Bibi. Demiriz, Türbeler, 52-54; Akakuş, Eyyûb Sultan, 202-203.
YILDIZ DEMİRİZ
LALE
İstanbul'un simgesi kabul edilen çiçek.
"Lale-i rumî" denen kültür lalesinin ve türlerinin anavatanı İstanbul'dur. Bu tür i-çin "İstanbul lalesi", "Osmanlı lalesi" adlan da önerilmiştir. 16. yy'ın ikinci yarısından 18. yy'ın ortalarına değin, İstanbul'da soyluluğun ve kent inceliğinin en değerli öğesi sayılan lale etrafında, mimariden edebiyata kadar zengin bir kültür oluşmuş, özellikle de Divan Edebiyatı'nda lale mazmunu, çini ve kumaş desenlerinde de lale motifleri çokça işlenmiştir. Lale bahçesi olanlara lalezari, lale tarhlarına ve bah-
çelerine lalezar, lalesar, lale için yazılan risalelere lalename denilmiştir. İstanbul'da bir semt "Laleli", Emirgân'da bir park ve Topkapı Sarayı'nda bir iç bahçe "Lale Bahçesi", kentin muhtelif yerlerindeki "Lalezar Mescidi", "Laleli Külliyesi", bu çiçeğin adını taşımaktadır. 1959'da açılan Lale Ser-gisi'nden sonra, Emirgân Korusu'nda(->) İstanbul'a özgü lale yetiştirme geleneğinin canlandırılmasına başlanmıştır. Osmanlı tarihinin 1718-1730 arasındaki kısa yenileşme dönemine ise sonradan, Lale Devri(->) denilmiştir.
Osmanlılardan önce Anadolu Selçuklularında da lale sevgisi ve buna bağlı o-larak lale kültürü vardı. Bu kültürün uzantıları, fetihten sonra İstanbul'a da yansıdı. Bunun ilk nedeni ise dindir.
Lale, mistik bir bakışla Tanrı'nın birliğini simgeler. Her soğan sadece bir sap ve bir çiçek verdiğinden lale tevhit işareti sayılmıştır. Arapça yazılışı da "kelime-i tev-hid"in harfleriyle başlar. Yine Arapça "Al-lah"ın başındaki "elif" harfi ile lale arasında bir benzerlik kurulabildiği gibi, laledeki (lâmelif, lam ve he) harflerle İslamiyetin sembolü olan "hilal" sözcüğü yazılmaktadır. Ebced hesabıyla da "Allah" ve "lale" sözcükleri aynı sayıyı vermektedir. Tüm bu benzetme ve rastlantıların bir sonucu olarak lale, doğal ve estetik özellikleri bir yana İslami bir yorumlayışla kutsal sayılmış; Tanrı'nın yaratıcılığını en güzel yansıtan varlık kabul edilmiştir. Yokdur bu âb ü tâb ne mihrü ne jalede / İzhâr-ı kudret eylemiş Allah bu lalede dizeleri, bunu ifade eder. istanbul'da ilk kültür lalelerinden birini yetiştirenin ve laleciliğe öncülük edenin Şeyhülislam Ebussuud Efendi(->) olması da bu açıdan anlamlıdır. Ebussuud Efendi'den önce, kendisiyle çağdaş ve daha sonra lale yetiştirenler arasında kazasker, müftü, şeyh, imam vb pek çok din ve tasavvuf adamı vardır. Kuşkusuz bunlar da aynı inançla laleye özel bir ilgi duymuşlardı. Ebussuud Efendi'nin yetiştirdiği ilk İstanbul lalesine "nur-ı adn" (adn cennetinin nuru) adının verilmesi de anlamlıdır. Lale için İstanbul'da uygun görülen ortamlar da genellikle tekke ve cami bahçeleriyle has-bahçeler, çiçekçi bahçeleri olmuştur.
Bir kır çiçeği olan lalenin kültür çiçeğine dönüşümü, bununla da yetinilmeye-rek yüzlerce türünün yetiştirilmesi, İstanbul çiçekçiliğinin bir başarısı sayılır (bak. çiçekçilik). İstanbul'a gelişi erken zamanlarda olan lale için, Eyüp ve Kâğıthane Vadisi'nin toprağı çok uygun düşmüş, o-lasılıkla da ilk yetiştirme çabaları bu semtlerde başlatılmıştı. Uzun bir zaman da İstanbul surlarından Edirne'ye doğru giden yollar boyunca, tarlalarda lale yetiştirilmesi geleneği sürdü. Gezginlerin anlattıklarına göre Lüleburgaz'a kadar lale ve şakayık tarlaları vardı. Lalenin İstanbul'dan Avrupa'ya götürülüşü öyküsü de bu döneme tarihlenir. Augier Ghislain de Busbecq'in(->) 1562'de memleketine dönerken arasında "dülbend lalesi" denen türün de bulunduğu lale soğanları götürdüğü, aynı yıllarda, Augsburg'da Nenvart'ın egzotik bitkilerle dolu bahçesinde Tulipa turcarum'un
da (Türk tülbendi, Türk lalesi) görüldüğü vurgulanmıştır. Bu, Busbecq'in anılarında sözünü ettiği "tulipa" (tülbent) lalesinden başka bir şey değildi. Lalenin Avrupa dillerine "tulip" adıyla girmesi de buna dayanır.
Lalenin, İstanbul'daki zevk ve eğlence mekânlarını süslemesi ve değer kazanması, kent kültüründeki değişime koşut bir eğri izlemiştir. 16. yy'ın sonlarına doğru lale düşkünlüğü doruğa çıkarken, 17. yy' in ilk yansında, İstanbul'un yaşadığı kanlı ve sıkıntılı ortamda, bu düşkünlük bir oranda yavaşlamış; IV. Murad'ın (hd 1623-1640) kent ölçeğinde güvenliği sağlaması ile yeniden hız kazanarak Lale Devri sonlarına kadar sürmüştür. Lalenin, İstanbul' daki hasbahçelere ekilmek üzere siparişine ilişkin en eski belge II. Selim dönemine (1566-1574) aittir. Kırım'dan getirtilen 300.000 adet sahraî lale (kır lalesi- Tulipa schrenkiî) soğanı, daha sonra Kefe lalesi olarak ünlenecek olan, İstanbul kültür lalelerinin ilklerindendir. IV. Murad dönemine kadar, İstanbul'daki lale yetiştiriciliğinin bu sahraî laleye ve Anadolu'dan getirtilen dağlalesi, berrî lale, kara lale, la-le-i dağdar, lale-i hamra, beyaz lale, dülbend lalesi, eşek lalesi, lale-i deştî vb türlere dayandığı, arada, Molla Çelebi diye ünlü Veli Mehmed Efendi'nin (ö. 1603) yaptığı gibi, meraklıların "Frengistan'dan" (Avrupa'dan) tohum ve soğanlar getirtip kendi bahçelerinde yeni laleler elde ettikleri anlaşılmaktadır. Çiçek ve lale risalelerinde yazıldığına göre, IV. Murad'ın Doğu seferlerine katılan tarihçi Hoca Hasan Efendi, İran'dan 7 ayrı çeşit lale soğanı getirerek mevcut kültüre yeni bir zenginlik kattı. l651'de ise, yüzyıl kadar önce Avrupa'ya götürülen lalelerin soyundan 10 çeşit frengî lale soğanını, Avusturya Elçisi Schmid von Schwarserhorn İstanbul'a hediye olarak getirdi. Buna, "lalenin İstanbul'a dönüşü" denmiştir. Bu dönüş, İstanbullu lale meraklıları için, tulipomanlığın (aşırı lale tutkusu) başlangıcı sayılır. İstanbul'da seçme ve melezleme yöntemleriyle yeni lale çeşitleri yetiştirme, başka kimsede benzeri bulunmayan lale soğanları-
Piyale Paşa Camii'nin haziresindeki lale
kabartması.
Dostları ilə paylaş: |