Molla Hüsrev Mescidi, Vefa
Nurdan Sözgen, 1994 / TETTVArşivi
bahçe kapısından küçük bir avluya girilir. Bu avlunun bir yanında tuvaletler ve abdest alma yerleri bulunur. Basamaklarla, sonradan kapatıldığı belli olan bir giriş kısmına çıkılır. Düz çatı ile örtülü son cemaat yeri girişi mihrap ekseninde değildir. Bu girişin sağ tarafında iki pencere vardır. Son cemaat yerinin bir kısmı camekânla kapatılarak imam odası olarak düzenlenmiştir. Kadınlar mahfiline son cemaat yerinin sağından beş basamakla çıkılır. Dört tane sütunun taşıdığı kadınlar mahfilinin mihrap yönü kafeslerle örtülüdür. Son cemaat yerinden ana mekâna ahşap kanadı bir kapı ile girilir. Bu kapının iki yanında ikişer pencere mevcuttur. Caminin ha-rim kısmı kare planlıdır. Harimin doğu tarafında beş tane, batı tarafından üç tane yuvarlak kemerli pencere vardır. Ahşaptan yapılmış minber ve vaaz kürsüsü yeşil boyalıdır. Harim duvarlarının alt kısmı son yıllarda beş sıra mavi fayansla kaplanmıştır. Düz tavanlı mescide yakın zamanda yapılan eklemelerin tamamı ahşaptır ve bu kısımlar imam meşrutasıdır.
Son cemaat yeri ile harimin birleştiği yerde bulunan minarenin girişi mescidin içindedir. Kalın silindirik gövdeli minare üç sıra tuğla, bir sıra kesme taşla örülmüştür. Şerefenin alt kısmında kirpi korniş yer almaktadır. Yapının mihrap yönündeki bahçesinde haziresi mevcuttur.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 165, no. 936; Ayvansarayî, Hadîka, I, 201; Ayverdi, Fatih III, 462-463; Eminönü Camileri, 143-144; Öz, istanbul Camileri, I, 106.
ESRA GÜZEL ERDOĞAN
MOLLA HÜSREV MESCİDİ
Fatih İlçesi, Küçük Mustafa Paşa Caddesi üzerinde yer alır. Banisi II. Mehmed (Fatih) döneminin (1451-1481) önde gelen âlimlerinden ve şeyhülislamlarından Molla Hüsrev Mehmed Efendi'dir (ö. 1480). 15. yy'da fevkani olarak yapılan mescit 19. yy'da tekrar fevkani ve kagir olarak inşa edilmiştir.
MOLTKE, HELMUTH VON
486
487
MONTAGU, IADY MARY
Caddeden, demir bir kapı ile kapalı avluya girilir. Avlunun sol tarafında abdest alma yerleri vardır. Sağında ise son cemaat yeri olarak düzenlenmiş küçük bir oda bulunmaktadır. Bu odanın solundaki yüksek merdivenlerle kare planlı, içten 8,70x 8,70 m ölçülerinde olan son cemaat yeri ve harim kısmına geçilir. Son cemaat yerinin bir kısmı camekânla bölünerek imam odası olarak ayrılmıştır. Son cemaat yeri 3,80 m derinliğinde olup mihrap ekseninde bulunmayan bir kapı ile harime açılır. Kapının sağ yanında basık kemerli bir pencere bulunur. Yarım yuvarlak mihrap nişi taştandır. İki yanında dikdörtgen söve-li birer pencere vardır. Vaaz kürsüsü güneydoğu köşesine yerleştirilmiştir. Minber ve tavan ahşaptır. Yapıda ayrı olarak düzenlenmiş bir kadınlar mahfili bulunmaz.
Minare giriş kapısı üzerinde yükselmektedir. Şerefe korkulukları düz profilli ince metaldendir. Üzerini soğan şeklinde olan metal bir külah örtmektedir.
Alt kısmında dükkânlar bulunan yapının ilk bakışta bir mescit olduğu akla gelmez. Mihrap nişi yapının dışından da belli olacak bir çıkıntı yapar. Eğer söz konusu çıkıntı bulunmasaydı harim kısmı kolayca dükkânlara ait üst odalar şeklinde algılanabilirdi.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 267, no. 1584, 165, no. 936; Ayvansarayî, Hadîka, I, 185; Ayverdi, Fatih III, 464; Fatih Camileri, 173; Öz, istanbul Camileri, I, 95.
ESRA GÜZEL ERDOĞAN
MOLTKE, HELMUTH VON
(26 Ekim 1800, Parchim, Mecklenburg - 24 Nisan 1891, Berlin) Alman asker.
Yoksul ama soylu bir ailedendi. Öğrenimini Kopenhag'da yapıp önce Danimarka ordusuna sonra da 1822'de Prusya ordusuna girdi. 1835'te Prusya hükümeti tarafından Osmanlı ordusuna danışman olarak İstanbul'a gönderildi. Moltke Bükreş üzerinden 29 Kasım 1835'te İstanbul'a vardı. Yapılan anlaşmaya göre Osmanlı hükümetinin emrine giren Moltke aynı zamanda İstanbul kent planını çizmekle görevlendirilir. Bu, Osmanlı Devleti'nin çizdirdiği ilk İstanbul haritasıdır. Bundan önceki 1776 ve 1786'da KaufferO) ve Che-valier tarafından çizilen harita, Fransa Elçisi Choiseul-Gouffier'nin(~») emriyle yapılmıştı.
Moltke ilk önce seraskerlik tercümanı Mardiros Efendi'nin Arnavutköy'deki yalısına yerleşir ve gördüklerini kız kardeşine yazdığı mektuplarla anlatır. Ermeniler Türklerin örf ve âdetlerini, hattâ dillerini kabul ettiklerinden, onlardan, Rumların aksine, pek ayrılmazlar. Ermeni kadınları sokakta Müslümanlar gibi peçeli dolaşırlar. Tophane'de yaptığı ziyarette balıkçılardan, lülecilerden ve II. Mahmud tarafından 1826'da yaptırılan Nusretiye Camii' nden söz eder. Bebek'te ise Bebek Köşkü dikkatini çeker.
2 Nisan'da Gelibolu ve Kale-i Sultaniye tabyalarını teftiş etmek için Çanakkale'ye giden Moltke, 5 Mayıs'ta II. Mahmud' un kızı Mihrimah Sultan'm düğününde ha-
zır bulunur. 11 Temmuz'da Çanakkale'ye ikinci bir yolculuktan sonra 19 Temmuz'da İzmir'e doğru yola çıkar, dönüşte, ağustos sonunda, Çanakkale'ye üçüncü bir yolculuktan sonra, İstanbul'da harita işini sürdürür. O ara, Kaptan-ı Derya Alımed Paşa tarafından, padişahın emriyle, Azap-kapı ile Unkapanı arasında ilk köprü kurulmaktadır. Köprünün asıl amacı padişahın Beşiktaş Sarayı'ndan İstanbul'daki selatin camilerine cuma namazına ya da Top-kapı Sarayı'na gidebilmesidir. Oysa Unka-panı'ndan şehir içine yol yoktur ve Molt-ke'den böyle bir güzergâhın açılması istenir. Moltke'nin önerisi üzerine var olan yolların kenarındaki dükkânlar, kahveler ve bahçe çitleri başka hiçbir işlem gerekmeden birkaç gün içinde yıktırılır ve böylece padişah köprünün açılış günü (1836 Eylül başı) doğrudan Bayezid Carnii'ne cuma namazına gider.
Helmuth von Moltke
Galeri Alfa
İstanbul'da bulunduğu sırada Moltke'ye İstanbul'un bir haritası ve bir de planı yaptırılmıştır. Bu planın kendisinden önceki küçük çaplı bir-iki mevzi plan sayılmazsa İstanbul'un ilk imar planı olduğunu söylemek mümkündür.
Halihazır durumu gösteren harita üzerinde imar kararlarının işaretlenmesi yoluyla hazırlanmış olan plan halen kayıptır. Osman Nuri Ergin, Haliç'te Halıcıoğ-lu'ndaki eski Mühendishane Kütüphane -si'nde bulunan haritanın 1914-1915'te belediyeye getirilerek incelenmiş olduğundan söz etmektedir. Yine O. N. Ergin'e göre Moltke'nin İstanbul'un imarıyla ilgili önerileri tam olarak ortaya çıkmış değildir. Sadece Divan-ı Hümayun defterlerinde "ilmühaber" adı altında bu önerilere ait bazı özet bilgiler yer almaktadır.
Buna göre İstanbul'da yeni yapılacak binaların kagir olması ve ahşap yapıya kesinlikle müsaade edilmemesi, yeni yapılacak mahallelerin geometrik şekilde planlanması ve yeni yolların doğrusal şekilde açılması Ebniye-i Hassa Müdüriyeti'nin(-0 sorumluluğuna yeriliyordu. Yeni yapılacak yollar da, 10, 12, 15, 20 zira (l zira= 75,8 cm) genişlikte olmak üzere dört kademeye ayrılıyor, çıkmaz sokaklara müsaade edilmemesi emrediliyordu. Moltke'nin planında yeni açılacak yollara "top,
tüfek, süngü, alay" sokağı gibi mesleğiyle ilgili isimler verdiğinden de bahsedilmiştir. Anayollar üzerindeki yapı yükseklikleri de 20 zira ve 3 kat olarak sınırlandırılıyor, uygun yerlerde de meydanlar açılmasından söz ediliyordu. İlmühaberde 20 zira genişlikte açılması önerilen anayollar da şunlardı: Bâb-ı Hümayun-Divanyolu-Ak-saray ve buradan Silivrikapı ile Mevlevîha-ne Kapısı (Mevlanakapı) yönüne olan yollar, Beyazıt'tan Edirnekapı'ya, Çarşamba' dan Eğrikapı'ya ve Kadırga Limanı'ndan Yedikule'ye, Unkapanı'ndan Eyüp'e, Yalı Köşkü'nden Unkapanı'na uzanan güzergâhlar. Bu güzergâhlarda yolun her iki yanında 4'er zira genişlikte yaya kaldırımı bırakılması ve araç kullanımı için geri kalan 12 zira genişliğindeki yolun ayrılmasından bahsediliyordu ki bu da o dönem İstanbul'u için önemli bir yenilikti. Doğan Ku-ban Haliç üzerinde bir köprü yapılması fikrinin de bu planda olabileceğinden bahsetmiştir.
Moltke Planı'mn başlıca üç amacı olduğunu söylemek mümkündür. Bunlardan ilki şehirde yangınların ve yangınların yarattığı tahribatın bir ölçüde önlenmesidir. İkincisi ise, yeni geniş yollarla şehir içinde erişilebilirliğin artırılarak sağlık koşulları ve asayişin iyileştirilmesidir. Üçüncüsü de erişilebilirliğin artırılmasıyla bağlantılı olarak, özellikle II. Mahmud döneminde hissedilmeye başlanmış bir sorun olarak, dağınık yapıda bir şehir olan İstanbul'un iç bütünlüğünün sağlanmasıdır. Suriçinde genişletilmesi önerilen yol güzergâhlarının şehrin idari ve ticari merkezlerini doğrudan ve doğrusal olarak giriş kapılarına bağlamak suretiyle hem böyle bir amaca, hem de ulaşımın kolaylaştırılarak ticaretin de canlanmasına yönelik olduğunu düşünmek mümkündür.
Moltke Planı sadece mevcut şehir dokusunda kararlar üretmekle kalmamış, şehrin yeni gelişecek alanlarında uyulması gereken kuralları da tanımlayarak kontrollü ve düzenli büyüme prensiplerini de ortaya koymuştur. Bu özelliği Moltke Planı'nı Cumhuriyet'e kadar İstanbul için gündeme gelen birçok imar teşebbüsünden de farklılaştırmıştır.
O. N. Ergin, Moltke Planı'mn büyük o-lasılıkla uygulanamadığından söz etmiş, hattâ, 10 yıl sonraki ebniye nizamnamelerinde yol genişliklerinin azami 10 zira olarak kabul edilmiş olmasını gerekçe göstererek planın yeterince etki dahi uyandırmadığını iddia etmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda kent bütünü ölçeğinde ilk imar planı sayılabilecek bu çalışmanın daha sonra da etkisini bir süre koruduğu, en azından İstanbul'da benzer çalışmalar için etkisini günümüzde de devam ettiren bir ivme yarattığı gerçektir. Osmanlıların ilk imar mevzuatı olan 1848 tarihli Ebniye Nizamnamesi'ndeki kurallar ile ilmühaberde söz edilen büyük benzerlik bu yönde bir etkinin varlığına işaret etmektedir. Bununla birlikte, İlhan Tekeli 1839 tarihli ilmühaberin hazırlanmasında Moltke'nin mi, yoksa Balyan ailesine ait mimarların önemli bir güce sahip ol-
dukları hassa mimarlarının mı daha etkili olduğunun belli olmadığını ifade etmektedir.
Şehircilik faaliyetlerinin yanısıra Moltke mimarlık konularında da seferber edilir. Padişah ona Çırağan Sarayı'nı gezmesini ö-nerir. Ahşap olan Çırağan Sarayı'nın önünde mermer sütunlardan oluşan bir cephe ve denize inen uzun bir mermer merdiven vardır. Çatıdaki teras da ahşap binanın güçlükle taşıdığı mermer döşeme ile kaplanmıştır. Haremin sofası üst kattadır ve ışığı tepeden alır. Selamlığın divan odası ise ovaldir. II. Mahmud bu binaya bir de kule eklemek ve Moltke'den bunun yerini belirlemesini ister. Ancak Moltke bu konuda uzman olmadığını söylemekle birlikte bir kulenin binanın estetik dengesini bozacağını ifade eder.
1836 sonbaharında Prusya'nın Büyük-dere'deki yazlığına taşınan Moltke bu ara Belgrad Ormam'ndaki bent ve kemerleri ziyaret eder. Ahşap evlerin çerden çöpten yapısı onu şaşırtır ve karkas ahşap inşaatta ısrar etmenin nedenini bol pencere yapma eğiliminde bulur. Hattâ evlerin çıkmalı olmasının nedenini de buna bağlar 28 Aralık'ta gözden düşmüş Hüsrev Paşa'yı konağında ziyaret ederken gördüklerini anlatma fırsatını bulur.
18 Ocak 1837'de kardeşine yazdığı bir mektupta Türklerin hayvan sevgisinden uzun uzun söz eder. Üsküdar'da bir kediler hastanesi, Bayezid Camii'nde güvercinler için bir vakıf vardır. 19 Ocak'ta padişah tarafından kabul edilip bir nişanla taltif edilen Moltke, şubatın sonlarına doğru haritasını bitirir ve Mayıs 1837'de II. Mahmud'a Rumeli seyahatinde refakat eder. Temmuzda yeniden padişah tarafından kabul edilir, şimdi söz konusu Anadolu haritasını yapmaktadır. Bu işte çalışacak Alman harita mühendisleri, ki aralarında Heinrich Kiepert de vardır eylülde İstanbul'a gelirler. Moltke kasım başında Tuna seyahatine ve aynı ayın sonunda dördüncü defa Çanakkale'ye gider.
Harita ekibi Şubat 1838'de Karadeniz'e doğru yola çıkar, l yıl kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Musul vilayetini dolaştıktan sonra Kavalalı Mehmed Ali Paşa' nın isyanı ile askeri olaylara karışır ve Nizip Savaşı'na katılır. 5 Ağustos 1839'da İstanbul'a döner ve 9 Ağustos'ta Karadeniz yoluyla kesin olarak İstanbul'dan ayrılır, Tuna ve Bükreş üzerinden Berlin'e döner.
Moltke'nin Doğu mektupları Briefe überZustânde und Begebenheiten in der Türkei aus dem J ah r en 1835 bis 1839 adıyla ilk defa 184l'de yayımlanmıştır. Türkçeye de Türkiye'deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar (1960) adıyla çevrilmiştir.
1858'de Prusya'nın genelkurmay başkanı olan Moltke bu görevde tam 30 yıl kalmıştır. Danimarka, Avusturya ve Fransa ile verilen savaşları kazandıktan ve Alman İm-paratorluğu'nun genelkurmay başkanı olduktan sonra 1888'de II. Wilhelm'in imparator olmasıyla bu görevden ayrılmıştır.
Bibi. Ergin, İmar-İskân; (Ergin), Mecelle, I, 1340-1343; I. Tekeli, "Türkiye'de Kent Plan-
lamasının Tarihsel Kökleri", Türkiye'de İmar Planlaması, Ankara, 1980, s. 37-38; D. Kuban, "İstanbul'un Tarihi Yapısı", Mimarlık, S. 79 (Mayıs 1970). s. 41-44.
M. RIFAT AKBULUT
MONGERI, GIUIIO
(19-20. yy) İtalyan mimar.
1909'da Osman Hamdi Bey tarafından İstanbul'a davet edilen ve Sanayi-i Nefise Mektebi'nde (1928'den sonra Güzel Sanatlar Akademisi) ders vermeye başlayan Mon-geri, Ekim 19H'de Trablusgarp Savaşı çıkınca ülkesine dönmek zorunda kaldı. Nisan 1913'te ikinci kez geldiği İstanbul'dan Ağustos 1915'te I. Dünya Savaşı dolayısıyla ayrıldı. 1922'de yeniden İstanbul'a geldi. Bu kez 1934'e kadar kaldı. Bu yıllarda Sanayi-i Nefise Mektebi'ndeki iki mimarlık atölyesinden birini yönetti.
Mongeri, 1908'de II. Meşrutiyetle ortaya çıkan Milli Mimari Üslubu'nun öncü mimarlarındandır. Vedat Tek(->) ile birlikte Ulusal Mimarlık Akımı anlayışı içinde atölyelerim sürdürmüşler, bu durum 1930' larda Ernst Egli'nin -yeni bir anlayış getirmek üzere- mimarlık eğitimini örgütlemesine kadar uzamıştır.
Sanayi-i Nefise Mektebi'nde Monge-ri'nin öğrencileri sırasıyla Bizans ve Osmanlı, klasik düzenler, Greko-Romen, gotik, Rönesans ve en sonunda da o zamanki adıyla "Ottoman" üslubunda projeler yapmışlardır. Mongeri, öğrencilerini, etraflarında olup biteni algılamaları, yöresel ve geleneksel mimariyi öğrenmeleri için eskizler yapmak üzere arazi çalışmalarına yöneltmiştir. Atölyesine, sanat ve çizim kabiliyeti yüksek olan seçme öğrenciler devam edebilmiştir. Arif Hikmet Koyunoğ-lu da, Giulio Mongeri'nin Ulusal Mimarlık Akımı etkisinde yetişen öğrencisi olarak, bazı uygumalarında onunla birlikte çalışmıştır.
Mongeri'nin, Türk kültür ortamındaki değişimleri mimari ürüne yansıttığı yapıtlarım üç farklı dönemde ele almak mümkündür. Bunlar, İtalyan etkili seçmeci, Osmanlı canlandırmacı ve modern dönemlerdir. İstanbul'daki eserleri, Beyoğlu'nda Saint Antoine Kilisesi(->), Maçka Palas(->), Karaköy Palas(-»), İtalya Elçiliği binası(->), Eminönü Katırcıoğlu Hanı, Nişantaşı Gü-zelbahçe Kliniği (kendi evi), Haseki Hastanesi Nurettin Bey Pavyonu (1911-1914, Denari ile) ve Cumhuriyet Anıtı(->) kaidesi olarak sayılabilir. Ankara ve Bursa'da da ürünler vermiştir.
Ortaya koyduğu yapılara bakarak, Mongeri'nin cephelere önem veren bir mimar olduğu ve süslemenin mimariye egemen olmasına izin vermediği söylenebilir. Mongeri, Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi olarak tanımlanan Osmanlı canlandırmacı mimarisinin de öğreticisi ve uygulayıcısı olmuştur.
Mongeri'nin Nişantaşı'ndaki kendi evi (Güzelbahçe Kliniği) ve Bursa Çelik Palas Oteli gibi uygulamalarında modern anlayışta arayışları sergilediğim görürüz. Ancak, başarılı olmadığım ifade ettiği bu yapıların da Türk mimarlığındaki yeni döne-
min dikkate değer örnekleri olduğunu belirtmek gerekir. Çelik Palas'ta yeniden yorumlanan tarihsel formlar, Güzelbah-çe'de ise modern anlayışta değerlendirilen kütle ilişkileri dikkat çekicidir.
Mongeri, ortaya koyduğu yapılarla, Batılı anlayışta nitelikli örnekler vermenin dışında, son Osmanlı döneminden, Cum-huriyet'in ilk yıllarına, Türk kültür ortamının beğeni ve eğilimlerini yansıtan, bunlara uygun yerel mimariyi geliştirmeye çalışan bir yaklaşım sergilemiştir. Yapılarının büyük çoğunluğu inşa edildikleri dönemdeki işlevlerini yerine getirmektedir.
Bibi. M. Sözen, Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı, Ankara, 1984; A. Mori, Gti İtaliani a Constantinopoli, Milano, 1906; Cezar, Beyoğlu.
PELİN AYKUT
MONGOIİON KİLİSESİ
bak. PANAYİA MUHLİOTİSSA (KÎMİSİS) KİLİSESİ
MONTAGU, IADY MARY WORTLEY
(26 Mayıs 1689, Londra - 21 Ağustos 1762, Londra) İngiliz gezgin, yayımcı, kadın hakları savunucusu.
Varlıklı bir aileden (Pierrepont), bir parlamenter kızı olarak dünyaya geldi. Gençliğinde doymak bilmez bir okuyucu ve heyecanlı bir şairdi. Bir parlamenter olan E. W. Montagu ile babasının onayı dışında evlendi. Eşinin elçi olarak atanmasıyla 1717'de İstanbul'a geldi. Dokuz aylık geliş, dört aylık dönüş yolculuğuna karşın İstanbul'da ancak on beş ay kalabildi. İngiltere'ye dönüşünden sonra eşinden ayrıldı. 1739'da genç ve delişmen bir sevgilinin ardında İtalya'ya gitti. Başta Venedik olmak üzere bu ülkede 23 yıl süreyle gazetecilik ve yayımcılık yoluyla kadın hakları savunuculuğu yaptı. Londra'ya döndükten birkaç ay sonra meme kanserinden öldü.
İstanbul'dan dost ve akrabalarına gönderdiği mektuplar birer başyapıt niteliğindedir. Londra'dan karayoluyla gelirken gördüğü Avrupa'daki yerleşim yerlerini, Hague, Bohemia, Viyana'yı pis ve yaşanmaz nitelikte bulmasına karşın İstanbul'a hayran kaldı. Burada yeni bir dünya keşfettiğine inanıyordu. Kısa sürede anlaşılabilir ölçüde Türkçe öğrendi. Her iki cinsten ve farklı kesimlerden dostlar edindi. İngiliz hastalığı olarak tanımladığı doğa sevgisinin bu ülkede yeniden depreştiğini, İstanbul ve çevresindeki doğanın İngilte-re'dekinden çok daha geniş ve güçlü olduğunu yazıyordu. Türklerin görkem kavramının Batı'dakinden farklı bir tadı olduğuna inanıyordu. Türk giysileriyle (ferace ve yaşmak) toplum içine girdi. Erkek giysileriyle Ayasofya'nın içini görme şansına ulaştı. İstanbul yaşam biçimini, sebze, çiçek bahçelerinin düzenini, yeme özelliklerini büyük beğeniyle dile getirdi. Günlük yaşamı zengin ve canlı, insanları nazik ve içten buluyordu. Dönem içinde Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'dan çekilmeye başlamasına karşın Lady'nin saray çevresi ve
488
MORAL, ŞAZİYE
sokaktaki yaşama ilişkin güncel yazıları, politik ve ekonomik sıkıntıların günlük yaşama yansımadığım düşündürüyordu.
istanbul kadınlarına duyduğu büyük hayranlık, mektuplarının ana konusunu o-luşturdu. Hareme, paşa konaklarına, halka açık hamamlara girdi. Kadınların uygarlığı ve güzelliği, davranışlarındaki zarafet, giysi ve takılarmdaki zenginlik ve incelik, en çok da davranışlarındaki nezaket ve alçakgönüllülük onu etkiliyor, ve onları sayfalar dolusu tanımlamasına yol açıyordu. Türk kadınlarının belki de dünyanın en özgür kadınları olduğunu, kocalarının onları el üstünde tutarak her isteklerini yerine getirdiğini, evlilikte erkeğin rolünün para kazanmak, kadınınkinin ise parayı ziyaretler, banyolar ve modayı izleyerek harcamak ve eğlenmek olduğunu yazıyordu.
istanbul'dan Batı'ya aktardığı bir diğer konu çiçek aşısı oldu. Bu hastalık yıllar önce hem çok sevdiği erkek kardeşinin 20 yaşında ölümüne neden olmuş, hem de Lady' nin olağanüstü yüz güzelliğim cildini delik deşik ederek ve kirpiklerini dökerek noktalamıştı, istanbul ve çevresindeki kasaba ve köylerde çiçek aşısının uygulanışını dikkatle inceledi. Edirne'den yazdığı bir mektupta uygulamanın çok güvenli ve yan etkisiz olduğunu belirtti ve sevgili küçük oğluna da bu aşıyı yaptıracağını açıkladı. Bunu Nisan 1718'de gerçekleştirdi. Londra'ya dönüşünde bu kez kızına gözlemcilerin önünde aynı yöntemi uygulattı. Hekimler, politikacılar, din adamları ve kraliyet ailesinin acımasız tepkilerine ve Tanrı'mn isteğine karşı gelme suçlamasına göğüs gerdi. 1796'da Edward Jenner'in aşıyı yaygın olarak uygulamasıyla daha da alevlenecek bir savaşımı başlattı ve birçok konuda olduğu gibi herkesten bir adım daha ileri attı.
Lady Mary Wortley Montagu Türk giysisiyle bir tabloda.
Victoria and Albert Museum, The Searight Collection Gazanfer Aksakoğlu fotoğraf arşivi
Londra'ya döndüğü 1719'dan sonra .istanbul mektuplarına ve günlüğüne dayanarak kaleme aldığı birbirinden güzel 52 mektubu Embassy Letters ismiyle basmak için yoğun çaba harcadı. 1762'de bu kez italya'dan yemden Londra'ya döndüğünde çabasını sürdürdü. Ölüm döşeğinde kitabın mutlaka basılması gerektiğini heyecanla vurguluyordu. Ancak mektupların tümünün basılması için tanı 200 yıl daha geçmesi gerekecekti (1965-1967). Istanbulla ilgili mektuplar Türkçede Şark Mektupları (1933), Lale Devri Başlarında Türkiye (1938) ve Türkiye Mektuplan (1973) adlarıyla yayımlanmıştır.
istanbul'daki kısacık öyküsü Lady'nin yaşamını çarpıcı biçimde etkiledi ve yönlendirdi, istanbul'u Batı'ya anlatan ve etkileyen önemli ürünler oluşmasına da yol açtı. Bunların arasında V. Woolf un Orlan-do isimli yapıtındaki istanbul betimlemeleri ve İngres'nin başta "Türk Hamamı" olmak üzere ünlü tablolarının da bulunduğu kabul edilir. Voltaire, onun mektuplarının yalnızca kendi ulusu için değil, yönlendirilmek isteyen tüm uluslar için yazıldığım, bu nedenle çok üstün olduklarım ifade eder.
Bibi. C. Pick, Embassy to Constantinople, Londra, 1988; R. Halsband (haz.), The Comp-lete Letters of Lady Mary Wortley, I-III, Londra, 1965-1967.
GAZANFER AKSAKOĞLU
MORAL, ŞAZİYE
(1903, Kırcaali [Bugün Bulgaristan 'da] -9 Nisan 1985, istanbul) Tiyatro ve sinema oyuncusu.
Kocamustafapaşa Numune Mektebi'ni, 1922'de de Darülmuallimat'ıO) bitirdi. Mütareke yıllarında öğrenimini sürdürürken ilk kez 1919'da Kırık Kalp adlı oyunla sahneye çıkan sanatçı, birçok amatör topluluğun çalışmasında rol aldı. Müslüman kadının tiyatro oyuncusu olamayacağı gerekçesiyle polis kovuşturmasına uğrayan ilk kadın sanatçılarımızdan olan Moral, kısa bir süre Anadolu'ya turne yapan topluluklarda yer aldı.
1924'te Darülbedayi'ye (bugün Şehir Tiyatroları) giren Moral 1977'de emekli oluncaya kadar bu kurumda çalıştı. Erenler, Süt Kardeşler, Aynaroz Kadısı, Mürai, Kokotlar Mektebi, Bir Kavuk Devrildi, Fermanlı Deli Hazretleri, Otello, Müddeiumumi, Pazartesi-Perşembe, Bir Ölü Evi, Lüküs Hayat, Bir Çiçek iki Böcek, Macbetb, Ayak Takımı Arasında, Turandot, Windsor'un Şen Kadınları, Anna Karenina, Çifte Keramet, Yaşadığımız Devir, Elektra, Yaprak Dökümü, ÜçKızkardeş, Ceza Kanunu, Kayseri Gülleri, Paydos, Pembe Evin Kaderi, Renkli Fener, Meraki, Deli, Fazilet Eczanesi, Sekiz Kadın, Kökler, Dolap Beygiri, Kadınlar, Erkeklere Yasak, Tango, Yumurcak, Çamsakızı, İlkGözAğnsı, Kadınlar Arasında, Hisse-i Şayia rol aldığı 200'ü aşkın oyundan bazılarıdır.
Moral, tiyatro ve sinemadaki yumuşak, kendine özgü oyunculuğuyla büyük beğeni kazandı. 1945'te Hürriyet Apartmanı adlı filmle sinemaya başlayan Moral, Ya-
Şaziye Moral, ilk Göz Ağnsı adlı oyunda. Şehir Tiyatroları Arşivi
vuz Sultan Selim Ağlıyor (1953), Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukesi (1956), Tilki Leman (1958), Yaprak Dökümü (1958), Samanyolu(1959), İki Aşk Arasında (1961), Kızıl Vazo (1961), Küçük Hanımefendi (1961), Küçük Hanımefendi Avrupa'da (1962), Kader Böyle îstedi (1968), Lekeli Melek (1969), Aşkımı Kanla Yazdım (1971), Bizim Kız (1977), Sevgili Dayım (1977) başta olmak üzere 50!nin üzerinde filmde karakter rolleri oynadı.
HiLMi ZAFER ŞAHiN
MORALİ, MAHMUT
(1902,- Bursa - 4 Eylül 1965, İstanbul) Tiyatro ve sinema oyuncusu, seslendirme yönetmeni.
Orhangazi Idadisi'nde, Bursa Sanayi Mektebi'nde ve Bursa Sultanisi'nde okuduktan sonra 1917'de çok genç yaşta tiyatro oyunculuğuna başladı. Bir süre Burha-nettin Tepsi'nin topluluğunda suflörlük yaptıktan sonra babasından kendisine kalan mirasla 18 yaşında kendi topluluğunu kurdu. Bursa'nın işgali nedeniyle bu topluluk dağılınca istanbul'a gitti. Sadi Tek ve Sadi Fikret Karagözoğlu(->) ile birlikte çalıştı. Onlarla Anadolu'yu dolaştı. 1924'te Muhsin Ertuğrul ve Arkadaşları Toplulu-ğu'nda ve ardından Raşit Rıza ve Arkadaş-ları'nda oynadıktan sonra, ölünceye kadar sahneye çıkacağı Darülbedayi'ye (bugün Şehir Tiyatroları) girdi. Burada 100'ü aşkın oyuntia ikincil rollerde oynadıktan sonra başrollere çıkmaya başladı. Rol aldığı başlıca oyunlar Aynaroz Kadısı (1930), Bir Kavuk Devrildi (1930), Balayı (1931), Kafatası (1932), Lüküs Hay(1933), istanbul Efendisi (1934), Hülleci (1935), Ceza Kanunu (1937), Bir Adam Yarat-mak(1938), Çifte Keramet (1939\ Ayaktakımı Arasında (1940), Büyükİhtilal (1942), İki Efendinin Uşağı (1943), Mum Söndü
Dostları ilə paylaş: |