23.12.2. Duruşmada Yüzleştirme ve Teşhis Hakkında
Ceza Muhakemesi Kanunu, soruşturma evresinde tanık ile şüphelinin karşı karşıya getirilmesini, yani yüzleştirilmesini prensip olarak kabul etmemiş ve bu işlemin duruşmada, esas hakkında hüküm verecek olan hâkimin önünde yapılmasını istemiştir. Bu düzenlemenin nedeni, sanık ile mağdur veya tanığın, duruşmada hâkim önünde ilk defa karşılaştıkları sırada içinde bulundukları ruh hâlinin, hâkim tarafından izlenebilmesini sağlamaktır.
Ceza Muhakemesi Kanununda bulunmamakla birlikte 2007 yılında PVSK'ya eklenen ek 6'ncı madde ile soruşturma fail ile tanık veya mağdur yüzleştirilmeden yapılacak olan "teşhis" işlemi düzenlenmiştir. Kanun koyucu soruşturma evresinde bu süjelerin yüz yüze gelmelerini engelleyecek şekilde, aynalı cam arkasından teşhis yapılmasını kurallarını göstermiş ve tanık veya mağdurun hatalı bir seçim yapmasını önleyecek tedbirler almıştır.
Teşhis; mağdur veya tanığın daha evvelden tanımadığı bir suç failini, önceden bir tanım vererek, birçok, birbirine benzeyen kişiler arasına faili dâhil ederek veya etmeyerek iki kez uygulama yapılmasını ve bu işlemlerin teknik araçlarla kayda alınmasını öngörmektedir. Tanıma ise, mağdur veya failin daha önceden bildiği ve tanıdığı bir suç failini kovuşturma makamlarına göstermesi şeklinde bir işlemdir.
Görüldüğü gibi, failin belirlenmesinde, birbirine benzer ve iç içe geçmiş bazı hukukî kurumlar söz konusudur. Önce yüzleştirme ve teşhis birbirine çok benzeyen, fakat farklı birer işlemdir. İkinci olarak, teşhis ve tanıma arasında fark vardır. Ayrıca teşhisde faili belirlemek için yapılan bir teşhis ile duruşmada yüzleştirme şeklinde yapılan bir teşhis ortaya çıkabilmektedir.
Teşhis işlemine katılan failin, aktif bir hareketi söz konusu olmadığı için, buna katlanmak yükümü vardır. Ancak, teşhisi yapan kişi, tanık beyanı veya mağdur beyanı kapsamına giren bir hukukî durumdadır. Ancak, duruşmada teşhis sırasında bir tek kişi gösterilip, bunun fail olup olmadığı sorulduğunda, yasanın öngördüğü koruyucu garantiler ortadan kalkmıştır.
Doktrinde, birbirine benzeyen bir kaç kişi değil de, tek kişi gösterilerek yapılan yüzleştirme ve teşhisin ispat değerinin az olduğu, yerinde olarak vurgulanmaktadır.
Bunun dışında, somut olayda, fiilin cereyan ettiği zaman ile duruşmada gerçekleştirilen yüzleştirme ve teşhis işlemleri arasında uzun yıllar geçtiği, bu nedenle failin vücut yapısında zamandan kaynaklanan değişimler bulunduğu da dikkate alınmalıdır.
23.13 Keşif İle İlgili Hukuka Aykırılıklar
Mahkeme tarafından yaptırılan keşif gününün müdafie bildirilmemesi, CMK 84 ve 181.maddelerine aykırı olduğu için, savunma hakkını kısıtlar niteliktedir.
23.14. Suçun İşlendiği Sırada Bir Başka Yerde Bulunma Savunması (Alibi)
Alibi savunması "belirti" delilidir. Ceza Muhakemesi Hukukunda ispat, olaydan arta kalan izler (belirti delili), olayı gören bir kişinin anlatımları (beyan delili), veya bazı istisnai hâllerde ve sadece kanunun kabul ettiği durumlarda, belge delilleri ile yapılır.
Belirti delilleri, ispat edilecek olan olayı doğrudan doğruya temsil etmezler.
Meselâ parmak izi belirtisi, belli bir zaman aralığı içinde, sanığın o objeyi tuttuğunu gösterirse de, suçu işlediğini doğrudan doğruya ispat etmez.
Tanık beyanı ise, sanığın suçu işlediğini gören bir kişinin bizzat edindiği izlenimleri yansıttığı için, doğrudan doğruya ispat aracıdır ve tek başına delil olabilir.
Sanığın suçun işlendiği sırada bir başka yerde olduğunu ileriye sürmesi (alibi), bir beyan türü olmasına rağmen, beyan delili değildir. Dolaylı delillerden biri olarak, savunma amacı ile kullanıldığında, sanık bir olaylar zinciri anlatır, suçun işlendiği sırada bir başka yerde olduğunu ortaya koymaya ve dolayısı ile de, suçu kendisinin işlemiş olduğunun imkânsız olduğu sonucuna ulaşılmasını ister.
Gerçekleşmemiş olan bir olayın (sanığın suçu işlememiş olması) "doğrudan doğruya ispat edilmesi" imkânsız olduğu için, doktrinde sanığın alibi iddiası, belirti delili olarak kabul edilmiştir (Joecks, Studienkommentar StPO, München 2006, § 261, 22).
Alibi savunmasının ispatı, "serbest ispat" kurallarına bağlıdır. Ceza Muhakemesi Hukukunda sanığın ispat külfeti bulunmadığı için, sanık suçu işlediği sırada başka bir yerde olduğunu ileriye sürer ve bunu ispat edemezse, ispat edememesi, "fiili işlediği konusunda bir belirti" olarak kullanılamaz (BGH NStZ 2004, 392): "Sanığın yalan söylemesi" aleyhine delil olarak kullanılamayacağı için, bu sonuca varmak gerekmiştir.
Bununla birlikte, sanık işlediği iddia edilen fiil hakkında "önce savunma yapmış ve olay hakkında bilgisi olduğunu ortaya koymuşsa", arkasından da suçun işlendiği bir başka yerde olduğunu iddia etmişse, bu gibi hâllerde, alibi iddiasının ortaya konamaması, sanık aleyhinde kullanılabilmektedir (BGH NStZ 1999, 423).
Sanığın suçun işlendiği sırada bir başka yerde olduğunu iddia ettiği durumlarda, savunmanın birbirleriyle uyumlu ve adeta bir olaylar zinciri oluşturan iki veya üç olayın doğru olduğunu ortaya koyması gerekir. Bu zincirin eksiksiz olması gerekir ' (BGH NStZ 1993, 596)
Savunmanın bu iddiasının mahkeme tarafından araştırılması gerekir. Mahkeme olaylar zincirini değerlendirerek, sanığın suçun işlendiği sırada başka bir yerde olduğunu kabul edilebilmek için, zincirin en zayıf halkasına bakmalıdır (Meyer- Gossner, § 261, Rdn. 25).
23.15. Duruşmada Gizli Tanık Dinlenmesi Sırasındaki Hukuka Aykırılıklar
8.2.2008 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunla, 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanun'un 27. maddesi yürürlükten kaldırılmış; böylece, 08.02.2008 ve sonraki tarihlerde uyuşturucu ve uyarıcı madde suçlarıyla ilgili ihbarda bulunan kişiler hakkında, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 19. maddesinin 4. fıkrasında öngörülen "Kaçakçılık olaylarını ihbar edenlerin kimlikleri, izinleri olmadıkça veya ihbarın niteliği haklarında suç oluşturmadıkça açıklanamaz. Bu kişiler hakkında tanıkların korunmasına ilişkin hükümler uygulanır," şeklindeki hükmün uygulanmasına olanak kalmamıştır. Bu nedenle, ihbarda bulunan ve kimliği kolluk görevlilerince bilinen kişi hakkında 5607 sayılı Kanunun 19. maddesinin 4. fıkrasının uygulanması mümkün değildir. Öte yandan 5271 sayılı CMK'nın 217. maddesinde, hâkimin kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabileceği belirtilmiştir. Meselâ, muhbirin tanık olarak dinlenmesi, bu mümkün olmadığı takdirde, ihbar dikkate alınmaksızın diğer delillere göre sanığın suçunun niteliğinin belirlenmesi gerekirken; "muhbir can güvenliğinin bulunmadığını ileri sürerek ifade vermek istemediğini belirttiğinden, tanık olarak dinlenmesinin mümkün olmadığı" şeklindeki gerekçeyle, dinlenmeyen muhbirin ihbarına da dayanılarak yazılı biçimde hüküm kurulması yasaya aykırıdır.
AİHM KARARLARININ ÖZETLERİ
24.1. Soruşturma evresi ile ilgili AİHM kararları
24.2. Duruşma ile ilgili AİHM kararları
24. AİHM Kararlarının Özetleri
Terör ve örgüt suçlarının muhakemesi mödülünün son oturumunda daha önceki oturumlarda ele alınan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadının tekrarlanması hedeflenmiştir. Böylece daha önce ilgili bahislerde incelenen kararların daha iyi anlaşılması ve böylece uygulamaya yansıtılması amaçlanmıştır,
Burada ele alınan kararlar daha önceki bölümlerden kısmen aynen alınmış, kısmen de eklemeler yapılmıştır.
24.1. Soruşturma Evresi İle İlgili AİHM Kararları
Terörde 5'inci Madde Haklarının Askıya Alınması; Lawless - İngiltere
Sözleşmenin 5 nci maddesindeki hakların terör nedeni ile askıya alınması mümkündür.
3 üncü maddedeki işkence görmeme hakkı askıya alınamazken, Sözleşmenin 15 inci maddesi, bir ülkenin belirli durumlarda AİHS kapsamındaki yükümlülüklerini geçici olarak askıya almasına imkân vermektedir.
Lawless davasında Mahkeme, "genel tehlikeyi" "bütün nüfusu etkileyen ve Devleti oluşturan toplumun düzenlenmiş yaşamına bir tehdit oluşturan olağanüstü bir durum veya acil kriz" olarak tanımlamıştır.
Türkiye, AİHM nezdindeki Güney-Doğu durumu ile ilgili çeşitli davalarda 5, madde kapsamındaki yükümlülüklerin askıya alınması yönünde görüş belirtmiş ancak bu Mahkeme tarafından kabul edilmemişti.3 4 5 6 7 8Diğer bazı davalarda910111213 askıya alma meselesi, davalıların Ankara veya Adana'da tutuklanmış olması nedeniyle gerçekte karara bağlanmamıştır. Kuzey İrlanda'daki durumla ilgili IRA davalarında ise, askıya alma uygulaması kabul edilmiştir.
Makul Şüphe: Orhan - Türkiye
Orhan davasında14 Mahkeme, kanıtları değerlendirmesinde "makul şüphenin ötesinde" kanıt kuralını teyit eden içtihat hukukunu anımsatmıştır15 Bu kanıt, yoğun, açık ve ahenkli müdahâlelerin veya benzeri çürütülmemiş gerçeklere ilişkin varsayımların birlikte mevcut olmasından kaynaklanabilir. Bu bağlamda tarafların kanıtların toplanması sırasındaki davranışlarının dikkate alınması gerekir
Makul Şüphe: Fox, Campbell ve Hartley - İngiltere
Fox, Campbell ve Hartley davasında Mahkeme, bir "makul şüphenin" bulunmasının tarafsız bir gözlemcinin ilgili kişinin suçu işlemiş olabileceği sonucuna varmasını sağlayacak gerçeklerin veya bilgilerin var olduğunu önceden varsaydığını belirtmiştir. Ancak neyin "makul" olabileceği, bütün koşullara bağlı olacaktır. Bu konuda terör suçu, özel bir kategoriye girmektedir. İnsanların ölmesi veya acı çekmesi riski nedeniyle polis, gizli kaynaklardan alınan bilgiler dâhil olmak üzere bütün bilgileri araştırırken azami ivedilikle hareket etmekle yükümlüdür. Ayrıca polisin sık sık bir terör zanlısını, güvenilir olan ancak bilginin kaynağını tehlike altına sokmadan zanlıya açıklanması veya bir suçlamayı desteklemek için mahkemede sunulması mümkün olmayan bilgilere dayalı olarak tevkif etmesi gerekebilir. Kuzey İrlanda'daki terör türü suçların soruşturulması ve kovuşturulmasında söz konusu olabilecek güçlükler nedeniyle bu tür tutuklamalara gerekçe oluşturan şüphenin "makul olması", her zaman geleneksel suçlara uygulanan aynı kurallara göre değerlendirilemez. Bununla birlikte terör suçlarının soruşturulmasının aciliyeti, "makul olma" kavramının, Madde 5/1¬c ile teminat altına alınan güvencenin özüne zarar verecek ölçüde genişletilmesini haklı gösteremez. Kuşkusuz, Sözleşme'nin 5/1-c maddesi, emniyet makamlarının organize terörizmin önlenmesi için etkin tedbirler almaları konusunda orantısız güçlükler yaratacak şekilde uygulanmamalıdır. Buradan hareketle devletten, bu kaynakları veya kimliklerini ortaya çıkarabilecek destekleyici bilgiler ve hatta gerçeklerin gizli kaynaklarını ifşa ederek bir terör zanlısının tutuklanmasına temel oluşturan şüphenin makul olduğunu kanıtlamasının istenemeyeceği söylenebilir, Bununla birlikte Mahkeme'nin Madde 5/1-c ile sağlanan güvencenin özünün korunup korunmadığını belirleyebilmesi gerekir. Bu nedenle hükûmet, en azından tutuklanan kişinin iddia edilen suçu işlemiş olduğundan şüphe duyulduğu konusunda Mahkeme'yi ikna edecek bazı gerçekleri veya bilgileri sunmalıdır. Mahkeme, başvuru sahiplerinden her birinin, tevkif edilmesi ve tutuklanmasının, bir terörist olduğu konusundaki iyi niyetli bir şüpheye dayalı olduğunu ve her birinin, tutuklanması sırasında gerçekleştirdiklerinden kuşku duyulan belirli terör fiilleri konusunda sorgulandığını kabul etmiştir. Bay Fox ve Bayan Campbell'in her ikisinin de IRA ile bağlantılı terör fiilleri nedeniyle daha önceden mahkûm edilmiş olmaları, bu kişilerle terör tipi suçların işlenmesi arasında bir bağlantı olduğu şüphesini güçlendirebilecek olmasına karşın 1986'da yani yaklaşık yedi yıl sonra tevkif edilmelerini haklı gösteren bir şüphenin yegâne temelini oluşturamaz. Bütün başvuru sahiplerinin, tutuklulukları sırasında belirli terör fiilleri konusunda sorgulanmış olmaları, tutuklamayı yapan memurların, bunların söz konusu fiillere katılmış oldukları konusunda gerçek anlamda kuşku duyduklarını teyit etmekle birlikte tarafsız bir gözlemciyi, başvuru sahiplerinin bu fiilleri gerçekleştirmiş olabilecekleri konusunda ikna edememiştir. Yukarıda belirtilen unsurlar kendi başlarına "makul şüphe" olduğu sonucuna varılmasını destekleyecek kadar yeterli değildi. Hükûmet, başvuru sahiplerine karşı şüpheye temel oluşturacak başka bir şey sunmamıştı. Bu nedenle hükümetin açıklamaları, bir bireyin tevkif edilmesine ilişkin şüphenin makul olup olmadığının değerlendirilmesi konusunda madde 5/1-c'de belirtilen asgari standarda uygun değildi. Mahkeme, bu nedenle madde 5/1'in ihlâl edilmiş olduğu sonucuna varmıştır.
Suçu Önleyici Yakalama
Önleyici yakalama ve tutuklama: Mahkeme, çeşitli kararlarında önleyici tevkif ve tutuklamaya izin vermemiştir.
Aramada Makul Şüphe: O'Hara - İngiltere
O'Hara davasında davalı, kimlikleri açıklanmayan 4 muhbirin verdiği istihbari bilgilere dayalı olarak bir terör fiilini gerçekleştirme kuşkusu ile evinde arama yapılmış ve arkasından yakalanarak 6 gün gözaltında kalmıştır. Mahkeme, yeterli makul kuşku bulunduğu ve bir ihlâl olmadığı sonucuna varmıştır.
Ancak, İngiltere'de 2000 tarihli Terörle Mücadele Kanunu sebebe bağlı olmayan arama yapma yetkisi tanımıştı. AİHM, 24.6.2010 tarihli Gillan ve Quinton İngiltere kararı ile bu geniş yetkinin Sözleşmenin 8 inci maddesini ihlâl ettiğine karar vermiştir.
Arama İle İlgili AİHM Kararları
AİHM 25.9.1996, Buckley-İngiltere.
AİHM 16.12.1992 tarihli Niemetz-Almanya ve 5.3.2007 tarihli Smirnov- Rusya kararlarında; avukatın konutunda yapılan adli aramalarda, genel arama kurallarından ayrı, savunma dokunulmazlığını koruyucu özel düzenlemeler bulunması gerektiğine hükmetmiştir.
Klasik bir araştırma yöntemi olan aramada, gizli soruşturma yöntemlerindeki kadar katı olmamakla birlikte, "başka yöntemlerin başarı şansı göstermemesi" de bir koşul olarak aranmalıdır. Bu koşul hukuk hayatımıza 28.4.2005 tarihinde AİHM tarafından verilen Buck-Almanya kararı ile girmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 30.3.1989 tarihli Cappell-İngiltere kararında; telif haklarını ihlâl ederek 4000 den fazla film videosundan oluşan kaset kiralama dükkanı açan bay Cappell'in işyerinde yapılan arama ile ilgili olarak verilen Anton Pillar kararının Sözleşmeye uygun olduğuna, 8 inci maddenin ihlâl edilmediğine karar vermiştir. Anton Pillar kararının özelliği, şüphelinin katılmadığı bir oturumda, savunmasının alınmadan verilmesi ve aniden yapılacak arama ile delil karartılmasının önlenmesidir. Karar verilirken savunma olasılığı bulunmadığı için şüphelinin pasif haklarının garanti altına alınmış olması gerekir (AHİM 30.3.1989, Cappell-İngiltere).
El Koyma İle İlgili AİHM Kararları
Bu konudaki örneklerden birisi Raimondo davasıdır.
Bu davada Mahkeme mafya türü bir örgütle irtibatlı olduğundan şüphelenilen bir kişinin malvarlığına el konulması konusunu incelemiş ve konunun orantılılık yönünü ele alırken şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Mahkeme, İtalya Devletinin Mafyayla mücadelesinde karşılaştığı güçlüklerin tümüyle farkındadır. Başta uyuşturucu madde kaçakçılığı olmak üzere kanundışı faaliyetleri ve uluslararası bağlantıları neticesinde bu "örgüt" devasa boyutlarda kazanç elde etmekte ve bunları gayrimenkul sektörünün de dâhil olduğu bir çok alana yatırmaktadır. Şüphelenilen sermaye unsurlarının böylesi hareketlerini engellemek amacına yönelen müsadere, bu hastalıkla mücadelede etkili ve gerekli bir silah konumundadır. Bu sebeple mevcut olayda müsadere hedeflenen sonuçla orantılı bir görünüm arz etmektedir ve müsadereyle ilgili ek kısıtlamalar getirilmemiş olması bu yönü güçlendirmektedir."
Bilgisayarda Arama
10.12.1982 tarihli US v. Tamura kararında ortaya konduğu gibi, bilgisayarlarda yapılan arama ve inceleme sırasında kayıtlı olan tüm verilerin hepsinin tek tek açılarak incelenmesi özel hayatın gizli alanını ihlâl eder ve hukuka aykırıdır.
Benzer bir şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, Craxi v. İtalya, Petri Sallinen v. Finlandiya ve Smirnov v. Rusya kararlarında, bilgisayarlarda yapılan aramalardan elde edilen tüm kişisel verilerin ortaya konmasının ve açıklanmasının 8 nci madde ihlâli olduğunu vurgulamıştır.
İfade Alma: A. Ve Diğerlerinin Birleşik Krallık
A. ve diğerlerinin Birleşik Krallık'a karşı açtığı dava 19.2.2009: "3. maddede istisna konusunda bir hüküm yer almamaktadır ve ulusun varlığını tehdit eden bir acil durumun varlığına bakılmaksızın madde 15 § 2 kapsamında bu Maddeden farklı hareket edilmesine izin verilmemektedir. Terörizmle mücadele gibi en güç koşullarda bile ve ilgili kişinin davranışına bakılmaksızın Sözleşme, işkence ve insanlık dışı veya küçük düşürücü muameleyi ve cezayı kesinlikle yasaklamaktadır. A. ve diğerlerinin Birleşik Krallık'a karşı açtığı davada bir El Kaide destek ağının üyeleri oldukları ileri sürülen İngiltere'deki bir grup yabancı, 11.9.2001'deki saldırıdan sonra 3 yıl 3 ay tutuklu kalmıştır. İşkence görmelerine neden olabileceği için ülkelerine sınır dışı edilmeleri mümkün olmamıştır.
Bu kişiler, yüksek güvenlikli koşullarda süresiz tutukluluğun insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele oluşturduğu gerekçesiyle 3. maddenin ihlâl edildiği konusunda şikâyette bulunmuşlardır.
Ancak Mahkeme, sanıklara yapılan muamelenin, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele olarak görülmeye ilişkin koşulları yerine getirmemesi nedeniyle
3. Maddenin ihlâl edilmediğini belirlemiştir: "Kötü muamelenin, 3. madde kapsamına girebilmesi için asgari bir yoğunluk düzeyine ulaşması gerekir. Bu asgari düzeyin değerlendirilmesi, muamelenin süresi, bedensel veya ruhsal etkileri ve bazı durumlarda mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi olaya ilişkin bütün koşullara bağlıdır.. Mahkeme, başka hususlar yanı sıra muamelenin önceden tasarlanmış olması, saatler boyunca uygulanması ve bedensel yaralanma veya yoğun bedensel veya ruhsal acıya neden olması dolayısıyla "insanlık dışı" olduğunu belirlemiştir. Mahkeme, mağdurları küçük düşürecek ve alçaltacak derecede korku, ızdırap ve aşağılık duygularına neden olması nedeniyle muamelenin "küçük düşürücü" olduğu sonucuna varmıştır..."
İfade Alma: Gâfgen - Almanya
Gâfgen davasında bir kişi, bir çocuğun kaçırılmasının soruşturulması ile bağlantılı olarak tevkif edilmiş ve polis, çocuğun nerede saklandığı konusunda bilgi alınamadığı takdirde ölmesinden endişe duymuştur. Polis memurları, bu nedenle bilgi vermeye ikna etmek amacıyla bir sorgulama sırasında zanlıyı büyük acıya neden olacak fiziksel şiddet kullanmakla tehdit etmişlerdir. Bunun, 3. Maddenin ihlâlini oluşturduğu belirlenmiştir.
"İşkence” “insanlık dışı muamele, “küçük düşürücü muamele “terimlerinin tanımlanması, genellikle terörizmle ilgili çeşitli davalarda söz konusu olmuştur.
Mahkemenin örgütlü suçla mücadele konusundaki anlayışı, Devletin işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve cezalar konusundaki AİHS'nin 3. Maddesi bağlamındaki yükümlülüklerine aykırı olağanüstü tedbirler alınabileceği anlamına gelmez.
İfade Alma: Aksoy - Türkiye
Mahkeme Aksoy kararında şöyle demiştir: "Mahkeme'nin birçok vesileyle belirttiği gibi Sözleşme'nin 3. maddesi, demokratik toplumun temel değerlerinden birini içermektedir. Sözleşme, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor şartlarda bile işkenceyi, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele ve cezayı mutlak bir biçimde yasaklamaktadır. Sözleşme'nin ve 1 ve 4 sayılı Protokollerin maddi haklarla ilgili birçok hükmünden farklı olarak 3. madde, hiçbir istisnaya ve 15. maddeye göre ulusun yaşamını tehdit eden olağanüstü durumda bile askıya almaya yer vermemektedir..."
İfade Alma: Eğmez - Kıbrıs
Bir başka örnek olan Eğmez kararında Mahkeme bu hususu tekrarlamıştır: "Sözleşme'nin 3. maddesi, demokratik toplumun temel değerlerinden birini içermektedir.
Sözleşme, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor şartlarda bile işkenceyi, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele ve cezayı mutlak bir biçimde yasaklamaktadır."
İfade Alma: Coşar - Türkiye
Coşar davasında başvuru sahibi, kendisinden baskı altında alınmış olan ifadelerin ülkedeki mahkemeler tarafından kabul edilmesi nedeniyle adil yargılanmadığı yolunda şikâyette bulunmuştur.
Mahkeme, başvuru sahibinin 16 Ocak 2004'de saat 18.30'da polis tarafından gözaltına alındığını belirlemiştir. Aynı gün saat 18.45'de düzenlenen sağlık raporunda vücudunda kötü muamele konusunda herhangi bir işaret olmadığı belirtilmiştir. Başvuru sahibi, bir gün sonra polis tarafından sorgulanmıştır. Başvuru sahibi, sorgulaması sırasında bir cinayete katılmış olduğunu itiraf etmiştir. Başvuru sahibi, ayrıca kendini suçlu durumuna düşüren bazı açıklamalar yaptığı olayların canlandırılması sürecine de katılmıştır. Başvuru sahibi, aynı gün saat 17.30'da bir doktor tarafından tekrar muayene edilmiş ve doktor, herhangi bir kötü muamele izi olmadığını bildirmiştir. Ülke içindeki adli sürecin herhangi bir aşamasında veya Strasbourg'daki adli süreç sırasında başvuru sahibi, bu raporların doğruluğuna itiraz etmemiş veya bunları düzenlemiş olan doktorların, yaralarını muayene etmediklerini ileri sürmemiştir. Polis tarafından gözaltına alınmasından iki gün sonra düzenlenen sağlık raporunda başvuru sahibinin sırtında birkaç yara olduğunun belirtilmesine karşın bu berelenmelerin, muayeneden 24 ila 48 saat önce meydana geldiği kaydedilmiştir. Mahkeme, ülkedeki soruşturmada meydana gelen usule ilişkin eksiklikler nedeniyle bu yaralanmaların kesin tarihi belirlenememiştir. Bununla birlikte dava dosyasındaki bilgilere dayalı olarak başvuru sahibinin emniyetteki ifadesinin baskı altında alındığı sonucuna varılamamıştır. Mahkeme, ayrıca başvuru sahibi hakkında mahkûmiyet kararı veren asliye mahkemesinin kararının sadece polisteki itirafına dayanmadığını ve aynı zamanda diğer zanlıların ve tanıkların ifadeleri yanı sıra belgesel kanıtları dikkate aldığını belirlemiştir. Dosyadaki kanıtlara dayalı olarak ülkedeki mahkeme, başvuru sahibinin kurbanı öldürdüğünü ve cesedini denize attığının kanıtlandığı sonucuna varmıştır. Ayrıca başvuru sahibine yargılanması sırasında dosyadaki kanıtların kabul edilmesi konusunda itirazda bulunma imkânı tanınmıştır. Mahkeme, bu davada başvuru sahibinin savunma haklarına saygı gösterildiğini ve yargılanmasının, bir bütün olarak adil bir şekilde gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerektiğini belirlemiştir. Bu nedenle Sözleşme'nin 6 §1. maddesi ihlâl edilmemiştir.
Şüphelinin Müdafi İle CMK 154 Görüşmesinin İzlenmesi: Erdem- Almanya
Erdem davasında müdafii ile haberleşmesine getirilen kısıtlamalar, Erdem'in PKK ile ilgili terör şüphelisi olması nedeniyle, haklı bulunmuştu: Erdem, avukatı ile haberleşmesinin Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 148 § 2 maddesi kapsamında izlenmesinin, Sözleşme'nin 8. maddesini ihlâl ettiğini ileri sürmüştü. Alman hükûmetinin açıklamasında Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 148 § 2. maddesinde açıklanan bir istisna olan ve tutuklunun bir terör örgütü üyesi olduğundan şüphe duyulan durumlar için geçerli olan müdafii ve müvekkili arasındaki görüşmenin ayrıcalıklı olduğu konusundaki kurala getirilen istisnanın, ulusal güvenlik, kamu güvenliği, asayişin bozulmasının veya suçun önlenmesi ve başka kişilerin hakları ve özgürlüklerinin korunması açısından gerekli olduğu belirtilmiştir. Ayrıca söz konusu hüküm, istismardan kaçınılması için gerekli bütün güvenceleri içermekteydi (örneğin mektubun açılmasından sorumlu olan hâkim, soruşturmayı yapamıyordu ve bu bilgileri gizli tutması gerekmekteydi). Erdem bu hükmün Sözleşme'nin 8. maddesinde belirtilen ilke ve masumiyet karinesi ile çeliştiğini iddia etmiştir. Erdem, bu hükmün Kızıl Ordu Fraksiyonu gibi terör üyelerinin üyelerine karşı davaların açıldığı bir dönemde uygulamaya konulduğuna işaret etmiş ve PKK üyelerine karşı uygulanamayacağını belirtmiş ve bu müdahalenin, başvuru sahibinin işlediği iddia edilen suçların niteliği karşısında orantılı olmadığını ileri sürmüştür. Haberleşmenin izlenmesinden sorumlu hâkim, elde edilen bilgileri gizli tutmakla yükümlü olsa bile bir Türk çevirmenin yardımına ihtiyaç duyacaktı ve bu nedenle özellikle PKK üyeleri ile ilgili bir yargılamada sızıntı olması veya baskı uygulanması riski söz konusuydu. Ancak Mahkeme her türlü biçimdeki terörizmden kaynaklanan tehdit, bu davada haberleşmenin izlenmesi konusunda getirilen güvenceler ve Devlete tanınan takdir payını dikkate alarak bu müdahalenin, güdülen meşru amaçlarla orantısız olmadığını belirlemiştir. Bu nedenle Sözleşme'nin 8'inci maddesi ihlâl edilmediğine karar vermiştir.
Dostları ilə paylaş: |