............(187)”
Bizleri unutma ey âli-cenab önderimiz,
Arz-ı hürmetle öper, Dergâhına yüz süreriz.
Bizden sana her sübhü şam olsun keko bnler selam(188)
Binler selam olsun sana, olsun sana binler selam.
Sensiz kalan kardeşlerin ağlar öter aleddevam,
Gülsüz kalan bülbül gibi yok ne kararı ne menam.
Sana olsun bin selamlar bizlerin gözbebeği,
Kaldı gözler noktasız tersine döndü feleği.
Ankara radyosu yaydı en kara bir haberi,
Kalbi deldi, ruhu ezdi yaktı yıktı ciğeri.
Ey mezarcı o makamda bize de kaz bir mezar,
Olalım Üstad'a komşu görelim leyl ü nehar.
Ey mezarcı göm beni de o Said'in kabrine,
Firkatin dayanamam vallahi asla kahrine.
Katılsın zerratımız âlem-i berzahta keza,
Sarılsın birbiriyle ruhlar ila yevm-il ceza'.
Dar-ı dünyada Said'i bizden ettinse cüda,
Bari uhrada beraberce haşret ey Huda.
Dünki hal oldu hayal, geçti visal geldi zeval,
Bizleri Üstadımızla haşret ya zelcelâl.
(187) Boş bıraktığımız iki satır, daha önceleri Abdülmecid Efendi kendi oğlu
Fuad hakkında da söylemişti. Fakat Hazret-i Üstad o tarz tabiri kabul
etmemiş, beğenmemişti. Bu sebeble burada da kaydedilmedi.A.B.
(188) Kürtçe ağabey demektir.
2384
2385
2177
EYYÜHEL-ÜSTAD
Ne hayatta ne mematta görmedin hiç bir huzur ,
Dar-ı dünyada efendim ne safa var ne sürûr.
Ah efendim şu hayata sakın hiç etme esef,
Ne sefa var ne vefa var, hep cefadır hep telef.
Ne sebat var, ne karar var, hep kederdir hepsi gam,
Hayrı yoktur bir hayatın sonu olsa şu elem.
Doğumun sonu ölümdür, yapının sonu harap,
Kurtuluş yoktur efendim yıkılır olur türap.
Her gelişten sonra vardır bir gidiş,
Her gidişten sonra olaydı geliş.
ÜSTADIN KABRİ YIKILDIKTAN SONRA
Üstadın lisaniyle
ÜSTADIN TARİH-I VEFATI
Nursta doğdum (325) Nuriyeden (271)
Nuru yaydım (266) her yerde
Nura kavuştum (261) birden
Yattım nurlar içinde (265)
Vefat tarihi vardır
Bu 'beş nurlar içinde (1379)
(189) Mesnevî-i Nuriye tercame-A.K.B.S: 645
Abdülmecid(189)"
2385
2386
2178
2386
2387
2179
AVUKAT HULUSÎ BİTLİSİ'NİN MERSİYESİ
Bediüzzamandır Said-in Nurisî
Bitlis-Van beyninde gelmiş dünyaya
Urfa'da o nurlu asırlık dahî
Kadir gecesinde erdi Mevlaya
Ramazanda malum Kur'an-ı Kerim
Kendini göstermiş arz u semaya
Dünyada esirdi, cennette hürdür.
Hayatta sadıkdı haklı davaya.
Peygamberin ceddi Halil-ür Rahman,
Said'i yükseltir arş-ı a'laya.
Halil İbrahim'e Nemrudun zulmü ,
Tarihe intikal etmiş uhraya.
Bediüzzamanı medenî devran,
Neden esir etti her eşirraya.
Beyn-el milel ağahanlar gandiler,
Dinde uymuşmuydu asr-î sevdaya.
Onlar kanaatta serbest yaşadı,
Sâik de oldular haklı davaya.
Said'e menfaat isnad edenler,
Dönmedir satılmış ehl-i havraya.
Halaikin nefesince Allah'a
Giden yollar vardır semt-i ukbaya.
2387
2388
2180
Kavmiyet ayrılık fikrinden uzak,
Lekesiz seyrinde benzerdi aya.
Tevhide Kur'ana uygun âsarı,
Müslüman Türklerce sayılır maya.
Güneşler aylarda ufule mahküm,
Ergeç zahir olur ilahî gaye.
Yakındır kıyamet şeksiz sıratlar,
Mizanlar hesaplar kaldı ferdaya.
Harim-i ismetin şehid Said'i,
Şakiler uğrattı her ibtilaya.
Yüz otuzdan fazla nurlu âsarı,
Yaşar armağandır bağlı manaya.
Tahtını Türk-İslam kalbinde sâbit,
Said baş eğmedi zulme ednaya.
Cevherli tarihle misafir olsun,
Şahımıza hatem-ül enbiya -1379
Hulusi Bitlisi"
Emirdağlı hattat Mustafa Acet'in 6.4.1960'da yazdığı uzun mersiyesinden
bazı mısralar:
"İnsanlığın ufkunda kemale eren Üstad,
Nuriyle gönülleri tamamen saran Üstad.
Zulmün, küfrün belini nurlarla kıran Üstad.
2388
2389
2181
Elveda deyip koştu enbiya kucağına,
Urfa'yı tercih etti bütün yurt bucağına.
Hiç bir büyük sayılmaz tarihe dönmeyince,
Kemali olmaz derler işkence görmeyince,
Üstad'ın hayatında kalmadı görmediği,
Hiç bir mason var mıdır havlayıp ürmediği
Allah ü Ekber diye teyran etti Urfa'ya.
Sel gibi, tufan gibi millet aktı Urfa'ya.
Sıkıntı tazyik zindan hapishaneler gördü,
Rahat nedir bilmedi ızdırapla dem sürdü.
Hayatı böyle geçti amma küfür de öldü.
Bizi bıraktı gitti eryiğit kucağına,
Urfa'yı tercih etti bütün yurt bucağına.
Enbiyalar serveri davet etti şüphesiz,
Görüşelim gel dedi, çıktı gitti Urfa'ya.
................
................
Ağla ey koca sema, yaşın ıslatsın yeri,
Gitti o koca Üstad, dönmiyecektir geri.
Yıkıldı âlem demek, kolayca dolmaz yeri.
Allah ü Ekber diye teyran etti Urfa'ya
Sel gibi tufan gibi millet aktı Urfa'ya.
Mustafa Acet"
Ağrılı Celal Başer'in mersiyesi (Bir kısmını alıyoruz)
Bismihi sübhanehu diyen diller,
Varır arşa bu gün efganım benim
Nur me'yus kul bizar, akmıyor kevser
Sanki bikes kalmış serhaddim benim.
2389
2390
2182
Bin başım olsa da nura sererim,
Kur'an için Üstad derdi Ömerim
Dergâh-ı Halil'de olsa da derim,
Tek nam u nişansız merkadım benim.
Ya Rab mü'min gönül nur ile dolsun,
Nur ile cem'iyet necatı bulsun,
Nuru yutmak nuru duyurmak olsun.
Âlem-i İslâma tek va'dim benim.
Levh-i mahfuz nurun mi'raç Resulün
Tilmizidir mü'min nurlu ekolun ,
Tavaf et ey yolcu uğrarsa yolun,
Urfa'da misafir Üstadım benim.
Başer"
Celal
Eskişehirli Osman Aydının hazin mersiyesi: (Bazı Kısımlarını alıyoruz)
İşte geldi Çattı ayrılık derdi
Bin türlü elemi bizlere verdi.
Gam, keder postunu gönlüme serdi
Üstadımın firakın yaktı dağladı
İnsanlar, mahlukat, sema ağladı.
........................
........................
Elveda’ dostlarım, ayrıldı üstad
Nemli gözler ile ediyoruz yad
Kur’an okuyalım ruhu olsun şad
Ütadım firakın yaktı dağladı
İnsanlar ,mahlukat,sema ağladı.
Yaramıza merhem Risale-i Nur
Derdine dermanı hep onda bulur.
Kat’î bir hüccettir Risale-i Nur
2390
2391
2183
Üstadım firakın yaktı dağladı
İnsanlar, mahlukat sema ağladı
........................
........................
Aydının derdini açtıda açtı
Kânlı yaşlarını etrafa saçtı
Dahada söylerdi dili dolaştı
Üstadım firakın yaktı dağladı
İnsanlar, mahlukat, sema ağladı.
(Son Şahitler-4,sh.31-32)
Bu mersiyeler gibi daha çok şiirler, mersiyeler var. Avrupa'dan, Pakistan
dan gelen taziye mektupları da vardır. Ayrıca Üstad'ın vefatının hemen
ardından bir çok gazeteler mersiyeler neşretti. Çaykara gazetesi, Malatya
gazetesi, Ünye gazetesi, Hüradam gazetesi, Hilal Mecmuası, Sebilürreşad
Mecmuası ve hakeza bir çok gazete ve mecmualar...
Nümune için kaydettiğimiz şu bir kaç şiirle burada iktifa ediyor, böylece
Hz.Üstad'ın dünya hayatına nihayet veriyoruz.
2391
2392
2184
2392
2393
2185
BİR ZEYL
Bu zeyilde, Hazret-i Üstad'ın vefatından sonra Risale-i Nur ve talebeleriyle
alakadar şekilde gelişen müsbet ve menfi hadiselerin hülasalarını çok kısa
bir şekilde kaydetmeyi düşünüyoruz. Bunlar 1960-1987 arası zamanı içine
almaktadır. Geleceğin tarihçilerine belki bazı yardım ve kolaylıklar olur
diye yazıldı.
Mezkûr zaman zarfında vuku’ bulan ve inkişaf eden müsbet-menfi
hadiseler hem çoktur, hem de çok yönlüdür. Bazıları Risale-i Nur hizmeti
ve Nur talebeleriyle direkt ilgilidir. Bir kısmı da dolaylı alakadardır.
Kaydedeceğimiz hadiseler genel olarak şöylece sıralanabilir:
1- Hazret-i Üstad'ın Urfa'daki kabrine geceleyin vahşice tecavüz hareketi..
2-1960 ihtilâliyle Nur talebelerine müteveccih tecavüz ve taarruzlarla
birlikte, sinsi şekilde tertiplenen planlar..
3- Risale-i Nur eserlerine karşı menfi tertiplerin bir uzantısı olan tahrif
işaaları ve bu mevzuda ortaya atılan iddia ve teraneler..
4- Nur talebeleri cemaatının dahilî durumunu ilgilendiren meseleler ve
hadiseler..
5-Demokrat Partili kimselere karşı yapılan büyük zulüm ve taarruzlar..
6- Türkiye'de ve dünyada olup biten sair işler ve hadiseler.
2393
2394
2186
2394
2395
2187
MUKADDEME
Her şey ve herkes gibi Hazret-i Üstad Bediüzzaman dahi, Hâkim-i Zülcelal
olan Cenab-ı Allah'ın istisna kabul etmiyen mutlak kanunu icabı olarak, bu
dar-ı fâniden dar-ı bâkiye göç etti.. Amma Müslümanların dünya ve ahiret
saadetlerine medar olabilecek ve olmakta olan Risale-i Nur eserlerini miras
bırakarak gitti.
Hem o, bu fani âlemin ufûl eden, zevale eren ve gurup eden her şeyi gibi,
başka bir âlemde tulu' etmek üzere ufûl etti: Lâkin geride bıraktığı Nur
Risalelerinin ve teşkil ettirdiği Nur cemaatının hizmetleri, ziyaları, ışıkları
ve te'sirleri dünyalar durdukça payidar olacak tarzda zaman ve asırların
taşlarında nakşederek gitti.
Evet, Hazret-i Üstad, maddî ve beşerî vücudu itibarıyla gitti... Amma
Kur'an ve iman hizmeti ile dünya ve ahiret saadetinin proğramı olan Nur
Risalelerini bize bıraktı, teslim etti, öyle gitti.
Bununla beraber onun dünyevî ve maddî varlığının ve vücudunun kaybolup
gitmesiyle de, çok mühim işleri de beraber getirdi. Çünki Hazret-i Üstad
bu dünyadan gider gitmez Nur talebeleri onun arkasından hayli sarsıldılar.
Birer beşer ve insan olarak hizmet telakkilerinde bazı fikir ayrılıklarına
düşerek zaiflediler. Hem Üstad'ın gitmesiyle; maddî siyasî sahada
Demokratların da işi bitti, ipleri çözüldü. Her gün biraz daha zayıflamaya
ve bir şey yapamıyacak duruma geldiler. Bunu fırsat bilen İsmet İnönü ve
altı okçu adamlar rahatlıkla ve aşikâr bir surette ihtilâl plânlarını yapmaya
başladılar.
Meselâ: Hazret-i Üstad'ın DP'lilerden yüz çevirip artık hiç alakadar
olmamağa başladığı günler olan 19 Mart 1960 günü, İsmet İnönü'yü bazı
yüksek rütbeli subaylar İstanbul'daki evinde ziyaret ederek bir nevi ihtilâl
hazırlığı plânları çevrilmişti.
16 Nisan 1960 günü, Üstad'ın vefatından yirmidört gün sonra, yine emekli
general ve amirallardan müteşekkil on dört kişi İnönü'yü yine İstanbul'daki
evinde ziyaret etti. Bu da yine ihtilâl provası gibi bir şey idi.
2 Mayıs 1960 günü Menderes'in yaptığı bir konuşma ile, perde altında
çevrilen sinsi planlarla durumun ciddiyetini hissederek, onu dile
getirmekteydi.
2395
2396
3 Mayıs 1960 günü Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Millî
Savunma Bakanı Ethem Menderes'e tehditkârane bir mektup yazdı ve aynı
2396
2397
2188
gün vazifesinden izinli ayrılarak İzmir'e gitti. Bu hareketle ihtilalin yakın
olduğu belliydi.
21 Mayıs 1960 günü, gizli tahrikler ve tertibler neticesi harb okulu
talebeleri bir nümayiş yaptı.
Ve daha daha bunlar gibi İnönü'nün proğramları çerçevesinde CHP altı
okçu zihniyetleri, güya sözde milliyetçi, ırkçı kimseleri kandırarak; Üstad
Bediüzzaman'ın altı sene önce haber verdiği gibi, elde ettiler. Bunu
başarınca da artık hem kuvvetlendiler, hem de ihtilâl için meydan
bomboştu.
Ve nihayet 27 Mayıs 1960 günü sabah saat 7.36'da Kurmay Albay
Alparslan Türkeş'in sesiyle Ankara Radyosundan ihtilâl darbesi ilân edildi..
Ve bunu takib eden günlerdeki zulümlü, gadırlı muameleler...
Halbuki, Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1952'den itibaren 1959'un son
günlerine kadar defalarca Demokratları ve iktidarı ikaz etmek istemişti.
Gâh işaretli, gâh sarih şekilde onlara; perde altında oynanan oyunları ve
düşmanlarının onlara karşı çok merhametsizce, hırslı ve sinsî plan ve
proğramlar düzenlediklerini ve DP'liler için o durumda selâmetle çıkış
yollarını, kurtuluş proğramlarını elinden geldiğince onlara bildirmeye ve
anlatmaya çalışmış, çırpınmış ve ikazlarda bulunmuştu.
Lâkin çok maaalesef ki; DP iktidarı, özellikle son dönem iktidarı;
CHP'lilerin kurnazca oyunlarına gelerek, Hazret-i Üstad'ın bütün o
şefkatkârane, vefadarane teveccühlerine karşı bir evham, beceriksizlik,
korkaklık ve za'afiyet içine girdiler. Hem Bediüzzaman Hazretlerine de
ihanetler etmeye başladılar. Bilhassa 1957'den sonraki dönemin İzmir
Milletvekili ve İçişleri
Bakanı Namık Gedik'in titrek, ve evhamkar tutumuyla; Üstad Hazretleri
emniyet kuvvetleri tarafından gittiği her yerde, hatta kendi evinde bile takib
edilmiş, rahatsız edilmişti.
Bilmiyorum, belki Başbakan Adnan Menderes ve bir iki samimi arkadaşı
hükûmetinin bu şekildeki tutumuna razı değildi. Lâkin esefle söyliyelim ki,
hiç bir müdahalesi de olmadı. Belki de ihtimaldir ki, artık Adnan Menderes
de kendi bakan ve hükûmet adamlarına müdahale etmekte aciz kalmış
olabilirdi.
Hazret-i Üstad, son seyahatlerinin son günlerinde -yukarda ispatlı şekilde
kaydedildiği gibi- Menderes'e bazı meb'uslar vasıtasıyla haber göndererek:
"O bizim manevi himayemizdedir. Eğer ben onu ve hükûmetini manen
himaye etmesem (İki elini birbiri etrafında çevirerek) böyle böyle olurlar."
2397
2398
demişti. Yine başka bir zaman: "Başka yerlerden bizi istiyorlar. Eğer ben
buradan gitsem, böyle böyle olur" demiş ve DP'nin üst kademesindeki
adamlarına haber göndermişti.
2398
2399
2189
Lâkin müşfik ve vefadar olan Hazret-i Üstad'ın bu çırpınırcasına olan telâşlı
ikazları ile maalesef DP'liler gafletten uyanamamış, korku ve evhamları
vesvese derecesine gelmiş, uyanmaları mümkin olmıyan bir girdaba
girmişlerdi. İnönü ise, Demokratların kapıldıkları evham ve korkulu
durumlarını çok iyi anlıyor ve kendi maksadı lehinde değerlendirmesini çok
iyi biliyordu.
Nihayet, Hazret-i Üstad'ın kesin olarak haber verdiği gibi, kendisinin
onlara karşı manevi muhafazası ve teveccühü kesilince, DP'liler tepe takla
yuvarlanmaya başladılar. Evham ile, korku ile, ta'vizlerle çekindikleri ve
korktukları şey, başlarına nihayet geldi. Düşmanları ise, hiç bir merhamet
hissi duymadan onları ezdiler. Lâkin olan şey ve en büyük darbe yine
Menderes'e ve bir iki samimi dindar arkadaşına oldu.
Fakat inşaallah Hazret-i Üstad'ın bunlara karşı ilk başlardaki teveccüh ve
duaları.. ve bunların bazılarının kalblerinin selimliği ve çektikleri çok acı ve
merhametsizce zulüm ve işkenceleri neticesinde, onları şehadet
mertebesine ulaştırdı. Allah rahmet eylesin.
MÜNEVVER AYAŞLI ANLATIYOR
DP ile Üstad Bediüzzaman Hazretleri arasında olan manevi irtibat ve
Bediüzzaman'ın onlara karşı manevî muhafazaları ve saire mevzuunu
Münevver Ayaşlı Hanım Efendi "Pertev Beyin Üç Kızı" isimli eserinin
üçüncü bölümünde şöyle dile getiriyor: (Meselemizle ilgili bölümü
alıyoruz)
"...Menderesi yıkmakta en büyük rol oynıyanların, kökü dışarda olan
komünistlerle, onlara katılanların olduğunu gördük. Tarih, 27 Mayıs
ihtilalini doğrudan doğruya bu vasfıyla kayd ve ifade edecektir.
Bu arada büyük bir hadise oldu. Demokrat Partinin güvendiği, bilhassa
Adnan Menderes'in dayandığı ana direk kırılıverdi ve çadır yıkıldı. Büyük
bir insan ve manevi bir lider olan "Bediüzzaman" lakabıyla anılan Said-i
Nursi, 27 Mayıs ihtilalinden az evvel, 1960 martı sonlarında bu dünyadan
ahirete intikal etti. Rahmetullahi aleyh.
Adnan Menderes ile Said-i Nursi münasebetlerini yakinen bilmiyoruz.
Belki her zaman görüşüyorlar veya nadiren birbirini görüyorlar.. belki de
kuvvetli bir ihtimal ile birbirlerini hiç görmemişler.
2399
2400
Lâkin bildiğimiz bir şey varsa, o da büyük zatın büyük bir ferağatla ve
gördüğü çirkin muameleleri zerre kadar kale almıyarak, tam bir veliyullah
gibi hiç bir zaman Adnan Menderes üzerinden manevi müzaheretini ve
himmetini esirgememiş olmasıdır.
2400
2401
2190
Buna mukabil Menderes ne vaptı?.. Açık bir dostluk göstermekten
korktuğu gibi, adeta Bediüzzamanın manevî müzaharetinden kompleks ve
adeta hicap(190) duydu.
Menderes'in bu hislerini bilmiyor mu idi Nursi Hazretleri?.. Elbette
biliyordu. Bu hallere gücenmiyor mu idi? Hayır!.. Zira, gönül gözü açık
olan Velilerin, küçük ve bücür ihtilalciler gibi indî, hissî ve dar görüşleri
yoktur.
Büyük veliler, hakikatı ve geleceği apaçık görürler. Menderes ve onunla
beraber yıkılacak olan nizamdan sonra, memleketin ne hale geleceğini
görüyorlar ve biliyorlardı. Bunun için vatan düşüncesi ve vatan sevgisi ile
dört elle Menderes'e sarılıyor ve onu manen yalnız bırakmıyorlardı.
Fakat nihayet, Said-i Nursi Hazretleri de bir kuldu. Durmadan bir biri
arkasından gelen şer kuvvetlere karşı kurtarmak istediği adam, Menderes
de kurtulmak istemiyor, intihara doğru gidiyordu. Bütün bunlara karşı zaif,
nahif ve mübarek vücudu uzun zaman maddeten mukavemet edemedi ve
göçtü gitti.
İşte Said-i Nursi'nin göçtüğü gün, Adnan Menderes ve bütün nizamı ve
rejimi de beraber yıkıldı. Bunu, kalb gözü açık olmıyanlar göremez,
duyamaz ve bilemezler. Amma ne çareki hakikat budur...
Nitekim Said-i Nursi'nin vefatından sonra, yapa yalnız kalmış olan Adnan
Menderes de dayanamadı o da yıkıldı gitti.
Ekseri kimseler, bu ölümle bu iktidarın yıkılışı arasında bir münasebet
göremiyecekler, bulamıyacaklardır. Fakat manevî ve gizli kuvvet ve
münasebetlerin, sûrî ve batinî iktidarların beraber yürüdüğünü görmek, her
ne kadar kuvvetli olursa olsun sûrî bir sultanın, manevî bir sultanın
himayesine muhtaç olduğuna inanmamak veya inkâr etmek olmaz. Bir
devlet adamı ile, bir velînin hiç dünyevî münasebeti olmasa, hatta yüz-yüze
gelmemiş olsalar, hatta hatta başka asırlarda dahi yaşamış olsalar bile,
aralarında bir rabıta kurmak mümkin olabilir.
Fakat bir iktidar, bir devlet adamı, hatta kuvvetli şefkatli bir padişah bile,
bir lokma, bir hırkaya kanaat getiren bir Veli'nin himmetine muhtaçtır.
Eğer bir devlet başkanı, bir Velînin himayesi altında ise; hep hayır işler.
Yok değilse, şer işler.
2401
2402
Adnan Menderes'in de Velisi Said-i Nursi idi. Onun himayesi altında idi.
Fakat Menderes zavallısı bu himayeden kaçıyordu.
Ama artık Adnan Menderes için tali' ters dönmüşe benziyordu. Adnan
Menderes'i, çirkin ve çirkin olduğu kadar da layık olmadığı korkunç akibe
(190) Hayır Menderes hicabından ve kompleksinden dolayı değil. belki
evham ve korkusundan ve CHP'nin şerrinden çekinmesinden ötürü, lazım
gelen merdane dostluğu gösteremedi. Amma kalben Bediüzzaman'a karşı
samimi idi. A.B.
2402
2403
2191
tinden artık hiç bir şey kurtaramıyacaktı. Kendisine yazık olduğu gibi,
memlekete de çok yazık oldu.
Güzel bir Mayıs sabahı, Ezan-ı Muhammedînin karanlıkları yırttığı ve
insanları aydınlığa, felaha ve salaha davet ettiği bir zamanda, Türkiye
radyolarında bir felaket haberi veriliyordu:
Mevcud nizam yıkılmıştır...
Radyodaki ses: "Nato'ya bağlıyız" diyordu. İşte bu sesle beraber,
memleketimizde terör ve karanlık günler de başlamış, "Milli Birlik" denen
komite, memleketteki birliği ve beraberliği kökünden yıkmış, yok etmişti.
Sanki "Alay olsun diye..." kendisine, kendi hüviyetinin tam zıddı bir isim
takmıştı.
Zira kendisi ne "Milli" idi, ne de "Birlik" istiyordu. Bununla beraber
kendisine "Milli Birlik Komitesi" dedirtiyordu..."
Mukaddeme bitti. Şimdi az üstte ana başlıklar altında sıraladığımız mevzu
ve mes'elelere giriyoruz:
ÜSTAD’IN KABRİNE VAHŞİCE TECAVÜZ
Biz bu elim ve çok zalimane olan hadiseyi, sadece sebebler ve insan zulmü
noktasından değerlendireceğiz. Yoksa kader-i ilâhi, netice ve hikmetler
itibarıyla değildir.
Evet, 27 Mayıs ihtilal softaları, çoğu CHP altı okçu zihniyetli, yani
Türkiye'nin siyasetini dinsizliğe alet etmek ve o maske altında dinsizce bir
hayat yaşamak istiyen bazı şahıslarla, diğerleri olan şamanist, kafatasçı ve
Turancı ırkçıların komitesi hempalarından müteşekkildi. Bu her iki tarafta
da İslâm dinine, Kur'ana ve dolayısıyla Risale-i Nura ve hizmetine
düşmanlık perdesiyle DP'ye ve Menderes'e müthiş düşmandı. Bundan
dolayı, İnönü'nün işaret ettiği istikamette yaptıkları ihtilali çok intikamkâr
ve hunhar bir hınçla gerçekleştirdiler. CHP'li ve millet partisi ve diğer
partilerden tek bir milletvekiline ve adamlarına hiç dokunmadan, en büyük
düşman şeklinde hedef aldıkları bila-istisna bütün DP milletvekillerini ve
DP'ye tarafdar bazı kumandan ve Valileri de apar-topar toplayarak, hepsini
katil ve mücrim imişler gibi, Yassıada vahşet zindanlarına doldurdular. Bu
meseleye burada saded harici olarak bilmünasebe temas edildi, yerinde
tamamlanacaktır.
27 Mayıs ihtilalinin hemen akabinde, Türkiye'nin her tarafında bulunan
Risale-i Nur talebeleri denilen masum ve suçsuz insanlara da taarruz ettiler.
2403
2404
Bunların bir çoğunu alıp, askeri garnizonlar içindeki karanlık, havasız
zindanlara tıktılar. Zulüm ve işkenceler yaptılar. Fakat sonunda ister
Dostları ilə paylaş: |