45. Zû'l-Fadl
“Lutûf ve ihsan sahibi” anlamına gelir. Bu vasıfla Allah Taâlâ, kullarının dinlerinde ve dünyalarında nail oldukları her şeyin -onlar hak sahibi olmaksızın-, Kendi katından bir lütuf eseri olduğunu bildirmektedir . 1587 Bir başka tarife göre: “Mahlûklarından sevip istediğine, ihsan eden fazi sahibi” 1588 demektir. Zû kelimesinin fadl'a muzaf olmasıyla meydana gelen bu vasıf, tek tek ele alacağımız bir kaç değişik şekil arzeder.
Zû Fadl 'Alâ'n-Nâs
“İnsanlara karşı fazl sahibi” anlamına gelir. İlkin, 48. sıradaki en-Neml sûresinde görünür 1589. Bundan başka 2 mekkî âyette daha varid olur 1590, bir defa da Medîne devrinde gelir 1591. Her seferinde, Allah'ın nimetlerinin hatırlatılmasından sonra gelen bu ilâhî vasfı, “fakat insanların çoğu şükretmezler” fıkrası takib etmektedir.
Zû Fadl 'Alâ'l-'Âlemîn
“Alemlere -özellikle şuurlu mahlûklara- karşı lütufkâr” demektir. Yalnız bir medenî âyette yer alır. Zulmü temsil eden Câlût'a karşı, hayrı temsil eden Tâlût'un ordusunun üstün gelmesi ve Hz. Davud'un Câlût'u öldürdüğü bildirildikten sonra:
“Allah'ın insanları biribirleriyle savması olmasaydı, yer yüzünün düzeni bozulurdu; lâkin Allah âlemlere karşı lûtufkârdır” 1592. Bu âyet 87. sıradaki el-Bakara sûresinde bulunmaktadır.
Zû'l-Fadîı'l-'Azîm
“Büyük lûtûf ve İhsan sahibi” mânâsına gelir. Bu sınıftan olan vasıflar arasında en çok tekrarlanması ve medenî âyetlerle inhisar etmesi dikkati çekmektedir. İlkin 87. sırada olan el-Bakara sûresinde yer alır 1593.
Geçtiği âyetlerde: Mânevi nimet ve hidayet 1594; savaştan ziyansız olarak, nimetle dönmek, derin iman anlayışı, günahları örtmek ve afvetmek 1595; genişliği gök ve yer kadar olan ebedî cennet nimeti 1596; Alâh'ın vereceği manevî ve uhrevî mükâfat 1597 gibi hususlar söz konusudur. Ayrıca bk.1598.
Zû Fadlin 'Alâ'1-Mu'minîn
“Mü'minlere karşı lütufkâr olan” demektir. Yalnız bir medenî âyette varîd olur. Uhud gazvesinde bir kısım mü'minlerin Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (a.s.) emrinden çıkmaları üzerine savaşın seyrinin değişmesi konusunda, Allah, bu isyanlarına rağmen onları afvettiğini bildirdikten hemen sonra, bu vasff irad buyurmaktadır 1599. Bu âyet, 89. sıradaki Al-i 'İmrân sûresindedir.
Bunlar, Alâh'ın lûtfûnu belirten bu vasfın, mekkî âyetlerde çok az bulunmakla birlikte, esas Medine'de daha fazla bildirilmiş olduğunu ortaya koymaktadır. 1600
46. El-Vâris, Hayru'l-Vârisîn
Vâris kelimesi irs, virâse gibi masdarlardan ism-i fail vezninde bir sıfattır, dilimizdeki gibi “varis olan” demektir. Allah hakkında:
“Ölümsüz hayat sahibi, bütün mahlûklarının yok olmasından sonra kalan Bakî” diye açıklanır. 1601 Dünyada nimetlendirdiği mülk sahiplerinin göçüp gitmelerinden sonra O, baki kalır; çünkü hem onların, hem malların mülklerin varlığı. Onun varlığı iledir. Oysa Allah'ın varlığı, başkasına bağlı değildir. 1602 İlk devirlerden beri Vâris vasfı, ilk anda hatıra gelen beşerî anlamda açıklanmamakta; Onun Bakî olduğu, her şeyin kendisine döneceği tarzında anlaşılmaktadır. 1603 Sufyân es-Sevrî (ö. 161/777) ve çağdaşlarının da “Bakî” şeklinde tefsir ettikleri bildirilmektedir. 1604 Zira bizdeki mânânın murad olmasına mâni karineler vardır. et-Taberî diyor ki:
Eğer biri çıkıp da:
“Maruf olan miras, mülk sahibinin ölümünden sonra, vârise intikal eden şeydir; halbuki mahlukların yok olmalarından önce de sonra da dünya Allah'a ait değil midir?” diye sorarsa cevaben denir ki:
“Bunun anlamı, zikrettiğimiz gibi, Allâh'ın Zatını beka ile tavsif etmesidir, mahlûkları hakkında faniliği hükmettiğini bildirmesidir, Kendisinden başka herkesin fanî olduğunu açıklamasıdır.”1605
Mülk aslında Allah'a aittir; mahlûkların mecazî ve görünüşte olan bir malikiyet ve tasarrufları vardır. Nitekim Hesap gününde O, bu gerçeği onlara ikrar ettirecektir; “Bu gün hükümranlık (mülk) kimindir? (denir, hepsi:)” Mutlak Hâkim olan Tek Allah'ındır” derler 1606. Bu âyet Allah hakkında Vâris'den maksadın ne olduğunu anlamamızı kolaylaştırmaktadır.
Vrs maddesi, Kur'ân'da fazla olmamakla beraber, bir çok yerde kullanılmıştır.
“Şüphesiz Biz bütün yer yüzüne ve üzerinde bulunanlara varis olacağız (nerisu), onlar Bize döndürüleceklerdir”1607.
Keza 19, 80 de buna yakındır. Bu kök müteaddit âyetlerde vâris kılmak anlamında ifal şekliyle Allah'a izafe edilmektedir 1608. Mîras ismi iki âyette Cenab-ı Allah'a izafe edilmektedir: 3, 180'de, Allah yolunda harcamayanlar kınandıktan, vermeye kıymadıkları mallarla kıyamet günü azablandırılacakları bildirildikten sonra:
“Göklerin ve yerin mirası Allah"ndır, Allah işlediklerinizi pek iyi Bilendir” buyurulur. 1609 âyetinde de, benzerî bir muhteva da zîkrolunur. Bunlardan esas maksad, hakikî mülk ve tasarrufun Allah'a ait olduğunu ve yine Ona kalacağını, insanın ariyet olarak kullandığı mal ve tasarruf emanetini, Onun Rızası uğruna sarfetmesi gerektiğini belirtmektir.
Vâris vasfı, Kur'ân'da iki âyette, fakat azamet cem'i ile olarak, Allah'ı tavsif eder. İlkin, 49. sıradaki el-Kasas sûresinde yer alır 1610. Bu iki âyet de mekkîdir.
“Nimet ve refah ile şımarıp azan nice şehirleri yok etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra pek az kimse oturabilmiştir; onlara Biz Vâris olmuşuzdur” 1611.
“Muhakkak dirilten de öldüren de Biziz. Vâris olan da Biziz” 1612.
Böylece insanların ve diyarlarının helakinden sonra, mülkün ve insanların Alâh'a döndürülmeleri, kullarının Ona hesap vermeleri gibi muhtevalardan anlaşılıyor ki:
Allah bu gerçekleri etkili ve müşahhas üslûpla bildirmek için Kendisini Vâris diye vasıflandırmıştır.
Hayru'l-vârisin
“Vârislerin en hayırlısı” demektir. Bir mekkî âyette, Allah böylece vasfolunmaktadır.
“Kendisinden başka her şey zevâi bulan, her şeyin fenasından sonra Bakî kalan ve kulların sahip oldukları şeyler, sadece Kendisine raci olan” diye tanımlanır. 1613 Bu vasıf, Hz. Zekeriya'nın duasından nakledilmektedir: “Zekeriyyayı da hatırla. Hani Rabbine: “Rabbim! Beni yalnız bırakma. Sen vârislerin en hayırlısısın” diye dua etmişti.” 1614
Dostları ilə paylaş: |