HZ. MUHAMMED (SAV)’İN
AHLAKI
İnsanlık tarihinin en büyüğü, Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Ulaşmış olduğu büyük başarı, ne bir peygamber ne de bir siyasi adama şimdiye kadar nasip olmamıştır. Hz. Muhammed (s.a.v) Peygamber olmadan önce de büyük bir şahsiyetti. O hayatı boyunca putlara tapmamış, içki içmemiş ve yalan söylememişti. Onun için Araplar kendisine güvenilir lakabını vermişlerdi.
Hz. Muhammed (s.a.v) İslam dinine halkı davet etmeye başladığı zaman bunların yalnız dinlerini değiştirmekle yetinmedi. Bütün hayat nizamlarını siyasi, içtimai, iktisadi ve ailevi safhalarını değiştirdi. Arapların atalarından gelen ahlaka aykırı esas ve prensipleri bir anda yok edip değiştirmek şüphesiz büyük inkılaptı. Hele o zaman Arap yarımadasında büyük bir mevki sahibi olan Kureyş’lilerin bunu kabul etmesi çok daha zor oldu. Onun için Kureyş’liler Hz. Muhammed (s.a.v)’e düşman olup, şiddetli bir şekilde direndiler. İslam dini içki, kumar ve zinayı men etmişti. Halbuki, Kureyş kabilesinin kazanç kaynağı bunlara dayalı idi. Yine o zaman Kureyş kabilesi diğer bütün kabilelerden daha üstün sayılırdı. İslam dininin, bunları diğer kabilelerle eşit ve müsâvi tutulması çok güçlerine gitti. Halbuki Hz. Muhammed (s.a.v) Kureyş kabilesinden olup, bu imtiyazlı olan sınıftan sayılırdı. Bu imtiyazı terk edip, diğer insanlarla eşit ve müsavi olduğunu söylemişti. Arapların hiç benimsemediği bu siyası ve içtimai nizamı bir anda değiştirmek, şüphesiz büyük mücadeleyi gerektirirdi. Hz. Muhammed (s.a.v) her türlü tehlikeye koşuyor ve herkes bu çetin mücadeleden kaçarken kendisi sebat ediyordu. Müslümanlığı kabul edenleri Kureyş’lilerin zulmünden kaçırıp Habeşistan’a yolluyor ve tek başına müşriklerle kahramanca mücadele yapıyordu.
Hz. Muhammed (s.a.v) hayatında, hiçbir zaman maddeye önem vermemişti. Bugün ne zengin kanaat ediyor ve ne de fakir haline şükrediyor. Zenginlerin bir kısmı gayrı meşhur yollardan para kazanmak için adeta maddeye kul olmuşlardır. Kazandıklarını da faydalı şeylere değil, lüks ve eğlenceye harcamaktadırlar. Yine dikkatle incelenecek olunursa, milletler arası mücadeleye de, madde sebep olmaktadırlar. İşte maddeyi ayakları altına alan tek yüce insan Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Bütün Arap yarımadasını fethedip mal ve mülküne hakim olduktan sonra Hz. Muhammed (s.a.v)’in hayatında en ufak bir değişiklik görülmüş değildi. O yine hasır üzerinde yatar ve arpa ekmeği yiyordu. Hz. Muhammed (s.a.v)in bir hasırı vardı. Gece onu yuvarlak bir şekilde dikerek içinde ibadet eder, gündüz serer, üzerinde otururdu. Yemek yemesine gelince belini doğrultacak birkaç lokma ile yetinirdi. Temizliği, güzel ve muntazam bir şekilde giyinmeyi severdi. Müslümanların da böyle hareket etmelerini tavsiye ederdi. Bir hadis-i şeriflerinde: “Allah ü Teala temizdir, temizliği sever” (En kamil manasıyla paktır, pak olanı sever, kerimdir; kerem (iyilik) sahibi olanı sever, cömerttir; cömerdi sever, evinizin iç ve dışını temiz tutunuz; Yahudilere benzemeyiniz” buyurdu.
Hz. Muhammed (s.a.v) asla kibirli değildi. Bir hadis-i şeriflerinde: “Kalbinde zerre miktar kibir olan cennete giremez.” buyurdu. İnsanlara önce kendisi selam verir. Kiminle konuşursa ona yönelir, karşı tarafın sözü bitinceye kadar beklerdi. Birinin elini sıkarsa, elini karşıdakinden evvel çekmezdi. Çarşı ve pazardan evine aldığı eşyayı bizzat taşırdı. Bir meclise girdiği zaman, nerede boş yer varsa orada oturuverirdi. Gelen misafire kendi yastığını verip, kendisi kuru yerde otururdu. Onun önüne hürmeten ayağa kalktıkları zaman “Acemlerin, birbirlerini ta’zimen ayağa kalktıkları gibi siz de kalkmayın.” El öpmeyi de yasaklamıştı. Kibirli olmamakla beraber, edebe riayet edilmesini isterdi. Ashabın kendisine karşı nasıl hitap edip, nasıl davranacağını öğretmişti.
Hz. Muhammed (s.a.v), Peygamber olmadan önce de ibadet ediyordu. Hira mağarasında bazen bir ay yalnız başına ibadet ettiği olmuştu. O zaman ibadeti tefekkürden ibaretti. Peygamber olduktan sonra, ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bütün hayatı boyunca gece kalkarak nafile ibadette bulunurdu. Bazen gece ve gündüz ibadet ettiği olmuştu. Ashabın gücünün yetmeyeceği hususlarda, kendisini taklit etmelerinden onları men ederdi. Hayatın icap ve zaruretlerine de gerekli ehemmiyeti verirdi. Onun için dünyayı tamamen terk ederek, kendini ibadete verenlere de kızıyordu. Bir hadis-i şeriflerinde:
“Allah için ben, hepinize nispetle Allah’tan en çok korkan ve çekinenim. Fakat, oruç tutar (bazı günler ramazan haricinde) oruçsuz olurum. Namaz kıldığım gibi uyurum da. Kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir” buyurmuştur. Din ile dünyayı böylelikle birleştirmişti. İbadet ederken, tam olarak eksiksiz bir şekilde bu görevini yerine getirirdi. Başka bir dünya işine teşebbüs edence de onu bitirmeyince dönmezdi. Onun için dünya tarihinde, Hz. Muhammed (s.a.v) kadar din ve dünya işini başaran bir kişiye daha tesadüf edilmiş değildir.
Mekke müşrikleriyle Taif halkının Hz. Muhammed (s.a.v)’e yaptıkları eziyet ve cefa tamamen insanlık dışı idi. Kureyşliler’in Haşimoğullarına uyguladıkları boykot antlaşması ile Hz. Muhammed (s.a.v)’in soyunu açlıkla karşı karşıya bırakmışlardı. Eşi Hz. Hatice ile hamisi olan amcası Ebu Talib’in vefatı üzerine Mekke’den çıkmış ve İslam dinini yaymak için Taif’e gitmişti. Fakat Taif halkı bu şerefli misafirin değerini bilemediler.
Memleketlerinden bu mübarek zatı çıkardıkları gibi O’nu taş yağmuruna tuttular. O zaman Hz. Muhammed (s.a.v) tekrar Mekke’ye avdet etmek mecburiyetinde kaldı. Mekke müşrikleri birleşerek Hz. Muhammed (s.a.v)’i öldürmeye karar verdikleri zaman, ilahi bir izinle Medine’ye hicret etmek mecburiyetinde kaldı. Allah ü Teala’nın yardımı ile kısa bir zaman içinde Mekke şehri ile Taif’i fethetti. Bu arada altı bin esir aldı. Fakat bir tanesini öldürmeden hepsini serbest bıraktı. Hatta Mekke’yi fethettiği zaman en büyük düşmanı olan Kureyş müşriklerinin başkomutanı Ebu Süfyan esir düştüğü zaman onu af edip serbest bıraktı. Ve “Kim Ebu Süfyan’ın evine girse dokunulmayacak.” diye buyurdu. Uhud muharebesinde Hz. Hamza’yı şehit eden Habeşi bir köle olan Vahşi, İslam dinine girdiği zaman onu da affetti.
Hz. Muhammed (s.a.v) bütün insanlara karşı çok merhametli idi. Müşriklere karşı da büyük merhameti vardı. Çünkü rahmet O’nu tamamen ihata etmişti. Bilhassa zayıf ve fakirler Hz. Muhammed (s.a.v)’in rahmetine daha yakın kişilerdi. Bütün hayatı fakirlerle beraber geçmişti. Bir fakir yanına geldiği zaman çok sevinirdi. Hatta bir hadis-i şeriflerinde:
“Benden bir şeyi fakirleriniz vasıtasıyla isteyiniz. Çünkü siz zayıfların yüzü suyu hürmetine merzuk olunuyorsunuz.” diye buyurdu. Hz. Muhammed (s.a.v)’in fakirlere olan bu yakın ilişkisinden dolayı, Kureyş müşriklerinin alaylarına mevzu oluyordu. Kölelerin hürriyete kavuşmaları için elinden gelen yardımı yapıyordu. Köleleri hürriyete kavuşturmak için devlet hazinesinden hisse ayırmıştı. Hz. Muhammed (s.a.v) köleleri hürriyete kavuşturduktan sonra, iaşelerini temin etmek için onlara sermaye de verirdi. Bu iyilik ve merhamet yalnız insanlara karşı değil, bütün hayvanlara da şamildi. Hayvanlara çok kötü muamele eden Araplardan bu adeti tamamen ortadan kaldırdı. Bilhassa atış talimlerinde, diri hayvanları hedef olarak dikerlerdi. Bu durumları yasak etti.
Küçük çocuklara karşı çok şefkatli idi. Sahabelerin çocuklarını gördüğü zaman onları okşar ve öperdi. Yanına gelenleri güler yüzle karşılardı. Müslümanlardan biri felakete uğradığı zaman, kalbini saran rahmet ve merhametinden bazen gözyaşı dökerdi. Bir gün ölmek üzere olan bir çocuğu yanına getirdikleri zaman gözleri doldu. Neden ağladığını soran ashaba ”Bu, Allah’ın mümin kullarının gönüllerine koyduğu rahmet eseridir. Zaten Allah ancak, kullarından merhamet sahiplerine rahmetiyle muamele buyurur.”
Müşriklerin çocuklarına dahi şefkatli idi. Bilhassa savaşta çocuk öldürülmemesini tavsiye ederdi. Sahabelerin bir kısmı savaşta düşmanları lanetlemesini istediler. Hz. Muhammed (s.a.v):
“Ben lanetçi olarak değil, alemlere rahmet olarak geldim.” diye buyurdu. O’nun merhametinden bütün alem kıyamete kadar faydalanacaktır.
Hz. Muhammed (s.a.v) inanç hürriyeti için mücadele etmişti. Kureyş müşriklerine bu inanç hürriyetini kabul ettirinceye kadar onlarla savaştı. Müslümanlar Mekke’den ”Rabbimiz Allah’tır.” dedikleri için kovulmuşlardır. Allah ü Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerimde;
“Kendilerine karşı harp açanlara, zulme uğradıkları için harp etmelerine izin verdi. Allah ü Teala, onlara yardıma hakkıyla kadirdir. O müminler yalnız ”Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için nahak yere yurtlarından çıkarılmışlardı. ” (Hacc: 22/39)
Görülüyor ki savaşa izin verilmesi, inançtan dolayı zulme uğrayan Müslümanların kendilerini savunmaları içindi. Hz. Muhammed (s.a.v) müşriklerle çarpışmamak için her zaman sulh yolunu tuttu. Hudeybiye barış antlaşması buna açık misaldir. Bu antlaşma ile İslam’a davet serbestliğini sağladıktan sonra iki yıl içinde yirmi senedekinden çok fazla insan Müslüman oldu. Kureyş’liler Hudeybiye Barış antlaşmasını tek taraflı olarak bozdukları zaman, on bin kişilik bir kuvvetle Mekke’ye hareket ederek kan dökmeden orayı aldı.
Bu olaylar şüphesiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in ne kadar yüksek siyasete ve idari isabetlere haiz olduğunu göstermektedir. Yüksek siyaseti sayesinde İslam daveti en sağlam temeller üzerinde kuruldu.
Dostları ilə paylaş: |