Hedy hayvanından ihtiyaç halinde binek olarak faydalanmanın caiz olduğunda fakihler arasında görüş birliği bulun-
maktadır (Müslim, "Hac", 375-376; Ebû Dâvûd. "Menâsik", 17; Nesâî, "Menâsik", 76). Şafiî ve Hanbelîler'e göre sütünden de faydalanılabilir. Ancak içilen miktarın bedelinin fakirlere sadaka olarak verilmesi daha faziletlidir. Mâlikîve Hanefîler ise faydalanılması durumunda bedelinin tasadduk edilmesi gerektiğine hükmetmişlerdir.
BİBLİYOGRAFYA :
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "hdy" md.; Lisânû'l-'Arab, "hdy" md.; VVensinck, el-Muc-cem, "hedy" md.; M. F. Abdölbâki. et-Muccem, "hdy" md.; Dârimî, "Menâsik", 34; Buhârî, "Hac", 106-108, 121-122, "Meğâzî", 35; Müslim. "Hac", 205. 349, 375-376; İbn Mâce. "Me-nâsik", 68, 84; Ebû Dâvûd, "Menâsik", 14, 17; Nesâî, "Menâsik", 76; Mâverdî. el-Hâui'l-kebîr (nşr Ali M. Muavvez - Âdil Ahmed Abdülmev-cûd). Beyrut 1414/1994, IV, 369-383; İbn Ab-dülber. el-Kâfî, I, 402-405; Kâsânî. BedâY, II, 172-175, 179; İbn Rüşd. Bidâyetü'I-müctehid,
I, 319-323; İbn Kudâme. el-Muğnl, II!, 356-360, 390-392, 431-434, 492-554; Nevevî. ei-Mec-mü\ V]]!, 356-382; İbn Cüzey, el-Kauânİnü'l-fıkhiyye, Beyrut, ts. (Dârü'l-Fikr), s. 121-122; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-kadir, II, 321-326. 333; Buhûtî. Keşşâfü'l-kunâ', II, 400-463, 529-533; III, 5-20; İbn Âbidîn. Reddü'l-muhtÂr (Kahire),
II. 614-621; Zühaylî. et-Fıktıü'l-İslâmî, III, 295-317; Mu.F, II, 181-195; V, 74-75; XIV, 11-15; XVII, 43-44, 78-80; XXXIII, 86-87; J. Chelhod. "Hady". £Ffİng.),IH, 53-54. r—ı
\sü Salim Öğüt
r
HEDYÜ's-SARI
~1
İbn Hacer el-Askalânî
(ö. 852/1449)
tarafından Buhârî'nin
el-CâmFu'ş-şahîh'ıriı şerhetmek
amacıyla yazılan Fethu 'l-bârî'mn
müstakil bîr cilt halindeki
mukaddimesi
(bk. el-CÂMİUs-SAHÎH).
L J
r
HEFT ASUMAN
~1
L
Agâ Ahmed Alî'nin
(Ö. 1290/1873)
Farsça mesneviler
ve şairlerine dair tezkiresi.
J
Mevlevî Agâ Ahmed Ali 1255'te {1839) Bengladeş'in Dakka şehrinde doğdu. 1862 yılında Kalküta'da Medrese-i Ahme-diyye adlı bir eğitim kurumu açtı ve hayatının sonuna kadar burada çalıştı. Âgâ Ahmed Ali. 1869"da yazmaya başladığı Heft Âsumân't bir önsöz (eve), yedi bölüm (neft âsumân) ve bir hatime (ufk) şek-
156
HEFT EVRENC
ünde planlamış, ancak sadece önsözle birinci bölümünü telif edebilmiştir. Bu kısımlardan, müellifin mesnevileri yazılmış oldukları aruz kalıplarına göre yedi bölüm halinde ele almak istediği anlaşılmaktadır. Eserin önsözünde müellif, mesnevi türü ve en eski mesnevi şairleriyle bunların önderi olarak kabul ettiği Nizamî üzerinde durmuş, birinci bölümde Nizâ-mîYıin Mahzenü'l-esrâf\nm vezni olan "seri" bahrinde mesnevi yazan yetmiş sekiz şairi ve bunların eserlerini tanıtmıştır. Heît Âsumân, H. Blochmann tarafından The Halt Âsmân or History of Masnavi of Persians (Kalküta 1873) adıyla Bibliotheca İndia serisi içerisinde yayımlanmıştır.
Âgâ Ahmed Ali'nin diğer eserleri de şunlardır: 1. Mü'eyyid-i Burhan (Kalküta 1865). Gâlib Mirza Esedullah'ın Bur-hân-ı Kâtı1 adlı Farsça sözlüğe yönelttiği tenkitlere cevap mahiyetinde bir eserdir. 2. Şemşîr-i Tîzter (Kalküta 1868). Gâlib Mİrza'nin Mü'eyyid-j Burhana Tîğ-i Tiz adıyla yazdığı Urduca reddiyeye cevaptır. 3. Risâle-i Terane. Rubâî türü hakkında bilgi veren eser Blochmann tarafından açıklayıcı notlarla birlikte neşredilmiştir (Kalküta 1867). 4. Risâle-i İştikak {Kalküta 1872). Başlangıç seviyesinde Farsça bir gramer kitabıdır.
BİBLİYOGRAFYA :
Storey. Persian Literatüre, 1/2, s. 905-906; Ahmed Gülçîn-İ Meânî. Târih-İ Tezkirehâ-yi Fâr-sî, Tahran 1350, II, 408-410; Şehriyâr-ı Nakvî, Ferhengnüuîsî der Hind u Pakistan, Tahran 1962, s. 141, 144;N. K. Jain. Musiims İn India, New Delhi 1979,1,56.
Iffil Adnan Karaismailoölu
r
HEFT EVRENG
~l
L
Abdurrahman-ı Câmî'nin
(ö. 898/1492) yedi mesneviden oluşan eseri.
J
İranlı mutasavvıf şair Abdurrahman-ı Câmî, Hamse'sme Silsiletü'z-zeheb ve Selâmân ü Ebsâl mesnevilerini ekleyerek bu yeni tertibe, Farsça "yedi taht" anlamına gelen ve büyük ayı yıldız kümesinin adı olan Heft Evreng adını vermiştir. Eserin mukaddimesinde Câmî yedi mesneviyi, Vâsıfta yetişen en iyi yazı kamı-şıyla Çin hokkasının evlenmesi sonucunda dünyaya gelen yedi kardeşe benzeterek bunların gayb âleminden varlık alanına çıktıklarını söyler. Müellifin Külliy-yât'\ içinde veya müstakil olarak çok sayıda yazma nüshası bulunan Heft Evreng (Münzevî, IV, 3312-3316; FME, 1,416-420) Âgâ Murtazâ Müderris-i Gîlânî tarafından yayımlanmıştır (Tahran 1337 hş.). Eseri oluşturan mesneviler ayrı ayrı olarak da basılmış, bazıları çeşitli dillere tercüme edilmiştir.
Heft Evreng'de şu mesneviler yer almaktadır: 1. Silsiletü'z-zeheb. Üç ciltten (defter) meydana gelen eserin ilk cildi. Senâî'nin Hadîkatü'l-hakika's\ ve Ev-hadüddîn-i Merâgi'nin Câm-ı Cem'inin üslubuyla yazılmış olup Sultan Hüseyin Baykara'ya ithaf edilmiştir. Ahlâkî ve tasavvuf? meselelerin ele alındığı bu cilt, Câ-mfnin mürşidi Ubeydullah Ahrâr'ın tavsiyesiyle nazma çekilen Ttikâdnâme" başlıklı bölümle sona erer. İkinci ciltte, ilâhî aşk konusu sûfîlerin menkıbeleri
ve sözleriyle desteklenerek İşlenmiştir. Silsiletüı'z-zeheb"\n III. cildi 500 beyit-lik kısa bir mesnevi olup II. Bayezid'e ithaf edilmiştir. "Fâilâtün mefâilün fa'lün" vezniyle yazılan ve 7200 beyitten meydana gelen eserin sadece II. cildinin 890 (1485) yılında tamamlandığı bilinmektedir. 2. Selâmân ü Ebsâl. Huneyn b. İs-hak tarafından Yunanca'dan tercüme edilen, daha sonra İbn Sînâve İbn Tlıfeyl tarafından yeniden yazılan Selâmân ü Ebsâl adlı sembolik aşk hikâyesini Câmî bazı telif unsurları da katarak mesnevi tarzında kaleme almıştır. Câmî'nin bu üç eserden hangisini örnek aldığı tartışmalıdır. M. Nazif Şahinoğlu, eserin İbn Sînâ ve İbn Tüfeyl'in eserleriyle bir ilgisi bulunmadığını. Câmî'nin. Huneyn b. İshak'ın tercümesinin Nasîrüddîn-i Tûsî'nin Şer-hu'1-İşârat'mûa yer alan özetinden faydalandığını söylemektedir (Nuuîdi-yi Şî-razî, s. 19). Heft £vrenp/'deki mesnevilerin en küçüğü olan bu eser 1130 beyit olup 894 {1489} yılında tamamlanmıştır. "Fâilâtün fâilâtün fâilâtün" vezniyle yazılan Selâmân ü Ebsâl, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın oğlu Yâkub Bey'e ithaf edilmiştir. Forbes Falconer (Lon-don 1850) ve Reşîd-i Yâsemî (Tahran 1305
157
HEFT EVRENG
hş.) tarafından yayımlanan eseri Edvvard Fitzgerald özet halinde İngilizce'ye (Lon-don 1856), Auguste Bricteux Fransızca'ya (Paris 1911). Kemal S. Aini Rusça'ya (Douşanbe 1977), Lâmiî Çelebi (ö. 938/ 1532) ve Abdülvehhab "terzi (İstanbul 1944) Türkçe'ye tercüme etmişlerdir. 3. Tuhfetü'l-Ahrâr. Nizâmî-i Gencevî'nin Mahzenü7-esrâr'ı ve Emîr Hüsrev-i Dih-levî'nin Matlcfu'l-envâf mm üslûbunda yazılan eser dinî. ahlâkî ve edebî konuları ihtiva eden yirmi bölümden (makale) oluşur. Câmî bu eseri mürşidi Ubeydullah Ahrâr'a armağan etmiştir. Mensur bir mukaddimenin ardından gelen dört mü-nâcât, beş na't. Bahâeddin Nakşibend'in faziletlerine dair menâkıbnâme mahiyetinde bir kısım ve Ubeydullah Ahrâr hakkında uzunca bir methiyeden sonra eserin bölümlerine geçilir. Burada Hz. Âdem'in yaratılışı, namaz, zekât, hac. uzlet, sükûn, felekler, mutasavvıflar, zahir ulemâsı, gençlik, ihtiyarlık, iyilik, güzellik ve aşk gibi çeşitli konular işlenmiştir. 894 (1489) yılında tamamlanan ve 1710 beyitten meydana gelen eser "müfteilün müfteilün fâilün" vezniyle yazılmıştır. Tuhfetü'l-Ahrâr ilk olarak Forbes Fal-coner tarafından yayımlanmış (London 1848), 1869'da Leknev'de taş baskısı yapılmıştır. Rahmi Mehmed Çelebi'nin (ö. 1000/1592) Türkçe'ye çevirdiği eseri Şem'î Farsça olarak şerhetmiştir. A. Şubhatü'l-ebrör. Ağır bir üslûpla yazılmış mensur mukaddime, na't ve padişaha dua ile başlayan eser dinî, tasavvuf!, ahlâkî konuların ele alındığı kırk bölüme ayrılmıştır. Câmrnin bu eserde kullandığı "fâilâ-tün fâilâtün fâilât" veznini kendisinden önce sadece Emîr Hüsrev-i Dihlevî Nüh Sipihr adlı mesnevisinin birkaç beytinde kullanmış, Câmî'den sonra bu vezinle başka mesnevi yazılmamıştır. 2700 beyit olan eser Sultan Hüseyin Baykara'ya ithaf edilmiştir. Şubhotü '1-ebrâr ilki Kal-küta'da (1818) olmak üzere birkaç defa basılmıştır. 5. Yûsuf u Züleyhâ. Nizâ-mî'nin Hüsrev ü Şîrîril, Gürgânî'nin Vîs ü Râmm'i üslûbunda "mefâîlün mefâî-lün feûlün" vezniyle yazılan eser 889'da (1484) tamamlanmış olup 4000 beyitten meydana gelir. Câmî'nin en tanınmış mesnevisi olan Yûsuf u Ztiieyhd'nın birçok baskısı yapılmış, V. E. von Rosenzvveig tarafından Almanca'ya (Vienne 1824), A. Rogers tarafından İngilizce'ye (London 1889) ve Auguste Bricteux tarafından Fransızca'ya (Paris 1927) tercüme edilmiştir. 6. LeyJâ vü Mecnûn. Nizamî ile Emîr Hüsrev-i Dihlevfnin Leyiâ vü Mec-
nûn'larına nazire olarak yazılmıştır. 889 (1484) yılında tamamlanan mesnevi "mefûlü mefâilün feûlün" vezniyle yazılmış olup 3760 beyittir. Eseri A. L. Chezy Fransızca'ya (Paris 1805) ve Hartmann Almanca'ya (Leipzig 1807) çevirmiştir. 7. Hırednâme-i İskenderî. Aristo, Eflâtun, Sokrat gibi filozofların İskender'e öğütlerini, İskender ile bu filozoflar arasındaki konuşma ve mektuplaşmaları anlatan eser Nizâmî'nin İskendernâme'sı-ne nazîre olarak yazılmıştır. "Feûlün feûlün feûlün feûl" vezniyle kaleme alınan ve Sultan Hüseyin Baykara'ya ithaf edilen bu mesnevi Taşkent (1913) ve Leknev'de (1923) basılmıştır.
BİBLİYOGRAFYA :
Câmî. Heft Evreng {nşr. Âgâ Murtazâ),Tahran 1337 hş.; a.mlf., Dîuân-t Kâmil (nşr. Hâ-şim Râzî), Tahran 1341 hş., s. 295-297; a.mlf.. Salaman and Absal (trc. Kamal S. Aini), Dou-şenbe 1971, s. 19-23; Lâmiî, Nefehât Tercümesi i haz. Süleyman Uludağ-Mustafa Kara), İstanbul 1995, s. 32-33. 569, 570; Rieu. Cataiogue ofthe Persian Manuscripts, II, 644-649; Flügel, Handschriften, I, 564-570; Eth£. Cataiogue of the Persian Manuscripts, s. 754-756; Brovvne. LHP, III, 516-540; Ali Asgar Hikmet. Câmî, Tahran 1363 hş., s. 183-203; a.mlf.. Cami, Hayatı ve Eserleri (trc. M. Nuri Gençosman), İstanbul 1991, s. 300-328; Karatay. Farsça Yazmalar, s. 244-258; Zehrâ-yi Hânlerî, Rahnümâ-yı Ede-biyyât-ı Fars/,Tahran 1341 hş.,s.99, 146,207-208; Âsaf Halet Çelebi. Molla Câmî, İstanbul, ts. (Kanaat Kitabevi). s. 56-62; FME, I, 416-420; Münzevî. Fihrist, IV, 2706-2712, 2780. 2892, 2912, 2914, 3100, 3312-3316; Nefisi. Târih-i Nazm u /Veşr, I, 287; Ferheng-i Fârsi, V, 777-779; Rypka. HIL, s. 287; Hânbâbâ. Fihrist, tür.yer.; M. Nazif Şahinoğlu. Nuvidi-yi Şlrazİ ve Salaman uAbsal'ı, İstanbul 1981, s. 15-20; G. Morrison v.dğr., History of Persian Literatüre, Leiden-Köln 1981, s. 140; Hicabı Kırlangıç, Câmî'nin Subfıelü't-ebrâr Mesnevisi ve Çevirisi (yüksek lisans tezi, 1989. AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Yusuf Öz. Câmî, Tuhfetü'l-ahrâr ue Türkçe Çevirisi (yüksek lisans tezi. 1990. AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Iraj Dehghan. "Ja-mi's Salaman and Absal", JNES( 1971), s. 118-126; CI. Huart-(H. Masse), "Djâmi", F/2(İng.). II, 421-422; P. Heath, "Salaman and Absal", a.e.,VI]l, 920-921. r—ı
İKİ Rıza Kurtuluş
HEFT HAN
~l
l_
Nev'îzâde Atâî'nin
(Ö.1045/1635)
dönemin İstanbul hayatından izler taşıyan mesnevisi.
J
Başında "heft" (yedi) kelimesinin yer aldığı yedi bölümlük mesnevi yazma geleneği Türk edebiyatına Fars edebiyatından girmiştir. "Heft hân" ifadesi Firdev-
sî'nin Şd/mdme'sinde, Mâzenderan'da esir olan Keykâvus'u kurtarmaya giden Rüstem'in her birinde devlerle çarpıştığı yedi konağı ve Güştasb'ın Ercasb tarafından esir edilen kızlarını kurtarmak için yola çıkan İsfendiyar'ın savaştığı yedi durağı anlattığı iki bahiste geçmektedir. Bundan dolayı Rüstem ve İsfendiyar'ın her savaştan sonra zaferlerini kutlamak üzere düzenledikleri ziyafet ve şölenlere "heft hân" (yedi sofra, yedi ziyafet) denilmiştir.
Fars edebiyatında yedi bölümlük macera anlatımlarına "heft" kelimesiyle başlayan isimler verilmiştir. Bu mesnevilerin genel özelliği, esas çerçeveyi oluşturan bir hikâye içinde yer alan yedi küçük hikâyeden meydana gelmeleridir. Bunların ilk örneği, Nizâmî-i Gencevî'nin binbir gece masallarından esinlenerek 593'te (1197) yazd\ğ\Heft Peylerdir (Behrâm-nâme, Heft Günbed). Nizamî, esas hikâyeyi Şâhnâme'de Behrâm-ı Gûr hakkında yazılanlardan almış |İlaydın, V 11936], s. 275-290), bu çerçeve İçine yedi hükümdar kızının Behrâm'ı avutmak için anlattığı yedi hikâyeyi yerleştirmiştir. Nizâmî'nin bu eserine İran şairlerinden Eşref-İ Merâgi Heft Evreng, Râî Hidâyetullah Heft Peyker ve Hatifi Helt Manzar adlarıyla nazireler yazmışlardır. Nizâmî'ye yazılan nazirelerde bu plana aynen sadık kalındığı söylenemezse de mesnevilerin kuruluşu genellikle birbirini andırır.
Türk edebiyatında bu tür ilk mesnevi Ali Şîr Nevâî'nin, "yedfnin Arapça karşılığı olan "seb'a" kelimesini kullanarak adlandırdığı Seb'a-i Seyydre'sidir. Anadolu'da Bursalı Şah Ali Ulvî. Kudsî Çelebi ve Trabzonlu Ramazan'm bu yolda mesnevi yazdıkları kaynaklardan öğrenilmektedir. Anadolu'da yazılıp günümüze ulaşan en eski Heft Peyker Aşki-i Kadîm'in eseri olup 861'de (1456-57) tamamlanmıştır (Kut, TDAY Belleten |1973], s. 127-151). Bunlardan sonra Ahmed Rıdvan'ın Heft Peyker {Behrâm-ı Gûr) adını taşıyan mesnevisi gelmektedir (Ünver, L/196 11986]. s. 84-97). Lâmiî'nin ölümünden sonra damadı Rûşenîzâde tarafından tamamlanan Heft Peyker tercümesi de aynı yolda yazılmış bir Türkçe mesnevidir (Kut, JNES,sy. 35 [1976], s. 73-93).
Atâî'nin rtamse'sinin dördüncü mesnevisi olan Heft Hân bu tür eserlerin Türk edebiyatındaki en başarılı örneğidir. Heft Hân plan bakımından Nizâmî'nin eserine benzerse de konusu büyük ölçü-
158
HEKİM HANI
de ondan farklıdır. 1036da (1627) altı ay içinde tamamlanarak o tarihte Rumeli kazaskeri bulunan Ahîzâde Hüseyin Efen-di'ye sunulan Heft Hân kendi türündeki eserlerle aynı vezinde (feilâtün mefâilün feilün) yazılmıştır. Şair eserinin yaklaşık 3000 beyit olduğunu söyler, Turgut Ka-racan'ın on nüshayı karşılaştırarak yayımladığı tenkitli metne göre ise (bk. bibi.) mesnevi 2787 beyittir.
Heft Hân tevhid. münâcât, na't, mi'-râciyye, IV. Murad'a övgü ve sebeb-i te'lîf manzumelerinden oluşan 456 beyitlik bir girişle başlar. Daha sonra İstanbul'da bir güzele gönül veren ve onun aşkı ile kendini kaybeden bir âşıkın hikâyesi anlatılır. Bu âşıkın yedi dostu tarafından Göksu'ya götürülmesi, Akbaba'nın suyundan şifa umulması ve sandalla gezintiye çıkarılması bir sonuç vermeyince arkadaşlarından her biri onu teselli için birer hikâye anlatmaya başlar. Gerek ana hikâye gerekse diğer yedi hikâye yerli hayata yönelik unsurlarla zenginleştirilmiştir. Özellikle bazı vak'aiarı İstanbul ile Bursa ve Edirne gibi Osmanlı şehirlerinde geçen iki hikâyede (1 ve 7. hikâye), eski mesnevi geleneğinde rastlanmayan gerçekçi mekân ve çevre tasvirlerine yer verilmiştir. Bu hikayelerdeki bazı parçaların Osmanlı başşehrine ve taşra hayatına yönelik bilgiler ihtiva etmesi, bunlarda İstanbul halkının dinî ve içtimaî hayatına dair unsurlarla halk hikâyelerinden alınmış anekdotlara yer verilmesi, eserdeki anlatımın bazı atasözleri ve mahallî tabirlerle zenginleştirilmesi ve hikâye kahramanları arasında halk ve esnafın da yer alması Heft Hân'ı, konuları genelde hayalî ülkelerde geçen mesnevilerden ayırır. Türkçe kelimelerle zenginleştirilmiş bir nazım diline sahip olan yedinci hikâyeden sonra mesnevi, âşıkın kendine gelmesi ve o zamana kadar sadakatini deneyen sevgilisine kavuşması ile son bulur.
Eserde yedi kişi tarafından anlatılan yedi hikâyedeki başlıca olaylar Şam, Çîn-i Mâçîn, Gazne, Bağdat. Rey. Belhve İstanbul'da geçer. Hakiki aşktan nasibi olmayan Behrâm Şah'ı eserine kahraman olarak seçmesi ve aşka cinsî arzu karıştırması yüzünden Nizâmî'yi tenkit eden Atâî. kendisinden önceki Türk şairlerinin yaptığı gibi Nizâmî'yi tercüme etme yoluna gitmemiş, eserini gerçeğe uygun mekânlar içinde geçen ve yerli hayattan çizgiler taşıyan bir mesnevi şeklinde kaleme alarak ona kişiliğinin ve yaşadığı çağın damgasını vurmuştur.
BİBLİYOGRAFYA :
Nev'îzâde Atâyî. Heft-H"ân Mesnevisi: İncele-me-Metin (haz. Turyut Karacan). Ankara 1974; Nail Tuman. İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Hamseler Katalogu, İstanbul 1961, s. 176-188; Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 77, 109, 124, 144; Tunca Kortantamer, Nev'İ-zâde Atayı ve Hamse'sİ, İzmir 1997, s. 230-245; a.mlf., "XVII. Yüzyıl Şairi Atâyî'nin Hamse'sinde Osmanlı İmparatorluğu'nurı Görüntüsü", Eski Türk Edebiyatı-Makaleler, Ankara 1993, s. 89-92, 100; Hikmet T. İlaydın. "Behram-ı Gûr Menka-beleri", TM, V (1936), s. 275-290; Günay Kut [Alpay]. "Aşkî'nin Heft Peyker Çevirisi", TDAY Belleten (1973). s. 127-15Î;a.m!f.,"Lamicı Che-lebi and His Works". JNES, sy. 35 (1976), s. 73-93; İsmail Ünver, "Ahmed-i Rıdvan", TTK Belleten, L/196 (1986], s. 84-97; Abdülkadir Kararıan. "NeVî-zâde Atâ'î", İA, IX, 228; "Heft-hân", TDEA, IV, 205. r-|
UN İSMAİL ÜNVHR
r
HEFT İKUM
L
r
L
Emin-i Ahmed-i Râzî'nin
(ö. 1002/1594'ten sonra)
kaleme aldığı tezkire (bk. EMÎN-İ AHMED-İ RÂZÎ).
HEKİM HANI
Malatya-Sivas yolu üzerinde Selçuklu kervansarayı.
j
Hekimhan'da bulunan ve buraya adını veren kervansaray halk arasında Taşhan olarak da anılır. Biri Arapça-Ermenice-Süryânîce olmak üzere üç ayrı dilde yazıl-
mış, diğeri yalnız Arapça olan iki inşa kitabesinden. Malatyalı hekim Ebû Salim b. Ebü'l-Hasan tarafından yaptırıldığı ve 615 (1218) yılında başlayan inşaatının I. Alâeddin Keykubad döneminde (1220-1237) tamamlandığı, üçüncü bir kitabeden de 1071 Muharreminde (Eylül 1660) Osmanlı mimarı Hasan Ağa tarafından tamir edildiği öğrenilmektedir.
Sultan hanları karakterinde olan yapı, çevresinde sivri tonozlu derin eyvanlar dizili geniş bir avlu ile {29 x 30 m.), buradan geçilen iki sıralı on kesme taş sütun üzerine oturtulmuş sivri tonozlarla örtülü, uzunluğuna üç nefli büyük bir kapalı mekândan (19 x 29 m.) meydana gelmektedir. Yazılı kaynaklarda mescid, hamam ve çeşme gibi mimari yapılara da sahip olduğu belirtilen kervansaray bugün büyük ölçüde harap durumdadır ve bu sebeple bazı bölümlerinin işlevi kesin biçimde tesbit edilememektedir. Eyvanlar değişik boyutlarda olup kullanılır du-rumdakilerinin önü yakın zamanlarda ca-mekânla kapatılmıştır; köşe mekânları İse oda şeklindedir. Avlunun orta eyvanından, depo olarak kullanıldığı anlaşılan kapalı mahallin sütunlar arasında kalan orta nefine geçilir. 7,10 m. genişliğindeki bu nefte, dikdörtgen kesitli sütunların üst taraflarında konsol şeklinde öne doğru çıkınlılar yer aimakta ve orta tonozu tutan kemerler buralara oturmaktadır. Aydınlatma, arka duvardan neflere açılan yüksekçe üç mazgal pencere İle sağlanmıştır. Özellikle bu kısmın batı ve arka
HEKİM HANI
Hekim Hanı'nın planı
duvarında XVII. yüzyıldaki tamirata ait muntazam bir kesme taş işçiliği görülür. Ayrıca batı duvarında, yine Osmanlı tamiratı sırasında yapıldığı sanılan kare kesitli üç payanda bulunmaktadır. Orijinal doğu duvarının dış yüzünde ise çok iyi işlenmemiş büyük taş bloklar göze çarpar. Tamirat sırasında binanın içindeki sütunların büyük çoğunluğu yeniden yapılmış ve ara duvarlar onarılmıştır. Özellikle kapalı mekânın duvarlarında çeşitli taşçı işaretlerine rastlanmaktadır. Harap vaziyette olan cümle kapısının genişliği 2,60 metredir.
BİBLİYOGRAFYA :
K. Erdmann, Das anatolische Karauansaray, Berlin 1961-76, I, 63-67, rs. 79-82, İv. Vl/2; II, 46, 61, 66, 97; İsmet İlter. Tarihî Türk Hanları, Ankara 1969, s. 85; Muammer Kemal Özergin. "Anadolu'da Selçuklu Kervansarayları", TD, XX(1965), s. 151-152. rX]
I&J Özkan Ertuğrul
r
L
HEKİMBAŞI
İslâm devletlerinde
sarayın ve ülkenin
sağlık işlerinden sorumlu
hekimler için kullanılan bir unvan.
J
İslâm devletlerinde sarayda ve ülkenin çeşitli şehirlerinde bulunan tabipler için genellikle "reîsületıbbâ" unvanı kullanılmış olup aynı anlamda "hekimbaşı" tabiri daha ziyade Osmanlılar döneminde yaygınlık kazanmıştır. Osmanlılar'ın ilk devirlerinden itibaren resmî kayıtlarda reîsü-letıbbâ ve "seretıbbâ" gibi unvanlara rastlanmaktaysa da bu görevliler devlet ricali ve halk arasında hekimbaşı olarak anılmış, zamanla bu unvan ön plana çıkarak resmî literatüre de girmiştir. Eski Türkler'de "otacı iliği" denilen bir sağlık
görevlisinin varlığı bilinmekteyse de (Ögel, s. 655) bunun bir kurum niteliği kazanıp kazanmadığı belli değildir.
Hekimbaşılık kurumunun ilk defa eski Yunanistan'da ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Tıbbın babası sayılan Grek hekimleri, kendi haklarını garanti altına almak ve tıp mesleğini bilgisiz kişilerle sahtekârlardan korumak için bu mesleğe girmek isteyenlerin eğitimlerinden sonra ayrıca bir imtihana tâbi tutulmalarını şart koşmuşlardı. İdareciler de bu konuda ihtiyatlı davranarak her şehirde en meşhur hekimleri seçip onları diğer hekimleri imtihan etmekle görevlendirirlerdi: ancak bu imtihanı kazananlar "hekimlik kürsüsü"ne oturabilirlerdi. Grekler'-deki bu usulü Galen (Câlînûs) eserlerinde anlatmıştır (İshak b. Ali er-Ruhâvî. s. 244-245).
Hz. Peygamber'in hastalıklardan korunma ve tedaviyle ilgili emir ve tavsiyeleri, İslâm dünyasında tıp ilmine özel bir alâka gösterilmesi ve bu alanda gerekli kurumların teşekkül etmesinde önemli rol oynamıştır. Özellikle tıp bilgisi bulunmadığı halde hasta tedavi eden kimsenin verdiği zararı ödeyeceğine dair hadis (Ebû Dâvûd, "Diyât", 23), yöneticiler ve hekimlerle ilgili idarî ve hukukî mesuliyete işaret etmiş, İslâm devletlerinde sağlık işlerinden sorumlu resmî hekimlik müessesesinin kurulmasında etkili olmuştur.
İlk dönemlerde hekimler, belli bir bilgi ve tecrübeye sahip olunca hiçbir şart ve kayda bağlı olmaksızın mesleklerini icra ediyorlardı. Daha sonra içlerinden birinin başkan tayin edildiği ve gerektiğinde yöneticilerin onun veya seçkin hekimlerin önünde diğerlerini imtihan ettikleri bilinmektedir. İbn Ebû Usaybia'nın anlattığına göre, 171 (787) yılında bir baş ağrısı çeken Abbasî Halifesi Hârûnürreşîd, Cün-dişâpûr'dan getirttiği Buhtîşû' b. Cur-cîs'i Bağdat'taki ünlü hekimlerden Ebû Kureyş îsâ, Abdullah et-Tayfûrî, Dâvûd b. Serâbiyûn ve Sercis'in (Sergios) önünde imtihana tâbi tutmuş, uzman olduğunu anladıktan sonra kendisini ödüllendirerek onun bütün hekimlerin başı (reîsületıbbâ) olmasını ve hepsinin kendisine itaat etmesini emretmiştir Cüyûnü't-en-bâ\s. 186-187). İbn Fazlullah el-Ömerî, o sırada Hârûnürreşîd'in tabibi Ebû Kureyş îsâ'nın reîsületıbbâ bulunduğunu kaydettiğine göre {Mesâlik, IX, 181) bu kurumun daha önce de mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Halife Mu'tasım-Billâh ve ordu kumandanı Afşin'in de eczacıları (at-târ) imtihan ettikleri bilinmektedir. Afşin,
tabip Zekeriyyâ b. Abdullah et-Tayfûrî'-nin yardımıyla karargâhın d aki eczacıları imtihandan geçirmiş, başarı gösterenlere belge verip diğerlerini oradan uzaklaş-tırmıştır; Halife Mu'tasım da onun bu icraatını onaylamıştır (ibn Ebû Useybia, s. 224-225; Ahmed îsâ Bey, Târlhu'l-bimâ-ristânât, s. 49-50).
Tıp mesleğinin resmî bir hüviyete kavuşması ise Halife Muktedir-Billâh zamanında (908-932) gerçekleşmiştir. Tıp tarihçisi Ahmed îsâ Bey. halkın menfaatini korumak amacıyla hekimliği müessese haline getiren ilk müslüman devlet adamının bu halife olduğunu söylemektedir (a.g.e., s. 41-42). Muktedir- Billâh, halktan bir kişinin uygulanan yanlış tedavi sonucunda ölmesi üzerine muhtesib İbrahim b. Muhammed b. Bat-hâ'dan, Sİnân b. Sabit b. Kurre"nin imtihan ettikten sonra yetki belgesi vereceği hekimler dışındaki kimselerin çalışmalarını yasaklamasını istemiş, bunun üzerine mesleğinde ün yapmış hekimlerle halifenin özel hekimleri hariç bütün hekimler Reîsületıbbâ Sinan b. Sabit b. Kur-re tarafından imtihandan geçirilerek başarılı olanlara tıpta yetki belgesi verilmiştir. İbn Ebû Usaybia'ya göre Bağdat'ta bunların sayısı 860 kadardı füyûnü't-en-bâ\ s 302). Bu uygulamanın arkasından, tıp eğitimini tamamlayan kimselerin hekimlik yapma hakkını elde edebilmeleri için reîsületıbbânın önünde imtihan edilip diploma (icâzetü't-tıb) almaları usulü getirildi (Ahmed îsâ Bey, Târih u'l-bîmâristâ-nât, s. 41 -43). Ünlü hekim İshak b. Ali er-Ruhâvî, bu usulün IV. (X.) yüzyılın başlarında Şam'da da devam ettiğini haber vermektedir {Edebü't-tebîb, s. 236-264). Reîsületıbbâlar, imtihanda başarısız olanların hasta tedavi etmelerini yasaklayıp bilgi ve tecrübelerini biraz daha arttırmalarını tavsiye ediyorlardı (Şeyzerî, s 97; İbnü'l-İhve, s. 255). Sistemin işleyişini kontrol yetkisi ise ihtisab teşkilâtına verilmişti. Reîsületıbbâ başkanlığında Hu-neyn b. İshak'ın Mihnetü'l-etıbbû* {İm-tihânü'l-eübbâ') adlı kitabındaki usule göre yapılan imtihanlarda muhtesib de bulunuyor ve başarılı olan hekimlere daha sonra onun huzurunda -Şeyzerî ve İb-nü'l-İhve'nin eserlerinde kaydettikleri-Hİpokrat yemininin İslâm ilkelerine göre düzeltilmiş şekli okutturuluyordu (Şeyzerî, s. 98; İbnü'l-İhve. s. 256).
Dostları ilə paylaş: |