Zübeyr Abinin mektubu bizde mahfuzdur. Onun bir fotokopisini yazımıza
ekliyebiliriz .
BEŞİNCİ ÖRNEK: Risale-i Nurun samimî ve halis nâşirlerinden Ahmet
Aytimur Ağabeyin aynı mevzu’ ile ilğili üstadından duymuş olduğu bir
rivayeti :
“Ben tahminen 1952 lerde idi, üstadımız İstambulda bulunduğu günlerde,
yine bazıları tarafından: “Risale-i Nurlar iyi anlaşılmıyor, onu
kolaylaştırmak lazım, sade bir lisanla tanzim etmek gerek...” gibi fikirler
söyleniyordu. Bunlar haliyle üstadımızın da kulağına gelmiş olacaktı ki ;bu
manada buyurmuşlardı:
“Yahu,ta Ağrıdan kalkıp İstanbula birkaç kuruş kazanmak için gelirler ve
çalışırlar, dünya için bu kadar zahmet ve meşakkat çekerlerde; Ahiret için,
iman için bir kaç günlük lügatlara bakıp nurlardaki lügatların manalarını
öğrenmezler!..”
ALTINCI ÖRNEK : Bu manayı en çok kuvetlendiren mühim bir nakil ve
rivayet ise, çok muhterem İnebolulu İbrahim Fakazlıdan gelmektedir .Bu
zat halen hayattadır ve bizzat müşahade ettiği ve üstaddan duyduğu
hadiseyi şöyle anlatmaktadır:
“Biz , 1949 da üstadımızla birlikte Afyon hapsinde idik. Ahmet Feyzi
Ağabeyde vardı . Ahmet Feyzi ağabey bir gün üstadımıza dedi ki:
2450
2451
Risale-i Nurdan Geçlik Rehberini sade bir lisanla tanzim edip neşretsek
daha çok faydalı olacağını düşünüyorum.
“Buna cevaben üstadımız buyurmuşlardıki:“Kardeşim ,sen yapma
demiyorum. Yapabilirsin, amma benim ismimi koymazsın .Çünki o
takdirde o eser benim değildir.”
2451
2452
2219
İşte bunlar ve bunlar gibi bütün bu belgeler, ifade ve beyanlar sarihan
gösteriyorlarki; Risale-i Nurlar sadeleştirme denilen bir nevi kompleks
haleti içerisinde yapılacak zımni bir tahrife gelemez, kaldırmaz ve kabil
değildir. Bu husustaki geniş ve umumî bir değerlendirmeyi yazımızın netice
kısmında ele alacağımızdan, burada bu işaretle iktifa ediyorum.
ÜÇÜNCÜ HUKUK SURU:
Bu bölümde,üstadımızın sağlığında,Risale-i Nurlar hakkında ihtisas ve
telakkilerini dile getirmiş büyük alim, edip ve şair Nur talebelerinin,hem şu
anda hayatta bulunan milyonlarca genç ve yaşlı Nur müştaklarının pek
samimi ve çok yüksek telakkilerinin hukukunun müraâtı hususunda bir
ikazı göstermeye çalışaçağız.
Evet,bugün tam yetmiş sene evvel te’lifine başlanan Risale-i Nurun
eserleri, şimdiye kadar en azından on milyondan ziyade insanlar ondan
hakikiat dersini alarak ve bir çoğuda ondan dersini tam anlıyarak akidesini
düzeltmiş ve imanlarını hakk-el yakinle kurtarmışlardır. İşte bütün bu
geçmişteki ve hal-ı hazırdaki insanlar Risale-i Nurlarını anlamış ve
anlıyorlar.. Sevmişler, hırz-ı can etmişler ve ediyorlardır. Risale-i Nura
ciddî müştak olan o merhum insanlar ve hayattaki taleber hiç bir vakit
nurların sadeleştirilmesine razı göstermemişler ve kabul etmemişlerdir. Üst
tarafta nümunelerde görüldüğü üzere, nurları tağyir ederek sadeleştirmek
istiyenleri de nefret ve nefrinle tevbih etmişlerdir. Evet , bütün bunların
hukukları azim bir meseledir. Riayet edilmesede, tecavüz edilmemesi
gereken fevkalade mühim bir husustur. İşte o telakkilerden bir kaç nümüne
sıralamak istiyoruz :
BİRİNCİ NÜMÜNE: Kastamonunun medar-ı fahri , muhakkik büyük âlim
Mehmet Feyzi Efendinin kaleme alarak, 1946 larda eski harfle teksir
2452
2453
2220
edilen Asay-ı Musa mecmuasının ahirine üstad tarafından konulmuş
fevkalade güzel fıkrasından bazı pasajlar:
“Bedi’ül-beyan olan Risale-i Nurun müellifi, üstadımız alamme-i Said-i
Nursî hazretleri, evvela mücahede-i nefsiyeyi her şeye takdim ve sıfat
mezmumeyi mahv ve alaik-i dünyeviyeden inkıtâ, hakikat-ı himmetle
Cenab-ı Hakka teveccüh ettiğinden; kalb-i münevverinde hicab-ı zülümat,
inayet-i hakla inkişaf ve Rahmet-i ilahiyye feyezan ve nur-u samedani
leme’an edip sırrına mazhariyetle sadr-ı şerifi
münteşir olup, Rahmet-i Sübhaniye ile sırr-ı mellkût mir’at-ı kalbine
münkeşif ve hakaik-i imaniye ve Kur’aniye tele’lü’ ettiğinden; şüphesiz
Risale-i Nur doğrudan doğruya ilham-ı ilahî ve ihsan-i Rahmanî ve ikram-ı
Rabbani, feyz-i Samedanî, intak-ı Süphanî, hem i’caz-ı manevi-i kur’anî,
hem makbûl-u şah-ı Risalet, hem medûh-u şah-ı Velayet, hem merğûb-u
şah-ı Geylanî, hem kur’an-ı mü’ciz-ül beyanın sema-i manevisinde parlayan
hidayet ve tevfik güneşlerinin nurlarının in’ikası, hem sırr-ı veraset-i
kamile-i Nebeviye cihetiyle Resul-i Ekrem (A.S.M.) a ihsan olunan
cevam-ül kelim gibi; üstadımıza dahi kalil-ül lafız, kesir-ül ma’na kelimat-ı
camia ikram olunması.. hem üstadımız, Esma-ül Hüsnadan İsm-i Bedi’a
mazhariyetinden, te’lifi olan Risale-i Nur, kelimat-ı bedi’a ve tabirat-ı
garibe ile müzeyyen olması..hem tercüme olunacak kelimat-ı arabiyede
üstadımız yalnız lüğatça sathî manaları düşünmeyip, belki gayet geniş ve
pek kudsî olan iman ve Kur’an hakikatlarını nazara alarak harika deliller,
zahir bürhanlar,kat’î hüccetler ispat ve beyan ettğinden; o kelimat ifade
edip baktıkları küllî hakikatlardan, küdsî manalardan birer ulviyet, birer
külliyet kesbetmesi.. Hem üstadımız eskiden beri fesahat-i aliye ve belağat
ı fevkalade sahibi olduğundan, Risale-i Nur beleğat ve edebiyatça pek
yüksek bir mevkide bulunması, gösteriyor ki; o nurlu kelimatı tercüme
etmek imkansızdır...”
İşte Nur hizmetinin ve Bediüzzamanın hususî kâtibliğinin yüksek şerfine
nail olmuş çok muhterem Mehmet Feyzi Ağabeyin yazdığı fıkrasının bir
kısmı böyledir.Başka abilerin telakkileri ve kanaatlarına geçiyoruz.
İKİNCİ NÜMUNE: Denizli kahramanı ünvanıyla meşhur, âlim, fazıl,
mutasavvuf ve yüksek bir edip olan şehid-i merhum Hasan Feyzî Efendi,
Risale-i Nurun üslub, ahenk ve nizamı hakkında telakkilerini şöyle dile
getirmiştir:
“Ey Risale-i Nur! Senin Kur’an-ı Kerimin nurlarından ve mu’cizelerinden
2453
2454
geldiğine, hakkın ilhamı ve hakkın dili olup, onun emri ve onun izni ile
yazıldığına ve yazdırıldığına artık şek ve şüphe yok... Fakat senin bir mislin
daha yazılmışmıdır? Türkçe olarak te’lif ve terkib ve tanzim olunan
müzeyyen ve mükemmel, fasih ve belîğ nüshalarının şimdiye kadar bir eşi
bir yol
2454
2455
2221
daşı görülmüşmüdür? Yüzündeki fesahat ve özündeki beleğat ve sendeki
halavet başka eserlerde görülmüyor. Ehil ve erbabına malum olduğu üzere,
ayat-ı beyyinat-ı ilahiyyenin türlü kıraat ile hikmet ve hakikat ve marifet
ilimleri ve daha bir çok rumûz ve esrar ve işarât ve ulum-u arabiyeyi hamil
olduğu gibi; sende dahi bir çok yücelikler sahife ve satırlarında talebelerini
hayret ve dehşetlere düşüren bir çok esrar ve ledüniyyat taşıyorsun. İşte bu
halin, senin bir mu’cizeyi Kur’aniye olduğunu ispat ediyor. Öyle yazılmış
ve öyle dizilmişsinki; insanın baktıkça bakacağı, okudukça okuyacağı
geliyor. En âlî bir taleben senden feyiz ve ilim ve irfan aşkını aldığı gibi; en
avam bir talebende, yine senden ders duygusunu alıyor. Sen ne büyük bir
eser, ne tatlı bir kevsersin!. Bu halin Türkçemize büyük bir kıymet ve
tükenmez bir meziyet bahşediyor. Senin ulviyet ve kerametin Türk dilini
bütün diller içinde yükseltiyor. Kur’andan maada hiç bir kitaba ve hiç bir
kavmin lisanına sığmayan bu kadar yüksek asalet ve fesahati, seninle
dilimizde görüyoruz. Fesahat ve belağatin son haddine çıktığı bir devirde
Kur’an-ı Kerimin nâzil olmaya başlamasıyla;Kur’an nuru karşısında üdeba
ve büleğanın kıymetten düşüp sönen âsarı gibi; Seninde o hudutsuz ve
nihayetsiz ve emansız fesahat ve belağatın hütebayı hayretlere
düşürmüştür. Sen bir şiir destanı değilsin.. Fakat o kadar fasih ve beliğ ve
edalı ve sadalı ve nağmeli yazılmış ve bütün harflerin birbirine dayanarak,
kelime ve kelamların, siyak ve sibak, intizam ve insicam ile dizilmiş ve
bunlar birbirine o kadar kuvvet ve kudret ve metanet vermiş ki; mensur ve
türkî ibareli olduğun halde , yine mislin getirilemez . Senin gibi parlak bir
eser bir daha kimseye nasib olamaz. İslamiyet güneşinin doğuşundan ta on
dört asır sonra, senin gibi ulvî ve ilahî ve arşî bir nurun tekrar ve yeniden,
bahusus bu son asırda hem Türk ilinde ve hem de Türk dilinde doğması
acaba kimin hatır ve hayalinden geçerdi.Bu ne büyük nimet bizlere.. Ve bu
asır halkı için ne bahtiyarlık Ya Rabbi !.
Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan
üstüne bağdaş kurup oturmaktadır. Garp dillerinin her birisine tercüme ve
nakil olunan Mevlana Camî ve Mevlana Celaleddinin ve Hazret-i Misrî ve
Bedreddinlerin âsar-ı mübarekeleri sana bakıp: “Barekellah zehi-saadet
sana ey Risale-i Nur! Hepimize baş tacı oldun"diye tebrik ve tehniyelerini
sunmaya ve ruy-i zeminin insanla beraber bütün zihayat mahlukatı dahi seni
kabule hazırlanıyorlar. Hatta çekirge ve arı ve serçe kuşu gibi bir kısım
hayvanat dahi senin bu sözlerin ve nurun okunurken pervane gibi etrafında
dolaşıp, sana olan incizablarını ve nurundan ve sözlerinden ferahnâk ve
zevk-yab olduklarını ve başlarını başlarımıza çarpmakla, güya bize
anlatmak istemeleri ne kadar garibtir.
2455
2456
2222
...Senin bürhanlarındaki kuvvet ve kanaat ve asalet ve cezaletin, insanın
irade ve ihtiyarını alıp teshir ediyor. Herkesi kendine çekip ram ediyor.Hele
o güzel teşbih ve ta’birlerin bir misli bir daha bulunup söylenemez. Sendeki
mukayese ve muhakemelerin vaka’a ve temsillerin bir benzeri ve bir naziri
bir daha getirilemez. Kur’an, arabiden türkçe sözlere akan ve bugün öz
türkçeden fışkıran bu feyiz ve bu nurlar, kalblerde senin bir numune-i
kudret ve nişane-i rahmet olduğuna hiç bir rayb ve güman bırakmıyor.
Sen ayine-i idrâke cila ve alem-i kalbe safa ve ruh-u revana gıdasın. Allah
Allah! Türk milleti seninle ne kadar iftihar etse yine azdır. Gözleri
nurlandırıp gönülleri surûrlandıran bu hüccetler ve tâbiratın ve bu kelimat
ve teşbihatın arş-ı a’zamdan indiği muhakkaktır.Çünki kederleri gidererek
insana neş'e ve neşat veriyor. Okunurken hiç bir itiraz sesi ve hiç bir inkar
kokusu duyulmuyor. O zaman akıl ve mantık duruyor, nefs-i insanî
safileşiyor. Hem duruluyor. Sanki senin bütün hakikatların evvela Rabbanî
ve Rahmanî fabrikaların ulvi ve Semadan tezgahlarında işlenerek, sonra
Nur-u ilahî deryasında yıkanıp çıkarıldıktan sonra, gülyağı fabrikasına
verilmiş, orada yedi defa gül yağlarına batırıldıktan sonra, halis ud ağacı ile
buhurlanmış ve bunlar ile yazılmışsın. Bütün mesele ve maddelerin hep
sayılı ve saygılıdır. O muntazam ve mükemmel, müzeyyen ve münevver
sözlerin şimdiye kadar yazılan ihtitaflıı eserleri büküp bir yana bırakmış,
ancak kendini nazargah-ı enama arz eylemiştir. Şimdi bir nida-i nuranî ile
hitab ederek:" Artık ihtilaf yok, ittifak var. Cansızlar ve camidler devri
geçmek üzeredir, canlılar ve cazibler asrı geliyor. Susunuz dinleyin, şimdi
Nur devridir ve Nur hakimdir!.. ”
İşte Denizli Kahramanı merhum şehid Hasan Feyzi efendi nin yirmi sahife
kadar geniş ve uzun tarifenamesinden alıp kaydettiğimiz bu nurlu ifadeleri
elbetteki durup dinlemye değer şeylerdir.. Ve her halde bir saygı, bir
hürmeti ve yanında eğilip ihtiramı icab ettirmektedirler. Merhum Hasan
Feyzinin o uzun "şehname” iltifatna layık olmuş tarifli ifadesi eski yazı
Zülfikar mecmuası en sonunda kayıtlıdır .
ÜÇÜNCÜ NÜMUNE: Risale-i Nurun manevî Avukatı diye hazret-i üstad
tarafından taltif edilen yüksek alim ve seyyal edip merhum Ahmet Feyzi
Kul Efendi bu mevzudaki telakkilerini kaleme şöyle döküyor:(Bazı
kısımlarını alıyoruz )
"....Sayın Savcı, bize kütübhaneleri dolduran binlerce arapça ve bu günün
ruhuna tercüman olamıyan kitapları tavsiye ediyor. Sayın Savcı ve onun
gibi düşünenler, Risale-i Nur namı altındaki külliyat-ı ilmiyeyi ve hazine-i
hürriyeti ve hakikat-ı aliyeyi beğenmiyebilirler, tenkid de edebilirler.
2456
2457
2223
Bu kendilerinin bileceği bir iştir. Bizim şu veya bu esere rağbet etmemize
ve ona kıymet vermemize karışamazlar. Biz Risale-i Nuru seviyoruz..Ve
onu Hakikî ve riyasız bir din kitabı ve Kur'an tefsiri biliyoruz. Kıymet
ölçüleri ve hükümleri vicdanî bir takdir meselesirdir. Buna kimse müdahele
edemez . Evet, biz Risale-i Nur müellifinin daima aynı hakikat dersi
verdiğine kailiz. Kendisinin kabul etmemesi bizim bu kanaatimizi
sarsmıyor. Ancak bizim kabul ettiğimiz, Keramet-i kavniyesimden değil,
Nurların dersinde harikulade ve ekmel tezahürlerine şahid olduğumuz ve
bütün cihan-ı irfana meydan okuyan keramet-i ilmiyesinden dolayıdır.
Tahsil hayatı üç aydan başka mevcut olmadığı halde, bu kadar feyz-i ilim
neşreden ve ilminin harikaları ile en münteha mesail-i ilmiye ve âliyede en
yüksek mütefekkirleri dahi hayrette bırakacak bir mantık ulviyeti ibraz
eden .. Ve hayatının yarısından sonra öğrendiği bir lisanda bu kadar
cazibedar bir tarz-ı beyan ve sürükleyici bir hararet izhar eden ve gayet
feyyaz bir aşk ve heyecan terennüm eden ve bir deryay-i iman ve bir
hazine-i tevhid ve bir umman-ı hikmet halinde coşan bir ikinci
Bedüzzzaman gösterebilirmisiniz?...
İşte biz Bediüzzamana ve eserlerine bu gözle bakıyoruz. Acaba
mûmaileyhe sırf imanımızdan neş’et eden bu bağlılığımız ve Kuranın ve
beyanat-ı Muhammediyyenin(A.S.M.) küfür ve ahlak hakkındaki şiddetli
tevbih ve tezyiflerine bu imanımız dolayısıyla iştirakimiz, bizi levs-i fanî
addedilen siyasetçi mi yaptı ...”(Şua’lar S:565)
İşte merhum Ahmet Feyzi Efendi de Risale-i Nur için bunları diyor.
DÖRDÜNCÜNÜMUNE: Yine Ahmet Feyzî Efendinin içinde bulunduğu
bir kaç büyük Nur talebesi heyetinin beraber imzaladıkları pek parlak bir
fıkralarından bazı bölümler ise şöyledir :
“....Risale-i Nur ve tercümanına gelince: Bu eser-i alişanda şimdiye kadar
emsaline rastlanmamış bir feyz-i ulvî ve kemal-i nâmütanahî mevcut
olduğundan ve hiç bir eserin nail olmadığı bir şekilde meş'ale-i ilahiye ve
şems-i hidayet ve neyyir-i saadet olan hazret-i Kur'anın fuyuzatına varis
olduğu meşhud olduğundan; Onun esası Nur-u mahz-ı Kur'an olduğu ve
evliyaullahın âsarından ziyade feyz-i envar-ı Muhammediyi (A.S.M.) hamil
bulunduğu ve zat-ı pak-ı Risaletin ondaki hisse ve alakası ve tasarruf-u
kudsîsi evliyaullahın âsarından ziyade olduğu ve onun mazharı ve
tercümanı olan manevî zatın mazhariyeti ve kemalatı ise, o nisbette âlî ve
emsalsiz olduğu güneş gibi âşikâr bir hakikattır.
Evet o zat, daha hal-i sabevette iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri
kurtarmak üzere, üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulum-u evvelîn ve
2457
2458
ahirîne ve leddünniyat ve hakaik-i eşyaya ve esrar-ı kâinata ve Hikmet-i
İlahiye
2458
2459
2224
ye varis kılınmıştır ki ; şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyaya kimse nail
olmamıştır. Bu harika-i ilmiyenin eşi asla mesbuk değildir. Hiç süphe
edilemez ki; Tercüman-ı Nur bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve
Şecaat-i harika ve istiğna-i mutlak teşkil eden harikulade metanet-i ahla
kiyesiyle bizzat bir mu'cize-i fıtrattır..Ve tecessüm etmiş bir inayettir ve bir
mevhibe-i mutlakadır.
O zat-ı zihavarık; daha hadd-i büluğa ermeden bir allame-i biâdîl halinde
bütün cihan-ı ilme meydan okumuş... Münazara ettiği erbab-ı ulumu ilzam
ve iskât etmiş ..Her nerede olursa olsun, vaki olan bütün suallere mutlak
bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevab vermiş .. Ondört yaşından
itibaren üstadlık payesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve
nur-u hikmet saçmış İzahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki
ulviyet ve metanet ve tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur- u
hikmet erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkiyle BEDİÜZZAMAN ünvan-ı
celili’ni bahşettirmiştir. Mezayay-i aliye ve fezail-i ilmiyesiyle de, Din-i
Muhammedinin(A.S.M) neşrinde ve isbatında bir kemal-i tamm halinde
rûnüma olmuş olan böyle bir zat, elbette Seyyid-ül Enbiya hazretlerinin en
yüksek iltifatına mazhar ve en alî himaye ve himmetine naildir.. Ve
şüphesiz, o Nebiyy-i akdesin (A.S.M.) emir ve Fermanı ile yürüyen ve
tasarrufu ile haraket eden ve onun envar ve hakaikine vâris ve ma'kes olan
bir zat-ı kerimüssıfattır..." (Şualar S: 670 )
Bu fıkranın altında imzalarını koyan zatlar ise şunlardır:Ahmet Feyzi,
Ahmet Nazif, Selahaddin, Zübeyr, Ceylan ,Sungur, Tabancalı.
İşte bütün Nur talebelerinin fikir ve telakkilerine tercüman olan bu makale
ve fıkralar ve daha benzeri nümuneler nev'inden lahikalarda, bilhassa Barla
lahikasında emsali çokturlar .Bütün bu beyanlar, ifade ve telakkiler
gösteriyorlarki, Risale-i Nurlar her cihetçe makbul-ul en'am, misilsiz bir
eser-i zîbadır. Nurları sıradan bazı kitaplara kıyas ederek şunun bunun
üstünde oynayıp tasarruf edebileceği bir eser değildir. Bilakis Risale-i
Nurun- Hazret-i Üstadın ifadesiyle-bir noktası, bir harfi veya bir
kelimesinin değiştirilmesiyle büyük hakikatlar ve manalarının kaybolmasına
sebeb olabilecek mahiyettedir.
BEŞİNCİ NÜMUNE (Son olarak Hazret-i Üstadın hizmetinde on iki sene
bulunmuş ve Bediüzzananın en ince ve en hususi hal ve hareketlerini ve
davranışlarını ve tarz-ı hizmetini bilen çok dirayetli ve çok basiretli
merhum Zübeyr Gündüzalp Ağabeyinin Konferans adlı eserinden bir iki
bölüm almak istiyoruz :
2459
2460
2225
“...Evet kardeşlerim! Risale -i Nur öyle bir ziya-ı hakikat, öyle bir bürhan-ı
hak ve bir Sirac-ı hakikat neşrediyor ve iki cihanın saadetini temin edecek,
Kur’an ve iman hakikatlarını ders veriyor ve öyle bir lütf-u ilahidir ki:
Yirmibeş senedenberi çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek.. muallimi
feylosofu, talebesi- âlimi, mutasavvufu gibi her bir tabaka-i insaniye bu
nurun âşıkı, bu nurun pervanesi, bu nurun meclûbu, bu nurun muhibbi
olmuşlar, bu nura koşmuşlar, bu nurun sinesine atılmışlar, bu nurdan
meded istemişlerdir. MiIyonlarca bahtiyar kimselerden müteşekkil
muazzam bir kitle bu nurla nurlanıp, bu nurla kurtulmuşlardır.
Evet kardeşlerim! Mahzen-i mu’cizat ve Mu’cize-i kübra olan Kur'an-ı
Azimüşşanın hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur o kadar merak-âver, o
kadar cazibedar, o kadar dehşetli ve muazzam hakikatları ders veriyor ve
mesaili ispat ediyor ki; İman ve İslamiyetin kıt’alar genişlğinde inkişaf ve
füthatına medar oluyor ve olacaktır.
Evet Risale-i Nur, kalblere o derece bir aşk ve muhabbet, ruhlara o kadar
bir vecd ve heyecan vermiş, akıl ve mantıkları öyle bir tarzda iknâ etmiş ve
öyle bir itmi'nan-ı kalb hasıl etmiştir ki; milyonlarca Nur talebelerine,
kendini defalarca okutmuş, yazdırmış ve bir ömür boyunca mütalaa
ettirmiş, ve senelerden beri adeta kendi kendini neşrettirmiştir...
.....Belki izah edilmesini istiyen kardeşlerimiz olacaktır. Fakat bu hususta
arzedeyim ki ; üstadımız Bediüzzaman, bir Nur talebesine Risale-i Nurdan
bazen okuyuvermek lütfunu bahşederken izah etmiyor, diyor ki :“ Risale-i
Nur, İmanî mes'eleleri lüzumu derecesinde izah etmiş.. Risale-i Nurun
hocası, Risale-i nurdur. Risale-i Nur başkalarından ders almaya ihtiyaç
bırakmıyor. Herkes istidadı nisbetinde kendi kendine istifade eder. Aklınız
her bir meseleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdanınız hissesini alır. Ne
kadar istifade etseniz, büyük bir kazançtır.
Okunan türkçe veya arapça bir risalenin izahı başka bir risalede varsa, onu
getirip okuyor. Risale-i Nurdaki gayet ince nükteleri derkeden basiretli
alimler de der ki :" Bir alimin yüksek bir ilmi olabilir.. Fakat Risale-i Nuru
cemaate okurken tafsilata girişip, eski ma’lumatları ile açıklarsa; bu izahatı,
Risale-i Nurun beyan ettiği asrımızın fehmine uygun ve ihtiyacına tam
cevab veren hakikatların anlaşılmasında ve te'siratında ve Risale-i Nurun
mahiyetinin derkine bir perde olabilir. Bunun için, bazı lüğatların
manalarını söyliyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir...
Risale-i Nur, gayet fasih ve vecizdir. Sözün kiymeti, îcazındadır,
kısalığındadır. Bir mes'ele-i imaniye ve Kur'aniye, umuma ders verilirken
mücmel olarak tedrisinde, daha fazla istifaza ve istifade vardır... "(Sözler
S: 770 ve 772 )
2460
2461
2461
2462
2226
İşte Risale-i Nurun en halis ve en mümtaz talebesi olaz merhum Zübeyr
Gündüzalp'ta böyle diyor. Az yukardaki bir müşahedesiyle, üstadından
duyduğu davranışıda gösteriyorki;Risale-i Nurlar, sadeleştirme denilen
tahrifin pest ve kısa eli onun mualla damenine değdirilmemeli ...
Velhasıl: Piyasada tasnifat mahsûlü bazı eserlerin menfaat veya ticaret
metaı için, şu sadeleştirme denilen asrî tahrif ameliyesinden geçirilmiş olsa
da.. ve dış görünüşüylede sırıtan bazı faydalar gibi şeyler mülahaza edilmiş
olsa da; gerçek te'lif ve mâanî hazinesi olan Risale-i Nurlar için o ameliye
kat'iyyetle ve hiç bir suretle uygulanamaz ve uygulanmamalı. Şayet inadî ve
zorakî bir tarzda nurlara o tahrif uygulansada, lal-ü güher dizisi olan
nurların melaike-misal canlı hakikatlı,her tarafı şuurlu ve çok ince ve
nazdar, manidar elfaz, kayb olduğu gibi; sadeleştirilerek onun yerinde
ikame ettirilmek istenen şeyler ise, derisi soyulmuş meyveler misali nurlu
maânîden mücerred, donuk, bozuk, nursuz, ruhsuz, adî boncuklar
nev'inden bir şeyler elde kalır.
N E T İ C E
Tahkikatlı yazımızın başından buraya kadar gösterilen ve getirilen umum
hüccetli belgeler ve kat'î vesikalar muvacehesinde bile; Nur Risaleleri
hakkında tahrifdar sadeleştirmeyi reva gören zihniyetin ellerinde delil
olacak bir istinadları varmıdır? Ne için Risale-i Nurları sıradan rastgele ve
normal kişilerin bir eseri tarzında görerek onun pek çok olan ihata surlarını
aşıp, etrafındaki yasak bölgeli harimini ismetten arî görüp adileştirnek
istiyorlar. Neden mukaddes maânîyi ancak kudsî ve mübarek elfazın
muhafaza edebileceğini düşünemiyorlar?. Hem neden basit piyasa
edebiyatını, yani günlük gazete üslubunu bu kadar benimseyip o yolda bir
çok kudsî elfazı feda edebiliyorlar?. Niyet ve gayeleri, hakikaten acaba
yalnız, bazı gençlerin istifadeleri mülahazasımıdır?. Ve gerçekten öylesi bir
sadeleştirmeye zaruri ve mübrem bir ihtiyaç varmıdır?..
İşte bunlar ve benzeri istifhamların asıl ve menşe'lerinin açık şekilde
görülüp mahiyetleri bâriz tarzda meydana çıkması için, meselenin umumî
bir değerlendirilmesinin lüzumu vardır sanırım.
Evvela: Bu meselede eskilerin, yani mesela Şemseddin Yeşil ve Necib Fazıl
gibi zatların, Risale -i Nurun meslek ve meşrebinin dışında ve uzağında
olmaları hasebiyle, bu sadeleştirme tağyiri hususunda bir delil veya bir
müsaadeye baktıklarını sanmıyorum. Merhum Şemseddin Yeşil, nurların
fevkalede cazibedar hakikatlarıyla kendi kitaplarını süslemek ve revaç
Dostları ilə paylaş: |