MEYDAN ŞAİRLERİ
Âşık edebiyatı Tanzimat'ın ilanından sonra bir süre daha canlılığını koruyabilmiş, zamanla eski gücünü kaybederek sıradan şairlerin elinde varlığım sürdürmeye çalışmıştır. Bu gerileme saz şairi için yeni bir mekânın doğmasına yol açarken kendi şairlerini de beraberinde getirmiştir. Saz şairlerinin vazgeçilmez çalgısı olup cura, divan sazı, meydan sazı gibi çeşitleri olan sazın dışında da bazı çalgıların çalınması sebebiyle çalgılı kahve veya bir şiir türünün adından dolayı semai kahveleri olarak adlandırılan yeni bir mekânın ortaya çıkışı, bu tür şiirin meraklılarını da yeni bir eğlenceye kavuşturmuştur.
Abdülaziz (hd 1861-1876) ile II. Abdül-hamid'in (hd 1876-1909) saltanat yıllarında en canlı dönemini yaşayan bu kahveler, 1910'dan sonra iyiden iyiye azalıp kalitesini kaybetmiş, 1920'den sonra da bütünüyle ortadan kalkmıştır. Bu kahvelerde şiir söyleyenler arasında farklı yapı ve karakterde olan sanatkârlar olduğu için, yerine ve icracısına göre bunlar "tulumbacı şairler" veya "meydan şairleri" diye de adlandırılmaktadırlar; hattâ birincileri için, "külhanbey-tulumbacı şairler" de denilmektedir. Daha çok semai kahvelerinde yer alan meydan şairleri, yılın belli ay ve mevsimlerinde çalıp söyledikleri için belirli za-
manlarda da boş kalırlardı. Onların saz çalıp şiir söylediği yerler, kış aylarıyla ramazan gecelerinde dolup taşardı.
Meclisin açılacağı gece, daha önceden duyurulur, kahve de ona göre süslenirdi. Buranın duvarlarına yangın kuleleri, deniz kızı, balıkçı kayıkları, Kız Kulesi, bir yangın resmi ve çeşitli manzaralar suluboya ile çizilirdi. Tavandan aşağıya da renkli kâğıtlardan yapılan zincirler sarkıtılır, "yeni dünya" adı verilen renkli ve cilalı yuvarlaklar da unutulmazdı. Şairler, kahvenin bir meydan olarak düzenlenen uygun bir bölümüne yerleşirlerdi. Çalgıcılar için ayrılan yer ise, sesin iyi yayılmasını sağlayacak bir köşe olurdu.
Bu tür şairler arasında uzun zaman bulunan, onlarla beraber çalıp Söyleyen Otakçılarlı Ahmed Cevad, konuyla ilgili yazısında bu tür şairleri "ilim ve istidat de- -receleri" açısından "okur yazar, okur yazamaz ve hiç okumaz yazmaz" diye üçe ayırır. Birinciler kalemlerini kullandıkları gibi hazırlıksız olarak da (irticalen) şiir söyleyebilmektedirler; öbürlerinin şiirleri ya zamanla unutulup gitmiştir veya hafızalarda kendilerine birer yer bulabilmişlerdir.
Bu şairlerin söylediği şiirler koşma, destan, divan,, semai, kalenderi, mani gibi eskiden beri bilinen şekiller ile kendilerine has ve "yıldız" adı verilen bir türden oluşmaktadır. Bunların da satrançlı divan, zincirleme yıldız, ayaklı koşma gibi bazı alt dalları bulunurdu.
Düğünlerde, ramazan veya kış gecelerinde kendilerine çok iş düşen meydan şairleri çağırıldıkları yerde önce bir "muamma" ile karşılaşırlardı. Kendine has bir süslü kutu üzerine yazılan muamma, şairler tarafından çözülmeye çalışılır; bilene, başta bir takım çamaşır ve bahşiş olmak üzere çeşitli hediyelerle birlikte çözüm ücreti ödenirdi. Bütün bu olayları yönetmek, hattâ şairler veya onlara destek veren yakınları arasında çıkabilecek tatsız olayları önlemek amacıyla görevlendirilen kişiye de çığırtkan adı verilirdi.
Bu meydana herkes "şairim" diyerek çıkamazdı; özellikle okuryazar olmayanlar bir ustaya hizmet edip destur (izin) almak zorundaydılar. Böyleleri bir süre ustalarının yanında çırak olarak dolaşır, onların
Dostları ilə paylaş: |